Eski Dostlari A.Öcalani ve PKK'yi değerlendiriyor

DERSİM-ZAZA ARŞİVİ
Verfügbare Informationen zu "Eski Dostlari A.Öcalani ve PKK'yi değerlendiriyor"

  • Qualität des Beitrags: 0 Sterne
  • Beteiligte Poster: dersim
  • Forum: DERSİM-ZAZA ARŞİVİ
  • Forenbeschreibung: Dersim-Zaza Platformu
  • aus dem Unterforum: PKK_A. ÖCALAN
  • Antworten: 3
  • Forum gestartet am: Dienstag 05.12.2006
  • Sprache: türkisch
  • Link zum Originaltopic: Eski Dostlari A.Öcalani ve PKK'yi değerlendiriyor
  • Letzte Antwort: vor 14 Jahren, 5 Monaten, 11 Tagen, 22 Stunden, 34 Minuten
  • Alle Beiträge und Antworten zu "Eski Dostlari A.Öcalani ve PKK'yi değerlendiriyor"

    Re: Eski Dostlari A.Öcalani ve PKK'yi değerlendiriyor

    dersim -

    Eski Dostlari A.Öcalani ve PKK'yi değerlendiriyor




    Dava Adamı Olmak İsteyenler Öcalan‘ın Tersini Yapmalı

    02 Jan, 2009 07:26:20 Fuad - Çavgun






    Diyarbakır Zindanı’ında kurallara uymayıp, Esat Oktay’a boyun eymeyen Ali Erek, ve Öcalan’ın tüm baskı ve işkencelerine karşı direnen, son nefesinde bile ‘kahrlosun Apo ve onun şurekası!..’ diyen Mehmet Resul Altunok’tur. Geri kalanlarımız –şu veya bu oranda- şuçluyuz.


    Hani eskiden, yani bizim ‘Sol Çocukluk Hastalığı’ evresinde, diyelim.

    Engels’in Anti-Duhring’i adlı bir kitabı vardı. Belki o zamanlar daha anti’nin tersi olduğunu da bilmiyorduk. Ama ‘Anti-Duhring’i her devrimci duymuştu. Şimdi de diyorum ki; aslında biz artık, bu eski çocukluk hastalığını bırakmalıyız. Büyüdük. Yaşlandık. Saçlarımız kırlaştı. Biz eğer bir şey yapacaksak; ‘Anti-Öcalan’ olmalıyız. Çünkü o, Kürdün lider tipi değil, bugüne kadar Kuzey Kürdünün karşılaştığı tipik bir kişiliktir. Hem de proto-tip.

    Ben Anti-Öcalan’lıktan ne anlıyorum.

    Öcalan, Kemalist mi oldu. Biz olmayalım.

    O Kamelizm’i mi övüyor. Biz eleştirelim.

    O İsmail Beşikçi hocamıza mı saldırdı. Biz Savunalım.

    O Davayı mı bıraktı. Biz davaya sımsıkı sarılalım.

    Aslında, bence bu konu üzerinde duralım. Sahi Öcalan’ın dava gibi bir derdi oldu mu? Sanmıyorum. Bir ara bir arkadaş anlatmıştı. Alman Komünistleri kendi aralarında tartışırken bir tanesi Kausky’e ‘Dönek Kausky’ diyor. Rosa Luksemburg kızıyor. Şiddetle karşı çıkıyor. ‘Hayır!.. Kausky dönek falan değildir. Çünkü o hiçbir zaman ne devrimci ne komunist oldu!..’ Aslında bu örneği Abdullah Öcalan’a uygularsak; tıpa tıp uyar. Bu açıdan Abdullah Öcalan ne dönek, ne haindir. O dün ne ise odur. O her zaman tatlı su balığı oldu. Kim güçliyse ona yanaştı/yaslandı ve kendini yaşattı. Bu son durağıdır. Yani Türk Genel Kurmayı onu ne kadar kullanacak o da belli değil.



    Bunu görmemek için, o kadar zeki ve o kadar da kitap okumaya da gerek yok. Bana biri çıksın o veya onu en iyi savunan bir taraftarı/adamı şunu söylesin. Öcalan tek bir kişi saflara katmış mıdır? Onun ailesinden tek bir bireyin burnu kanamış mıdır? Bizlerin aileleri hergün Zindan kapılarında, sokaklarda, Açlık Grevlerindeyken bu aile nerdeydi?

    Şunu iddia ediyorum.

    Bugün Kürdistan’da bedel ödemeyen hiç bir aile kalmamıştır. Öcalan Ailesi bu tasnif dışındadır. Adana/Misis’e daha 1976’lara kadar Abdulkadir Aygan gibilerini aileyi koruma, kollama ve onlara yardımcı olması için görevlendirmiştir. Bu konuda kendisi yanlız değildir. Sahi bu Adana/Karaisalı Duran Kalkan’ın ailesini bilen var mı? Bu adam nerden geldi? Neden böyle herşeye pervasızca saldırıyor. Öcalan’ın emriyle altı saatte ordu kuruyor, Öcalan ‘Olmadı Abbas’ dediğinde bu sefer neden ordu kurulmamalıdır diye konferans verebilir. Bu konuda usta bir demegogtur. Yeter ki Öcalan düğmesine bassın. Ve bence Abbas’ın değerli bilim adamı İsmail Beşikçi’ye saldırması, Öcalan’dan habersiz değildir. O’ndan cesaret aldı. Veya el altında haber gönderdi.

    Peki insan nasıl dava adamı olur?

    Bence bu sorunun yanıtı şudur. İnsan bir tam karar alır ve ölene kadar bu davasını savunur. Bu konuda temel amaç halkın özgürlüğü, ülkenin bağımsızlığıdır. Dava adamı mum gibi yanar. İntizar etmez. Etrafını ışıtır, dibine ışık vermez. Kimseye hakeret etmez, böbürlenmez. ‘Ben, ben yine ben..’ demez.

    Peki bu özlelliklerden hangisi Öcalan’da var?

    Hiçbiri diyeceksiniz, eminim.

    Ve ardından şunu soracaksınız bana elbetteki; ‘Peki bu adam nasıl size baş oldu? ‘ Onun da izahı var. Biz, örgütü örgüt gibi, partiyi parti gibi işletemedik. Bu kurumlaşmaya daha tam sağlayamadan, bununa tüzüksel ifade kazandırmadan çok hızlı bir sürece –bence bilinçli- sokulduk. Öcalan bu konuda çok kurnaz ve sinsi davrandı. Zekasını düşmana karşı değil, bizleri alt etme üzerine geliştirdi. Onun düşüncesi ben bu örgütü, bu partiyi nasıl bir kamil parti ve örgüt haline sokturmam oldu.

    Hatırlıyorum da; 1976’lardaki toplantılarımızda hepimiz gibi bir tavır izliyordu. Uyum sağlıyor, kollektif yaşama en ufak bir açık yermiyordu. Ancak, yemede/içmede ve yatmalarda hep zaafları onu ele veriyordu. Ama biz aldırmıyorduk. Çünkü daha yeniydik. Yolun başındaydık. Ve en fedekar, en dürüst arkadaşlar, ya öldü ya yakalandı, ya da bu adamın ne mal olduğunu anladı ve çekildi. Meydan ona kaldı.

    Tek tek kongrelerde kendisinin seçilmesi için hile ve entirkaya başvurdu.

    Ben şahsım adına, Ankara Dikmen hariç partinin hiç bir konferans ve kongresine katılmadım. Duyduğuma göre 4. Kongre hariç hiç birinde ciddi bir tartışma yapılmamış. Ve tüm kongreler dışardan Öcalan’ın denetimi ve insiyatifi altında yapılmış. Belli bir erkten sonra da ‘Ali kıran/baş yaran’ olmuş.

    Hele de biz çıktıktan sonra; onun adına yemin bile devreye girmişti.

    ‘Bi xwêin, bi can em bi terene ey Serok’ diye yemin eden bir insandan; dava adamı tavırı beklemek olur mu? Bir sefer dava adamı bir tek kutsal davası üzerine yemin eder. Bu konuda da onun kadar bir suçlu varsa, bizim gibi kurucu kadro olup sessiz kalanlardır.

    Denebilir ki ‘Ben yapmadım!..’ Bunu ‘Yapmadım. Bana yaptıramaz’ı iddia edenin yaşamamış olması gerekir.

    Diyarbakır Zindanı’ında kurallara uymayıp, Esat Oktay’a boyun eymeyen Ali Erek, ve Öcalan’ın tüm baskı ve işkencelerine karşı direnen, son nefesinde bile ‘kahrlosun Apo ve onun şurekası!..’ diyen Mehmet Resul Altunok’tur.

    Geri kalanlarımız –şu veya bu oranda- şuçluyuz.

    Bu suçumuzu kabul edip, Öcalan’ın tersini yapmalı ve davamıza sımsıkı sarılmalıyız. Dava adamalarının tavırı budur. Hiç bir şey yapamıyorsak; evimizde oturup, bu adama ve sistemine kan/can vermeyelim.

    Bu da iyi bir şeydir.

    Bir damla yuğmurun ve bir duanın bile kiymeti vardır.

    Dava ve özgürlük nehrine damla olalım. Dualarımız esirgemeyleim.

    Sevgi ve saygıyla.

    26 Aralık 08

    http://www.nasname.com/Yazarlar/fuadcavgun/2533.html

    http://www.nasname.com/thumbnail.php?file=fuad_237198296.jpg&size=article_medium

    http://img21.imageshack.us/i/fuatcavgun.png/

    [img=http://img21.imageshack.us/img21/743/fuatcavgun.th.png]




    Re: Eski Dostlari A.Öcalani ve PKK'yi değerlendiriyor

    dersim -

    PKK'de MUHALİF OLMAK...


    PKK'de MUHALİF OLMAK...


    Cumartesi, 31 Ekim 2009 21:26

    Elif ORHAN / Salih ARAS

    "PKK'de MUHALİF OLMAK.."

    Saime Askin, Çetin Güngör, Mehmet Şener
    Üç güzel devrimci var..
    Üç masal kahramanımız…
    Onları yarınki kuşaklara anlatmak borç mu, vefa mı ya da yüreğimizdeki hüzüne cevap mı aradık..Belki de de bu bir arayış den ziyade O’güzel insanlara, ateşten gömlek olan canlara cevap olduk, olmak istedik......
    Saime, Semir, Şener…
    Her biri bir tarih yazdı, direnmelere imzalar attılar, yüreklerde yer aldılar..
    Üç pırıl pırıl dünya güzeli yürekli insan’e yoldaş olduk.
    ..vefa borcumuz var..!
    Onlar istediler ki; bir daha gelecek kuşaklar kalleşlere arkalarını dönmesin… yoldaş olmayan sahte piyonları işaret ettiler, ki tekrar yem olmayalım, bizleri uyardılar da.. !
    PKK'de MUHALİF OLMAK... !
    Üç masal kahramanız kol kola ateşe doğru yürüyorlar… çember olmuşlar, ihanete karşı savaşıyorlar..!
    Onlar Kimler mi??
    Saime Aşkın, Çetin Güngör ve Mehmet Cahit Şener..
    Üç devrimci ..
    Sevgili Saime’yi bilinmiyen ay-günde, Semir, Şener Kasım ayın’da karınlıklardan gelen yedi..ancak karanlıktan gelen karanlığa battı…
    … Saime, Semir, Şener güneşe doğru yolculuğa çıktılar..
    ….Onlar yarınları aydınlatan meşaleler oldular…
    …Onlar idealimizdeki devrimci yürekler..
    Onlar kendileriyle bir tarih de yazdılar..!


    http://turkce.kurdistan-aktuel.org/images/stories/agustos2009/Saime-3.jpg

    PKK'de MUHALİF OLMAK...

    Kasım ayına giriyoruz, biliriz ki bu ay Devrimcilerin binbir hile hurdayla ortada kaldırılma-taşaltı edilme ay’ıdır..
    İsveç de vurulan Çetin Güngör, Suriye’de vurulan Mehmet Şener ve Lolanda taşaltı edilen Sevgili Saime Aşkın için her devrimcinin yüreği hüzünle dolar… Her biri başka yerden geldiler.. Onlar doğru katılım sağlıyan insanlardı..Araştıran, okuyan, analiz eden ve sonunda tek yürek olup devrim için başkoydular...Halbuki her birimiz ya da çoğumuz çeşitli şekillerde katıldık. Kimisi faşist devletin dayatması, yakılan-yıkılan köyünden dolayı, vurulan kardeşi-yakını-arkadaşı, ya da devrimcilere ,halka baskı-terör uyguluyan, yaşama hakkı tanımayan zorbalığa karşı adres aradı…bulduğu- inanc getirdiğı zaman da yer aldı..!
    Şimdi bura da başka bir konu, ya da trajedi karşımıza çıkıyor..!
    Devlete karşı baş kaldırıldı..
    Ancak PKK içine umut için gelenler gördüler ki Apo Sultasının giderek düşmanı aratmayan yanları ortaya çıkıyor… Buna sesiz kalmayan- muhalif olan- önde gidenlerde bir bir ortadan kaldırılıyor....Örnek mi…!
    Üç güzel yürek vardı..Saime, Semir, Şener..
    Üçüde zorbalığa karşı durdular..Önce faşizan devlete karşı, sonra da içten içe faşizanlığı dayatan ikinci güce karşı muhalif oldular..


    http://turkce.kurdistan-aktuel.org/images/stories/agustos2009/semiri.jpg

    PKK'de MUHALİF OLMAK...


    Evet ya,ateşten gömlek bu olmalı..!
    PKK'de muhalif olmak çok zor bir durumdur. Bir türlü anlaşılmıyor, hep örgüt içi sorun olarak düşünülüyor bir yanıyla böyledir ancak, bu gerçeğin sadece küçük bir yanıdır. Aniden yalnızlaşırsın, ne geçmişin kalır ne geleceğin olur. Yapayalnız ortada kalırsın. Kalacak ve kaçacak yerin olmaz, herşeyini vermişsin, sana hiçbirşey kalmamıış, hak emek iddia etme biryana, borçlu-suçlu çıkarsın. Adeta uzaydan gelmiş gibi olursun dilinden kimse anlamaz. Herkes sana kurbanlık gözüyle bakar. Kendinle çelişirsin, "bu benmiyim" diye çıldırırcasına düşünürsün. Bir-iki anlayanın varsa ne ala, o da herkese nasip olmadı. Ailene aşiretine dönemezsin, çünkü onları red etmiştin, yüzün tutmuyor, gururun kabul etmiyor, üstelik onları çağ dışı gerici bulmuştun, Parti'ne çok güvenmiştin gözün havalardaydı,umudun devrimdi. Bütün insanca haklara sahiptin, aynı zamanda ailenin, aşiretin ve tüm halkın güvencesi olduğunu düşünüyordun. Ya şimdi kendine bile güvence değilsin. Kaçaksın,kimliksizsin, işin yok, evin yok ve kalacak bir yerinde yok. Yollara düştün, yabancı diyarlarda hangi yöne gideceğin bile belli değil, hiç olmazsa 'kutsal Parti' bir yol harçlığı verseydi diyeceyiz, ama kaçacağın yerden nasıl istersin böyle bir hak!!! zaten farklı düşünmekle en büyük 'suç'u işlemişsin.

    Birdenbiere annen, baban ve tüm sülalen 'ajan' olur. Tanınma ve etki derecene bağlı olarak, bulunduğun köy, ilçe ve ya il tümden 'ajan-hain' ilanedilir. Ne yaptığını şaşırırsın. Oysa ilkeler vardı, eleştiri hakkı vardı, Öyle düşünmüştün, şimdi ise eleştiri ve görüşlerini unuttun, savunmaya geçtin, ajan olmadığını ısrarla söylüyorsun, ama seni duyan yok. Duyurmak için imkan ve olanaklardan yoksunsun. Olanaklar ve imkanlar Parti'ye sahiplenen ve sahibi olan zat'ın elinde. O seni istediği gibi suçluyor, elinde muazzam olanaklar var her tarafa ulaşıyor, sen ise, afaroz edilmişsin, tesadüfde olsa tanıdık birine rastlarsan, selam verme bir yana anında, zat'ın müritlerine ihbar edilirsin. 1980'li ve 90 yıllarda genelde böyleydi.

    İnternet dünyasıyla birlikte, muhalifler çoğaldıysada muvcut durumda farklı bir değişiklik henüz başarılamadı.

    Peki neden PKK'de muhalif olmak bu kadar zor? Özellikle 1980 sonrası PKK bir Parti olmaktan ziyade devrim ve karşı-devrimin yoğunlaştığı bir merkez oldu. Karşı-devrim baştan beri örgütlü ve hazırlıklıydı. Tartışma götürmeyecek kadar netleşen, A Öcalan ve ekibi devlet tarafından hazırlandı. Yani devrim gücünün yönetimi devletin kontrolündeydi.


    http://turkce.kurdistan-aktuel.org/images/stories/agustos2009/sener.jpg


    PKK'de MUHALİF OLMAK...

    PKK de muhalif olmak ölümle eş değer, ölümü çağırmak, ölümün sıcak nefesini ensesinde duymak olduğunu biliyoruz..Buna rağmen ihanete karşı her dönemde baş kaldıranlar oldu..Ne yazık, ki bunlar kısa zamanda ortadan kaldırıldılar…
    Bu başkaldıranlar bir şekilde biribirleriyle ilişki kurup güçlerini birleştiremediler..Hazin olanda önce ayrılanı suçlıyan sonra ihaneti apaçık gören ayrıldı, ancak bir sonra ayrılan onu tutmadı..Apo sultasının devam etmesinin bir nedeni de bu olmalı..
    Yine de biz diyoruz k;“Her ayrılan tarihi kendisiyle başlattı“ ..
    Eğer ayrılanın trajedik sonunu gören bir sonra ayrılan olmasaydı, ihanet çetesi asla cözülmez ve daha çok yürekli insani-devrimciyi yerdi..
    PKK de ayrılmak, muhalif olmak gerçekten çok zor..
    Neden mi?
    Önce muhalif olmamaları için kişilerin tüm direnme yanları „kişilik cözümlemesi“ adı altında törpülenir. Biraz kendisıni, devrimci yanını koruyanı da bir şekilde, en kısa yolda“ajan“ diyerek mimler, sonra „önderlik büyüklügünü gösterdi af etti, kendini kanıtlamali“ diyerek tüm direnme yanları yok edilir..Direnenlere de hemen ölüm fermani çıkarılır..
    Devrimci cephede „ajan“ sözcügü zehir, kurşun gibi etki yaratıyor, Apo bunu iyi bildi ve başlarda „demoklesin kılıçı“ gibi astı..
    Evet, açmak gerekirse, somut bir şekilde PKK içi muhalefeti zorlaştıran nedenler, 1980 öncesi oluşturuldu.
    En önemlisi PKK, diğer devrimci-demokrat Kürt örgütlerinden uzaklaştırıldı, düşmanlaştırıldı demek daha doğru olur. Bu sıradan bir olay değildi. Oyun ve entrikada kural tanımayan kemalizim bunun nerelere varacağının hesabını çok iyi yaptı. Devlet örgüt ayrımı yapmadan, K. Kürdistan'lı örgütleri bir bütün olarak gördü, bütünü tümden istediği gibi etkisizleştiremezdi. Bunun için PKK yönetiminde etkili olan ekibiyle PKK ve KUK çatışması yarattılar.
    İki tarafdan yüzlerce kadro ve sempatizan katledildi. UKM ilk darbesini burda aldı. Oluşması gereken cephe ve orduda engellendi. Kaybeden KUKH oldu. Diğer Kürt örgütlerinede saldırılar oldu; Ağrı'da Mustafa Çamlıbel ve Siverekte Ferit Uzun katledildi. Bu olaylarla birlikte kürt örgütleri arasında uzlaşma olanakları ortadan kaldırıldı. PKK ile diğer örgütler arasında güvesizlik ve şüphecilik egemen oldu.

    Bu anlamda PKK içerisindeki muhalifler, doğal olarak diğer Kürt örgütlerine sığınma ve korunma haklarını kullanamadılar.
    Kullanamazlardı çünkü muhalif olanların çoğuda geçmiş karşı devrimci faaliyetlerde roller
    üstlenmişlerdi. Böyle istekleri olmuş olsaydı dahi kabul göreceği tartışmalıydı. Sonraki
    süreçlerde olumlu değişimler oldu, ancak geç kalınmıştı.

    Devlet Kurdistan Ulusal Kurtuluş Hareketi'nin gelişimini sırf militarist yöntemlerle durduramazdı.
    Denilebilirki K. Kürdistan'da enson oluşan hareket PKK'dir. Doğru teorik düşünceler savundu ve silahlı mücadeleyi radikal bir sekilde savunarak yoğun bir aydın-gençlik kitleye sahip oldu.
    Silahlı mücadeleyi esas alması, Kürt Halkı'nın duygularına hitap etmeye neden oldu ve kitlelerüzerinde de etkili olmaya başladı. Ancak kendi dışında diğer Kürt örgütlerini karşı-devrimciilan etmesi, kendi kadro ve sempatizanlarınca anlaşılamadı. Bu anlamda PKK'ey diğer Kürt örgütleri arasında demir perde oluşturuldu, öyle geliştirildiki bu durum kitlelere kadar yansıtıldı. On yılı aşkın bir süredir ısrarla devletle tek yanlı da olsa barışık olduğunu iddia eden PKK hala diğer Kürt örgütleriyle eski tavrını sürdürüyor. Söylemek gerekiyor, eğer baştan beri iddia edildiği gibi, diğer Kürt örgütleri devletle bağlantı içindeydilerse bü gün neden devletle barışan PKK, neden halen diğer kürt örgütlerine düşmandır? Diğer parçalardaki Kürt örgütleriylede benzer sorunlar yaşandı.

    Muhalefeti zorlaştıran diğer bir neden ise; 1980 öncesi gerçekleşen Elazığ toplu
    tutullamalarıydı. PKK Önder kadrolarınında içinde bulunduğu onlarca seçkin kadro tutuklandı
    yada tutuklattırıldı. Bu tutuklamalar PKK içindeki devrimci kanadı oldukça zayıflattı, denilebilinir etkisiz hale getirdi. Yani A. Öcalan ve ekibini ortaya çıkarabilecek ve devrimci çizgiyi egemen kılacak kadrolar daha 80 öncesi tasfiye edildi. A. Öcalan ve ekibine karşı çıkacak kadrolar sınırlandırıldı. Geriye kalan çoğunluk ise ön görüden uzak kadrolardı.

    A. Öcalan geri çekilişle birlikte ilk işi kadroları birbirine düşürmek oldu. Açık söylemek gerekirse bunu çok basit bir biçimde yaptı. Halkımızın bilinen bir zayıflığıydı. Devrimcilerin, yani Parti kadrolarının bu oyuna gelmesi kabul edilemez. Ne yazık işledi, ayrıca açılması gereken bir konudur. (Kürt insanının zayıflıkları)

    PKK öncesi ve sonrası olan bir çok Kürt örgütleri, devrimci partiler vardı..Ancak bunların hiç biri PKK karşısında duramadı, istediğini savunamadı ve halkın gözünde varlığı-yokluğu birdi..Bu durum da Aponun ekmeğine yağ sürerek yanlız kendisinin güç olabileceğini gösterdi..Yıllar sonra bir yanı Ergenekon bir yanı derin devletin karanlık güçlerine dayandığını kimseler göremedi, dile getirmedi, ya da gören çabuk bitirildi, yeterince bunu kitlere söyliyen güçleri olmadı..Apo tek başına bir gücün sahibi gibi kendini gösterdi..PKK içinde Apo sultasına karşı duranlar elbetteki oldu..Bunlari da 86.üçüncü kongreye gelmeden birer birer ortadan kaldırıldı..
    Saime Aşkın, Çetin Güngör, Resul Altınok, Zülfü Gök, Mahsum Korkmaz ve benzerleri..Yine Kongrede doğruyu gören bir çok kadro ya tutuklandı ya bilinmiyen bir şekilde ortadan kaldırıldı, ya da önce bir takım suçlara bulaştirip safdışı-etkisiz hale getirildi.

    Herkese; 'en iyi adamın sensin' dedi. İlginçtir büyük çoğunluk bu oyuna geldi. Mücadelenin değişik alanlarında oyuna gelenler, kendilerini farklı görmeye başladılar, bilmiyorlardı ki, farklı olan sadece kendileri değil, herkese farklı olduğu söylenmiş.
    Her farklı olduğuna inanan diğerine şüpheyle bakıyor. Ve ortaya çıkan tabloda herkes farklı ve herkes şüpheli... Burada gerçeği sadece bilen A. Öcalan'ın kendisidir. Böyle bir ortam sadece karkaşa yaratıyor. Ama bu kargaşa öyle sıradan değil, sonuçta biri diğerini götürüyor. Öcalan'ın istediği zaten bu. Kim kimi götürmüş önemli değil. Giden gitmiş, göndereninde sırası gelir. Sırasını atlatan yine kurtulmuyor, çark aynı şekilde dönmeye devam ediyor. İki yol kalıyor, ya kaçma dışardan muhalefet sürdürme yada örgüt içinde -çok zorda olsa- darbe yapma. Muhalif olduğun an beklenmedik zorluklar ve sorunlar çıkıyor. Birilerine bilinmez, ne kadar zaman önce senin şüpheli olduğun söylenmiş. İşte ilk onlar sana saldırıyor. Eğer oyuna gelmişsen, birilerini incitmiş ve etkisizleştirmişsen bunlarda devreye giriyor. Ayrıca şüphe ortamından geliyorsun ve şüpheli birisin. Tüm bu nedenler birlişletirildiğinde Parti içi desteğin neredeyse bitiyor. İddia ettiğin görüşler ve eleştiriler hiç ciddiye alınmıyor. Sadece tüm yapı tarafından uyduruk iddialarla saldırıya uğruyorsun.

    Belirtmek gerekirki, dört sömürgeci devletinde, istihbarat örgütleri A. Öcalan ve ekibi arkasındaydı.
    Bunu bazı örneklerle açıklayacağız. Bu durumda muhalefeti ciddi anlamda zorluyordu.

    Ve gelelim en önemli nedene; 1980 sonrası PKK'nin tek güç olması. Tüm sırlar ve kerametler burda saklıdır. 80 öncesi K. Kürdistan genelinde, kadro-sempatizan, kitle ve etki düzeyinde örgütler arası kayda değer bir fark yok. Örneğin; Kawa, Özgürlük Yolu, (PSK) Ala Rizgari, DDKD, PKK ve KUK dönemin etkili örgütleridir. PSK ve DDKD dışındaki diğer örgütleri silahlı mücadeleyi savunmaktadırlar.

    12 Eylül 1980 Faşizmiyle birlikte, K. Kürdistan'da silahlı mücadele dışında yol kalmadı. KUK hareketi ciddi anlamda yıpratılmıştı, kendisini hemen toparlaması zordu. Kawa hareketi 12 Eylül Faşizmi'nde Aralık 1980 Kamışlı'da ciddi bir darbe aldı ve Kawa hareketinin seçkin bir grubu katliama uğradı.

    Bu görünürde Kawa'ya yönelik bir operasyon gibi görünsede, asıl darbe K. Kürdistan Ulusal Kurtuluş Mücadelesine oldu. Sonraki yıllarda bu durum daha iyi anlaşıldı. İstihbarat çevreleride bunu itiraf ettiler. Çünkü bu grup silahlı mücadeleyi başlatacaktı. Kürdistan adına silahlı bir güç olacaktı, bu nedenden dolayı hedef oldular. Katliam Suriye ve Türk istihbaratının ortak operasyonudur. A. Öcalan ve ekibinin burda rolü oldumu? Bilgi ve ispiyon düzeyinde de olsa var. Çünkü o dönem PKK'ye ait güçlerde aynı alanda mevcut ve başlarında Duran Kalkan vardır!!! Neden PKK'ye yönelik benzer operasyon yapılmadı??? Kawa hareketi bu katliama rağmen kendini toparlayabilirmiydi? Tartışılması gereken bir konu. Bu katliamla tek örgütün önü açıldı. Bunun acısı sonraki yıllarda daha iyi
    anlaşıldı...
    Dönemde en uygun pozisyonda olan Ala Rizgari hareketidir. Ekim 1980'den, 81 başlarına kadar 200 dolayında kadro ve sempatizanını G. Kürdistan'a çekmeyi başardı, geri çekilmenin amacı; 1981 Newroz'un da silahlı mücadeleyi başlatmaktı. Ala Rızgar'nin yönetiminde etkili olanlar son anda bu karardan vaz geçtiler. Kamışlı katliamının burda etkisi oldu!!! Tabiki farklı nedenlerde var tartışılması gereken bir durumdur. Oysa Ala Rızgari K. Kürdistan'ın orta bölgesinde en etkili örgüttü.

    Metrepollerde de güçlüydü. Ülke içi ilişkileride, önemli sayılacak bir darbe almamıştı. Silahlı mücadeleyi başlatmak için gidilmişti ve her şey planlanan gibi oldu. Ama başlatılmadı ve gruplar tekrar (çoğunlukla) geldikleri bölgelere gönderildi. Bu anlamda ortam PKK'ye kaldı. Yani ikinci bir silahlı gücün oluşmaması PKK içinde muhalefeti en çok zorlaştıran nedenlerden biri oldu. Ve PKK her şeyin sahibi olduğunu ilan etti. Binlerce PKK'linin düşman saflarına kaçması, Jitem vb. örgütlerine sığınma ve onların elemanı olmada, ikinci bir gücün olmaması etkili oldu.

    Türk basını'da boş kalmadı, özellikle Tercüman Gazetesi, 1982'de başlayarak ve 83'de yoğun bir şekilde, abartılı haberlerle Öcalan ve ekibinin yıllarca propagandasını yaptı. Bu haberler halk üzerinde etkili oluyordu. Gerek türk basını ve de istahbaratı, K. Kürdistan' da tek örgütün
    yaratılması için ellerinde geleni yaptılar..

    Ve 1982 Diyarbakır Zindan direnişi ülke içinde ve dışında muazzam etki yarattı. Bu süreçten sonra sessiz kalan diğer Kürt örgütleri etkisizleşti. Bu direnişten de faydalanan Öcalan, artık tek örgüt olma avantajını yakaladı. Devrimin tek örgütü olduğunu ilan etti. Artık güçlüydü ve arkasında dört ülkenin istihbaratı vardı. Halk ve Parti yapısı bu gerçeklikten habersizdi. Yaratılan etkiden dolayı, bir bütün K. Kürdistan'daki devrimci dinamikler PKK'ye kaymaya başladı. Artık devrim ve karşı-devrim iç içe geçmişti, bir örgüt gibi. Kafa Karşı-devrim, vucut, devrim ve devrim poransiyelinin ta kendesi.

    Bu kafa bu vucudu nasıl yönetir? Gelinen aşama bunu doğrulamıyor mu?

    Bu anlamda PKK içi muhalefet, abartmasız, devrim ve karşı-devrimin hesaplaşması oldu. Zorluk buydu.
    PKK'de MUHALİF OLMAK...
    Elif ORHAN /Salih ARAS


    devam edecek


    http://turkce.kurdistan-aktuel.org/yazarlar/salih-aras/3529-pkkde-muhalf-olmak.html

    Cumartesi, 31 Ekim 2009 21:26

    -------------------------------------------------------------------------------------------------


    Salı, 10 Kasım 2009 20:07


    Elif ORHAN /Salih ARAS

    "Saime, Semir, Şener"
    Üçüde PKK Merkez Komite üyeleri...
    „PKK içinde olan herkes şunu iyi bilirki „Apo’nun haberi olmadan ne birisi en ufak göreve seçilir, ne infaz edilir, ne de tutuklanır“..tüm uygulamalar tamamiyle onun emirleri doğrultusunda yapılır.. Kendi sultasının devamı için haksızlığa, despotluğa, entrika-karanlıklara karşı soru soran-sorguluyan kim olduysa onu mutlaka yemiştir..Kimse bunun tersini idda edemez..“

    PPK’de Muhalif Olmak.(2).

    Saime, Semir, Şener
    Üç karanfil, üç onur abidesi, üç yürekli insan…
    Onları anlatmak istedik…
    Istedik ki O’ güzel insanlar edebiyen yüreklerden yer alsınlar, onları hunharca vuranları da cümle alem lanetlesin..
    Üçüde PKK Merkez Komite üyeleri, PKK kuruculari, emek verenlerdi..
    Onlar karanlıklardan geleni iyi tahlil de ettiler, onun şeflik sultasının felaket getireceklerini iyi bildiler ki, ölümü umursamadılar…
    Onlara haince koplo, saldırı, tezgahlar hazırlayıp, hedef haline getırildiler, zira karanlıkların bekçisi tek lider olmak istiyordu..…Ve onların sağlam duruşu karşısındaki ezik-büzük kişiliğini konuşturmak için bin bir alavere dalavere-hile entirkayla onları tasfiye etmeyi gerçekleştirdi..Ancak şunu unuttu;
    „Güneşın balçıkla sıvanmayaçağını“
    Üç devrimci…
    Saime, Semir ve Şener'in ortak özellikleri; Ulusal değerlere bağlı, sosyal gelişmelere açık, kendi içinde uyumlu, tartışmasını, paylaşmasını bilen, sorumlu ve duyarlı bir aile ortamında yetişmeleridir.
    Yani daha Ulusal Mücadele'ye katılmadan güçlü ve gelecek vaad eden özelliklere sahipler. Bu anlamda mücadeleye katılımları güçlü oluyor.
    Katılımları nettir. Ikirciliği hiç bir koşulda yaşamadılar..
    Kişisel ve ailesel çıkarlar peşinde değiller. Zaten ölümüne kararlı olmalarının nedenide budur.
    Onlar geleceğe hedeflendiler, başlangıçta herşeyin tek kişiye endekslenmesini doğru bulmadılar ve karşı çıktılar. Tek kişiye bağlılığın mücadeleyi tasfiye edeceğini, açık açık eleştirmeye başladılar.
    Bu derin devlet ve PKK içindeki uzantılarına 180 derece ters düşüyordu. Bu anlamda hedef oldular.
    Aradan yıllar geçti, Abdullah sanki bu durumdan rahatsızmış gibi, 'her şeyi benden bekliyorlar' demeye başladı. Sanki bu durumu yaratan kendisi ve sahipleri değilmiş gibi!!!
    Önce kontrollu bir şekilde tek Parti yaratıldı, sonrada planlı bir şekilde geleceği görebilen önemli kadrolar tasfiye edilerek, tek 'lider' yaratıldı.
    1980 sonrası bilimsel eğitim faaliyetleri aşamalı bir biçimde yavaşlatıldı ve 1984'en sonra tümüyle durduruldu. 'Bilimsel eğitim' adı altında, müritlikten bile geri, bir eğitim tarzıyla (Abdullah'ın Çözümlemeleri) savaşçı ve kadro yapısı kendi ulusal ve sosyal değerlerine yabancılaştırıldı, daha açık anlamıyla kişiliksizleştirildi.
    Parti içinde sorumlu düzeyde olan bir çok kadro bu durumun farkında. Tabiki direkt devlet
    bağlantısını görebilen kaç kişi var? Oldukça az. Böyle bir durumda muhalif olmak, büyük bir sorumluluk cesaret ve kendini feda etmeyi gerektiriyor.
    Haftalık, günlük, zamanlı- zamansız hep konusuyor. Daha bir ay kadar önceydi, birden Saime aklına gelmiş, sıradan bir laf gibi görünsede , oldukça önemli ve tarihi bir olaya dikkat çekiyor; 'O Saime'yi niye öldürdüler' diyor. Sanki hiç haberi yokmuş gibi, tertemiz'masum' biridir. Başkaları yapmışda Abdullah sonradan duymuş, hatta üzülmüş, gibi pozlara giriyor.
    Karanlıklardan gelen sanki tüm entrikaları kendisi planlamamış gibi yaptığı katlıyamlara ya kılıf aradı, ya da hiç haberinin olmadığını, bilinmiyen güçler ondan habersiz yapmışlar gibi ağız değiştirmesi de onun karanlık-despot yüzünü saklamıyor..
    Sevgili Dilaver Yıldırım’in mezarına Sarı Baran ve Memet Şener’in çiçek bırakmalarına korkuya kapılarak onlara „Dilaver’in benimle hiç sorunu yoktu“ diyecek kadar yüzyüzleşiyordu..

    Yanında, PKK içinde olan herkes şunu iyi bilirki „Onun haberi olmadan ne birisi en ufak bir göreve seçilir, ne infaz edilir, ne de tutuklanır“..tüm uygulamalar tamamiyle onun emirleri doğrultusunda yapılır… Kendi sultasının devamı için haksızlığa, despotluğa, entrika-karanlıklara karşı soru soran-sorguluyan kim olduysa onu mutlaka yemiştir..Kimse bunun tersini idda edemez..
    Ancak birden bire sanki kendisi masummuş rolüne bürünmesinin nedeni olmali..!
    Abdullah bununla ne yapmak istiyor?
    Kardeşi Osman'la birlikte PKK içindeki Ergenekon'dan bahsettiler demek istiyorki, güya Saime'yi PKK içindeki Ergenekon katletmiş. Abdullan burada bir gerçeği kabul, ediyor; PKK içindeki Derin Devlet ya da güncel ismiyle Ergenekon'un varlığı. Ancak kendisini ve kardeşini bunun dışında tutuyor. Peki bir an için Abdullah'ın dediğini kabul edersek, Ergenekon elemanı olarak gösterilenler kimlerdir?
    Özellikle 1984-85 yılların da Lolan'da, çoğunluğunu 'Dersim'li, bayanlardan' oluşan onlarca seçkin kadro katledildi. Bu dönem burada bir Merkez Yürütme vardır. MY'nin 'seçkin' Merkez Komite üyelerinden seçildiğini belirtmeye gerek yok. Kural gereği böyledir. Söz, karar ve isminden de anlaşılacağı gibi yürütmeden sorumludurlar. Normal bir Parti'de kurallar böyle işler. Ancak belirtmek gerekir ki, o dönem bile, Yürütme denilen kurum sadece bir aldatmacadır. Tüm yürütme yetkisi Abdullah ve ekibine aittir.
    Ekibinde Duran Kalkan, 'yürütme'nin başıdır. Yardımcılarıda, Selahattin Çelik ve Halil Ataç'tır. Ve Saime bu dönem katlediliyor, yıl 84 yada 85'tir. Net olarak bilinmiyor. O dönem orada bulunan ya da olaydan kesin haberdar olan diğer Parti yetkilileri; Ali Haydar Kaytan, Haydar Altun, Nizamettin Taş, Kesire Yıldırım ve Cemil Bayık'ır. Yine o dönem göz altında da olsalar İbrahim Aydın ve Metin Gürgöze'de mutlaka bazı duyumlara sahipler.
    Bahsini ettiğimiz insanlardan sadece Haydar Altun hayatta değil, diğerlerinin tümü hayatta ve Abdullah' da sahiplerinin yanındadır. Şimdi Abdullah demek isyorki, benim olaydan heberim yok, 'O Saime'yi niye öldürdüler'. Saime hakkında ölüm kararı verenler, uygulayanlar, seyirci kalanlar ve ilk anda duyanlarda belirtilen insanlardır. Abdullan kendisi dışında herkesi zan altında bırakıyor. Olaydan sıyrılmak istiyor.
    Sessiz kalmaları (Duran Kalkan ve Cemil Bayık dışında onlar ekipden) Abdullah'ı doğrulama anlamına gelmiyor mu?
    Peki zan altında kalan insanların hiç mi bir cevabı olmayacak?
    Bu gün 'muhalif' durumda olan; Halil Ataç, Nizamettin Taş ve Kesire Yıldırım'ın hiç mi bir cevabı olmayacak?
    Yine varsa duyumları ve ya bildikleri, İbrahim Aydın ve Metin Gürgöz'nin açıklama yapmaları gerekmiyor mu?
    Karar nasıl verilmiş? Suç'lama nedir? Nasıl uygulanmış? Mezarının yeri, tümünün açıklanması gerekiyor.
    Hiç olmazsa zan altındakilerde, Abdullah gibi, 'masum' olduklarını söyleme 'cesaret'i göstersinler!!! Olay genel anlamda biliniyor, sadece herkesin bilgisini ve rolünü açıklaması gerekiyor. Sistem kimi nasıl kullandı? açıklanması gerekiyor. Vicdani sorunlardır, utanmaya gelmez. 'Benim hiç haberim yok' demek Abdullah'ın tüm günahlarına ortak olmak demektir. „Ali Haydar Kaytan, Siz Özel'siniz, 'özel' açıklamalar yapmanız gerekiyor. Yoksa doğduğun topraklara dönme bir yana, uzaktan bakma hakkınızı bile kaybedersiniz. „
    Bilinmez, 'Tanrı' Siz'i kurtara bilir mi???
    Ve Suskunlar Partisi…!
    Bunların neden sesi- soluğu, söyliyecek tek kelamları yok…!
    Acaba hiç mı konuşmayacaklar, ya yoldaşlık, vefa borcu…!
    Saime, Semir, Şener’i yakında tanıyan, onlarla yola çıkanların gün gelir konuşacakları olacak mi? Vijdanları sızlar mı?
    Acaba diyoruz ki; Dersimli Saime’nın acısını Dersimli entelektüel kadını-yoldaşı Kesire Yıldırım duyuyor mu? Hani ,önceleri konuşan sonra da suskunlaşan yanını sorgular mı?
    Belki onunda konuşacağı gün gelir, üzerine çullanan suskunluğu dağıtır…!
    Biliyormusun Sayin Kesire Yıldırım; Dersımli Saime Aşkın için neler dıyordular.…Hatırlatalım…!
    Saime Aşkın ..
    Ona diyordular ki „Kürdista’nin Rosa Lüksenburg’u”..
    Ona şunu da diyordular“ baş eğmiyen ideal devrimci kadın”
    Ona şunu da demiştiler „yüreklerden yer alan Dersimin ilk Yildizi“
    …. Ve diyorlar ki „bir kızım oldu, ismi Saime olacak“
    Haa sen dıyorsun…!
    Doğru değil mi..?Biraz daha anlatalım mı..!
    Saime Aşkın; Dersim'li, direnişçi bir aile geleneğinden geliyor. Dedesi Dersim isyanında önemli görevler üstleniyor. Dersim'in kendine has özellikleri, Alevi Kültürü, Sosyalist düşünce ve sorumlu, duyarlı, paylaşmasını bilen, ortak kararlar alan, cinsiyet ayrımı yapmayan bir aile ortamında yetişiyor. Ailenin direnişçi geleneği ve yetiştirme tarzı, Saime'nin kişiliğinide şekillendiriyor. Bu güçlü özelliklerle birlikte1975'de Kürdistan Decrimcileri'ne katılıyor.

    Evleri Kürdistan Devrincileri'nin bir karargahı olur, tanınan tüm önder kadrolar ve Abdullah'ında kendisi defalarca bu evde kalır. Aile Dersim'de bu olumlu özellikleriyle etkin, yetkin ve saygınlık derecesini daha da geliştirir. Bütün halkların mücadelesin de böyle saygın aileler var ya da mücadele içerisinde oluşur.

    Aynı durum bölgeler içinde geçerlidir. Bazı bölgelerdeki gelişme tümü etkileyebiliyor. Bu olumlu gelişmeleri yaratan aile ve bölgelerinde itinayla korunması gerekiyor. Açık, düşman zaten bunları hedef alıyor. Ama 'devrim' adına hareket edenlerin bu aile ve bölgeleri hedef almaları, eğer düşman adına değilse nedir?

    Acaba, Aşkın, Şener ve Zogurlu (daha çok böyle seçkin aile var Uluasal Kurtuluş Mücadelemiz de) Aileleri PKK tarafında neden hedef alındılar?
    Şimdi bu durumu çok iyi bilen ve çoğu ayrılan en az on dalayında o dönemin sorumlu kadroları, ki bu kadrolar aileyi ve Saime'yi çok yakından tanıyan kimselerdir, katledilmesini nasıl kabul edebildiler ve ortak oldular???
    Eğer yapılanlar kabul edilmiyorsa, o zaman sadece insan olmanın bir gereği olarak açıklanması gereken bir şeyler yokmu???

    Yaşadığımız çoğrafya islami etki altındadır. Bu anlamda bir bayan, mücadele içerisinde farklı sorun ve engellerle karşılaşıyor. Bir örnek; Selim Çürükkaya, kaçış eylemini 'Apo'nun Ayetleri ' adlı kitabında genişçe anlattı. Barlias'dan Beyrut'a, bilmediğiyi, tanımadığı ve tümüyle yabancı olduğu bir ülkede yollara düştü. Köprü altlarında kaldı, rastgele yerlerde konakladı ve defalarca dışarılarda sabahladı, zorlu bir kaçıştı ama başardı. İşte bir bayanın bu şekilde kaçma eylemine girme şansı hemen hemen yok gibidir. Nedenlerini herkes tahmin edebilir.

    Orta doğuda egemen olan bu anlayıştan dolayı, bir bayanın inançları uğruna mücadele ederken, fazladan karşılaştığı sorunlar mevcuttur. Bunları düşündüğümüzde, bir bayanın haksızlıklara baş kaldırması, daha da anlamlılaşıyor. Ve Saime böyle bir alana, bir bayan olarak hesaplaşmaya gidiyor!!!

    1983'de PKK içinde mevcut olan sorunlar açığa çıktı.
    İlk Avrupa'da ayrılıklar belirginleşti. Muhalif olan kesimde etkili olan Semir'dir. (Çetin Güngör) Konumuz burada Saime'nin tavrıdır. Burada üç iddia var. Birincisi; Saime, kendisi karar vermiş, sorunları tartışmak için Şam'a gitmiş. İkincisi; Abdullah tarafından çağrılmış ve Semir gitmemesini istemiş. Üç; Muhalif Grub'un, sorunları tartışmak için ortak kararıyla gitmiş. Hangisi doğru?

    Çok iyi bilenler var, açıklarlar mı?
    Bu nedenler fazla da önemli değil. Burada önemli olan; Saime'nin duyarlılığı, cesareti, boyun egmez kişiliği, mücadeleye ve toprağa sahip çıkma anlayışıdır. Yani geçmişe sahip çıkma ve geleceği teminat altına alma eylemidir. Bu bilerek kendini tehlikeye atıyor, feda ediyor ve infaz anında, insanlık tarihinde, benzeri çok az bilinen, cesaret ve kararlılık gösteriyor. İnfaz alanına götürülünce, oradakilere çağrı yapıyor ve özellikle birine; 'gelin devrimcilerin tavrını görün' der. Bu yüce tavrı görmeye cesaret edemeyenler, infaz alanına gidemiyorlar. İnfaz anında; 'Yaşasın Hayri'nin, Mazlum'un ve Kemal'in PKK'si, Kahrolsun 12 Eylül Faşizmi, O'nun Öcalanı ve PKK'si' der.
    Saime Aşkın..
    Yürekli mı yürekli, devrimci tüm erdemleri taşıyan, aynı zamanda yoldaşları için anaç tavuk özeliklerine de bürünmesini bilendi..
    Ve karanlıklardan gelenin korkulu rüyasi oldu..
    Saime ömrünü halkımızın haklı davasına adadı, diğerleri gibi ailesini korumaya almadı, onlarıda mücadeleye kattı.
    Kürdistan'ın üç parçasında ve Avrupa'da yoğun faaliyetler yürüttü, basın-yayın kitle ilişkileri, kadro örgütlenmesi ve eğitim faaliyetleri, her alanda görevler aldı değerler yarattı.
    Şüpheleri ve endişeleri oldu.
    Geleceği teminat altına almak istedi, kararlı ve cesur davrandı ilkelerinde taviz vermedi ama yalnız kaldı.
    Boyun eğmedi güçlü bir miras bıraktı.
    Görevimiz bu mirası bilincimize yerleştirmedir.
    O'na saygı ve sahiplenme ancak böyle olur.
    Saime Kürdistan'ın Rosa'ı, Abdullah'la yüz yüze hesaplaşıyor. Mücadelenin geleceği için düşüncelerini belirtiyor, eleştirilerini yapıyor.

    Bir çok insanın hayatını kurtarıyor. Tartışmalarıda çok iyi bilenler var!
    Apo’nun üçüncü kongreye gitmeden önce öne çıkan, durumu iyi analiz eden, gerektiğinde korkusuzca tavır alan kadroları bin bir gerekçeyle vurduğunu gören sevgili Saime yanındaki yoldaşlarına “Zülfü Gök’ü vurdular, sıra bize gelecek” söylemesi yapılanları önceden görmesidir, buna rağmen doğru-sağlam duruşunu sonuna kadar, ölüm anında haykıracak kadar susmadı..
    Sonunda Saime oyun ve entrikalarla Lolan'a gönderiliyor, peşine de infaz kararı!!!

    Saime'nin kişiliğini ve kişiliğinin oluşmasında etkili olan Dersim'e has özellikleri tanıma ve toplumumuza mal etme, O'nun anısına bağlılığın bir gereği ve de geleceğimizin teminatıdır.

    Saime adı, her türlü zülme karşı, emeğe, toprağa sahiplenmenin ve korumanın adıdır.
    O’ asla yoldaşlarına ihanet etmedi, sırtını dönmedi ,ölümün kol gezdiği alanlarda suskunluğa bürünmedi…Değerlere, yoldaşlarına tehlikenin geldiğini gördügü zaman kendini siper etmesini bilen onurlu, devrimci olmasını bildi…

    Saime Aşkın ..!
    Jar û Diyarın çelikleştirdiği kişilikte biriydi..
    Mütevazi, kendinden emin, koplekslerden arınmış olduğu için ezik kişilikliler onun karşısında biteceklerin korkusuna kapıldılar…
    Sevgili Saime seni yarınki kuşaklar tanımali, yoldaşların anmalı, yarın doğacak kız çocuklarına „Saime“ demeliyiz..
    Sen yürekli Dersimın kızı hiç yanlız değilsin..
    Yüreğimizdeki Dersimin ilk Yıldızı oldun…

    Elif ORHAN /Salih ARAS

    devam edecek 01.11.09

    http://www.kurdistan-aktuel
    1-Elif ORHAN-Dersimin Ilk Yildizi)
    2-Dursun Ali Kücük-2bölüm-Bir yanim Saime bir yanim lolan

    Salı, 10 Kasım 2009 20:07

    http://turkce.kurdistan-aktuel.org/yazarlar/salih-aras/3605-qpkkde-muhalf-olmak2q.html

    -------------------------------------------------------------------------------------------------


    PKK'DE MUHALİF OLMAK (3)
    .
    Çarşamba, 18 Kasım 2009 19:20

    Elif ORHAN/ Salih ARAS



    „A. Öcalan yuvasına gelir gelmez; 'M. Kemal'in Dersim ve Diyarbakır'da yapamadıklarını yapmak istiyorum', 10 Kasım'ı Duran Kalkan PKK adına'yas' günü olarak kabul etti. Aynı gün, Dünyanın en ırkçı en Faşist, sözüm ona 'sosyal demokrat' görünümlü,M. Kemal'in CHP'sinden Onur Öymen açıklamalarıyla nasılda, A. Öcalan ve Duran Kalkan'la bütünleştiğine tanık olduk.“

    Her şeyin bir görünen, birde şaklı yüzü vardır, arka yüzündeyiz..(Semir)

    ÇETİN GÜNGÖR (SEMİR)

    „İçine girdiği örgütün ilk demokrat şehidi oldu.“ yoldaşları, onunla ilk yola çıkan, onu tanıyanlar böyle diyorlar..
    Dersim soykırımları ciroklarıyla büyüyen nesilden olup, aydın, entelektüel devrimci bir öğretmendi..Ayrıca gelişen 68 akımdan etkilenir.Öğretmenlik yaptığı Dersim bölgesinde Tunceli öğretmen okulunda tartışılan Ulusal sorun ve çözümüne ilgisiz kalmaz..Kısa zamanda oluşan ilk çekirdek kadro içinde yerini alır..Eski bir yoldaşı onu söyle anlatıyor .;
    “Kavrama düzeyi yüksekti, doğrusu çok zeki ve güvenilirdi..Sözü dinlenilir, saygı duyulan kişiliğiyle kendini sevdiren biriydi. İlk kongreden hemen sonra ara kongrede MK seçildi..Kararlı, mert, korkusuz yanı hakimdi. Devrimci kişiliğe sahip okuyan, araştıran yanıyla saygı duyuluyordu..“

    Başka bir yoldaşı da“Devrimci olmanın tüm erdemlerine sahip altın gibi çekiciydi“diyor.
    Çetin Güngör
    Ya xizır ti esto..
    …koca yürekli Semir nasıl anlatılır ki..!
    Aradan yıllar geçmesine rağmen karanlıkta gelenin korkulu rüyasi olmalı ki, her karanlığı ışılıtılı gözleriyle delmek istiyen hala ona benzetilen oluyor..!.
    Örgüt içinde ilk başkaldırıyı yapan, ve en fazla etkileri olan biri olmuş..
    Kim karanlık gruhun zulaşına işaret ettiyse onu „ikinci Semir“ diye vurdular.
    O’örgütleme de ve askeri yönü güclü, arkadaşları-halk tarafından taktir edilen sevilen, toparlayıcı bir millitandı. Öyleki 12 eylül cuntası gelmeden önce örgütün başındaki karanlık aniden ortadan kaybolup daha sonra Sam’dan çıkarken , Çetin örgütünün yanında kaldı. 12 cuntası döneminde yaşama şansı kalmayınca arkadaşlarnın bilgisi dahilinde Ortadoğuya gider. Lübnan’in Bekaa vadisinde arkadaşlarıyla Filistin kamplarında askeri eğitim, yani sıra yeni gelen arkadaşlarına, ruhsal, barınma, yeniden „ülkeye dönüs“ gündemi üzerinde tartışırlar.. Özelikle karanlıkta gelenin tuhaflıklarını, görünen yüzün başka tarafın olduğunu da fark eder..

    Karanlık gruh yanında hiç ayırmadıkları el etek öpenleriyle Sevgili Semir’i kıskanca alırlar, onu nasıl kontrol altına alıp yok edeceklerinin planlarını yapmaya başlarlar..

    „Şafak söksün ki yarasalar kaçsın!“(Semir)
    O’ karanlık gruhun korkulu rüyasi olur..Bunun içindir ki, tüm kirli-zehirli okların hedefi olandı, bazıları onu içinde desteklediler ancak yanında yer almadılar…Tıpkı ondan sonra despotluğa karşı duranlar gibi yanlız kaldı.
    Çetin Güngör..!
    Seni anlatmak..yarına,gelecek kuşaklara..Ya da belleklerimize işlenmis örnek devrimci kişiliğini tanıtmak istedik..
    Senı anlatmayı borc bildik..
    Geleceğin adamıydı. İleriyi düşünürdü ve hesaplar yapardı. O dışardaki Hayri'ydi. M. Hayri Durmuş'un çağrıları ve politik öngörülerine en iyi cevabı verendi. M. Hayri; 'Apoculuk bir devlet oyunudur, Biz siyasal bir organizasyonuz kimse tek başına karar alamaz' diyerek savunmalarında Tek'liği mahküm etmişti. Daha bir yıl geçmeden 1983'e açık bir şekilde Apoculuk kurumlaştırılmaya başlandı. İşte burada karşı çıkan Semir oldu.

    1981 de yapılan I.Konferans'da ve 82'de yapılan II. Kongre'de sorunlar tartışılmış, geçmiş tüm olumsuzluklara yönelik özeleştiriler verilmiş. Bu özeleştiriler; daha çok Kürt aşiretlerine ve örgütlerine karşı yapılan ve ciddi olumsuzluklara neden olan politikalardır.
    82'de Zindan direnişleri Kürdistan Halkı üzerinde muazzam etki yarattı, yediden KUKH'ti güçlü bir ivme kazandı.
    Bu gelişim, A. Öcalan'ı yedinen eski hesaplarını hızlandırmaya yöneltti. Parti'yi tümden tekeline almaya başladı.
    Semir'in karşı çıkışı buradan başlar.
    İlkin eleştiriler başlar, çok mütevazi bir şekilde sorunları açar, Semir; 'Herşey Ali arkadaşla ( A. Öcalan) olmaz Biz, bir Partiyiz kurumlaşmamız gerekiyor' diyerek PKK içinde sorunu çözmek ister. Eleştiriler kabul edilmez ve Semir'e yönelik 'suç'lamalar başlar. Semir; PKK kadro yapısı içerisinde güçlüdür, kurallı, ilkeli ve açık hareket ediyor. Düşüncelerine güveniyor ve haklı olduğuna inanıyor. Öcalan tarafı ise; Türk Özel Savaş donanımlı hazırlıklı, aynı zamanda Suriye İstihbaratı desteklidir. Eğer baştan beri Semir'de kural dışı davranıp ve PKK içindeki gücünüde kural dışı kullansaydı, haklı amaçlarına ulaşırdı. Ama Semir ilkeli davranmayı esas aldı. Tabi bilinmez başlangıçta, Semir, A. Öcalan'ı nasıl değerlendiriyordu? Anlaşılan o ki, Semir ilk eleştirilerinde A. Öcalan'ın karanlık bağlantılarına ihtimal vermiyor. Bu anlamda sorunu ilkeli bir biçimde tartışarak çözmek istiyor. Kollektif yönetimin esas alındığı siyasal oluşumlarda bu doğru bir yöntemdir.

    İşte politikada haklı olmak yetmiyor. Karşıdakinin durumuna göre oyuncu da olmak gerekiyor. Ne yazık bu yapılamadı ve kaybetmenin önemli bir nedenide bu oldu. Semir'le birlikte olan ve aynı düşünen kadrosal güç, (içlerinde M. K üyeleri de var) oyunlara hazırlıksız oldukları için PKK genel yapısı içerisinde dağınıklardı, Kimisi Avrupa'da, yada Lolan (G. Kürdistan) ve Suriye- Lübnan alanlarındaydılar. Bu durum A. Öcalan'a avantaj sağlıyordu. Suriye-Lübnan alanında tartışma götürmeyecek kadar, Suriye Devleti'nin tam desteğine sahipti.

    Lolan'da ise, kader arkadaşı ülküdaşı, Duran Kalkan yürütmenin başıydı. Avrupa Alanında ise, harekete geçirdiği Parti kadroları ise, politik öngörüden yoksun kişilerdi ve kullanıldılar ve adeta çöpe atıldılar.

    Semir, sorunu Parti içinde çözmek istiyor. A. Öcalan ise, sorunu Parti dışına taşırıp öyle 'çözmek' istiyor. Bu ciddi bir farktır. Parti içinde sorunu çözmek, sorumluluk ve duyarlılık gereğidir. Siyasal partilerde her zaman sorun olur.
    Burada çözüm ömenlidir. Eğer kendi içerisinde sorunu çözemiyorsa, doğal olarak bölünür. Her şey açığa çıkar.
    Sorunu, hemen başlangıçta Parti dışına taşırarak, çözüm arama duyarsızlık, sorumsuzluk ve oyun-entrikadır.
    Semir'in yapmak istediği toplanıp sorunu çözmedir. ( Parti içinde) Açıkçası ileri düzeydeki kadrolar her hangi bir alanda toplanacak, aynı zamanda Semir ve Abdullah' da orda olacaklar. Sorunlar tartışılacak, çözüme bağlanacak. Zaten Semir'in İlk Mektubu 'Ali Arkadaş' diye başlar. Kuralın böyle işlemesi gerekiyor. Bunun için Semir ve arkadaşları değişik bölgelerde dağınıklar, yani nasıl olsa bir araya gelme sorunları tartışma düşünülüyor.

    Ansızın tuzaklardan habersizler. Ve devrimci bir Parti olduklarına inanıyorlar. Semir, Parti'ye ve ileri düzeyde kadrolara inanıyor, düşüncelerinin doğruluğuna inanıyor, tartışma ve toplantıların olumlu ilkeli bir şekilde sonuçlanacağını hesaplıyor. Semir burada haklı, ve yapılması gereken bu. Aynı şekilde kadrolar üzerindeki etki gücünede güveniyor. Yani Semir Kadro yapısı içerisinde güçlüdür ve Kadrolar tarafından çok iyi tanınan ve hayranlıkla izlenen biridir.

    Abdullah ise; sorunları Parti dışına taşırarak çözmek istiyor. Çünkü örgütsel ve kadrosal yapı üzerinde, Semir kadar etkili değildir. Başarmak için başka güçlerin yardımına ihtiyacı var!!! Bu anlamda sorunu Parti dışına taşırıp, kendisi ve sahiplerinin lehine çözmek istiyor. Sorun Parti dışına taşırıldımı, Abdullah güçlü oluyor. Aslında 1980 öncesi bunun zemini hazırlanmış. O bunu biliyor. Örneğin; Komuoyunda Abdullah Öcalan, Cemil Bayık ve Duran Kalkan isimleri Türk basını vasıtasıyla adeta PKK ile özdeşleştirildi. PKK kitlesi ve Kürt kamuoyu bu etki alanına düşürüldü. Bu durum Abdullah ve çevresi için potansiyel bir kitle gücüydü. O da bunu kullandı. Güçlenmesini sağlayan önemli nedenlerden biriydi. Yine bulunduğu alanda Suriye desteği oldukça önemlidir.

    Semir ve rakadaşları ise, sadece Parti içinde etkililer ama Kürt kauoyunda onlar kadar tanınmıyorlar. Zindan direnişine kadar M. Hayri ve komploya düşürüldüğü ana kadar (Mayıs 83) M. Karasungur'da Kürt kamuoyunda yeterince tanınmıyor. Oysa kazanımların ve emeklerin en güçlü sahipleri, genelde fazla tanınmıyor. Bu durum etkileyici bir biçimde Abdullah'a olanak sağlıyor ve güç veriyor. Abdullah bundan dolayı tartışarak sorunları
    çözmeye yanaşmadı ve kural dışı yöntemlere girdi. Ancak bu şekilde 'başarılı' olabilirdi.
    Ve sorun Parti dışına taşırıldı.

    Hemen 'suç'lamalara başlanıldı. Kürdistan tarihinde ilk kez bir bölge (Dersim) 'suçlu' ilan edildi. Oysa Semir'le aynı düşünenler sadece Dersim'liler değildi. Bingöl'lü, Urfa'lı, Batman'lı ve değişik bölgelerden kadrolarda mevcuttu. Dersim'in hedef alınmasının önemli nedeni, PKK içerisinde Dersim'li, kadroların diğer bölgelere kıyasla çoğunluk olmalarıydı. Diğer bütün Kürt ve Türk sol güçlerinde de, gerek yönetim düzeyinde, gereksede kadrosal ve kitlesel düzeyde Dersim'liler yoğundu. Bunun nedenlerini değişik yazılarımızda açıklamaya çalışmıştık. Burada işlemek istediğimiz, Semir olayında Dersim'in Kemalist olmakla suçlanmasıdır.(Daha sonrada kendisinin Mustafa Kemal’ın Kültür temsilcisi olduğunu söyliyecek kadar pişkin çıktı)

    Bü gün ise, bu suçlamayı yapanlar; açık bir şekilde Kemalizmi savunuyorlar. A. Öcalan yuvasına gelir gelmez; 'M. Kemal'in Dersim ve Diyarbakır'da yapamadıklarını yapmak istiyorum', 10 Kasım'ı Duran Kalkan PKK adına'yas' günü olarak kabul etti. Aynı gün, Dünyanın en ırkçı en Faşist, sözüm ona 'sosyal demokrat' görünümlü,M. Kemal'in CHP'sinden Onur Öymen açıklamalarıyla nasılda, A. Öcalan ve Duran Kalkan'la bütünleştiğine tanık olduk.

    Bunlar biliniyordu önemli olan halen PKK'ye destek verenlerin kendilerine gelmeleridir!!! Öymen; Dersim isyanınıda örnek vererek, 'Atatürk anaların gözyaşlarına bakmadı' burda bahsi edilen katliama katılan Türk askerlerinin analarıdır. Kürt anaları burada hiç hesaba katılmıyor. Onların göz yaşları bir yana, açık katliama layık görülüyorlar.

    Ne diyelim; Onur Öymen, Küçük Atatürk, Abdullah'ın Duran'ın öz be öz kardeşi, Ergenekondan ülküdaşlar!!! Ve sen Öymen, Abdullah'tan ve Duran' dan daha açık bir düşmansın. Sinsi düşmandansa açık düşman daha iyidir. Kürdistan Halkı zaten sizi yani CHP'nizi çoktan sildi. Sıra yeni dönemin CHP'si yani PKK'ye geldi. Bakalım yeni Atatürkünüz A. Öcalan sizi kurtarabilecekmi??? Eğer Dünyanın en uzun ömürlü ırkçı faşist partisi 100. yılını doldurursa bu insanlık aybı olur. Bu ayıp çoktan oldu zaten. Bu ayıba karşı sadece Halk olarak Kürtler savaştı ve katliamlara uğradı. Bu ayıp Başta Sovyetle'rin, İİngiltere, Fransa ve ABD'nindir. Tarafsız kalınsaydı bile Kemalistler Kürtlerle baş edemezdi.

    Topraklarımızda kökümüz çok derin. Kendilerini keskin bıçak üzerinde hisseden ve ve dokuz yüzyıldır bu topraklara entegre olmayan ve buradaki tarihi kabul etmeyen ırkçı türk siyasal yönetimleridir. Çılgınlıklarının nedeni budur. Bu topraklar sahiplerinindir. Türkiye Türklerin değildir, 'Bir Türk Cihana bedeldir' Yalanına inanıyorsanız. Bu cümleyi farklı dillere resmi düzeyde çevirme cesareti gösterin. Bay Öymen,,, Semir'in şahsında neden Dersim 'suç'landı? Dersim; Kemalist Sistemle çelişkileri en derin olan bir bölgedir. Bu günde bu durum devam ediyor. Öcalan'ın ve Devlet'in gündeminden düşmüyor. Çoğrafik olarak bitirilmek isteniyor. Kemalist sistem ve yardakçıları, Dersim'e sürekli yönelmeleri nedensiz değildir. Dersim'in kendine has güçlü sosyal, düşünsel potansiyeli ve özgürlük tutkusu, kendi dışında bile bir çok bölgeyi etkileyecek güçlü tarihsel bir birikime sahiptir. Sistem kendine alternatif olarak görüyor. Saldırıların nedeni budur. Öcalan'ın saldırılarıda öz olarak bundan farklı değildir. Sadece biçim olarak Kürtlük adına yapma oyunlarına giriyor. Bu oyunlarada Dersim'lileride kullanarak, Kürdistan'ın en güçlü kalelerinden biri işten zayıflatıldı. Ne yazık ki bir çoğu oyuna geldi ve farkettiklerinde sıra kendilerine gelmişti, 1999'dan beri PKK tarafından Semir yada Dersim Kemalizmle suçlanmıyor. Böyle bir suçlamaya giremezler, çünkü 'önderleri' açık bir şekilde kendisi Kemalizmi savunuyor. Kemalimizim oluşumundan beri aynıdır, yani1923'tede, 1983 ve 1999' dada aynıdır. Peki Dersimi Kemalizmle suçlayan A. Öcalan nasıl oluyorda bu gün açıktan Kemalizmi savunuyor?
    Diğelimki halkımız oyunları kavramada zorluk çekiyor, yıllarını zindanlarda, dağlarda ve Avrupada geçiren kadrolara ne demek gerekiyor? Halen neyi bekliyorlar?

    1988'de Bekaa'da gazetecilerle, A. Öcalan görüşürken , M. Ali Birant’ sorar; 'neden Semir'i öldürttünüz?'
    A. Öcalan cevap verir; ' O nasıl olsa öldürülecekti' der. Gerekli yerlere mesajini yeniler. Yıllarca MİT elemanı olarak 'suç'lanan Semir'e gazeteciler karşısında amaçlı ve anlamlı yorumlar yapar. Abdullah hiç MİT elamanına hele bir Kemaliste hiç kıyarmı mesajını veriyordu. Yanı şunu demek istiyordu. O güçlü ve beni çok iyi anlayacak biriydi, bütün hesapları alt-üst edebilirdi. Bunun için öldürdük O'nu demek istiyordu.

    Bu dönem üç bölge etkiliydi. Olaylar PKK dışına yansıdı. Suriye-Lübnan ve Lolan'da Abdullah güçlüydü.
    Buralardaki Muhalif kadrolar tutukandı. Bazıları kaçmayı başardıysada çoğu katledildi. Bunlar defalarca açıklandı. Ülke içerisindeki cezaevi kadroları önemli ve belirleyici bir güçtü, ancak ön sezilere sahip bir M. Hayri Durmuş yoktu. Sınırlıda olsa Parti içindeki sorunlardan haberdarlardı, onlarca tanınan kadronun ayrıldığını ve katledildiğini bilmelerine rağmen, politik davranamadılar ve olaya çözemeyerek resmi düzeyde kendilerinide ilerde biterecek A. Öcalan ekibine destek oldular. Kimseyi kişi olarak suçlamak istemiyoruz. Ama mevcut durum buydu. Semir olayında ve 1988 muhalefetinde eğer cezaevi kadroları tarafsız kalsalardı bile, en azından, endişelerimiz var, ayrılanlarıda dinlemek istiyoruz denilseydi, gelişmeler farklı olurdu. Bu dönem cezaevi kadroları geneli etkiliyordu.

    Avrupa'daki PKK kitlesi ve kadroları; bu alanda o dönem çok önemliydi. Burada toplumsal zayıflıklarımız kullanıldı. Bilinçli olarak Maraş'lı kadrolar öne çıkarıldı. Avrupa'daki PKK kitlesi çoğunluk olarak Maraş'lılardan oluşuyordu ve diğer bölgelerde etki altına alınarak Semir ve şahsında Dersimlilerde hedef alınıyordu. Örgüt üst üzeyinde Bazı Dersimlilerinde katılımıyla Semir yalnızlaştırılıyordu. Bununlada yetinilmiyor, "Semir ajan- provakatör, Dersimlilerde Kemalist" ilan ediliyordu. Oyuna gelmiş Maraşlı ileri düzeydeki kadrolar yoğun bir ajitasyaon faaliyetiyle Apoculuğu resmi olarak ilk kez Avrupa'da kurumlaştırdılar. Aradan bir kaç yıl geçmeden bu kadrolarda çoğu imha biçiminde yok edildi.

    Tüm bu gelişmeler ve 15 Ağustos eylemleriyle birlikte durum tümüyle A. Öcala'ın lehine döndü. Adeta sanki Semir silahlı mücadeleye karşıymış yalanları yazıldı, anlatıldı. Semir silahlı mücadeleye karşı değildi. Sadece geleceği güvence altına almak için önce ülke içi ve dışı sağlam bir merkezi kurumlaşmada ısrar eder.'Biz der Ali arkaşa herşeyi bağlarsak Hakkari'de biteriz. Sorun bu.

    Diğer etkileyici nedenlerden biride, basit gelebilir ama kıskançlık ve çekememezliktir. Semir'in A. Öcalan'a karşı sağlam bir duruşu vardır. Yani önünde eğilip bükülmüyor. Bir çoğuda bunu yapmak istiyor ama bilinç ve karekterleri buna müsait değil. Artı Semir çok yönlü ve yetenekli bir insan. Desteklenmesi gerekirken kıskanılıyor. İşte A. Öcalan'ın yerine geçmek istiyor, diyorlar. Ama yetenek hesabı yapmıyorlar, devrimin yeteneklere ihtiyacı var. Yalancılara sığıntılara parazitlere ve bakteri yuvalarına devrimin ihtiyacı yok.

    Ne diyelim tomlumsal zayıflığımız ve düşman iyi biliyor ve bize karşı kullanıyor. Kim dedi önemli değil, ne dedi, daha önemlidir .
    Ama ne zaman öğreneceğiz!!!

    Bu karmaşık özel savaş yöntemleriyle Semir yanlızlaştırıldı. Fiili saldırılar, yok etmeler Suriye-Lübnan ve Lolan'da başladı. Avrupa da da yönelmeler devam etti. 1984 ortalarında Zülfü Gök ve Enver Ata katledilirken1985 .2 Kasım' dada Semir katledilir. Artık Öcalan'ın önünde fazla engel kalmaz. Kendi Zafer Kongresine hazırlanır.

    Semir ve arkadaşlarının tasfiyesi PKK'ninde bir Parti olarak tasfiye edilmesi oldu. Herkes çok erken anladı.
    Semir'in geleceğin güvencesi olduğunu, Ama geç kalındı, utanıldı, yürekli davranılmadı. Hatalar kabullenip karşı atağa geçebilinirdi. Ama ruhsal tükenişler belirmeye başladı. Doktorda A. Öcalan oldu.
    Ve hastalık böyle kronikleşti.
    Çetin Güngör..!
    Sevgili Semir aradan yıllar geçti, seni yediklerinden sonra da senin gibi düşünen ne çok aydınlıklı yüreği yediler bir bilsen…
    Karanlıklardan geleni tahlil ettiniz.. ancak hile-hurdayla sizlere çabuk çelme taktı degil mı?..
    Senden sonra kimler gelip geçmediki..!
    Onlarlada çok şey paylaştıkların olmalı..
    Belki seni yanlız bıraktıklarına sitemlerde ediyorsun..Yınede senin devrimci, inançlı çizgini ölümüne yaşatanlarda oldu..
    Resul Altınok, Şener,Saime,Güler,Şiar ve direnmenin son halkası Komutan İsa..Biliyorum onu tanımasın..Sizlerden sonra gelen bahar gülüslü Dersimli çocuktu..
    Ona da kıydılar..
    Seni ve Dersimli yürekli devrimcileri yine Dersimli ihanetçilerin elleriyle vurdular…
    Acı olan da bu olmalı değil mi?
    Evet ya, sevgili Dilaver Yıldırım’i nasıl anlatmalı..!
    Hani O’görkemli duruşunu Kasrtro’ya benzetilen direnmenin abidesine de kıydılar..
    Sonra Dersimli bayanlar var, onlarda bin bir karanlıkla öldürüldü..
    Bak sana şahit olduğum bir kısa öyküyü anlatayım;

    'Ve söylediklerine göre bu da "İkinci Semir" (bunu her yargılanan Dersimli için söylerlerdiler) olacak kapasi de biriymiş. Yani zeki, kavrayışlı ve oldukça teorik biriymiş. Hep aynı hikaye; bu da ulu önderi öldürmeye gelmiş, ya da yerini almaya, güya bunu da TC hazırlayıp göndermiş. Hele birde Aponun yakın alanlarında Dersimli olmak gerçekten zordu, sanki sucmuş gibi bakılırdı. (Dersimli olmak gercekten zordu-Elif ORHAN. http://turkish.rizgari.com/modules.php?name=News&file=article&sid=6530 ).

    Sevgili Semir sizleri karanlıklardan gelen bin bir yüzüyle yedi belki..
    Ancak yüreklerden öldürmesini işte beceremedi..
    Aradan yıllar geçti sizler hala düşmana, dospotluğa korku salıyorsunuz ki sizi durmadan anıyor.
    Bugünlerde Dersim neredeyse dünyanın gündemine oturuldu..Yine Dersimli olmanın o güzel, erdemli, çıkarsız, yiğitliğinde nasibini almayanlarda gün gibi ortaya çıkıyorlar.
    Pirimizin idam sehpasında söylediği „Evlad-ı Kerbelayık. Bihatayık. Ayıptır, zulümdür, cinayettir” sözlerini sizler için de biz söylüyoruz.
    Bizim önderlerimiz dar ağacına yüreklice giden Pirimiz ve siz yüreklice toprağa düşenlersiniz..
    Sizlerin anısı bizlerin yolunu aydınlatıyor.
    Anılarınız önünde saygıyla eğiliyoruz.

    Elif ORHAN /Salih Aras


    http://turkce.kurdistan-aktuel.org/yazarlar/salih-aras/3715-pkkde-muhalf-olmak-3.html

    -------------------------------------------------------------------------------------------------



    Re: Eski Dostlari A.Öcalani ve PKK'yi değerlendiriyor

    dersim -

    PKK'DE MUHALİF OLMAK (son bölüm)



    PKK'DE MUHALİF OLMAK (son bölüm)

    .
    Cumartesi, 28 Kasım 2009 19:44

    Elif ORHAN / Salih ARAS


    ”12 Eylül Faşizminin akıl almaz tüm uygulamalarına hedef oldu. İnancı dahada pekişti. Onun hakkında çok yazılar yazıldı, yazılacak.
    Diyarbakır Zindan Direnişi'nde en önde olanların yanındaydı. M. Hayri'nin en güçlü takipçisiydi. Ölüm oruçlarına katıldı, bu amansız ve düşmanın en güçlü olduğu alanda alnının akıyla çıktı. Düşmana karşı fiili olarak savunmasızlardı, bilinçleri ve yürekleriyle direndiler. Dağlara, yoldaşlarına ulaşmak istiyordu, elinde silahıyla düşmanla hesaplaşmak istiyordu. Ve ulaştı Bekaa'ya...”

    PKK'de MUHALİF OLMAK. (SON BÖLÜM)

    MEMET CAHİT ŞENER...
    PKK içinde ki efsanelerinde bir isim..
    Onun direnişi kadar insani, hümanist, entelektüel yanıda iyi bilinir..Gerek zindanda düşmana karşı verdiği yürekli direnisı, gerek arkadaşlarına olan güclü bağlılığı, olağanüstü kazanımcı, sevgiye-saygıya dayalı ilişkisi ve halk arasındaki sevilen-taktir uyandırılan tarafıyla Apo için hedef olmaya yetmiştir..

    Mehmet Sener inandığı davayi her koşulda savundu, geri adım atmadı..
    Diyarbakir vahşetinde sömürgecilerın temsilci Emrullah Kaya, "Kürt ve Kürdistan diye, olmayan bir şeyi nereden çıkarıyorsun?’ Demesi üzerine Şener “Ay ve Güneş nasıl varsa Kürt ve Kürdistan´da ay ve güneş gibi vardır’ diye cevapladı.(avukat Hüseyin Yildirim) Halbuki "her şeyi ben yarattım" diyen Imrali korkuluğu mahkemede can telaşına düserek “asker ailelerinde özür diliyorum” demişti..Tek kelıme türkce bilmiyen annesini Türk olduğunu söylemişti..(daha sonra kardeşi Osman onu yalanlamıştı)
    Mehmet Cahit Şener
    O’direnişin sembolu, insan güzeli, erdemli devrimci olarak bilindi…Yaşadı..
    Inandığı değerleri ölümüne de savundu.. Cezaevin de direnişci ve yapıcı, yürekli oluşundan tavız vermez bundan dolayı hep merkez yönetimine seçilir..
    89 da Bekaa vadisine gelince merasimle karşılanır, tüm yoldaşları tarafında taktir edilir.
    O’ Mazlum’un öğrencisi olmasını her alandaki duruşunda gösterir..Apo’nun entrikalarına canını ortaya koyarak karşı durur..
    Zindandaki yoldaşların direnisine ölümüne bağlı olduğunu pratiğinde, konuşmalarında, yaşamında gösterir..
    Mazlum-Hayri-Pir yoldaşlarını anlatırken divanda gözyaşlarına hakim olmadığını oradaki yoldaşları şahit olur..
    Bu ölümüne direnen yoldaşlarına bağlılık Apo’yu korkutur, yarattığı korku imparatorluğun yıkılacağının sinyallerini alır..Onun için ekibiyle onu nasıl etkisiz hale getireceğin planlarını yapar..
    Mehmet Cahit Şener
    On yılı aşkın bir süre tutsak kaldı. Onu yakinda okuyan-inceliyen bir yoldaşı söyle tarif ediyor;



    _”12 Eylül Faşizminin akıl almaz tüm uygulamalarına hedef oldu. İnancı dahada pekişti. Onun hakkında çok yazılar yazıldı, yazılacak.
    Diyarbakır Zindan Direnişi'nde en önde olanların yanındaydı. M. Hayri'nin en güçlü takipçisiydi. Ölüm oruçlarına katıldı, bu amansız ve düşmanın en güçlü olduğu alanda alnının akıyla çıktı. Düşmana karşı fiili olarak savunmasızlardı, bilinçleri ve yürekleriyle direndiler. Dağlara, yoldaşlarına ulaşmak istiyordu, elinde silahıyla düşmanla hesaplaşmak istiyordu. Ve ulaştı Bekaa'ya...”

    Özelikle Bekaa vadisinde insanları nasıl robot haline getirdiğini dehşetle görür ve tavırını gösterir..
    Apo sultasına karşı duran ya da yaratılan karanlık-korku ortamın devrimci ortam olmadığını hal-hareketleriyle anlıyan kişilerin “ajan” diye tutuklamalarını, bin bir işkenceyle katledilmesini kısa zamanda öğrenir..Tutuklu olup infaz bekliyenlerin tekrar dosyalarını inceler, onların ve infaz edilenlerinde “ajan” olmadığını fark eder..
    Mehmet Şener ve Sarı Baran Apo’nun olduğu platformda tutuklu olanların ajan olmadığını söylerler..Apo onlara inanmadığını,tutuklu olanların onu öldürmek için Türk devleti ve bazı Kürt örgütlerin adamları olduğunu dayatınca ,Şener “tutuklananlar ajan değiller, onlara ben kefil olurum, onlar ajan çıkarlarsa benide birlikte infaz edin” demesine Yoldaşı Sarı Baran’da destekler..Apo ilk defa olmasa da bu karşı koymaya yenilerek içerdeki tutuklular infaz edilmeden bırakılırlar.(bu ajan iddasıyla aylarca işkence görenlerin çoğu mücadeleye ölümüne bağlı oldukları içinde savaşa gidip orada şehit düserler.)
    Şener’in yanında kendisi kadar güvendiği can yoldaşı Sarı Baran var..Onun kolay lokma olmadigini Apo ve ekibi anlarlar..Onun içinde olayı hemen değilde sürece yayarlar..
    Şener’in etkisiz olması için Avrupa basın-yayın sorumluluğuna göndermek ister, buna Şener ve Yoldaşı Baran karşı çıkarlar..
    Şener Bekaa vadisine gördügü tablo, onların direnişleriyle yarattığı örgüt yerine Apo’nun korku imparatorloğunu görür..Yoldaşı Baran ile bunu tartışırlar ve çıkar yolun dörtüncü kongre olduğuna karar verirler..
    Ancak;
    Bekaa'nın ikinci bir Diyarbakır Zindan'I, Apo’nun ikinci Esat Oktay Yildirim olduğunu nereden bilecekti?
    Her dönem aktif faaliyet içinde olan devrimciler düşmanın işkence tezgahlarına, oyun ve entrikalarına hazırlar ama ömürlerini feda ettikleri, Kürdistan Davası'na ve O'na ulaşmak için inandıkları 'Parti'sinde görünmez ve bilinmez düşman olduğu gerçeğiyle karşılaşacaklardı.

    Birincisinde hazırlıklısın ve direniyorsun.
    Düşmandır herşey beklenilir.
    İkincisinde hiç bir hazırlığın yok, boşluğa düşüyorsun.
    Zindanda yoldaşlarınla birlikteydin, Bekaa'da yoldaşlıkda Parti'de bitireli yıllar olmuş. Devrimci direniş anlamsızlaştırılmış. Değerler sığıntı bir yaşama mahküm edilen zat'a feda edilmiş. Herşeyin sahibi ve yaratıcısı O olmuş.

    1990'lara gelindiğinde PKK gerçeği sadece cezaevleriyle sınırlıydı. Onlarda olup bitenden, tüm kuşkulara rağmen yeterince haberdar değillerdi. Cezaevleri dışında tüm alanlarda Apoculuk hakim olmuş ve adeta sıra onlara gelmişti. On yıl boyunca Parti'nin asıl gücünü Onlar temsil etti. Başta Diyarbakır Direnişi olmak üzere, ceza evi direnişleriyle mücadele devam ediyor, K. Kürdistan'da, Avrupa ve Orta Doğu'da mücadele bu esas üzerinde gelişiyordu. 1980'li yıllarda ağırlıklı olarak, PKK yayınlarında ve A. Öcalan'ın konuşmalarında da işlenen budur.
    Gizli amaçları olan, A. Öcalan, kendisi için tehlike arzeden Cezaevi kadrolarını bitirmek ve asıl amacına ulaşmak için hazırlıklıydı.
    Başta cezaevleri direnişleri anlamsızlaştırılmak istendi. Direniş anlamsızlaştırıldı mı, direnen önder kadrolarıda harcamak kolay olurdu. 1980'lerin sonunda ve 90'ların başında tahliye edilecek olan direnişin güçlü önderleri hakkında tasfiye hazırlıklarına başladı. Tasviye Dilaver Yıldırım'la başladı;



    'Benim yerime geçmek istiyor, düşman hazırlamış, göndermiş.' Aynı 'suç'lamalar diğer önder kadrolar içinde söylenecekti. Doksanlara doğru cezaevlerine yönelik saldırıları başlattı. 'Orada benim ruhumla direniş oldu' demeye başladı. Bu nasıl ruh ki kılına bile dokunulmadan bülbül gibi ötmeye başladı. 'Bana direnin diyorlar, ben ucuz kahramanlık yapmam, yaşamam gerekiyor' diyerek teslimiyeti seçti. Zaten bütün yaşamı teslimiyet, ihanet ve bulunduğu yerlerdeki otoritelere boyun eğmekten ibarettir. Oysa PKK'nin çok işlediği bir solagan vardı; 'Direnmek yaşamaktır' A. Öcalan ise; yaşamını ve o bakteri yuvası canını kurtarmak için 'yaşamak direnmektir' dedi.

    Cezaevlerinde çoğunluk teslim oldu. Direnenler akıllara durgunluk verecek biçimde zorluklarla savaştılar. PKK dışındaki diğer Kürt örgütlerinden de sonuna kadar direnenler oldu. PKK'nin buradaki farkı örgütsel olarak direndi ve direnişlerde etkili olmasının nedeni buydu. Direnişleri sadece PKK'eyle izah etmek, tabiki haksızlık olur. Ancak konu sadece PKK'eyle ilgili olduğu için, böyle işlemek zorunda kalıyoruz.
    Cezaevlerinde tahliyeler başladıktan sonra, direnişi örgütleyen ve geliştiren kadrolarla birlikte, kısmı direnen ya da çözülenlerinde bir kısmı Bekaa'ya ulaşıyor.
    Cezaevlereinde çözülen ya da kısmı direnen insanlar kabul edilir mi?
    Doğrusu cezaevi örgütünün karar vermesi gereken bir durumdur. Hepisine eşit muamele yapma direnişi anlamsızlaştırıyor. Burada ki 'eşitlik' direnişe saygısızlık oluyor. Hele hele cezaevi pratikleri olumlu olmayan kişilerin önemli görevlere verilmesi, mücadeleyle oynama demektir. Zaten cezaevlerinde zayıflık gösterenler, anında A. Öcalan'ın, direnen kadroları yok etme planlarına alet oldular.

    M. Cahit Şener böyle bir ortamda 1989 sonlarında ulaşyor Bekaa'ya.
    Ancak karşılaştığı durum, içler acısıdır. Bunu kavramada zorluk çekmez.
    Burası Bekaa, ikinci Diyarbakır cezaevi, biraz daha açık cezaevi gibidir, ancak işkenceler ve ugulamalar öz olarak aynıdır, sadece biçimde değişiklikler var, İsimler ve yer değişik. Bekaa Suriye devletinin (gerçi devlet özelliğide yok) denitim ve korumasında, Kemal Yamak ve Esat Oktay Yıldıran yok, ama A. Öcalan ve Ekibi onları aratmıyor. Böyle bir durumla karşılaşmaya kim hazırdı? Düşmana yakalanırken hazırlıklıydın, direndin. Parti'ne ulaşmak istedin, ulaştın ve emeklerinlede yaratılan Parti'nin düşmandan daha beter olduğuna tanık oluyorsun ve hiç bir hazırlığın yok.
    Üstelik cezaevinden gelmişsin yıllarca direnmişsin, fiziki olarak yıpranmışsın, işkenceler sonucu iç organlarında hastalıklar ve yetmezlikler kendini gösteriyor. Parti'ye ulaşarak biraz da kendini toparlamak istiyorsun ve bu senin hakkın. Ama gel görki ihanetçiler daha iyi karşılanıyor bu cehennemde!!!

    Şener'de Semir ve Saime gibi, duruma örgütten mudahale etmek ister. Mevcut durumdaki Parti'nin tek kişinin tekelinde ve keyfinde olduğunu kısa sürede anlar. Bir kaç ay birlikte oldukları, Bekaa'daki kamp yönetiminde Şiar ve Baran'la birlikte sorunları tartışırlar, müdahale konusunda daha çok IV. Kongre'yi beklemeyi esas alırlar. A. Öcalan, Kürt insanının özellikleri konusunda oldukça iyi yetiştirilmiş biridir. O Şener'i, Şener O'nu anlamada zorlanmaz. Öcalan Şener'i Avrupa'ya basın yayın faaliyetlerinin başına göndermek ister, Şener bunu kabul etmez, ısrarla silahlı mücadelenin örgütsel faaliyetleri içinde kalmak ister ve kalır. Bu durumdan Öcalan rahatsız olur.

    O Şener'i yakınında ve silahlı mücadele içerisinde görmeyi kendisi için tehlikeli buluyor. Öcalan ve Şener arasındaki sorunların başlangıcı böyle başlar.

    Ne yazık bizde kollektivizmin, yani tartışmanın ve ortak kararlara varmanın ne anlama geldiği, yeteneklerin mücadele ve savaş içerisinde nasıl işlenmesi gerektiği konusunda yeterli değiliz, bunun yaratacağı sonuçları kestiremiyoruz. İçimizde bunu anlayan Semir, Saime,Şener ve vb gibilerini yalnız bırakıyoruz ve geleceğimizi tehlikelere atıyoruz.

    Örgütlenmeye yabancı bir toplumuz. Yığınların bir araya gelmesiyle örgüt olmuyor. Güçlü bir organizasyon olmalı, halkın gücü ve emeği korunmalı, bunun için Parti, Cephe ve Ordu olmalı. Bu da yetmez ortak, bir yönetimle, mevcut güçlerin yönlendirilmesi gerekiyor. Öcalan böyle bir yönlendirmeye karşı, herşeye kendisi karar vermek istiyor. Açıkçası Tanrı'yla görüşebilen bir peygamber rolünü oynamak istiyor ve böyle kabul edilmeyi herkese dayatıyor. Öcalan'ın bu ısrarı bilinçlidir, O'nun amacı mücadeleyi zafere götürme değil, tasfiye etmedir.

    Çağımızda bir insanın yetenekleri, toplumsal sorunların çözümünde kesinlikle yeterli olamaz. Toplumsal sorunların çok farklı alanları vardır. Bu alanlarda uzmanlaşmış ve tecrübe kazanmış yetenekler olmadığı ve bu yetenekler birleştirilip analiz edilmediği sürece başarıya gitmek mümkün değildir. Eğer toplumsal yapı bunlardan yoksunsa milyonlara varan kitle gücü, para, silah ve savaşçı gücü hiç birşey ifade etmez. İşte on yıllardır PKK'nin durumu bu. Sonuç almak için güçlü maddi olanaklar var ama alınamıyor. Çünkü yönetimin tümü bir kişinin ezberinde.
    Günlük olarak ezberine verilen emirleri ötüyor.
    Düşmanın verdiği bu ezberler ise, toplumsal gelişmemizi hiçleştiriyor. Bu dönem çok zor halkımız nefes almada zorlanıyor, O M. Kemal'ın erdemlerini ötüyor. Yani mücadelemizi düşünsel ve pratik olarak saptırıyor.

    Bu durumu görüp mudahale edenler, Semir döneminde 'Kemalizm'le suçlanırken , Şener döneminde ise; cezaevinde yetiştirilip gönderilen âjan'lar oluyor.

    Şener'de Semir gibi ilkeli davranmayı esas aldı. Kongre öncesi (IV. Kongre) üst düzeyde sorumlu bir çok kişiyle görüştü. Düşüncelerini açıkladı. Bunlardan biride Cemil Bayık'tır. O her zamanki gibi sinsi davranır, eleştirileri kabul ediyormuş gibi davranıp, altan A. Öcalan'ı bilgilendirir. Öcalan'ın kendiside, Şener'in mevcut durumdan rahatsız olduğunun farkındadır. Ancak Şener'i harcamayı göze alamıyor. Fırsatlara ve zamana ihtiyacı var.

    Hesaplaşma IV. Kongre'de başlar. (1991 başları) Şener Kongre'de güçlü bir çıkış yapar, Parti'nin mevcut durumunu ortaya koyar ve Öcalan kardeşleri hedef alır. Mücadelede emek sahibi kadrolaraın çoğunluğu Şener'i destekler. A. Öcalan'a yakın kesim siner ve bir tepki gösteremez. Şener bütün sorunların açılmasını ister. Özellikle, İran, Suriye ve Lübnan alanlarının mali ve ilişki raporlarını ister. Buralar direkt Öcalan kardeşlerin denetiminde olan alanlardır. Açıkçası Kongre'de düşünce olarak Öcalan'lar mahküm ediliyor. Ancak Semir muhalefetinde olduğu gibi ilkeli davranma esas alınıyor. Ama karşıdaki ilkeli değil, Türk Özel Savaşı'nın, PKK tepesindeki uyglayıcısı olduğu gerçeği hesaplanmıyor. Oluşan MK görevlendirmeler yapıyor, Şener'le birlikte hareket eden ileri düzeydeki kadrolar değişik alanlara yöneliyorlar. Bu durumda Şener kendisiyle birlikte hareket eden kadro gücünün alanlara dağılmasıyla etkisi ve gücü azalıyor. Bu dağılımlardan sonra alan tekrar Öcalan'ın lehine dönüyor.
    Kongre sonuçlarından rahatsız olan Öcalan Suriye'den mudahale grupları gönderiyor. İlkeler ve Kongre kararları Öcalan için önemli değil ve hepsini geçersiz sayıyor.

    Eğer Şener'de kural dışı davranıp, düşünsel gücünü, daha kendisiyle birlikte haraket eden kadroları alanlara göndermeden, sağlamış oldukları düşünsel başarıyla, fiili bazı girişimlerde yapmış olsalardı, (tabi kanlı olcaktı) başarırlardı. Belki onlarca insan hayatını kaybedebilirdi, ama onbinlerce insanın kaybı engellenecekti ve PKK Kürdistan Devrimi yolunda ilerleyecekti.

    Gelen müdahale grupları, ilkeleri ve alınan Kongre kararlarınıda tanımadan Şener ve Baran'ı tutuklarlar. Belli bir süre tutuklu kaldıktan sonra kurtulmayı başarırlar. (1991 yazı) Muhalefet bu kez Parti dışında devam eder. G. Kürdistan ve Küçük Güney (Suriye) alanları esas alınır.

    G. Kürdistan'da Şener ve Baran defalarca silahlı saldırıya uğrarlar, çatışmalar ve yaralanmalar olur. Ama kararlı ve sonuç alıcı bir mücadeleden ısrarlılar.

    Şener bir grupla birlikte Kamışlı'ya geçer. Buradan faaliyetlere başlayarak, Bekaa'ya, K. Kürdistan'a ve Avrupa alanına mudahale çalışmalarını başlatır. Bir çok alanada ulaşır. Şener'in buradaki cesareti, devrime bağlılığı ve sorumluluk anlayışı kelimelerle ifade edilemez. Bu yürek bir halkın ilham kaynağı olacak kadar görkemlidir. O alanlara giden binlerce insan çok iyi bilir, Suriye devletinin denetim ve korumasında olan A. Öcalana karşı Kamışlı'da baş kaldırma ne demektir!!!???
    Bu yürek devrim gibidir.

    Güçler dengesi tümüyle Öcalan'dan yanadır. Şener bu tehlikeyi bilerek göğüslüyor. Bütün değerlerin hızla tükenişe gideceğinin farkında, herşeye inat kurtarmaya çalışıyor, İşte böyle bir faaliyet içindeyken Suriye istihbaratı tarafından kaldıkları eve saldırı olur. Fatma Temel şehit olur, Şener yaralı olarak hastahaneye kaldırılır, yarası ölümcül değil, hastahanede katledilir. Birinci kamışlı katliamıyla tek örgütün önü açıldı.

    İkinci Kamışlı katliamıylada tek liderin önünde engel kalmadı.

    Haki Karer'de hastahanede katledilmişti, Birini Türk istihbaratı , diğerini Suriye istihbaratı gerçekleştirdi.
    Öcalan sömürgeci istihbaratların desteğiyle bu güne geldi ve o şekilde halen korunuyor.

    Mehmet Cahit Şener
    Zindan da direndi.. Apo sultasına karşı bas eğmedi… yoldaşlarına ihanet etmedi…
    Halkını kandırmadı, birlikte yürüdügü kimseyi de hayalkırıklığına uğratmayan efsane devrimci olmasını bildi..

    Ancak sevgi konusunda, aşk-duygusalık konusunda yanıldı, aldatıldı, yüreğini verdiği iki kadında ne yazık ki, Apo sultasının yarattığı korku imparatorluğun oyununa geldiler..
    Öğrenci yıllarında daha devrimciliğe adımını atarken duygusal bağı olan başka bir halktan gelen birini tanıdı..Ona inandı, sevginin temiz, yürek işi olduğunu, güvenin, fedakarlığın olması gerektiğini gördü..
    İlk inandığı duygusal bağiydi..Şener verdimi sevgisini ona bağlı olmasınıda biliyordu, hemde ölümüne..Ancak Tatar Elif egemen faşist güçlere karşı durdu da, Apo sultasının yarattığı korku imparatorluğunda sevgisine sadık kalmadı..

    Bunu Dara Botan söyle anlatıyor;
    „Tatar Elif sanırsam dışarıdaki partinin ilk bayan Merkez-Komitesi ve merkezden düşürüldüğüde gerçekti. Arkadaşlar tarafından seviliyordu, saygı gösterilendi. Çok bilinçli -bilgili olmasına rağmen ulu önderin baş yaverlerinden ‘’Ebubekir (Halil Ataç’ın)’’ sinsice - çok hillebaz oyunlarını anlayamamıştı. Ebubekir onunla, onun kişiliği ile kötü oynamıştı .Bundan dolayı hem bayan, hemde Türk olduğu için soruşturma- tecritleri boylamıştı. Ebubekir ise komutanlıklar ile mükafatlandırılmış, merkez-komite üyeliğine terfi edilmişti.. Soruşturmalarda ve tecritlerde artık yıldırılmış, ezilmiş, tam bir köle haline getirilmişti. Yinede umuttu, belkide beklediği, bir bekleyişti vardi..Tatar Elif Akademiden ayrıldığı son saate kadar yine bekledi, umuduna sımsıkı sarılmıştı ama beklediği umudun gelmiyeceğini ayrılmadan önce akademide artık anlamıştı.“ ( http://www.kurdistan-aktuel.org/yazarlar/dara-botan/1993-tatar-elif.html)

    Bu ihaneti Şener afetmedi..ilk Sevgiden darbe yemişti..
    İkinci darbe de onu ölüdürecek, pusuya düsürecek türden oldu..
    Zından direnisinde onlarla direnen Sakine vardı..
    Onu ne çok sevmişti…
    Güvenmişti…
    Ona şiirler yazmıs, onun iki tel saçını ve verdiği bir çikolata kağıdına sarıp yanına teberik gibi saklamıştı..



    Sakine Dersimliydi.. teberiğin ne anlam ifade etdiğini bilmeliydi...!.Ancak yillar sonra içine girdiği çıkmazda anlamadığını gösterdi.
    Halbuki; Şener Apo sultasına karşı çıktığında Sakine’ye güvenmişti..Onun faşits Esat Oktay’a karşı duruşunu taniyordu…Sanıyordu ki direnen Sakine Apo sultasına karşıda yüreğini ortaya koyar..Ancak tersini, biten yanını göremedi..!

    Şener PKK dan ayrılmıştı, yinede Sakine olan ilgisi-ilişkinişini sürdürdü….hem de vurulana kadar devam ettirdi..
    Rivayete göre Şener’i pusuya düsmesinin bir ayağıda bu sevgisi olmuş..!
    İkinci kez daha direk daha yalın verdiği sevginin ihanetle, onu arkadan hançerlendiğini gördü..
    Halbu ki ona göre sevgi kutsaldı..!
    Bunu hayatının sonuna kadar da sürdürdü..
    Sevdiklerine ihanet etmedi..
    Ancak ihaneti iliklerine kadar yaşadı..Bu da onun yaşam tarajedisi oldu..

    Sevgili Şener, sana ihanet eden senden sonrada hala o korku imparatorluğun ağında-bataklığında kendi benliğini kaybederek sürünüyor..
    O’ bataklığın içinde yürüyen kişi yaşamak yerine solucan gibi sürünüyor..

    Belki bunu onlarda biliyorlar… Ne yazik ki; onlardan geriye, direnen kişilik yerine boş bir iskelet kalmış..

    Sana ihanet ettiğini sanma, o ya da onlar kendilerine, insanı meziyetlere, erdemlere, insana ihanet ettiler…

    Zındanda faşist gruha karşı direnen ne yazık ki dışarda yaratılan korku imparatorluğuna karşı direnmedi..
    Bunlar belkide en rezilçe ihaneti yaşadılar..
    Zindanda birlikte ölümüne direnenler Apo’ya direnemediler..!
    … ancak dirennen direndi, ölümü göze alan gerçek efsane kişilikler O’ yaratılan karanlıktan sıyrılmasını bildiler..
    Saime, Semir, Şener..
    Üç direnen yürek, devrimci, insanlık abideleri..
    Onlar edebiyen yüreklerde erdemleriyle yaşıyacaklar..
    Onlar ihanetçileri bir kez daha dik duruşlarıyla ölüme giderek mahkum ettiler..

    Saime'nin duyarlılığı, Semir'in ön görüsü , Şener'in cesareti geleceğimizdir.

    Anıları önünde saygıyla eğiliyoruz.

    Elif ORHAN /Salih ARAS

    Adını koyamadım
    Mehmet Cahit Sener’in Amed Zindan’in da yazdigi şiir…
    Sevgisine yazdı…yoldaşliğa yazdı..
    karsılığında ihanet, sırtında hancerlendiğini bilmedi..

    ADINI KOYAMADIM
    Kaç kez sessizliğin ayıbı içinde
    çığlıklarına eşlik etti gözyaşlarım.
    Bir cehennem azabı içinde
    ”bacımsın” dedim.




    Yüreğimin zafere giden
    tüm orduları yenilmişti.
    O dem anadan üryandım.
    Bir seni kabul ederdim yenilmeyen
    belki de yenilmemiştin
    belki de benimkiler gibi
    senin de ordularin yenilmişti.


    Ama;
    ya o isyankar çığlıklar
    kaç kez isyankar çığlıklarına
    öyle utangaç
    ve bir o kadar aciz
    gözyaşlarım eşlik etti.
    Görmedin tabi
    ve duymadın.
    İsyankar olmayan kim duyar
    Kim duyar isyan ateşine su katanı
    kim duyar sevda kavgasında
    atını geri sürüp kacanı.
    O günleri şimdi daha iyi anlıyorum
    Daha iyi anlıyorum kavganı.


    Ne kadar oldu bilmiyorum.
    Görmediğim günlerden bir daha
    Karanliğa gömülmede
    Bildiğin kör hücrelerin birinde
    Turlardaydım seninle
    Sigaram da yok
    Zabaniler her şeyi aldı benden.
    Bu aralar eksinin altında
    Seyrediyor geceler
    Berbat soğuk feci üşüyorum
    Saçlarını üstüme örtsene

    Göz yaşlarında boğuluyorum
    Ahooo, ne de derin saklamışsın
    Sırası mı saklamanın
    güneşi gözlerinde
    üşüdügümü görmez misin


    Dişarda hafif bir yel var galiba
    Bahar çiçekleri burnumda tütüşür
    Sevmedim bir türlü baharı
    Baharı bırak kış ayları bir başka
    Yine yağiyor mu yagmur,
    eşliğinde şiddetli rüzgarlar

    Kimbilir
    ”Kim bilir“ lere terkettiğimiz turlar
    Haberiniz olsun
    Hala ”yanlış anlaşılmalar” da
    seyreder duygular

    * * *

    Sana mektup yazamıyorum
    Bana acı veriyor
    Bilmem nedendir
    Düşündükce seni doluyorum
    Onları kıskanarak
    Oysa; paylaşmam gerek
    Doyunca algılamalıyım

    * * *

    Mona Lisa
    Mona Lisa
    Sana rahmetler olsun
    esirge kavgayı Leonardo
    ne ellerinde, ne firçanda
    yok bir kabahat
    en güzel tablolar kavganın firçasında dillenir
    kavganın fircasında dillenmiş.

    * * *

    Bacım;
    Şimdi nerdesin, nerelerdesin
    Bir tel saçınla uzandım sana
    Bir tel saçın hatıra bende

    Kasvetli gecenin çığlığı bacım
    Uzat.
    Uzat, musalla taşı bileyim dizlerini

    Saçlarina bir ak tel daha düşür
    bir çıglık at güne karşı benim için
    alnımda ışısın isyankar öpüsün
    benden söyle
    baykuşlara selam durmasın bülbüller
    söyle seher yeline açılsın göğüsler

    * * *



    saclarına aklar düşmüş
    havalandırmada turladığımda gördüm
    kavga nişanı ak tellere takılmıştı
    kaçak bakışlarım
    sarıl dedim kendime
    bu anandir,
    bu bacındır,
    yavuklundur,
    yoldaşındır
    kavga günlerinde güç versin diye
    bir tel saçını gizliden çaldım
    bacım seni MAZLUM gibi sevdim
    inan
    Mazlum gibi hiç kimseyi sevmedim.

    * * *

    Veronika’yi çağrıştırdı çığlıkların
    Geride neyi bırakıp gittiğine bakmadan
    Bir toz bulutun arkasından kaybolarak
    Koşuştururdu atlarım
    Çığlıklarını duydum ağladım
    Çığlıklarına doyamadım
    Neleri borçluyum çığlıklarına bir bilsen
    Bir bilsen şu anda bende kaç çığlığın saklı
    Çığlıklarında öfken.

    * * *

    Sana birini anlatayım; Veronika’yı.
    Veronika tanrı bakışlı
    Onsekizinde ya var, ya yok
    Belkide yirmisinde bir kalem kaşlı
    Veronika partizan yürekli
    Eli tüfekli
    Veronika Neretva’da vuruldu.
    Neretva’da vurulmuştum Veronikay’la
    Seyreylerken filmi
    O dem, isyan ordularımın atları şaha kalktığı anlardı.
    Yaşadığım, yalın kılıçlı kavgaydı.

    * * *

    Oyyy, ben yine ağlıyorum gözlerinle
    Nerdesin isyan bacım
    Nerdesin şafak gözlüm.

    Mehmet Cahit ŞENER


    http://turkce.kurdistan-aktuel.org/yazarlar/salih-aras/3813-pkkde-muhalf-olmak.html





    Mit folgendem Code, können Sie den Beitrag ganz bequem auf ihrer Homepage verlinken



    Weitere Beiträge aus dem Forum DERSİM-ZAZA ARŞİVİ

    Görüşme Notları: Öcalan: Amerika kötü oynuyor_2008 - gepostet von dersim am Samstag 27.06.2009
    Miandonike - gepostet von dersim am Freitag 11.05.2007
    A. Öcalan Hakkindaki Ajanlık İddiaları - gepostet von dersim am Samstag 16.02.2008
    Zaza_Prof Dr Ernst Kausen - gepostet von dersim am Sonntag 16.03.2008



    Ähnliche Beiträge wie "Eski Dostlari A.Öcalani ve PKK'yi değerlendiriyor"

    Wie antworte ich auf Beiträge? - gepostet von jkmodelle am Donnerstag 22.06.2006
    T-REX - gepostet von T-REX am Sonntag 16.07.2006
    Noch eine Bewerberin - gepostet von Anonymous am Samstag 12.08.2006
    Anfang - gepostet von Mähdrescher am Dienstag 29.08.2006
    auf wieder sehen - gepostet von Anonymous am Mittwoch 20.09.2006