A. Öcalan Hakkindaki Ajanlık İddiaları

DERSİM-ZAZA ARŞİVİ
Verfügbare Informationen zu "A. Öcalan Hakkindaki Ajanlık İddiaları"

  • Qualität des Beitrags: 0 Sterne
  • Beteiligte Poster: dersim
  • Forum: DERSİM-ZAZA ARŞİVİ
  • Forenbeschreibung: Dersim-Zaza Platformu
  • aus dem Unterforum: PKK_A. ÖCALAN
  • Antworten: 10
  • Forum gestartet am: Dienstag 05.12.2006
  • Sprache: türkisch
  • Link zum Originaltopic: A. Öcalan Hakkindaki Ajanlık İddiaları
  • Letzte Antwort: vor 12 Jahren, 11 Monaten, 23 Tagen, 13 Stunden, 35 Minuten
  • Alle Beiträge und Antworten zu "A. Öcalan Hakkindaki Ajanlık İddiaları"

    Re: A. Öcalan Hakkindaki Ajanlık İddiaları

    dersim -

    A. Öcalan Hakkindaki Ajanlık İddiaları



    "PKK'yı Yöneten Türkler" Adlı Kitabı Piyasaya Çıkarken Yeni Aktüel'in Sorularını Yanıtlayan Emniyet İstihbarat Dairesi Eski Başkanı Bülent Orakoğlu'dan Gündeme Bomba!




    "Öcalan da Ergenekon'un adamı ve bu Görevi sürüyor!"




    MURAT YALNIZ



    Ergenekon'un içinde devletin çok üst kademesinde insanlar olduğunu ve en tepedekine kadar hepsinin deşifre edildiğini savunan Bülent Orakoğlu'na göre, operasyonun görünmeyen kısmında bu üst düzey isimler sessizce tasfiye edilecek! Basında ismi geçenlerin 1 numara olmadığını kaydeden Orakoğlu, 1 numaranın isminin hiç zikredilmediğini söylüyor. Orakoğlu, Öcalan'ın Ergenekon'un adamı olduğunu belirterek "Birçok üst düzey devlet görevlisi ellerinde belgelerle TBMM'nin Öcalan Komisyonu kurmasını bekliyor" dedi.

    Bu defa asıl güç odaklarını görebilecek miyiz, yoksa Susurluk'ta olduğu gibi birkaç aktörden kurtulup kendini bir süreliğine de olsa yine temize mi çekecek derin devlet?
    NATO'nun komünizme karşı kurduğu yerleşik gizli ordular, başlangıçta 16 devleti kapsıyordu. Türkiye 1952'de NATO'ya üye olduktan sonra, 27 Mayıs ihtilalinin ardından bizde de bu yapı kuruldu. Ama bu yapılar komünizm tehlikesine karşı kurulmasına karşın, ülkelerindeki siyasi mekanizmaları, demokrasiyi, insan haklarını hedef alıyor. Ülkelerinde faaliyetleri çok ama bir komünist ülkeye dönük faaliyetleri hiç yok. Demek ki bu örgütler kuruluş amaçlarına hizmet etmiyor ve arka planda gizli ajandaları var. Tümü tek bir merkezden her daim bir ABD'li generalin kontrolünde. Generaller değişiyor ama ABD kontrolü değişmiyor.
    - Halen bir merkezden yönetilme var mı? Gladio birçok ülkede deşifre edilip dağıtılmadı mı?
    Var tabii. Birçok Avrupa ülkesi irade gösterdi ve İtalya'nın Gladio operasyonundan sonra 16 ülkeden 14'ünde bu yapılar ortaya çıkarıldı. Bir tek Almanya ve Türkiye'de bu yapılanmalar karar verici devlet mekanizmalarınca kabul edilmemiş ve açıklanmamıştır. Ama tamamen bitirilmeleri, dünyanın bu konjonktüründe normal değil; bitirilmediler, daha kontrollü oldular, milli bedenler kazandılar. Büyük ihtimal yeni misyonları da dünyanın Büyük Ortadoğu Projesi (BOP) çerçevesinde şekillendirilmesi. BOP'un anlatıldığı kadarını biliyoruz ama bütün dünya 80, 90 yıl önce başlamış olan BOP çerçevesinde şekillendirilmek isteniyor.
    - Tekrar Ergenekon Operasyonu'na dönersek
    Çok büyük, kökü derinlerde bir yapının çok sığ bir kısmıyla karşılaşmış durumdayız. Üstelik karşımızdaki NATO güdümlü Ergenekon değil, 28 Şubat sürecinden önce oluşan yeni Ergenekon! Yeni Ergenekon aslında ABD ve NATO güdümlü asıl Ergenekon'a karşı milli bir örgütlenme gibi ortaya çıkmıştır. Ama eski ve yeni Ergenekon'un aslında farkı yok. Hatta yeni Ergenekon'un içine eski Ergenekon'dan sızmalar da vardır. Tek fark birinin çok profesyonel olması! NATO güdümlü Ergenekon kendini çok iyi saklayan; yeni Ergenekon ise ortaya çıkmak isteyen, varlığını ispat peşinde bir güç. Devlet içerisinde etkinlikleri ve kudretleri olduğunu sanki her fırsatta göstermeye çalışıyorlar. Hrant Dink cinayetini düşünün; adam yakalanıyor, devlet görevlileri yakaladıkları adamla resim çektiriyor. Bilerek iz bırakıyorlar ve işin sığlığı burada! Derin yapıların dünya çapında çok derin konjonktürel hesapları vardır. Mesela Saddam'ın Kuveyt'i işgali, binlerce insanın Türkiye sınırına yığılması, Türkiye'nin mecburen BM'den yardım istemesi ve nihayetinde bugünkü sözde Kürdistan'ın fiili yapısının oluşmasını sağlayacak güvenli bir bölge oluşturulması için Çekiç Güç'ün bölgeye gelişinin sağlanmasıYani kalkıp da Hasdal Kışlası'ndan çıkma bombaları birtakım hedeflerde kullanıp açık delil bırakmak, derin bir yapıdan beklenecek hareket değil! Ama yeni Ergenekon böyle iz bırakarak giderken, gerçek Ergenekon arka planda faaliyette. Hatta yeni Ergenekon'un bu kadar net izler bırakmasını onlar teşvik etmiş, bu yeni yapı harcansın istemiş bile olabilirler! Zira Ergenekon operasyonunun bir milli irade ve refleksle yapılmış olma, Türkiye'nin kendi Gladio'sundan kurtulmak isteme ihtimali zayıf. Sorunuzun net yanıtına gelirsek, Ergenekon şeması bu kadar değil. Bu, operasyonun gözüken kısmı. Aslında devletin kurumlarında kimlerin ne kadar gizli, saklı olduğu tespit edildi.

    "Ergenekon'un tamamını almaya kalkarsanız"
    - Yani en tepe noktasına kadar biliniyor mu? Öyleyse niye operasyona dahil edilmiyor gerçek Ergenekon'un büyük ağabeyleri, siyaset, emniyet ve iş dünyasındaki uzantıları?
    Askeri de, polisi de, üniversitesi de, işadamı da tespit edildi. Bunlarla ilgili devletin elinde çok ciddi bilgiler var. Hangi kurumların bu işin içinde olduğu en tepedekine kadar biliniyor ve devletin çok üst kademesinde insanlar var o listede! Mesela Başbakan biliyordur bu isimleri! Ama şimdi bunların açıklanması doğru olmaz. Ergenekon operasyonu basında şu ana kadar çıkan isimler ve cinayet bağlantıları çerçevesinde devam eder. Bunun kurumlar içerisindeki kademeleri zaten bir ölçüde etkisizleşmiştir bu operasyondan sonra. Bakın Genelkurmay Başkanı "Suçlu olan cezasını çeker" diyor. Bu çok önemli ve sadece 'yakalanan cezasını çeker' anlamına gelmiyor. Yani operasyonun görünmeyen kısmında, tıpkı diğer NATO ülkelerinde yapıldığı gibi, üst düzey isimler sessizce tasfiye edilecek, belli mevkilere gelecekken gelemeyecekler, hatta emekli edilecekler ama normal hayatlarına devam etmelerine müsaade edilecek! Çünkü Ergenekon'un tamamını almaya kalkarsanız, devlette çok ciddi sıkıntı ortaya çıkar. Devletin çok üst kademelerinden insanlar var bu yapının planlamasında. Her yerde, en üst noktalara kadarAskeriyeye sızma girişimleri daha fazla ama MİT ve Emniyet içinde de uzantıları var. Emniyet İstihbarat, bu yapılanmaların nerelere kadar sızacağını bilebilecek birtakım donanımlar kurmuştur. Ergenekon yedi, sekiz yıldır takip ediliyordu Emniyet İstihbarat tarafından. Ben göreve geldikten sonra bu işi kimin yaptığı, başında kim olduğu net olarak tespit edildi. Bu yüzden 28 Şubat süreciyle Emniyet İstihbarat'a büyük darbe vurulmak istendi.
    - Türkiye meşhur '1 numara'yı konuşuyor. Türkiye yine öğrenemeyecek mi kim olduğunu?
    Öğrenir. Tabii bu 1 numara yeni Ergenekon ile ilgili. Eski Ergenekon'da NATO'nun koyduğu bir konsept ve kurumlar düzeyinde resmilik görüntüsü ve o görüntünün altında illegal işler vardır.
    - Ne zaman öğrenir?
    İşte bu operasyonlar, yazdığımız kitaplar bir motor görevi görecek bu süreçte.

    "İsmi geçenler 1 numara değil!"
    - Medyada 1 numara olabileceği telaffuz edilen ve ima edilen isimler var
    Hayır, hiçbiri değil! Kesinlikle! Zaten genelkurmay başkanı seviyesinde olması zor.
    - 1 numaranın ismi bu tartışmalarda hiç zikredildi mi?
    İkinci adamın ismi, birinci adam yani 1 numara diye zikredildi. Gerçek 1 numaranın ismi ise hiçbir zaman 1 numara adayları arasında zikredilmedi. Ama 1 numara adayı olarak olmasa da, bilmeden bu süreçlerde elbette ismi geçti, yazılıp çizildi. 1 numaranın isminin öğrenileceği süreç başladı ve çok uzun sürmeyecektir. Şu anda eylemci grup yakalanmışken bir numaranın alınmamasının sebepleri var.
    - Ergenekon için "Amaç 2009'da darbe yaptırmaktı" deniyor. Amaç buysa, darbeyi yapacak olanlar nerede? Emekli askerlerin kalkıp darbe yapacak halleri olmadığına göre, orduda darbe için hazır kıta bekleyen bir grup mu var?
    Bu tip ilişkilerin TSK içinde en çok ortaya çıkardığı sendrom "Genç subaylar sendromu"dur ve sürekli kaşınır bu. Kenan Evren anılarında diyor ki, "Genç subaylardan gelen mektup sayısı bin civarına ulaşmışsa bir tehlike var demektir". Genç subaylar lafını duyduğunda, Türkiye Cumhuriyeti'nin hem başbakanı hem genelkurmay başkanı irkilip rahatsız olur. Çünkü 27 Mayıs'ta dönemin Genelkurmay Başkanı Rüştü Erdelhun tutuklanmış, elleri kelepçelenmiş, askerin arasında bir sürü hakarete uğramış. 'Genç subaylar' psikolojik ağırlığı çok olan bir laf ve Türkiye'de kaos yaratan birtakım güçlerin kullanıp kışkırttığı bir dinamik.

    Birinci bölüm:

    http://www.yeniaktuel.com.tr/tur102,135@2100.html

    İkinci bölüm:

    http://www.yeniaktuel.com.tr/tur102-2,135@2100.html



    - JİTEM'ci Cem Ersever'in arşivi emekli Tuğgeneral Veli Küçük'ün çiftliğinde çıktı. Neleri gün ışığına çıkarabilir o arşiv?
    Cem Ersever, dönemin Jandarma Genel Komutanı Eşref Bitlis gibi bazı isimler, NATO'nun Güneydoğu ve Ortadoğu politikalarına karşı biraz daha milli politikalar uygulamaya kalktıklarında maalesef enteresan şekilde öldürüldü. Dahası birbirlerini öldürmüşler gibi gösterilmeye çalışıldı! Eşref Bitlis'in uçağını Ersever'in düşürdüğü iddia edildi. Bitlis ve Ersever'i öldüren aynı güç: Ergenekon! Ersever'in Ergenekon ile ilgili çok bilgi sahibi olduğu kanaatinde değilim. Ama o sürece kadar işlenmiş cinayetlerle ilgili çok önemli bilgiler çıkacaktır arşivinden.
    - Siyasi cinayetlerin hepsinin arkasında Ergenekon mu var?
    Hepsi için diyemeyiz. Ama Eşref Bitlis ve ekibinin -ki Cem Ersever de içinde- TSK'dan enterne edilmelerindeki en önemli sebeplerden biri Güneydoğu'da ve Kuzey Irak'ta ABD'nin projeleri dışında milli ve bu ülke yararına birtakım projeler yürütmeleriydi. Türkiye'de birçok kurumda milletin iradesini hakim kılacak bir yapıyla, karşı yapı hep mücadele halinde. Ama bu mücadele kamuoyu önünde gerçekleşmiyor.
    - 'İhanet Çemberi / PKK'yı Yöneten Türkler' adlı yeni kitabınızda çok çarpıcı bir iddia var: Abdullah Öcalan, Ergenekon'un adamı mı?
    Evet. Ergenekon içindeki görevi bitmedi, hâlâ devam ediyor. Ergenekon gibi yapılarda her düşünceden insan vardır; sağ, sol, Kürt; bir toplumu oluşturan ve kutuplaşma yaratabilecek unsurlar nelerse hemen hepsi. O dönem Ergenekon yapılanması bilinmediği ve dillenmediği için bütün tanıklıklarda MİT diye geçiyor. Ama Öcalan ile görüşen grup Ergenekon'un MİT'teki uzantılarıydı. Yani PKK'yı Ergenekon kurdu! Öcalan'ın Ergenekon'un içine alınması çok örtülü bir operasyondu ama bundan Ergenekon'un o dönem Türkiye'deki tüm üst düzey yöneticilerinin kesin haberi vardır. Ama bu projeye nasıl izin verildi hâlâ anlayamıyorum. Basit bir istihbarat kuralı uygulanmış, Türk solu içinden biri (Öcalan) seçilip kullanılmış. Sonra Ergenekon, Öcalan'ı kendi emelleri doğrultusunda kullanmış. 12 Eylül darbesini önceden Öcalan'a haber veren ve Suriye'ye güvenli geçişini sağlayan da darbeyi planlayanlar ve Ergenekon'un MİT'teki unsurlarıydı. Çünkü 12 Eylül tamamen bir NATO organizasyonuydu. CIA'in 20 yıl önce hazırladığı ve geçenlerde gizliliği kaldırılıp kamuoyu ile paylaşılan "Irak, Türkiye, İran: Kürt Ayaklanmaları" raporunun PKK'nın kuruluş ve gelişimini içeren üç sayfalık bölümü neden karartılmıştı? Türk istihbarat birimleri karartılan o üç sayfayı bulmak zorundadır kardeşim. Bu kadar basit! Bu zor bir şey değil; bulacaklar o bölümleri!


    Askerlerin Öcalan ile görüşmeleri
    - Kitaptaki iddialarınızdan biri de, 28 Şubat'ta üzerinize gelinmesinin en önemli sebebinin Emniyet İstihbarat olarak bazı üst düzey askerlerin PKK ve Öcalan ile telefon görüşmelerini tespit etmeniz olduğuDevam ediyor mu görüşmeler?
    Emniyet İstihbarat Daire Başkanlığı'na geçtiğimde, Hanefi Avcı (dönemin Emniyet İstihbarat Daire Başkan Yardımcısı) birtakım konuşmalar getirdi. Bazı askerlerin Öcalan ile görüşmeleriÖnce askerle polis arasında gerginlik yaratmak için kurulan bir tuzak sandık ama o konuşmalar ben İstihbarat Daire Başkanlığı'ndan ayrıldıktan sonra bir buçuk sene daha, yani 1998 sonuna kadar devam etti. Sonra Öcalan yakalandı. Albay düzeyinde görüşmelerdi bunlar ama bir albayın da kendi başına hareket ettiği düşünülemez! Benim daire başkanlığımdan önce de o konuşmalar takip ediliyordu. TSK'da emir komuta zinciri vardır ama bu faaliyetler kurumsal değildi, aksine bir cunta faaliyetiydi! Bu görüşmeler dönemin Genelkurmay Başkanı ve MGK'nın bilgisi dışında, cunta faaliyeti içinde bir emir komuta zinciriyle yapılmıştır. Sonrasında niçin üzerine gidilmediği de merak konusu! Oysa bazı dergilerde yer alan 2004 yılında darbe planları yapıldığı iddialarıyla, PKK'nın ateşkesi bozduğu dönem kesişiyor. Bunları açıkladık ama hiç kimse ve hiçbir yargı organı tarafından dikkate alınmaması çok düşündürücüydü. Bu da bu ülkede gizli güçlerin ne kadar hakim olduğunu gösteriyor.

    "Elde belge, 'Öcalan Komisyonu' kurulmasını bekleyenler var!"
    - Kitapta "Bu işin peşini bırakmayacağım" diyorsunuz. Ne yapacaksınız?
    Evet, önümüz devamlı kesilmek isteniyor ama devam edeceğiz. Türkiye bir an önce bir 'Öcalan Komisyonu' kurmalı. Kuramıyor! Netameli bir konu olduğu için engelleniyor. Bir 'Öcalan Komisyonu' kurarsanız, belki kendinize en büyük kötülüğü ama bu ülkeye de en büyük iyiliği yapmış olursunuz. Ama son 30 seneyi çözersiniz! Ben Emniyet İstihbarat Daire Başkanlığı yaptım ve benim bilgilerim o çerçevede geçerli. Benden daha üst mertebede görevli, bildiklerini açıklamak isteyen ama toplumda sıkıntıya düşmekten çekinen insanlar var.
    - Elde belge, komisyon kurulmasını bekleyenler mi var?
    Böyle bir komisyon kurduğunuzda belgelerle, bilgilerle gelecek, bildiklerini anlatacak çok görevli var. Bırakın onu; Öcalan yakalanmadan önce bazı askerlerle Öcalan'ın görüşmelerinin kayıtlarının hepsi Emniyet İstihbarat'ın arşivlerinde var! Bir 'Öcalan Komisyonu' kurulursa alır bakarlar. Ama bizim komisyonlarda şöyle bir hata var: Söylediğiniz, siz daha komisyondan çıkmadan medyaya ulaşıyor. Bu iş gizlilik ve ciddiyet içinde olursa, bu insanlar ortaya çıkıp konuşur komisyona. Herkes çağrılmalı ve gitmeli. Bu komisyonlar böyle yıpratıldı. TBMM çağırıyor ama Veli Küçük, Teoman Koman gibi bazı isimler gitmiyor ve götürmeye de kimsenin gücü yetmiyor. Bu komisyonlar zayıf bırakılmış. Güçlendireceksiniz, bu komisyonlarda görev alacak vekiller de dışarıya bilgi sızdırdığında suç işlemiş sayılmalı.

    "İmralı'daki görüşmeler ortaya çıkacaktır!"
    - Öcalan'ın çok enteresan bir iddiası var. Yakalandıktan hemen sonra, dönemin Genelkurmay Başkanı Hüseyin Kıvrıkoğlu'nu temsilen bir komutanın İmralı'ya gelip kendisine "Bu işi uzlaşmayla çözelim" dediğini söylüyor. Böyle bir görüşme oldu mu?
    Öcalan'ın kimlerle konuştuğu meselesi önemli. Öcalan'ın yalan söylemesi için hiçbir sebep yok! Öcalan ile görüşülmüştür. Farklı bir niyet söz konusu değilse, görüşülmesinde de sakınca yok.
    - Ama dönemin üst düzey komutanlarının hiçbiri böyle bir görüşmeyi kabul etmedi
    Etmedi ama vardır! Siz belli şeyleri söylemezseniz o şeyler yine ortaya çıkar. Gizli kalma şansı yok. İmralı'da insanlar var, birden fazla görevli var. Siz bunu saklarsanız, "Görüştüm" demezseniz ve bu yarın bir gün ortaya çıkarsa art niyetli şeyler olarak değerlendirilebilir. Ayrıca Öcalan'ın Ergenekon bağlantılarının İmralı'ya gönderdiği kimse var mı, yok mu? HADEP'in eski yöneticisi ve Öcalan'ın eski avukatlarından Selim Okçuoğlu niye gidip görüşmüştür? Emniyet İstihbarat'taki tespitlerimize göre, Öcalan ile bazı askerlerin irtibatını Selim Okçuoğlu yürütmüştür. Görüştü ve hemen sonra yurtdışına kaçtı. Okçuoğlu'nu Öcalan ile görüştüren kim? Bunu ortaya koyduğunuz zaman görüşenler de ortaya çıkar. Saklamanın anlamı yok. Bunu ileride açıklarız! Ama açıklamak için şimdi iyi zemin değil. Önce Ergenekon operasyonunun nereye varacağını, milli bir süreç haline gelip gelmeyeceğini görmemiz lazım.


    Bu yazı Yeni Aktüel dergisinin 135. sayısından alınmıştır.




    http://www.yeniaktuel.com.tr/tur102-2,135@2100.html




    http://img266.imageshack.us/my.php?image=kapakichabernn7.jpg



    Re: A. Öcalan Hakkindaki Ajanlık İddiaları

    dersim -

    Apo: Bu çatışmayı bitireni bitirirler

    Apo: Bu çatışmayı bitireni bitirirler





    Özgürel: Derin devlet bir tren gibidir. FOTOĞRAF: HATİCE YAŞAR

    Öcalan'a göre de Kürt sorunu para işine dönüştü. 'Bu işi bitireyim desem, beni bitirirler. Türkiye'deki en güçlü kişi bitireyim dese, onu bitirirler' dedi. Jitem'in hepsi asker ve polis değildi. Bu özel timlerde, 'Yolda bizi sollayıp geçen arabaları durdurup içindekileri öldürdük' diyen adamlar bile vardı Derin devletin içinde solcular da var. Derin devlet bir trendir. İçinde hukukçusu, üniversite öğretim üyesi, gazetecisi, işadamı ve tetikçisi var.

    27/10/2003

    NEŞE DÜZEL (E-mektup | Arşivi)

    NEDEN? Avni Özgürel
    Türkiye korkunç günlerden, kanlı bir çatışmadan geçti. Binlerce çocuğumuz öldü. Ama kimse bu olayların nasıl başladığını, niye o kadar uzun sürdüğünü, sorunların kansız çözümlenme imkânlarının niye gündeme gelmediğini açıkça tartışamadı. O dönem kanlı olduğu kadar karanlık bir dönem olarak da kaldı. Geçenlerde anıları yayımlanan Abdülmelik Fırat, Avni Özgürel'in kendisine, 'Abdullah Öcalan'ı MİT'le irtibatlı bir yerde gördüğünü' söylediğini yazdı. Hürriyet gazetesi bu haberi büyüttü. Ama sonra, arkası gelmedi. Halbuki o kadar büyük acılara neden olmuş bir dönemin arka planı hakkında ipuçları verebilecek böyle bir iddiayı bu toplumun kurcalaması gerekiyordu. Gazete yazılarından ve televizyondaki programlarından, devletin yapısıyla ilgili detaylı bilgilere sahip olduğunu gördüğümüz araştırmacı yazar Avni Özgürel'le bu iddiasını, Öcalan-MİT ilişkisinin nedenlerini, Güneydoğu'daki savaştan kimlerin yararlandığını, bu savaşın niye o kadar uzun sürdüğünü, derin devletin iç yapısını ve uzantılarını konuştuk. Özgürel, Uğur Mumcu'nun öldürülmeden önce hangi derin devlet bağlantılarını açıklamaya hazırlandığını da anlattı.



    ----------------------------------------------------


    Siz, Abdullah Öcalan'ı MİT'e bağlı bir şirkette çalışırken görmüşsünüz okuduğuma göre. Doğrumu bu, gördünüz mü gerçekten?

    Benim gençliğim milliyetçi derneklerde geçti. 1965'te üniversite öğrencisiyken Türk Ocakları'ndan ayrılıp İkinci Kuvayı Milliye diye kendi derneğimizi kurduk. Biraz MHP'ye, biraz Adalet Partisi'ndeki sağ milliyetçi kanada yakın bir öğrenci hareketiydi bu. Ayrıldığımız Türk Ocakları ise daha entelektüeldi, sokak kavgasını onunla sürdüremezdik. O dönemde Türkiye'de, özellikle gençlik arasında sol hareket gelişiyordu. Devlet de sağda, 'milliyetçi' diye isimlendirdiği gençlerin örgütlenmesini yüreklendiriyordu. Komünizme karşı bazı materyeller geliyordu ve biz de bunları dağıtıyorduk.

    Bu yayınların size devletten geldiğini biliyor muydunuz?

    Tabii. Bu yayınları veren kuruluşlardan biri de Refik Korkut'un Fikir Ajansı'ydı. Bu tür neşriyatı dağıtmak için kurulmuştu. Ankara'da İzmir Caddesi'nde bir binanın bodrum katındaydı.

    Siz oraya niye gidiyordunuz?

    Hem dağıtacağımız neşriyatı almaya gidiyorduk, hem de bildirilerimizin çoğaltma işini orada yapıyorduk. Bizim yaşlarda bir genç vardı. Ajansa gittiğimde onu orada görüyordum. 1966, 1967 yıllarında ajansta gördüğüm o genç, hayal meyal hafızamda kalmış. Yıllar içinde Abdullah Öcalan'ın resimlerini medyada gördüm ama insanlar yaşla birlikte değişiyor tabii. Ancak 1993'te Öcalan'la yüz yüze geldiğimizde bende birtakım çağrışımlar oldu.

    Bu yerin MİT'e ait bir yer olduğunu nereden biliyorsunuz?

    Biliyoruz. O dönem sadece bu ajanstan değil, başka kurumlardan da bu nevi yayınları alıyorduk. Milliyetçi gençliğe her biri farklı amaçla el atmış başka kuruluşlar da oldu o dönemde. Mesela Türkiye Çiftçi Teşekkülleri Federasyonu gibi birtakım kuruluşlar kuruluyor ve bunlar komünizme karşı özel yayınlar çıkarıyordu.

    Daha sonra Öcalan'la, o PKK'nın başındayken karşılaştınız mı?

    1993'e kadar hiç karşılaşmadım. 1993'te gazetecileri Bekaa'ya basın toplantısına davet etti. Panaroma'nın genel yayın yönetmeni olarak ben de gittim. Bizimki haftalık dergi olduğundan, basın toplantısından sonra Öcalan'la dergi için özel söyleşi de yaptım. O özel görüşme sırasında kendisine sordum. 'Ankara'da İzmir Caddesi'nde Fikir Ajansı diye bir yer vardı. Yanlış hatırlıyor olabilirim ama birden bir şey çağrıştırdı. Bende seni orada gördüm gibi bir his uyandı' dedim. Bana, 'Yoo, doğru hatırlıyorsun. Ama ben bunları bir müddet sonra açıklayacağım' dedi.
    Peki o ajansta bulunan biri mutlaka MİT elemanı mıdır?

    En azından MİT'le irtibatlıdır. Türkiye'de güvenlik birimlerinin kurduğu bir organizasyonun içine, bir insan, hangi amaçla olursa olsun gelip gidiyorsa ve onun orada oturup kalkmasına kimse ses çıkarmıyorsa, o insan ya güvenilir biridir ya da görevli biridir. Başka ne olabilir ki? Başka şey olamaz.

    Öcalan, eski eşi Kesire'nin babasının MİT'le ilişkisi olduğunu söylemişti. Öcalan'ı siz MİT'le irtibatlı bir büroda gördüğünüzü söylüyorsunuz. PKK'nın kuruluşunda rol alan pilot Necati'nin MİT ilişkisinden gene Öcalan söz etmişti. PKK'nın kuruluş aşamasında bu kadar çok MİT bağlantısından söz edilmesini nasıl açıklıyorsunuz?

    Abdullah Öcalan ideolojik formasyonu zayıf biri. Ama Türkiye'de o dönemde İbrahim Kaypakkaya diye ideolojik formasyonu çok güçlü biri de vardı. Eğer Kürt hareketi düşünce planında onun gibi radikal bir kadronun kontrolünde olsaydı, Türkiye'de çok ciddi sıkıntı yaşanırdı. Onunla mücadele etmek zorlaşırdı. Oysa Öcalan her türlü işbirliğine gelen pragmatik biri. Onun, Kürt hareketinin başında olması bizim devletin de işine geldi.

    Sizce devletin bazı birimleri, PKK'nın kuruluş aşamasındaki her gelişmeyi biliyor muydu?

    Hiç şüphesiz, biliyorlardı. Öcalan'ın en yakınındaki insanlar üzerinden biliyorlardı. Ama PKK Suriye'ye geçtikten sonra üzerlerinde bir devlet kontrolü olduğunu sanmıyorum.

    Eğer devlet PKK'nın kuruluşunun her aşamasından haberdar idiyse,
    niye devlet bu örgütü kontrol edemedi ve bütün bu süreçte 40 bin insanımız öldü?

    Bence kontrol etmek istemediler. Çünkü Güneydoğu bir sektör olmuştu. Eğer PKK hareketi, sana sınırsız örtülü ödenek kullanma ve para dağıtma imkânını veriyorsa... Bazı insanlara da, dehşet estirme gücünü sağlıyorsa... Ki bazı Jitem mensupları ne asker, ne de polisti. Bazıları Yeşil gibi hüdanabit adamlardı. Bu timlerin içinde, 'Yolda bizi sollayıp geçen arabaları durdurup içindekileri öldürdük' diyen adamlar bile vardı. Bir de tabii Güneydoğu'da uyuşturucu işi de çok ciddi bir gelir kapısı haline geldiyse... Sonuçta bütün bu kirli paranın ayakta tuttuğu bazı dengeler var demektir. Güneydoğu'daki bu tablo, Türkiye'de birçok yapıyı besledi. PKK'dan ele geçirilen silahlar tekrar PKK'ya satılıyordu. Hatta son dönemde PKK, Makina Kimya'nın mermilerini kullanıyordu. Bu kanalları kestiğin anda, peş peşe çok şey devriliyor tabii.

    Uğur Mumcu da cinayete kurban gitmeden önce, MİT-Öcalan ilişkisini açıklamaya hazırlanıyordu sanırım. Mumcu'nun elinde bu konuda geniş bilgi var mıydı sizce?

    Uğur'la Ankara'da evlerimiz çok yakındı. Bekaa'dan döndükten sonra Uğur'a gitmiştim. 'Öcalan'ın MİT'le irtibatlı olabileceğini öteden beri yazıyorsun, bende de böyle bir bilgi var, bunu da bil' dedim. Uğur'daki bilgi, Öcalan'ın iki bağlantısına ilişkindi. Biri Kesire'nin ailesiyle alakalıydı. Eski eşinin ailesinin MİT'le ilişkisini Öcalan da kabul etmişti. Diğeri, Öcalan'ı Ankara'dan Diyarbakır'a götüren pilot Necati'nin MİT ilişkisiydi. Ki bu ilişkiyi Öcalan da daha sonra açıkladı. Hatta Uğur'un öldürülmesinden sonra bir söyleşisinde Öcalan, MİT'in parasıyla devlet aleyhine bir eylem hazırlanmasını komik bulduğunu bile anlatmıştı.
    'Düşünün' demişti, 'Onların parasıyla, onlara karşı PKK hareketi... Adamların parasıyla, adamların elemanlarıyla yaptığım politikaya bakın...'

    Peki Mumcu'nun öldürülmesi, bu ilişkiyi açıklamaya hazırlanmasıyla ilgili olabilir mi?

    Hayır. Uğur'a yönelik suikastın arka planına, sadece Öcalan'ın MİT'le ilişkisi diye bakılmamalı. Bu öyle çok da delilleri bulunabilir bir şey değil çünkü. Bizim orada yapacağımız, o insanların kimlikleri, kişilikleri üzerine dikkat çekmekten ibarettir sadece. Uğur'un derin devletin öfkesini üzerine çekmesinin ve öldürülmesinin altında bence iki şey yatıyor. Ağca olayı ve Behçet Cantürk olayı. Uğur bu iki cinayetin arkasındaki devlet bağlantılarının farkına vardı. Gerçi 'derin devlet' denilen şey şimdilerde çözüldü ama, Uğur o dönemde derin devletin kodları üzerine kafa yormaya başlamıştı.

    Türkiye'de derin devletin artık zayıfladığını mı düşünüyorsunuz?

    Derin devlet MİT veya Özel Harp Dairesi'den ibaret değildir. Derin devlet bir trendir, kompartımanları vardır. Bunun içinde hukukçusu, üniversite öğretim üyesi, gazetecisi, işadamı, mafyası ve tetikçisi var. Karar mekanizması nasıl çalışıyor derseniz... Bileşik kaplarda olduğu gibi, bir tanesinden bir şey basıldığı vakit, hepsi otomatik olarak aynı ayar noktasına geliyorlar. Hepsi de ani bir refleksle birbirleriyle dayanışma içine giriyorlar. Mesela Abdullah Çatlı uyuşturucu iddiasıyla Fransa'da yakalandığında, avukatlık işi için hapishanede ilk kimi aradı biliyor musunuz? 12 Mart döneminin sol liderlerinden Sarp Kuray'ı.

    Ne demek istiyorsunuz?

    Söylemek istediğim şu. Derin devletin sol unsurları da, sağ unsurları da var. Yapının bütün unsurları bütünleşmiş. Yani o sağcı, ben solcuyum. Ya da ben sağcıyım, o Kürtçü diye bir ayrım yok. Bu devasa yapı Türkiye'de operatif eylemler yaptı. Bu operasyonlar, Susurluk ve sonrasında iç çatışmalara sebep oldu. Çünkü biri konuştu, diğeri kendini kurtarma derdine düştü derken, bu yapıda çözülme oldu. Bakınız, o dönemin kimi önemli gazetecileri şimdi önemsiz oldu. Kimi önemli işadamları şimdi ya battı, ya önemini yitirdi. Kimi önemli polisleri şimdi ya yaşamıyor ya da bir kenara itildi. Bu yapının çözülmesinde bir de tabii Türkiye'nin Batı dünyasıyla entegrasyon sürecine girmesi de rol oynadı. Türkiye bugün ciddi bir değişim içinde. Gerçi derin devletteki irtibatların tortuları hâlâ yaşanıyor, adam askerden emekli oluyor, gidiyor bir mafya babasına danışmanlık yapıyor ama... Gene de derin devletin bu kısmı beş yıldır sıkıntıda. Kendi işlerine gelen eylemleri yapamıyorlar.

    Uğur Mumcu, Abdi İpekçi'yi öldüren, Papa'ya suikast yapan Ağca'nın arkasında Bulgar mafyasının ve devletinin olduğunu söyledi hep. Mumcu, Ağca'nın Türkiye'de devletle irtibatını düşünmekte neden bu kadar geç kaldı?

    Uğur esasında devletperest biridir. Devleti sorgularken çok hassastır. Bu yapının devlete zarar verilmeden arınmasını istiyordu. Ama ben biliyorum ki, o, Ağca'nın ve Cantürk'ün arkasındaki bağlantıları yazmaya hazırlanıyordu. Elinde bilgiler vardı. Uyuşturucu tüccarı Cantürk'ün arka planında mutlaka devletin içinde bir yapılanma vardı. Ama iş öyle çığrından çıkmıştı ki, devlet Çatlı ve Cantürk gibi adamlar üzerindeki kontrolünü kaybetmişti. Ben şunu biliyorum. Cantürk'ün öldüğü haberi ulaştığında, 'Senin bu işten bilgin var mı, bu işi senin adamların mı yaptı' filan diye sormaksızın, Mehmet Ağar'ın Emniyet genel müdürü olarak, MGK'da alnından öpülüp tebrik edildiğini biliyorum.

    Öcalan'ı, MİT'le irtibatlı yerde gördüğünüzü ilk kime söylediniz?

    Uğur'a söyledim. Ama onun, Fikir Ajansı'nın arka planını ortaya çıkarabildiğini sanmıyorum. Çünkü Uğur'un sadece o dönemdeki MİT mensuplarıyla münasebeti vardı. Bütün çabasına rağmen, mesela bu organizasyonları bilen 1970'lerin MİT Müsteşarı Fuat Doğu'yla görüşememişti. Bir de Uğur kitaplarında analitik değildir. 'Savcı iddianamesi gibi yazıyorsun' dediğimde, 'Ben mümkün olduğu kadar çok materyel aktarıyorum. Bunların bir kısmını nereye yerleştireceğimi, ne anlama geldiğini ben de bilmiyorum. Ama bir gün bu isimler gündeme geldiğinde, insanlar o isimlerin bağlantılarını hiç olmazsa benim kitaplarımda bulur ve puzzle çözülebilir' demişti.

    Peki bazılarını bilmediği bütün bu isimler ve bilgiler Uğur Mumcu'ya nereden geliyordu?

    MİT mensuplarından, bazen MİT'te çalışmış ve tekrar Genelkurmay'a dönmüş subaylardan, onların bağlantılarından geliyordu. Veya emekli olmuş MİT mensuplarından da geliyordu. Başka yerden gelmesi mümkün değil.

    Öcalan'ı bir MİT bürosunda gördüğünüzü söylerken, bu sözlerinizin Öcalan'ı küçük düşürmek için hazırlanmış bir psikolojik savaş oyunu olarak değerlendirilebileceğini hiç düşündünüz mü?

    Türk devletinin şu anda Öcalan'ı küçük düşürmek işine gelmiyor. Aksine Kürt hareketinin Öcalan'ın kontrolünden çıkması Türkiye için sıkıntı doğurur. Ben de bu kanaatteyim. Devlet açısından rasyonel bakıldığında, Türkiye ile işbirliği halindeki bir Öcalan, Türkiye ile pazarlık masasındaki bir başka liderden çok daha avantajlıdır. Öcalan'ın kendisi de pazarlıklara açık olduğunu söylüyor. 'Lüzumundan fazla Kürtçülük yapmak istemiyorum. Dozunu düşüreceğim bu Kürt milliyetçiliğinin' diyor. Böyle pragmatik biriyle işi götürmek devletin işine geliyor olabilir. Geçmişte işine geldi. Ayrıca Öcalan, Güneydoğu'daki rant organizasyonunu yapanların da işine gelmiş olabilir. 1993'teki söyleşimizde, 'Güneydoğu meselesi, Kürt meselesi bir rant, bir para işine dönüştü mü?' diye sordum.

    Ne dedi?

    'Evet' dedi, 'Bu kolay kolay bitmez.' Hatta sohbetimizde daha ötesini söyledi. 'Bu işi ben bitireyim desem, beni bitirirler. Türkiye tarafında en yüksekte buna karar verecek emir noktasındaki insan bu işi bitireyim dese, bitirtmezler, onu bitirirler' dedi.

    Sizin Öcalan'ı MİT bürosunda gördüğünüzü açıklamanızdan sonra Öcalan'dan ya da PKK/KADEK yönetiminden bu konuda bir açıklama ya da yalanlama oldu mu?

    Hayır. MİT'ten de bir şey gelmedi, Zaten ben bunu daha önce de açıkladım. Öcalan-MİT ilişkisi bağlamında Radikal'de üç yazı yazdım.

    Eğer Öcalan MİT görevlisi ise, hangi amaçla PKK'yı kurdu?

    Öcalan MİT görevlisi değil. Ama bir irtibat bir şekilde var.

    Eğer MİT'le irtibatlı biriyse hangi amaçla PKK'yı kurdu peki?

    12 Mart'taki solcu subaylar örgütlenmesi de devletle irtibatlıydı. Halbuki bir darbe çekirdeğiydi orası. Ben 12 Eylül'de Mamak'ta yargılanan önemli birini, seneler sonra Özel Tim'in danışmanı olarak gördüm. Mesela şu da seneler sonra ortaya çıktı ki, bir sol örgütün, PKK değil bu.. Bu sol örgütün yönetim kadrosu yani merkez karar kurulunun tamamı, Emniyet istihbaratı tarafından tayin edilmişti. Böylece o elemandan hem o grupla ilgili bilgi alabilirsin, hem de o kişi üzerinden o grubu etkileyebilirsin. Ama belli noktadan sonra ipleri elinde tutamayabilirsin. Problem de bu noktada kopuyor zaten. MİT'in, Jitem'in, Emniyet'in irtibat kurduğu insanların önemli kısmı sonradan kontrolden çıktı. Çatlı ve Ağca böyledir. Öcalan da belki bunlardan bir tanesidir. Bilemezsiniz... Kontrol edeceklerini zannetmişlerdir, ama hiçbirini kontrol edememişlerdir.





    http://www.radikal.com.tr/haber.php?haberno=93410

    http://img146.imageshack.us/my.php?image=avniozgurelneseduzel1sx5.jpg



    Re: A. Öcalan Hakkindaki Ajanlık İddiaları

    dersim -

    Öcalan MİT'te ofis-boy'du_Sefa KAPLAN


    Öcalan MİT'te ofis-boy'du





    Sefa KAPLAN


    21 Ekim 2003


    Eski DP ve DYP milletvekili Abdülmelik Fırat, Abdullah Öcalan'ın MİT'le ilişkisi olduğunu iddia etti.

    Gazeteci Avni Özgürel'in, Öcalan'ı MİT'te gördüğünü kendisine söylediğini belirten Fırat, PKK'nın 12 Eylül'den önce Türkiye'yi terk etmesinin gerisinde de bu bağlantının bulunduğunu savundu.

    Şeyh Said'in torunu olan eski milletvekili Abdülmelik Fırat'ın hatıraları, gazeteci Ferzende Kaya tarafından ‘‘Mezopotamya Sürgünü'' adıyla kitaplaştırıldı. Anka Yayınları tarafından yayımlanan kitapta, terör örgütü PKK'nın elebaşı olan Abdullah Öcalan'ın MİT'le bağlantısına dair yeni iddialar da yer alıyor. Fırat, bu konuda şunları yazıyor:

    ‘‘Öcalan'ın Kesire isimli karısının babası istihbaratçıydı. Dersim Harekátı'nda epeyce ihbar yapmış. Pilot Necati isimli istihbaratçıyla ilişkisini de kendisi söylemişti. Bütün bunlar gösteriyor ki istihbarat bu hareketi kullanmak istiyordu. Bunu daha sonra Abdullah Öcalan'ın kendisi de anlattı. ‘MİT bizi kullanmak istedi, biz de onları', dedi. Derin devleti çok iyi bilen bir gazeteci olan Avni Özgürel, bir iki sefer benimle röportaj yaptı. Bir gün bana şu anekdotunu aktardı: ‘Öcalan'ın Bekaa'da yaptığı ve dünyanın birçok yerinden gazetecilerin katıldığı basın toplantısına ben de gittim. Karşımdaki adamı başka bir yerden tanıyordum; ama çıkaramadım. O da anladı; yanıma gelerek dedi ki: Ben açıklama yapıncaya kadar, sen yapma. O zaman anladım ki, ben onu MİT'ten hatırlıyorum. Biz öğrenciyken, oraya yardım almaya gidiyorduk, o da oradaydı.' Ondan sonra Öcalan, istihbarat ajanı çıkan eşi Kesire'den, Pilot Necati'den söz etmeye başladı.''

    Fırat'ın iddiaları üzerine görüşlerine başvurduğumuz gazeteci Avni Özgürel, anlatılanların genel olarak doğru olduğunu ama sözü edilen yerin MİT Karargáhı değil, 'Fikir Ajansı' adında, MİT'in milliyetçi kesimi desteklemek üzere kurduğu bir yan kuruluş olduğunu söyledi. Yayınlamayı düşündükleri milliyetçi bir dergiye yardım almak için Fikir Ajansı'na gittiğini ifade eden Özgürel, Öcalan'ın burada ofis-boy'luk yaptığını gördüğünü söyledi. Öcalan'ın sağcı geçmişini inkar etmediğini de vurgulayan Özgürel, bu konuda Mahir Sayın'ın ‘Erkeği Öldürmek' (Zelal Yayınları) kitabında da bilgiler bulunduğunu belirtti. Özgürel, kitapta bizzat Öcalan'ın, 1969'da, Yargıtay Başkanı İmran Öktem'in cenaze namazının kılınmaması için gösteri yapan Büyük Doğu yanlısı sağcı gruplarda yer aldığının altını çizdiğini de hatırlattı.

    DARBEDEN GÜÇLÜ ÇIKAN ÖRGÜT: PKK

    12 Eylül darbesiyle beraber bütün örgütler de sahneden silinmişlerdi. Ama darbeden bir şekilde etkilenmeyen, hatta darbeden dolayı dağılan diğer örgütlerin sempatizan kitlelerini de arkasına alarak, güçlü bir şekilde çıkan bir örgüt vardı, sadece; PKK. Çünkü örgüt yöneticileri 1979 yılı Mayıs ayında Türkiye'den çıkma kararı alarak, Suriye ve Lübnan'a geçmişlerdi. Bu konuda çok sayıda spekülasyon yapılıyor. Özellikle PKK dışındaki Kürt çevreleri tarafından dile getirilen iddialara göre, Öcalan darbeyi önceden haber aldı. Buradan yola çıkılarak, Öcalan'ın işin başından beri devletle irtibatlı olduğu tezi savunuluyor. Gazeteci İsmet G. İmset'in, TDN Yayınları tarafından yayınlanan, ‘‘PKK-Ayrılıkçı Şiddetin 20 Yılı'' kitabında konu detaylı bir şekilde açılıyor. Öcalan ve Cemil Bayık, bu konudaki iddiaların ‘‘uydurma'' olduğunu savunuyor.

    Gittim gördüm

    Radikal Gazetesi'nde ‘‘Geçmiş Zaman Olur ki'' adlı köşesi bulunan yazar Avni Özgürel, Abdullah Öcalan'ı MİT'in yan kuruluşu ‘‘Fikir Ajansı''nda ofis-boy'luk (getir götür işlerine bakan çocuk) yaparken gördüğünü söyledi.

    İlk önce o yazmıştı

    PKK lideri Abdullah Öcalan'ın MİT'le ilişkisi olduğu iddialarını ilk kez merhum gazeteci-yazar Uğur Mumcu dile getirmiş ve bu konuda Cumhuriyet'te pek çok köşe yazısı yazmıştı. Hatta, Apo-MİT ilişkisi konusunda yaptığı araştırmalar hayli ilerlediği için öldürüldüğüne dair iddialar da basında yer almıştı. Mumcu'nun ölümünden sonra Uğur Mumcu Araştırma Vakfı (um.ag) tarafından bastırılan ‘Kürt Dosyası' isimli kitapta da bu konuda bilgiler yer alıyor.





    http://hurarsiv.hurriyet.com.tr/goster/haber.aspx?viewid=326187



    Re: A. Öcalan Hakkindaki Ajanlık İddiaları

    dersim -

    PKK'DA "ÇİP"Lİ TÜRK SİLAHLARI!


    PKK'DA "ÇİP"Lİ TÜRK SİLAHLARI!



    Bülent Orakoğlu'nun Timaş Yayınları'ndan çıkacak 'İhanet Çemberi / PKK'yı Yöneten Türkler' kitabından tartışma yaratacak iddialar içeren bölümler…


    - "Gizli güçler" 12 Eylül'den önce Öcalan'ı Suriye'ye geçirdi!

    Öcalan 12 Eylül 1980 darbesi öncesinde sayıları 50 - 100 olduğu ifade edilen örgüt elemanlarıyla Suriye'ye geçti. Geçti kelimesini özellikle kullanıyorum, çünkü kaçmadı, geçirildi. Darbeyi haber veren "gizli güçler" Öcalan'ın Suriye'deki ilişkilerini ve kamp yerlerini de ayarlamıştı.

    - Türkiye'nin himayesinde Kürdistan

    25 Ocak 1999 günü ABD Dışişleri Bakanlığı'nın Yakındoğu Dairesi Başkan Yardımcısı başkanlığında Pentagon yetkililerinin de bulunduğu heyet, Türk Dışişleri'yle görüşmesinde "Türkiye'nin himayesinde Kürdistan" planını bir kez daha masaya getiriyordu. Plana göre Türkiye, Kuzey Irak'ta oluşturulacak özerk yönetimin "ağabeyliğini" üstlenecektir. Saddam'a karşı ABD harekâtında, Türk Silahlı Kuvvetleri kara gücü olarak işlev görecektir. Buna karşılık Türkiye birlikleri 36. paralelin güneyine inerek Musul ve Kerkük'ü işgal edecektir. Musul ve Kerkük'ün yönetimi Surçi aşiretine verilecek, Kuzey Irak'ta seçimler Türkiye'nin denetiminde yapılacaktır.

    - Talabani'ye verilen silahların PKK'ya gittiği tespit edildi

    1997'de Emniyet Genel Müdürlüğü İstihbarat Daire Başkanlığı görevini üstlendiğim günlerde, daire başkanlığının TSK ile müşterek yürüttüğü gizli bir operasyonla ilgili bilgiye vakıf oldum. Barzani ve Talabani'ye ayrı ayrı silah yardımı yapılıyordu. Devlet içinde az da olsa Talabani'nin bu silahları PKK ile mücadelede kullanmayacağı düşüncesinde olanlar vardı. Bu nedenle, demir aksamının içine çip monte edilen silahlar Talabani'ye ulaştırıldı. Nitekim bir gece operasyonunda PKK içindeki bazı gruplardan bu çipli silahların sinyalleri alınınca, bu gruplara yapılan hava ve kara harekâtları sonucunda Talabani'ye verilen silahların bir şekilde PKK'nın eline geçtiği de kanıtlanmıştı.

    - ABD'den gelen Özel Güç'te kimler vardı?

    1991 yılının mayısında Washington'dan varış noktası Kuzey Irak olan 600 askerden oluşan bir özel tim grubu Türkiye'ye geldi. Söz konusu özel güç ABD'nin çeşitli dönemlerde Vietnam, Lübnan, Panama gibi dünyanın sıcak bölgelerinde kullandığı bir güçtü. Özel Güç Irak'ta altı ay kaldı ve Aralık 1991'de geldiği gibi sessizce Kuzey Irak ve Türkiye'den ayrılarak ABD'deki üssüne geri döndü. Bu özel grupta askerlerin dışında kimler vardı? Irak'a denetimsiz neler soktular? Altı ay boyunca Irak'ın kuzeyinde neler yaptılar? Hangi konularda kimleri eğittiler, ne tür taktikler verdiler?

    - PKK'yı Delta Force eğitti

    ABD ordusu 1991 başında Irak'a saldırıp, Kuzey Irak'ı denetim altına alınca PKK'nın oradaki kuvvetleri ABD'nin denetimine girdi. PKK'yı Kuzey Irak'ta ABD'nin özel kuvveti olan Delta Force eğitti.

    - Çekiç Güç'e karşı çıkan paşalar faili meçhul kurbanı!

    Türkiye ABD'nin Güneydoğu politikalarına ve Çekiç Güç'e karşı çıkan bazı önemli isimlerin birbiri ardına faili meçhul cinayetlere kurban gitmesinin şokunu yaşadı. Güneydoğu'da Asayiş Bölge Komutanlığı yapmış İsmail Selen Paşa 23 Mayıs 1991'de Ankara'da suikasta uğradı ve hayatını kaybetti. Aynı gün Adana Jandarma Bölge Komutanı Tümgeneral Temel Cingöz de Adana'da vuruldu, birkaç gün sonra hayatını kaybetti. Eşref Bitlis'in güvendiği istihbaratçılardan JİTEM Grup Komutanı Ahmet Cem Ersever ve Mustafa Deniz de 1993'te öldürüldü. PKK'nın kuruluşu ve arkasındaki destekle ilgili olarak Eşref Bitlis Paşa ile bir telefon görüşmesi yapan Uğur Mumcu, görüşmeden iki, üç gün gibi kısa bir süre sonra 24 Ocak 1993'te öldürüldü. Eşref Bitlis 17 Şubat 1993'te şaibeli bir uçak kazasında hayatını kaybetti. Tuğgeneral Bahtiyar Aydın da Lice'de 22 Ekim 1993'te Kanas marka profesyonel suikast tüfeğiyle öldürüldü.

    - Albay yönetimindeki bir heyet PKK'nın Avrupa sorumlusuyla görüştü

    28 Şubat sürecinde, MGK içinde kurulu Toplumsal İlişkiler Başkanlığı'nda görevli bir albay başkanlığında bir heyet Brüksel'de PKK'nın Avrupa sorumlusuyla gizlice görüşüyordu. Bu görüşmelerde federasyon, köy koruculuğunun kaldırılması gibi konuların konuşulduğu PKK ile aradaki irtibatın da eski HADEP yöneticisi avukat Selim Okçuoğlu tarafından yürütüldüğü Emniyet İstihbarat Daire Başkanlığı tarafından tespit edildi.

    - 28 Şubat'ta Öcalan'ın bazı askerlerle bağlantıları ortaya çıkarılmıştı

    28 Şubat sürecinde Emniyet İstihbarat Dairesi'nin üzerine gelinmesinin en önemli nedeni Öcalan'ın askeri bağlantılarını ortaya çıkarmasıydı. Bu konuşmalarda görüşmelere katılan askerlerin başındaki kişiden açıkça bahsedilmiyor ancak Genelkurmay'da güçlü bir konumda bulunduğu ifade edilerek bu kişi hakkında sık sık 'bir' tabiri kullanılıyordu. Önceleri bu konuşmalara pek inanmadık. PKK'nın, telefonlarının dinlendiğinin bilincinde, kasıtlı olarak devlet birimlerinin arasını açmak amacıyla bu tür konuşmaları yapabilecekleri değerlendirmesinde bulunduk. Ancak gelişmeler ve teknik takip sürecinde görüşmelerin gerçek olduğunu anladık.

    - Hizbullah Süper NATO'nun eseri

    NATO bir savunma paktı değil, NATO ülkelerini gütme ve gereğinde bölme aygıtıdır. Türkiye'deki Süper NATO güdümlü örgütler, yalnız PKK cinayetlerinden değil yüzlerce insanın Hizbullah emriyle betonlara gömülerek öldürülmesinden sorumludur. (Yeni Ergenekon örgütünün Türkiye'yi sarsan suikastlarıyla da ülke yeni bir 28 Şubat sürecine sokulmak istendi.)




    http://www.yeniaktuel.com.tr/tur104,135@2100.html



    Re: A. Öcalan Hakkindaki Ajanlık İddiaları

    dersim -

    Apo ve Pilot Necati'nin sırrı ne?



    Apo ve Pilot Necati'nin sırrı ne?

    Pilot Necati Kaya, terörist başı Abdullah Öcalan'ın iddia etitği gibi TSK'da görev yaptı mı? 1994 yılında Meclis'ten yaka paça atılan DEP'li vekillerden 4'ünü kim serbest bıraktırdı? MİT'ten Baki Tuğ'a 'Apo'yu bırak' mesajı geldi mi?

    Öcalan hakkında bilinmeyenler 17 / 07 / 2008 17:08



    Apo ve Pilot



    Ergenekon’un Kürt tetikçileri Türkiye, geciken bir tartışmayı, hesaplaşmayı yaşıyor. Avrupa, ABD kökenli gladyoyu bağrından söküp atalı yıllar oldu. Türkiye’de ise durum bir muammma,

    Ümraniye’de bir gecekonduda bulunan bombaların ardından başlayan derin süreçte henüz son söz söylenmedi. Karşılıklı çekilen kılıçların, düelloya dönüşmesini beklemek nafile...

    At izinin, it izine karıştığı bu günlerde, her yol Ergenekon adı verilen ve bir birine benzemeyen kişilerin oluşturdukları iddia edilen bir yapıya çıkartılıyor.Bu bilinçli bir tercih mi,yoksa gölgesini kovalayan bir başka yapının psikolojik harp stratejisinin uzantısı mı görülecek davada ortaya çıkacak!

    Her tartışmada olduğu gibi, badireli yolda önemli kilometre taşlarından biri PKK ve Abdullah Öcalan! Abdullah Öcalan derinliklerin neresinde? Öcalan’ı yanında çayçı olarak çalmıştıran ve Milli İstihbarat Teşkilatı’nın yan kuruluşu olduğu öne sürülen Türkiye Fikir Ajansı’nın sahibi Refik Korkud (Yiğitbaş) kim, şimdi ne yapıyor?

    Peki Öcalan’ın PKK’nın kuruluşunu finanse ettiğini öne sürdüğü ve yüzbaşı rütbesi ile Türk Silahlı Kuvvetleri’nde görev yaptığını açıkladığı Ağrılı Pilot Necati Kaya, kimin adına derin ilişkilere girdi.Pilot Necati Kaya’nın oğlu İlker Kaya babası ile ilgili hangi bilgileri teyit etti, hangilerini yalanladı.

    12 Mart’n ünlü savcısı ve Devlet eski Bakanı Baki Tuğ, Abdullah Öcalan’ın serbest kalmasında bir ihmali var mı? Kaçncı cumhurbaşkanının oğlu da Abdullah Öcalan’ın elebaşısı olduğu eyleme katıldı, ancak gözaltına bile alınmadı. 9’uncu Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel, Abdullah Öcalan için ne dedi...

    Merhum gazeteci yazar Uğur Mumcu’nun iddia ettiği gibi Abdullah Öcalan’ın yargılandığı Şafak Bildirisi davasında Milli İstihbarat Teşkilatı’ndan savcı Baki Tuğ’a “Öcalan,elemanımızdır” mealinde bir not gelmiş miydi.

    Ve Pilot Necati Kaya, Öcalan’ın iddia etitği gibi TSK’da görev yapmış mıydı? 1994 yılında Meclis’ten yaka paça atılan DEP’li vekillerden 4’ünü kim serbest bıraktırdı?

    Bu soruların yanıtlarını Gazeteci –Yazar Necdet Pekmezci’nin kaleme aldığı ve Sliüet yayınları tarafından yakında piyasaya sürülecek olan “Apo ve Pilot- PKK’nın MİT’olojik tarihi” adlı kitapta bulacaksınız..





    Kitaptan bazı bölümler şöyle:

    Refik Korkud MİT elemanı

    Refik Korkud’un MİT ile irtibatlı olduğu düşüncesini sadece Avni Özgürel taşımıyor. MHP ya da milliyetçi çevrelerde Refik Korkud, tanınan bilinen bir isim. Ne hikmetse herkes susmayı tercih ediyor. Ortada bir sütoğlanlık hali var.

    Baki Tuğ, bir adım daha ileri giderek Refik Korkud’un sendikacılık konusunda uzman olduğunu ve bu konularda Tercüman gazetesinde zaman zaman yazılar yazdığını anlatıyor:
    “Sanıyorum ki, Refik Korkud MİT’tendi. MİT İle irtibatlıydı.”

    Refik Korkud faslını burada kapatıyoruz.

    MİT Günaydın Apartmanı’nı Sakladı

    Öcalan, polisin Günaydın apartmanını keşfettiğini ve yakalanmasına ramak kala burayı terk ettiğini anlatıyor. Anlattıkları safsata. Çünkü 1977–1981 yılları arasında Diyarbakır’da siyasi şubede PKK masasında görev yapan Komiser Mehmet bey, Öcalan’ın kaldığı daireden yıllar sonra haberdar olduğunu anlatıyor:

    “Bu sırada siyasi şubede PKK masasında üç kişi vardı. Bu üç kişinin en önemli özelliği Kürt kökenli olmalarıydı. İyi derecede Kürtçe biliyorduk. Bölgenin gelenek ve görenekleriyle yetişmiştik. Vatandaş ile sağlıklı diyalog kuruyorduk. Fakat ekipte sadece üç kişi vardı. Değil Günaydın apartmanına baskın yapmak, öyle bir yerin varlığından bile haberdar değildik. Yıllar sonra Mahir Sayın’ın “Erkeği Öldürmek” adlı kitabında PKK hakkında ne kadar az şey bildiğimizi üzülerek öğrendim.

    Bilmediklerimden birisi de Günaydın apartmanıydı. MİT ile de koordineli çalışıyorduk, ama belli ki böyle bir bilgiyi bizden saklamışlar!”

    Eylemci Korutürk

    12 Mart’ın Abdullah Öcalan’ın derinleşmesinde katkısı büyük. Ali Haydar Kaytan’a göre, Abdullah Öcalan, Kürdistan Sömürgedir tezini Mamak Cezaevi’nde geliştiriyor ve ardından da Türk solunu dışlayan ayrı bir örgütlenmeye yöneliyordu.

    Abdullah Öcalan’ın Şafak Bildirisi’ni dağıtma suçundan beraat etmesi, hem kendinin hem de Türkiye’nin kaderini değiştiriyordu.

    Yasadışı gösteriye katıldıkları gerekçesiyle uzun yıllar cezaevinde kalan, yaşamları başka çizgiye savrulan çok sayıda öğrenci vardı. Abdullah Öcalan gibi derin şanslılarda.

    Gösteriye katıldığı halde şanslı öğrencilerden olan ve yargı önüne çıkmayan bir isim daha vardı. H. Selah Korutürk de SBF’de düzenlenen gösteriye katılanlar arasındaydı.

    Ali Haydar Kaytan, “Anılarla Abdullah Öcalan- Güneşin Sofrasında-1” adlı kitabın 37’nci sayfasında Kızıldere protestosunu ve Hüseyin Selah Korutürk’ün eyleme katılanlar arasında olduğunu anlatıyordu:
    ” …Bütün öğrenciler dışarı çıktılar. O dönem Fahri Korutürk’ün oğlu bizim okuldaydı. Şu anda da sanırım dışişleri bakanlığı’ndadır. O da boykota katıldı. “

    Demirel, “Keşke Tuzluçayır’da öldürülseydi”

    Süleyman Demirel, 40 yıla yakın Türk siyasetinde var, hala da etkisini sürdürüyor. Muhtıra, darbe gördü. 7 kere gitti sekiz kere geldi. Son olarak Çankaya Köşkü’nden Güniz Sokağa döndü.

    12 Mart muhtırasından canı yananlardan biri de Süleyman Demirel. Her aklına geldikçe, canını sıkan bir olgu muhtıra. İktidardan uzaklaştırılmasının acısını bir türlü unutamadı, unutturmadı. Asılanlar, işkenceden geçenler, sakat kalanlar, öldürülenler unutuldu ama Demirel, 12 Mart’ı bir türlü unutmadı.

    Abdullah Öcalan’ın 12 Mart muhtırasından sonra yükselen grafiğini de yakından bilen bir isim Demirel. 1980 yılların sonunda Süleyman Demirel’den çok Abdullah Öcalan ve PKK konuşuluyordu. Güniz Sokak her zamanki gibi hareketliydi. Demirel, alelade konuklarını büyük salonda ağırlıyordu. Sır paylaşmak istediklerini ise hemen karşısında bulunan küçük odada konuk ediyordu.

    1989 yılında küçük odanın sadece bir tek konuğu vardı. Demirel, bu şahsı karşısına aldı ve uzun uzun PKK’nın eylemlerinden ve ülkeye verdiği zararlardan söz etti. Konuşmasının sonunda ise ağzındaki baklayı açığa çıkardı:

    “Abdullah Öcalan’ın İstanbul’dan Ankara’ya gelmesine keşke izin verilmeseydi. O zamanlar Dev-Genç’i bölmek için böyle bir yol izlendi… Kürt gençlerini Marksistlerin elinden kurtarmak ve Dev-Genç bölünmek istendi. Bunda başarılı olundu olunmasına ama Abdullah Öcalan yağdan kıl çeker gibi kaydı gitti. Keşke Tuzluçayır’da öldürülseydi!”

    DEP’e “Derin” Müdahale

    Doğu ve güneydoğundan sıra sıra bayrağa şehit tabutları geliyordu. Hanelerden feryat yükseliyor, gidişattan sorumlu olanlar ellerinin altındaki Demokrasi Partisi’ne(DEP) uzanıyordu.
    Dönemin Başbakanı Tansu Çiller, ortağı SHP Genel Başkanı Murat Karayalçın’ın mutedil davranmasını fırsat belleyerek Meclis’teki DEP’lileri eşkıyanın işbirlikçisi ilan ediyordu.

    Çiller’in çıkışı, Meclis’te 2 Mart 1994 tarihinde olağanüstü hal yaşanmasının yolunu açıyordu. Bu tarihte DEP milletvekilleri Orhan Doğan ve Hatip Dicle 2 Mart 1994′te Türkiye Büyük Millet Meclisi’nden çıkışta sivil polisler tarafından gözaltına alınıyordu. Hele Orhan Doğan’ın gözaltına alınması psikolojik harp manevrası kokuyordu. Polisler, bir vekili ensesinden tutarak aracın içine sokuyorlardı

    Aynı gün TBMM’de yapılan oylamada DEP milletvekilleri Orhan Doğan, Hatip Dicle, Leyla Zana, Ahmet Türk, Sırrı Sakık ve bağımsız milletvekili Mahmut Alınak’ın dokunulmazlıklarını kaldırılmış ve Ankara 1 Nolu Devlet Güvenlik Mahkemesi, Kürt milletvekilleri hakkında “derhal sorguya alma” emri veriyordu.

    Orhan Doğan ve Hatip Dicle’nin ardından 4 Mart 1994′te Leyla Zana ve diğer milletvekilleri gözaltına alınıyor ve 17 Mart’ta Ankara Merkez Kapalı Ceza ve Tutukevi’ne konuluyorlardı

    16 Haziran 1994′te Anayasa Mahkemesi, 7 Mayıs 1993′te kurulan Demokrasi Partisi’nin kapatılmasına ve 5′i cezaevinde bulunan 13 milletvekilinin tümünün dokunulmazlığının kaldırılmasına karar veriyordu. 1 Temmuz 1994′te Selim Sadak da gözaltına alınıyor ve 12 Temmuz’da da tutuklanıyordu. 3 Ağustos 1994’te tutuklu bulunan 6 eski milletvekiliyle başlayan DEP, 8 Aralık 1994′te sonuçlanmıştı

    Mahkeme sonunda Diyarbakır milletvekilleri Hatip Dicle ve Leyla Zana ile Şırnak milletvekilleri Orhan Doğan ve Selim Sadak, Türk Ceza Kanunu’nun ‘yasadışı örgüt üyeliği’ fiilini düzenleyen 168-2 ve 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanunu’nun ceza artırımını öngören 5. maddesi uyarınca, Devlet Güvenlik Mahkemesi tarafından 15′er yıl ağır hapis cezasına çarptırıldılar.

    Yargıtay 9’uncu Ceza Dairesi, Leyla Zana, Hatip Dicle, Orhan Doğan ve Selim Sadak'ın 15'er yıl, Mahmut Alınak ve Sırrı Sakık’ın 3'er yıl 6'şar ay hapis cezasını onayladı. Alınak ve Sakık cezaevinde yattıkları sürerek göz önünde bulundurularak tahliye ediliyorlardı.
    Yine aynı kararda cezaları bozulan Ahmet Türk ve Sedat Yurttaş da tahliye ediliyorlardı.

    Buraya kadar yazılanlar DEP’in de Türkiye’nin de resmi tarihiydi. İşin bir de gayrı resmi yanı vardı.

    Öveçler semtindeki mütevazı büroda sohbet yine derinliklerdi; DEP davasının üzerinden 14 yıl geçmişti, AB süreci vs derken hükümlü DEP’liler de çoktan tahliye edilmişlerdi.

    Tesadüfen büroda bulunan R. derin ilişkileri anlatırken DEP davası ve tahliye sürecine dikkat çekiyordu. Anlattıkları derin tarihe ters düşmeyen cinstendi. Sürecin içinde yer aldığını üzerine basa basa tekrarlıyordu. DEP davasına “derin” müdahalenin olduğunu usul usul anlatıyordu. Özellikle tahliye olan kişilerle ile “derin” müdahalenin yapıldığını söylüyordu.

    Mahkeme ve Yargıtay aşamasında tahliye edilen şahısların bu derin müdahaleden bilgisi var mıydı yok muydu, R. bu konuda fikir yürütmüyordu. Müdahalenin içsel de dışşal da olabileceğini özellikle vurguluyordu:

    “DEP davasına dışarıdan müdahale edildi. Özellikle belli kişilerin tahliye edilmesi için birileri devreye girdi. Tahliye edilen kişilerin bu müdahaleden bilgileri var mıydı yok muydu bilemem! Bildiğim şey, yargılama sürecine müdahil olunduğu.”

    R’nin iddiaları mühim, kendisi de yabana atılacak biri değildi. Yargı çevrelerini iyi tanıyordu. İsim vermese de yaşadıklarını, tanıklıklarını anlatıyordu:

    “DEP davasının sonlarına yaklaşılırken akşam saatlerinde evimin telefonu çaldı. Karşımda davanın bir sürecinde görev alan arkadaşım vardı. Sesi telaşlıydı. Kendisine telefon edildiğini ve DEP davasında yargılanan bazı isimlerin tahliye edilmeleri konusunda ricacı olunduğunu söylüyordu.

    Arkadaşıma telefonda belli isimler konusunda kolaylık sağlanması ricasında bulunulmuştu.
    Yılların hukuk adamı böyle bir teklif karşısında telaşlı ve şaşkındı. Ne yapacağına karar veremiyordu.

    Ben de kendisine ‘bu işler telefonla olmaz. Yarın gelsinler sizi ve arkadaşlarınızı ziyaret etsinler. Tanışın, kimdirler, ne istiyorlar sorun’ tavsiyesinde bulundum.

    Arkadaşım bu tavsiyem üzerine söz konusu telefonu aramış ve şahısları davet etmiş. Ertesi gün, müdahil şahıslar ziyarete gelmişler. Ellerinde çiçekler ve çikolata ile. İsteklerini yinelemişler. Onun ardından da diğer gelişmeler yaşanmış”
    R’nin iddiaları yabana atılır türden değil! Derinlikler söz konusu olduğunda sır ve sırrın sahibi kim belli olmuyor.

    İlker Kaya babasını anlattı

    Yazdıklarımı unutun; yazılanlarını unutun. Sıfat ve zamirleri; “derin” ve “sığ” devleti, unvan ve sanları bir yana bırakın.

    Emek 8’inci Cadde; çokça aşklara tanıklık etmiş, çokça da ihanetlere; kim bilebilirdi ki tarihe de tanıklık edeceğini...

    Tarih tanık ister, tarihin adam sayılmasının yolu bu; tanık yoksa tarih de yok

    Pilot Necati Kaya’da bir tarih; tarihin bir tanığı var; Muhammet Kutlu ve İlker Kaya...
    İstifham ve sorular katar katar ...
    Ancak herşeyin bir nihayeti var.

    Sır dökülüyor

    Dün sır olan, bugün sır olmaktan çıkıyor.
    Bir mekan ve bir masa; üç sandalye ve üç insan...
    İstifham dolu üç suret, üç meraklı ve cüretli üç adam...
    Havada insan kokusu, havada insan korkusu, havada insan mütereddetliği...
    Farklı zaman ve farklı mekandan üç insan...
    Farklı farklı korkuyor, farklı farklı soluyor...

    Pilot Necati Kaya var mıydı, yaşamış mıydı, mezardaki Pilot Necati Kaya mıydı?
    İlyas Aydın kimlikli şahıs Necati Kaya mıydı?
    Farklı üç baş ve farklı üç yüreğin yanıtını aradığı soruları saymanın bir izahı var; soruları uzatmak da mümkün; korkaklıkları da...

    Korku da insana dair; insana dair olmayan kalleşlik;kaçmak, ihanet...
    İhanet de insana dair demek de mümkün; ki mümkün olmamalı...
    Mümkünsea; insanlık yok hükmünde sayılmalı...
    Oysa tarih yazılıyor, tarihin yazıldığı ve yapıldığı yerde olmamak kötüsü, en kötüsü de orda olacağı sözünü vermek, ancak olmamak.
    Bir tarih yazılıyor, bir tarih yapılıyor; neyse ki tanıklar var; Muhammet Kutlu ve İlker Kaya...
    Muhammet Kutlu tarihin tanığı; İlker Kaya, tarihten arta kalan...
    İlker Kaya; malum ki, Pilot Necati Kaya’nın oğlu.
    İlker Kaya, ki onun ki uzun bir suskunluk; haniyse bir yaşam; susmaya tembihli bir ömür...

    “Babam adam gibi adammış” diyor İlker Kaya; bu tanımı; iki yaşında yetim kalmışlığının acısı ve hıncı olarak mı saymalı; yoksa yok sayılmanın, yok saymanın isyankarlığı ile mi ihzah etmeli..
    Hangisi ile izah ederseniz edin;İlker Kaya, canıyla kanıyla konuşuyor...
    Diyor ki “Babam; ki babam dediği adam İlker Kaya, malum olduğü üzere PKK’nın kurucusu, PKK’nın finansörü. Öyle yenilir yutulur cinsten bir adam değil.
    Birbir anlatıyor, yeminli, zoraki suskunluğun soluğu.
    Badirelerin ve yok sayılmışlıkların nefesi, sesi; aynıyla vaki bir silüet!

    İlker Kaya’ya göre;babası Necati Kaya” Adam gibi adam” aksini iddia etmek kimin haddine.
    Öyle kabul etmeli ve öyle de saymalı...

    Ve üstüne basa basa “babam” diyor İlker Kaya, “sivil”di yani “astsubay, subay vs” değildi.
    “Babamı askerde aramayın, arıyorsanız, sivil istihbarat teşkilatında arayın”
    Belli ki babası Necati Kaya’ya haksızlık edildiğine inanıyor."




    cafesiyaset.com (özel)







    http://img135.imageshack.us/my.php?image=919631307bp5.jpg





    http://www.cafesiyaset.com/haber/20080717/Apo-ve-Pilot-Necatinin-sirri-ne.php



    Re: A. Öcalan Hakkindaki Ajanlık İddiaları

    dersim -

    PKK'yı kurması için Öcalan'a para verildi_yenisafak



    PKK'yı kurması için Öcalan'a para verildi


    PKK'nın, Ergenekon'la bağlantısına geniş yer verilen iddianamede 'Oğuz' adındaki bir özel kuvvetler görevlisi ile Öcalan'ın avukatı arasındaki konuşma aktarılıyor. Buna göre, Öcalan yakalandığında uçakta ona 'Memlekete hoş geldin' diyen görevli 'Pilot Necati' idi. Bu isim Öcalan'ın '1970'lerde devletin kendisini kontrol etmek için görevlendirdiğini iddia ettiği kişi' olarak biliniyor. 'Oğuz', avukata, "Bu ilişkiyi kabul etmeye kamuoyu hazır değil. Örgütü kursun diye Öcalan'a 10 milyon lira verildi" diyor. İddianamenin 104. sayfasında, Ergenekon'un amacının PKK'yı kontrol altına almak olduğu aktarılıyor. İddianamede, ele geçirilen bir belgede 'Oğuz' adını kullanan bir özel kuvvetler komutanlığı görevlisi ile Öcalan'ın avukatı arasında geçen konuşmanın çözümleri bulunuyor. İşte Özel Kuvvetler Komutanlığı görevlisi ile Öcalan'ın avukatı arasındaki konuşmanın dökümünden özet bölümler şöyle:




    Oğuz: İmralı'da bir tuğgeneral arkadaşımız var. Öcalan ile sorgu şeklinde olmayan görüşmeler yapıyor. Ve Genel Komutanlık'a rapor veriyor. Öcalan, dışarıdaki arkadaşlarının bir girişim başlatmak için hazır olduğunu belirtmiş.

    Avukat: Biz sorunun esas çözüm yerinin Genelkurmay olduğunu biliyoruz. Abdullah Öcalan da bize, sorgusu sırasında çok birikimli, donanımlı subaylarla tanıştığını söyledi.

    Oğuz: Açıktan ilişki olmaz. Bu ilişkiyi kabul etmeye kamuoyu henüz hazır değil. Semdin Sakık'la da ilişkimiz vardı. Çok iyiydi. Yeşil kanalıyla silah alış verişi yapanlar da vardı. Öcalan yakalanmasaydı, TSK içinde büyük sorun çıkacaktı. Çünkü komutanlardan bir grup, PKK'ya silah sattı, uyuşturucu trafiğini birlikte yürüttü. Gece görüş dürbününe varıncaya kadar askerî malzeme satışı yapanlar ortaya çıkarıldı. Öcalan bunları iyi bilir. Öcalan gözlerini açtığında uçakta ona 'Memlekete hoş geldin' diyen de pilot Necati idi. Başından beri girdiği ilişkileri biliyoruz. Örgütü kursun diye Öcalan'a 10 milyon lira verildi. Öcalan'a siyasilerden elçi gönderdik onları tartakladı. Cemil Bayık'la birlikte Melik Fırat'ı, tartaklayarak geri yolladı.

    27.07.2008




    http://img529.imageshack.us/my.php?image=gpkk5571a0d715711c127bydu6.jpg

    http://yenisafak.com.tr/Gundem/?t=27.07.2008&i=131287



    Re: A. Öcalan Hakkindaki Ajanlık İddiaları

    dersim -

    İbrahim Güçlü_HAKKINDA YAZILANLAR_Hasim Söylemez



    İbrahim Güçlü

    -----------------------------------------

    HAKKINDA YAZILANLAR

    Kürtler arasındaki mutabakatı hep Apo bozdu
    Haşim Söylemez –
    h.soylemez@aksiyon.com.tr –
    Aksiyon Sayı: 730 - 01.12.2008

    30 yıl önce varlığını ilan eden PKK’nın karanlık tarihi ilginç olaylarla dolu. Bundan 28 yıl önce örgütün silahlı çatışmayı bırakması için gizli bir protokol imzalandığı ortaya çıktı. Üçlü zirvede yazar Mehmet Uzun ve Celal Talabani de hazır bulundu.

    Terör örgütü PKK’nın kuruluşunu ilan ettiği Fis toplantılarının üzerinden 30 yıl geçti. Burada alınan silahlı mücadele kararından itibaren Doğu ve Güneydoğu hep geriye gitti. İnsanlar öldü, göçler başladı ve Kürtlerin öz kimlikleri yok edildi. Bu süreçte PKK da kendisi için bir ‘tarih’ oluşturdu; efsane benzeri anlatımlarla örgüte âdete bir kimlik verildi. Ancak bu tek yanlı tarih aktarımıydı. Çünkü hayatta olan ilk tanıkların anlattıkları, oluşturulan sahte tarihin büyüsünü bozuyor. Bu tanıklardan biri de İbrahim Güçlü.

    Aksiyon dergisi 726’ncı sayısında Ala Rizgari’nin liderlerinden İbrahim Güçlü’nün iddialarını ‘Ergenekon dünkü çocuk, Öcalan derin devletin adamıdır’ başlığı ile haberleştirdi. Bunun üzerine Kürt çevrelerinde yeni bir tartışma başladı. ‘Abdullah Öcalan derin devletin adamı ise onunla fotoğrafları bulunan İbrahim Güçlü de aynı odakların adamıdır’ yorumları yapıldı. Hatta bazı okurlar bu eleştiriyle yetinmeyip Güçlü Kürdistan Yurtseverler Birliği (KYB) Başkanı Celal Talabani ve Öcalan’ın bir masada oturmuş fotoğraflarını gönderdi. Bunun üzerine Güçlü’ye bu fotoğrafların sırını sorduk. O da bu vesileyle gizli kalmış bir olayı ilk kez açıkladı. Ayrıca Güçlü başından beri Öcalan ile geçmişte görüştüğünü inkâr etmiyordu. Meğer o fotoğrafın anlamı da günümüze yansıması açısından çok büyükmüş. O görüşmede karara bağlanan konular hayata geçirilmiş olsaydı belki de PKK bugün terör estirmeyecekti.

    Şam’da yapılan ve şu ana kadar açıklanmayan üçlü zirvenin hikâyesi aslında yıllar öncesine dayanıyor. Devrimci Doğu Kültür Ocakları (DDKO) ve diğer Kürt hareketi etrafında toplanan Kürt gençleri, 12 Mart’ta tutuklanmış ve uzun süreli cezalar almıştı. Gençlerin önemli bir kısmı 1974’te cezaevinden çıktı. Cezaevi sürecinde daha da bilenen gençler, yeni hareketler başlattı. Rizgari, Özgürlük Yolu Kawa, Türkiye Kürdistan Demokrat Partisi (T-KDP) ile kitleleri etkilemeye çalıştılar. Abdullah Öcalan bu dönemde adı geçen büyük hareketlerin hiçbirinde yoktu. Daha sonra Ankara Yüksek Öğrenim Derneği (AYÖD) içinde yer aldı. Başta bir hemşehricilik örgütü olarak kurulan AYÖD bu sırada diğer Kürt gruplarıyla irtibata geçti. Sonraki dönemlerde güçlenerek Ulusal Kurtuluş Ordusu (UKO) etrafında örgütlendi. Bu da biçim değiştirdi ve 27 Kasım 1978’de PKK olarak türedi. PKK’nın o dönemde tek bir hedefi vardı: Bütün Kürt hareketlerini düşman belleyip onlara yönelik operasyonlar yapmak. İbrahim Güçlü’ye göre, PKK, devletten önce bir iç savaş projesi geliştirmişti bu kararla. Çünkü, diğer Kürt hareketlerini hedef seçmekle kalmamış, aynı zamanda onları ‘hain’ ilan etmişti. Bunun için şeyhleri, ağaları ve aşiretleri de karşısına almıştı.

    İbrahim Güçlü, o günlerle ilgili ilginç iddialar dile getiriyor: “1974’ten sonra Kürtler farklı bir yöntemle hareket ediyor, silahlı mücadeleyi ikinci planda tutuyordu. Dernekleşip yayınevi açıyor, demokratik yollardan mitingler düzenliyordu. Devletin bazı güçleri ise bunu engellemek istiyordu. Aleni şekilde bu insanları yok edemezdi. Bu yüzden aynı güçler, kafasında tasarladıklarını PKK’ya yaptırdı.”

    Bölgede cinayetler işleyen örgüt tam bir kaos ortamı oluşturdu. Özellikle PKK-Kürdistan Ulusal Kurtuluşu (KUK) çatışmasında insanlar ölüyordu. Çatışmaların yoğun olarak yaşandığı Siverek’te 800 kişi ölürken nüfus dengesi de altüst oldu. 1979’da 60 bin nüfusu olan Siverek büyük göç verdi ve nüfus 29 bine kadar indi.

    İbrahim Güçlü bu dönemde devlet içindeki bazı odakların PKK eliyle cinayetler işlediğini, bölgeyi parçalattığını ve 12 Eylül’e zemin hazırladığını anlatıyor. İlginç bir tespitini de şöyle aktarıyor: “Devlet içindeki güçler el altından piyasaya silah sürerdi. Çatışma ortamında silah ve mermi fiyatlarının artması gerekirdi. Ancak tam tersini yaşadık. Siverek’te çatışmalar şiddetlendikçe silah ve mermi fiyatı düşer ve onları bulmak kolaylaşırdı. Hilvan’da da aynı durum vardı. Çatışmalar yavaşladığında ise tam tersi olur, silah fiyatları artardı. Bir tuhaflık vardı ve biz buna şaşırıyorduk. Biz de kendimizi savunmak için silahlanmıştık. Diğer gruplar da silahlıydı. Ancak şiddeti PKK sürdürüyordu.”

    APO, MEHMET UZUN VE CELAL TALABANİ ANLAŞTI

    Abdullah Öcalan 1979’da yurtdışına çıktı. Önce Lübnan’a ardından da Suriye’ye gitti. Orada Filistin güçleri, Kürdistan Demokrat Partisi (KDP) ve Kürdistan Yurtseverler Birliği (KYB) ile ilişkiye geçti. O dönemde Kuzey Iraklı Kürtlerle diğer Kürt hareketlerinin bağlantısı vardı. PKK henüz güçlü bir örgüt olmamasına rağmen silahla terör estiriyordu. Bu durum ‘devletin bir birimiyle irtibatlı’ olduğu eleştirilerine yol açıyordu. PKK, Kürtlerin gözünde meşruluğunu kabul ettirmek için Celal Talabani liderliğindeki KYB ile irtibata geçmek istiyordu. KYB’den onay alıp Talabani’nin Lübnan, Suriye ve bölgedeki ağırlığından faydalanmayı ve buralarda yer tutmayı planlıyordu. Bunun üzerine Talabani daha sıkı ilişkiler içinde olduğu Ala Rizgari grubuna PKK’yı sordu. KYB’ye PKK hakkından bilgiler verildi. Talabani de bölgedeki kaosun Kürtlere zarar verdiğini düşünmeye başlamıştı. Bu sebeple Ala Rizgari, PKK ve KYB arasında üçlü görüşmelere başlandı. 1979 yılının sonlarından yapılan görüşmelerde PKK’nın, düşman ilan ettiği diğer örgütlere özellikle KUK’a saldırmaktan vazgeçmesi gerektiği üzerinde duruldu. Bu süreçte Öcalan çatışmaların bitirileceği sözünü veriyordu. Ala Rizgari ve Celal Talabani, bunun sözde kalmaması gerektiğini belirtip çatışmaların sona erdirildiğini beyan eden bir işbirliği protokolü imzalanmasını istedi.

    Bu vesile ile 7 Ağustos 1980’de Şam’da PKK, Ala Rizgari ve KYB temsilcileri bir araya geldi. Uzun görüşmelerden sonra üçlü arasında bir protokol imzalandı. PKK adına Abdullah Öcalan Ali Fırat kod adıyla; Ala Rizgari adına yurtdışında yaşayan Kürt yazar Mehmet Uzun, M.Ferent Baran mahlasıyla; KYB adına ise Celal Talabani kendi ismiyle protokolü imzaladı. Protokolün birer kopyası taraflara verildi.

    Ala Rizgari grubuna verilen nüsha hâlen İsveç’te saklanıyor. Ancak olayın birinci tanığı olan İbrahim Güçlü isteyene belgeyi verebileceklerini ilan ediyor. Bu protokole göre, PKK düşman ilan ettiği Kürt hareketlerine yönelik şiddete son verecek, Kürtler arasında bir ittifak sağlanacak, en önemlisi PKK eylem yapmayacak ve silah bırakacaktı. Çünkü Kürtler o dönemde öncelikli olarak siyasi bir hareket tarzı benimsemişlerdi. PKK, düşman ilan ettiği Kawa, Ala Rizgari, KUK gibi 8 örgüt ile 7 sol örgüte karşı düşman tavrını bitirecekti. Örgütlerin isimleri protokolde tek tek sıralandı. Ancak anlaşma imzalandıktan kısa süre sonra Öcalan buna uymayacaklarını duyurdu. Ardından 12 Eylül süreci başlayınca her şey akim kaldı.

    İbrahim Güçlü, Ergenekon davasına da değinerek olayları şimdi daha iyi anladıklarını, Öcalan’ın başka güçlerle hareket ettiğini kavradıklarının altını çiziyor: “Çatışmalı ortam sona erecekti. Kürtler haklarını daha iyi ve birlikte isteyeceklerdi. Bölgeden Batı’ya zorunlu göçler olmayacak, köyler boşaltılmayacaktı. Ancak PKK başkasıyla hareket ettiğini belli etmiş oldu ve bölgede tam bir kaos ortamı oluştu. Biz silahlı mücadele zamanı olmadığını söylüyorduk. Talabani de bize destek veriyordu. PKK ise ısrarla silahlı propaganda yaptığını söylüyordu.”

    TALABANİ VE BARZANİ, TÜRKİYE’YE BAĞLI FEDERASYONU KABUL ETMİŞTİ

    PKK üçlü anlaşmayı bozduktan sonra şiddet eylemlerine devam etti. Ancak 1993’e gelindiğinde tekrar silah bırakma kararı alınarak ateşkes ilan edildi. Bu kararın alınmasına Talabani öncülük etmişti. Kararın açıklandığı basın toplantısında Celal Talabani, Abdullah Öcalan, Kemal Burkay, Ahmet Türk, Suriye Kürdistan Demokrat Partisi Başkanı Hamreş Reşo ve Ruşen Aslan vardı. İbrahim Güçlü’ye göre, önemli gelişmeler olacaktı. Bütün Kürtleri kapsayan bir federasyona rahmetli Turgut Özal da ‘evet’ demişti. Bu yapının içine Irak’taki Kürtler de dâhildi. Hatta Celal Talabani ve Mesut Barzani bu taleplerini Özal’a sunmuştu. Güçlü bu konuda şunları anlatıyor: “Ben Talabani’nin bu görüşünü Özal’a aktardığını biliyorum. Bu yapı ile Özal aynı zamanda Kürtler arasında birliği sağlamış olacaktı. Bu nedenle PKK’nın silah bırakmasını ve ateşkese devam etmesini hepimiz istemiştik. Ancak bu çabalar boşa çıktı. ‘33 asker olayı’ (Bingöl’de 33 erin şehit edilmesi) çıkınca her şey sona erdi..

    APO, ‘33 ERİN KATLİAMI’NI KINAMADI

    Hemen Abdullah Öcalan’dan bu olayı kınamasını ve sorumluları bulup cezalandırmasını istedik. Hamreş Reşo, Öcalan’la görüştü. Ancak Öcalan olayı kınamayacağını söyledi. Zaten ardından da BBC’ye ‘meşru müdafaa hakkını kullandıklarını’ söyledi. Şemdin Sakık örgütten ayrıldıktan sonra Öcalan, bu olayı onun üstüne attı. Hatta Genelkurmay’a hitaben ‘siz ne biçim Kemalistsiniz, 33 askerinizi öldüren adam Kuzey Irak’ta geziyor, siz oturuyorsunuz’ demeye başladı. Öcalan kendisini temize çıkarmak istedi.”

    DEP, ORTAK PARTİ OLACAKTI

    İbrahim Güçlü’nün verdiği bilgilere göre, Halkın Emek Partisi’nin (HEP) kapatılması gündeme geldiğinde Kürtlerin yeniden parti kurması söz konusuydu. Bu bütün Kürtleri kapsayan ortak bir parti olacaktı. Ateşkes sürecinin içindeki projelerden birisi de buydu. Partide PKK’dan gelen birisi başkan olmayacak ve şahinler yönetimde yer almayacaktı. Yöneticiler, özgürlük isteyenlerden seçilecekti. PKK’nın baskısı veya müdahalesi olmayacaktı. Öcalan bunu da kabul etmişti. Partinin başkanı da bütün Kürtlerin kabul ettiği bir isim, Şerafettin Elçi olacaktı. Güçlü bu projenin de 33 erin şehit edilmesiyle suya düştüğünü aktarıyor: “Yalnız konuyu daha Elçi’ye açmamıştık. Ancak 33 asker olayı sebebiyle bu proje hayat bulamadı. O hadise olmasaydı Demokrasi Partisi (DEP) başında Şerafettin Elçi olacaktı.”
    xxxx

    Yeni DTP yolda


    -------------------------------------------


    HAK-PAR’ın kurucusu İbrahim Güçlü partisinden istifa etti. Güçlü 'Bütün Kürtleri temsil eden yeni oluşum başlatacağız. ' dedi. Güçlü, PKK terör örgütü ve Demokratik Toplum Partisi(DTP)’nin Bölgede ve Türkiye’de demokratik bir yere sahip olmadığını belirtti.

    Hak ve Özgürlükler Partisi (HAK-PAR) Korucularından İbrahim Güçlü, partinin kuruluş amaçlarından uzaklaşıp bir grubunun çıkarlarına hizmet ettiğinden ötürü istifa ettiğini söyledi. Yeni bir yol haritası çizeceklerini ifade eden, Güçlü; Bütün Kürtleri temsil eden bir siyasi parti kurmayı düşündüklerini söyledi.
    29 Mart Yerel Seçim öncesi, Hak ve Özgürlükler Partisi (HAK-PAR)”dan şok istifa, partinin kurucusu ve kapatılan KÜRDER”in başkanı İbrahim Güçlü, partinin kuruluş amacından saptığını söyledi. Hak-Par’ın PKK terör örgütü dışında Kürt toplumunda yeni bir temsil yaratmak için 2002 yılında ortaya çıktığını kaydeden, Güçlü:”Hak-Par , soğuk savaş döneminin geleneksel ve statükocu örgütlere benzemeye çalıştığı için Kürdistan toplumundan temsil gücüne erişemedi ”dedi. İbrahim Güçlü, ayrıca;Hak-Par’ın genel ulusal çıkarları savunmadığını bir grubun çıkarlarına hizmet ettiğini söyledi.
    PKK terör örgütü ve Demokratik Toplum Partisi(DTP)’nin Bölgede ve Türkiye’de demokratik bir yere sahip olmadığını altını çizen, Güçlü:”Biz Kürt sorunun çözümünü silahla değil hak ve özgürlükler çerçevesinden çözülmesinden yanayız. Bunun için arkadaşlarımız ile birlikte önümüzdeki günlerde bütün Kürtleri temsil eden bir siyasi parti kurmayı düşünüyoruz ”şeklinde konuştu.




    http://www.biyografi.net/kisiayrinti.asp?kisiid=4427



    Re: A. Öcalan Hakkindaki Ajanlık İddiaları

    dersim -

    Yasar KAYA: PKK'nın merkez komitesinde Ergenekon var


    Yasar KAYA RÖPORTAJI

    PKK'nın merkez komitesinde Ergenekon var


    HAŞIM SÖYLEMEZ

    Sayı: 746/ Tarih : 23-03-2009

    Kürtlerin 'siyasetin piri' dediği Yaşar Kaya, Kürt siyasi tarihinde karanlık noktaların olduğunu söylüyor. Gerçeklerin ortaya çıkması için PKK arşivinin açılması ve Öcalan'ın ilişkilerinin deşifre edilmesi gerektiğini düşünüyor.





    Kürt siyasetinin en belirgin figürü Yaşar Kaya. İki dönem Demokrasi Partisi (DEP) başkanlığı yapan Kaya’nın yasaklamalar ve tutuklamalarla geçen uzun bir hayat serüveni var. 49’lar davasında yargılandı, Ziverbey Köşkü’ndeki işkencelere maruz kalan ilk kişiydi. Özgür Gündem gazetesinin patronu ve yazarı olarak gerilimli dönemde ön plana çıktı. Birçok suikast planında adı geçti. Avrupa’da Sürgündeki Kürt Parlamentosu’nu kurarak Türkiye’ye bir nevi meydan okudu. Yaşar Kaya, aynı zamanda Kürt siyasi tarihinin de bilirkişisi konumunda. Çok şey biliyor, çok şey yaşamış. Ama ‘henüz zamanı değil’ diyerek birçok şeyi konuşmak istemiyor. Zaman zaman PKK’nın da tehditlerine maruz kalıyor. Ona göre kısa bir süre sonra çok şey değişecek ve gerçekler bir bir ortaya çıkacak. Kaya, Ergenekon davasının çok önemli olduğunu ve sonuna kadar gidilmesi gerektiğini düşünüyor.


    1994’ten beri Türkiye’ye gelemeyen Kaya, Erbil’de oğlu Dara ile oturuyor. Eşi ve kızı ise İstanbul’da yaşıyor. Biz de Kaya’nın Erbil’deki evinde son durumu değerlendirdik. Sorularımız çoktu ama ‘kurt siyasetçiden’ cevap almak hiç de kolay olmadı. Söyleşi sırasında üç-dört kez kayıt cihazını kapatmak zorunda kaldık. Birçok şey sonraya kaldı…

    -Çocukluk ve gençlik yıllarınız oldukça hareketli geçmiş.

    Ben Ararat Kürtlerindenim. Annem Doğubeyazıtlı. Babası Tiflis’le iş yapan bir tüccardı. Ağrılı olan babam 1. Dünya Savaşı’ndan sonra Iğdır’a gelip yerleşiyor. Bu birçoklarımızın okumasını kolaylaştırdı. Iğdır’daki baba evimizin dışında Iğdır-Doğubeyazıt yolu üstünde köyümüz vardı. Oradan da yaylaya giderdik. Bir yılda üç defa yer değiştirirdik. O çetin hava şartları beni zor şartlara alıştırdı. Cezaevindeki yıllarım da dayanıklı olmamı sağladı. Ben toplam 18 yıl cezaevinde kaldım.

    -Sert iklim siyasi hayatınızın karlı, fırtınalı olmasına etki etti mi?

    Ben genç yaşta İstanbul’a gelip Kabataş Lisesi’nde okumaya başladım. Behçet Necatigil, Teşkilat-ı Mahsusa’nın son başkanı ve Anadolu’ya silah taşıyan Galip Vardar gibi kişiler benim hocalarım oldu.

    -Siyasi fikirleriniz bu dönemde mi gelişti?

    Daha öncesinden vardı. Iğdır’ın yüzde 60’ı Azeri, yüzde 40’ı Kürt’tü. Benim gençliğimde iki toplum arasında çekişme vardı. Ben de kendimi Kürt kitlesi içinde buldum. Burası ilk politik fikirlerimin şekillenmesine neden oldu. Liseyi bitirip İstanbul Üniversitesi’ne girdiğimde ise kendimi kaynayan bir kazanın içinde buldum. Demokrat Parti’nin son dönemlerinde Kürt siyasi tarihine geçen meşhur 49’lar tutuklaması başladı. Ben onlardan biriyim. Davada Musa Anter gibi önemli isimler de yargılanıyordu. Anter ve bir grup arkadaşımızla birlikte Türkiye’de ilk kez Türkçe-Kürtçe yayın yapan Deng (Ses) dergisini çıkardık. 49’lar davasındaki yargılama 10 yıl sürdü. Cezaevi sürecinden sonra Konya’ya sürgüne gönderildim. 8 ay boyunca bir otelde kalarak genel gözetim cezası aldım.

    -Bu dönemde Adnan Menderes’e yönelik tepkileriniz oluyor.

    Irak’ta General Abdülkerim Kasım döneminde darbe oldu. Mustafa Barzani, Irak’a dönme imkânı elde etti. Kürt meselesinden herkes ürküyordu. Musul’da isyan oldu, Kürtler de bastırılmasına yardım etti. Bu sefer Türkiye’de Niğde vekili Asım Eren, ‘Türkmenleri öldürdüler, biz de burada Kürtleri öldürmeliyiz’ şeklinde Meclis’e önerge verdi. Yani misilleme öneriyordu. 102 genç olarak biz Kürt’üz dedik. Akşam gazetesi bu çıkışı manşet yaptı. İnsanlar bu sefer ‘Kürt var mı?’ demeye başladılar. Musa Anter de Diyarbakır’da yayın yapan İleri gazetesinde ‘Kımıl’ diye bir şiir yazdı. Birtakım protestolar yapmaya başladık ve kendimizi askerî mahkemelerin önünde bulduk.

    -O dönemde çıkan aflardan yararlanmadınız mı?

    129 gün Harbiye’deki hücrelerde kaldık. 27 Mayıs sabahı tank sesleriyle uyandık. Siyasi tutukluların hepsini bıraktılar. Ancak Türkeş, radyodan ‘14 nolu tebliğe göre resmî ideolojiye aykırı davrananlar hariç’ dedi ve içeride kaldık. Millî Birlik Komitesi’ne bizi mahkemenin karşısına çıkarmaları için mektuplar yazdık. Mehmet Özgüneş gelip “Haklısınız ama Yassıada’ya hâkim ve savcı lazım. Sizi yargılayacak mahkeme yok.” dedi. Savcı ve hâkim olmadığı için içeride kaldık. Bizi dünya basınından saklamışlardı. Arkadaşımız Emin Batu hücrede donarak öldü. Sait Elçi’yle birlikte hastaneye kaldırıldık. Bu dönemde bir topçu albay ile bir levazım yarbayı sizi idama mahkûm edebiliyordu. Biz askerî mahkemede yargılandık. Burada casuslar yargılanıyordu. Dava 10 yıl sürdü ve ben 14 ay içeride kaldım.

    -Talat Aydemir cuntası sırasında ne durumdaydınız?

    1963’te Talat Aydemir kalkışması olduğunda 23 kişi Kürtçülükten içerideydik. Darbecilerle Mamak Cezaevi’nde kaldık. Birebir görüşmelerimiz oldu. Kürt meselesi üzerine konuştuk. Fethi Gürcan’ı, Sabri Sarıyerli’yi burada tanıdık.

    ZİVERBEY’DE İLK SORGULANAN BENDİM

    -Ziverbey Köşkü’nde sorgulandınız mı?

    Bizim durumumuz çok özeldi. Avrupa’da bir Kürt Talebe Cemiyeti vardı. Başkanlığını İsmet Çelikhanlı yapıyordu. 6 arkadaşımız bunun Türkiye şubesini kurdu. Örfi İdare hepimizi törpüledi. Ziverbey’de işkenceler gördük. İlk işkenceye giden bendim. Biz Ziverbey’deyken Enver Aytekin, İlhan Selçuk’u tanıyordu. Aytekin’i İlhan Selçuk’a gönderip durumumuzu yazmasını istedik. Oralı bile olmadı. Kendisi Ziverbey Köşkü’nden çıktıktan sonra ‘bana anlatmışlardı da ben inanmamıştım’ diye yazdı. Biz Kemalist çekirdeği ve derin devleti iyi biliriz. İlhan Selçuk da bu ekipten.

    -Ziverbey Köşkü’nde sorgulandığınızı pek kimse bilmiyor?

    Herkes İlhan Selçuk sorgulandı diye biliyor. Bizleri peyderpey geceleri askerî cezaevinden alıp götürüyorlardı. Sonra aileler İsmet Paşa’nın evine gidip rica edince işkenceler durdu. 23 kişi vardık. Bize ‘bölücülük yapıp millî menfaatlere aykırı hareket ettiğimiz’ söyleniyordu. Daha sonra 70 ve 80 darbesi ile hayatımız devam etti.

    -İlk nerde yazmaya başladınız?

    Dicle Fırat’ta yazdım. Sonra Deng dergisini de çıkardık. Ancak esas yazı hayatım Özgür Gündem’de başladı. Ben imtiyaz sahibiydim. 1991’de Babıâli çalkalanıyordu. ‘Bu aykırı gazetenin sahibi kimdir?’ deniliyordu. Ragıp Duran, sahibi ve yayın yönetmeni olmamın yetmeyeceğini ve yazı yazmam gerektiğini söyledi. Ben de yazmaya başladım. Karar verdim, Kürdistan’daki hainleri ve Kemalist’in demir çekirdeğini yazacaktım.

    -Gazete için parayı nereden buldunuz?

    Deng’den bir birikimim vardı. Gazetenin yüzde 25’i bana aitti. 7 ortaktık.

    -PKK’nın gazeteye bir katkısı var mıydı?

    Bu konuda ben devlete de hesap verdim. Devlete göre gazete PKK’nın yayın organıydı ve örgüt parasal yardımda bulunuyordu. Ben bunun doğru olmadığını ispat ettim. Aykırı bir gazeteydik. Öcalan’a Ali Fırat adıyla yazılar bile yazdırıyorduk. Yerimiz bile Kumkapı’daydı. Kürtlerin yaşadığı coğrafyada adı konulmayan bir savaş vardı. Devlet orada terör var diyordu, biz de orada savaş olduğunu yazıyorduk. 18 ayda 26 cenaze kaldırdım. Buna Musa Anter de dâhil. Özgür Gündem 50 bin satarak efsane bir gazete oldu. Devlet doğuya arabalarımızı sokmadı ve ayda bir milyar lira zarar ediyorduk. 45 gün gazeteye ara verdik.

    - Gazetenin çizgisi hep böyle mi devam etti?

    Sonuna kadar devam etti. Ama Türkiye buna alışık değildi.

    -‘İnsanlık yerde sürükleniyor’ manşetini nasıl attınız?

    Merdan Yanardağ yazı işleri müdürüydü. Perinçek grubundan 11 arkadaş vardı. İlk hafta gazeteyi sabote ettiler; istifa ettiler. İsmail Beşikçi’yi Ankara’dan çağırdım. Onlar bize karşı tertip, komplo yaptılar. Gelip diyor ki ‘Yaşar Bey sizde olan makine parkı Milliyet’te bile yok’. 120 kişi çalışıyordu gazetede. Bir gün bir tuhaflık sezdim. ‘Ne oluyor?’ diye sordum. Beyler bana 5 milyar liralık bir yatırımın gerekli olduğunu söylediler. Teknolojimiz ileriyse bu yatırıma ne gerek vardı. Perinçek grubu kendi direktifleri doğrultusunda çıksın istiyordu. PKK da bizleri zorluyordu. Önemli olan çizgiyi kaybetmemekti.

    -PKK sizi nasıl zorluyordu?

    Devlet zaten peşinen bizi PKK’nın yayın organı olarak görüyordu. Demokrat ancak Kürt tandanslı bir gazeteydik. 80 Türk arkadaş çalışıyordu. Bir başarıyı yakalamak istiyorduk ki sonu kanlı bitti.

    -Abdullah Öcalan gazeteyi arayıp ‘ben fotoğrafımı beğenmedim, daha güzel, gülen bir fotoğrafımı ilk sayfaya koyun’ dediği konusu doğru mu?

    Bana rastlamadı. Ben gazetenin yaşaması için elimden gelini yapıyordum. Biz bir işe başlamıştık ve başarılı olmalıydık. Bize baskı yapılıyordu. İsmet Sezgin ve Hüsamettin Cindoruk’a gittim. Cindoruk gazetenin doğuya sokulması için bize yardımcı olacağını söyledi. Yardımı da oldu.

    -Kemalizm’in kalın duvarları ve Kürt hainler ile kimleri kastediyorsunuz?

    Kürt isyanları döneminde muhbir olanlardır. General Abdullah Alpdoğan’a casusluk yapan Kesire Yıldırım’ın babası Ali Yıldırım’dır. Her yerde ihanet var. Bunlar resmî ideolojiden, Kemalizm’den yana tavır takınmışlardır.

    -Daha güçlü Kürt hareketleri var ancak PKK bunlarla çatışıyor. Öcalan, 80 darbesi olmadan yurtdışına çıkıyor. Burada sözünü ettiğiniz ihanetler ve ihanetçiler var mı?

    O süreci iyi tahlil etmek lazım. Bu kadar güçlü Kürt örgütleri var ancak PKK öne fırlıyor ve onlarla silahlı çatışmaya giriyor. Bazı şeylerin hakkını tarih verecektir. Ergenekon ile ilgili bazı kitaplar yazıldı, Öcalan’ın İmralı’ya getirilmesine dair de kitaplar yazıldı. Ancak bunların çoğu tutarlı değil. Ben Öcalan Şam’ı terk etmeden bir ay önce oradaydım. İki defa Roma’da görüştüm. Şam–İmralı süreci hakkında doğru dürüst kitaplar yazılmış değil. Mesela, Graham Fuller, Öcalan ile görüşmek için Roma’ya gelmek istiyor. Ancak kendisi Roma’yı terk ederken oturup ona kendi el yazısıyla mektup yazıyor. Fuller kahve içmeye mi gidiyordu?

    - Ne içmeye gidiyordu?

    Onunla işi vardı. Şam’a gitmeden bir ay önce Michael Gunter Şam’da Apo ile uzun görüşme yapıyor. Detaylı görüşmeyi bana anlattı. Onun orada ne işi vardı? Şimdi teorik olarak desem ki… Diyemiyorum işte.

    -Neden?

    Diyemiyorum işte… Zamanı var. Öcalan’ın İmralı’ya gelişinin hikâyesi Ergenekon ile birlikte biraz ortaya çıktı. Ergenekon’un Kürt ayağı da tespit edildi. Şöyle ortaya çıktı: Biz Kürtler tarafız Ergenekon’da. PKK’nın tarihi henüz yazılmadı. Arşivleri açılmadı.

    -Öcalan’ın yazdıkları var.

    Bunlar tam olarak doğru değil. Bundan sonra umarız gerçekler yazılır. Herkes kendi partisinin propagandasını yapar. Aydınlara da düşman olurlar. Böyle bir siyasetin yürüme şansı yok.

    -Öcalan ve PKK’nın bağlantıları sadece bunlar mı? Yerli derin bağlantıları yok mu?

    Konuşmanın zamanı değil.

    -PKK-Ergenekon bağlantısı Öcalan’ın Şam’dan İmralı’ya getirilişinde var mı?

    Zamanı gelince her şey yazılacak.

    YEŞİL İLE GÖRÜŞEN KÜRTLER VAR

    -Mahmut Yıldırım, yani Yeşil’le hiç yolunuz kesişti mi?

    Hiç kesişmedi. Ölüm listesinde adım ikinci sırdaydı. Yurtdışına çıkmasaydım beni öldüreceklerdi. Bana sorarsanız Ergenekon her dönem iktidardır. Bu açık bir şekilde gözüküyor. İş Fırat’ın ötesine geçmezse, 17 bin faili meçhul cinayetin failleri aydınlatılmazsa ülkede Ergenekon soruşturması yapıldı denilemez. Mehmet Sincar’ın katili bulunsun. Yaşar Kaya, Sürgündeki Kürt Parlamentosu’nu kurdu deniliyor. Peki, ben ne yapacaktım? Gidip parti kurdum. Gazetemi havaya uçurdular.

    -Bunları devlet mi yaptı diyorsunuz?

    Ankara’da politika yapamadığımız için Avrupa’da bu işe girdik. Bütün birimler bu işin içindeydi. JİTEM, bürokratlar, siyasiler, iş adamları…

    -Yeşil’le görüşen Kürtler var mıydı?

    Yeşil, Sırrı Sakık’ın Ankara’daki yazıhanesine iki-üç defa gidiyor. Sakık bundan kimseyi haberdar etmiyor. Bu adamların kirlilikleri ortada ve orada ne görüştüklerini bilemem.

    -Kürtlerin Ergenekon’u yok mu?

    Her dönemde Ergenekon’a uşaklık eden Kürtler var. Musa Anter’i Diyarbakır’da öldürdüler. Bize, sizi Diyarbakır’da da öldürürüz mesajı verdiler. Kanlı bir tarih içinde ne yaparsınız? Ben on tane ölümün üzerinden atladım.

    -Size fiilî saldırı oldu mu?

    Özel Timci “Biz Kaya’yı öldürecektik.” dedi. Tevfik Ağansoy, “Çakıcı bize direktif verdi, biz DEP’lilerin oturduğu kahve ve restoranları tespit ettik, sonra devlet vazgeçti.” dedi. Böyle bir ortamda demokrasiyi nasıl tesis edeceksiniz?

    -Parlamento, Avrupa’dan yardım alıyor muydu?

    Hiçbir devletten yardım almadık. DEP ile dayanışma bürosuyken Belçika’dan para isteme durumu vardı. Ben bunu istemedim. Kürtlerin bağışı oldu. Devlet bizimle zaman zaman resmî veya gayriresmî görüşmek istedi.

    -DEP’in kapatılması sadece hukuki bir sorun muydu?

    HEP’te vardım. DEP’te iki dönem genel başkanlık yaptım. Legal Kürt partilerini devlet benimsememiştir.

    -DEP’te PKK’nın ağırlığı ne kadardı?

    Kürtlerin legal partileri içinde DEP ayrı bir dönem yaşamıştır. DEP’in genel başkanı köşke üç defa çıkmıştır. Şimdikiler randevu bile alamıyorlar. DTP’nin kuruluşu ve isim babası ortadadır. En PKK’lı partidir. Etrafımdaki çember daralınca ben de yurtdışına çıktım. Cezaevine girseydim içeriden çıkamazdım. Gidişim ölümden korktuğum için değildi.

    -PKK size baskı yapıyor muydu?

    Ben kendi işimi yürütüyordum. Yoksa başka türlü olmazdı.

    KÜÇÜK VE PERİNÇEK HER ZAMAN ERGENEKON’UN ADAMIYDI

    -Türk solu ile bir dönem sıkı bir ilişkiniz var. Bu nasıl oldu?

    Türk solu ile ilk tanışan Musa Anter’di. Ben 1958’de Türk solu ile tanıştım. Sol kültür almış birisiyim. Ama hiç yıldızım barışmadı. Türk solu, Kürt meselesini Kemalizm’in gözlüğüyle gördü. Benim onlarla işim olmadı, kavgalarım oldu. Birkaç yıldır yazdıklarıma tepki gösteriyorlar. Türk solu, Kemalizm’in bir başka versiyonudur.

    -Yalçın Küçük, Doğu Perinçek gibi isimler Kürt meselesine bir değer kattılar mı?

    Herkes Kürt meselesine burnunu soktu. Küçük, Mihri Belli, Perinçek… Perinçek, Kürtler dağda savaşsın, biz de Meclis’e gireriz diye hedeflemişti. Biz bu işi biliriz, kültür birikimimiz var havası vardı. AncakKürt pratiği böyle olmadığını gösterdi.

    -Öcalan yakalandığında Yalçın Küçük yurtdışından Türkiye’ye geliyor. Bu bir tesadüf mü?

    Bence görevini bitirdi ve geri döndü. İnsanlar sadece maaşlı polisler olmazlar. Devletin ideologları, durum tahlil eden kalemleri vardır. Yalçın Küçük görevini yaptı, sonra da Türkiye’ye döndü.

    -‘İdeolojik fikirleri Küçük hazırladı, Öcalan uyguladı’ tezi doğru mu?

    Durumlar aydınlanıyor, hiçbir şey gizli kalmaz. Kürt sorununa ilgi duyan, devletin görüşünü taşıyan birisinin Öcalan’la ilgilenmemesi mümkün değil. Öcalan, Şam’da, Türkiye’de, her yerde gözetim altındaydı.

    -Yalçın Küçük, Öcalan’a suikast haberini gerçekten veriyor mu?

    Sen kimsin ki başbakan sana söyleyecek, sen de Öcalan’a bildireceksin. Devletin adamısın sen. Bu telefon niye başkasına gitmiyor.

    -Bu durumda Öcalan kimin adamı?

    Bunu bilemem. Bazı şeyleri söylemek çok erken. Derin devlet Küçük’e haber veriyor. Küçük de “Ben gittim Kürtlerin oturduğu bir kahvede söyledim, onlar da Öcalan’a haber vermişler.” diyor. Yalan söylüyor, direkt telefon açıp söylemiş.

    -Öcalan’ı nereye koymak gerekir?

    Ergenekon’un ikinci iddianamesi tamamlandı. Bu iddianamede epey önemli belgeler var, önce bunları görmek lazım. Bu kadar geniş bir yelpazede bir parti örgütlemiş ve hareket yürütmüş. Bir şahsa şunun veya bunun adamıdır demek doğru değil. Bilinen bir şey var ki tarihte hiçbir şey gizli kalmaz. Böyle kesin bir hükme varmanız için elinizde belgeler olması lazım. Bekleyip görelim. Ama karışık ilişkiler var.

    -PKK’nın derin yapısı yok mu?

    PKK’nın Merkez Komitesi’nde Ergenekon var. Fakat bu iddia sadece söyleme dayanmamalı. Bunun için belgeye ihtiyaç var, ayrıca Cumhuriyet’in ilk yıllarından beri yurtiçi ve yurtdışında kurulmuş legal ve illegal bütün parti ve örgütlerde devletin adamları vardır. Bu İttihat ve Terakki öncesinden bugüne kadar devam edip gelmiştir. Yassıada’da bunların bir kısmı ortaya çıktı, daha geçenlerde 6-7 Eylül olaylarının başaktörü benim diyen Orhan Birgit’i zikredebiliriz.

    -Doğu Perinçek de Yalçın Küçük gibi mi?

    Bu konular müthiş derecede millete bıkkınlık verdi. Bunlar her zaman Ergenekon’un adamıydı. Perinçek 1950’den beri darbelerin içindedir. Ben bilinçli olarak Bekaa’ya gittim diyor. Bize düşmanlık yaptılar. Aydınlık’ı, Gündem’i batırmak için günlük yaptılar. Derin devletin Gündem’e karşı hamlesi Aydınlık’tı. Önce İsmail Beşikçi’ye, Musa Anter’e çattılar, sonra da benim üstüme geldiler.

    -Kalemle mi geldiler?

    Her türlü geldiler. Kalemle, tehditle, ölümle geldiler. Aydınlık Grubu hem tertipçi hem tetikçiydi. Aydınlık Grubu’nun geçmişi bellidir. Bunlar 1960’lı yıllardan bugüne kadar Bab-ı Âli’de cuntaların, komploların, provokasyonların merkezi olmuşlardır. Bugün de Ergenekon’un basın-yayın sözcüsü olarak itham ediliyorlar. Bu konuda başka bir şey söyleme gereği kalmamıştır.

    -PKK, sizi ve İsmail Beşikçi’yi tehdit ediyor. Bunu Ergenekon ile birlikte mi yapıyor?

    Politikada dağın arkasını da göreceksiniz. Buna göre hareket edeceksiniz. Bu politikada şarttır. Öyle bir dünyada yaşıyoruz ki İsmail Beşikçi gibi bilim ve dürüstlük abidesine ve bana yapılan saldırıları kimse tasvip etmemiştir. Artık o zaman diliminde değiliz. Hiçbir siyasi hareket kaba kuvvete başvurarak netice elde edememiştir.

    -Dağdakiler dağın arkasını görmüyor?

    Onların basiretsizliğidir. Bu iş böyle olmaz. Eleştirilmeye gelemiyorsan ve yeni siyaset üretemiyorsan bu işe yaramayan bir iş demektir.

    -PKK silah bırakacak mı?

    Ortadoğu değişikliğe gebe. Kürtler petrolün ve gazın çok olduğu yerlerde oturuyor. PKK üzerinden hesaplar var. İran’ın, Irak’ın hesapları var. Amerika’nın, Ergenekon’un da PKK ile bir hesabı var.

    -Ergenekon veya derin devletin PKK ile hesabı ne olabilir?

    Türk derin devletinin iyi bildiği tek şey, Kürt sorununun onun yumuşak karnı ve ölümcül sorunu olduğudur. Bugün Türkiye’de tahminen 25 milyon Kürt yaşamaktadır. Bu devletin PKK üzerinde bir hesabı olmaz mı? Ortadoğu’ya çekidüzen vermek ve demokrasi getirmek iddiasında olan Amerika’nın ebetteki hesabı vardır. Hesabı olmazsa PJAK’ı terörist örgütler listesine alır mı? Halkın Mücahitleri’ni listeden çıkarır ve çiçeği burnunda yeni Dışişleri Bakanı Hillary Clinton’ın ağzından PKK bizim ortak düşmanımızdır der mi? Bugünkü dünya satrancının en yoğun hesaplarının yapıldığı bölgelerden başlıcası Ortadoğu’dur. Hem Amerika ve İngiltere hem de bölge devletlerinin hesabı vardır. Bu hesap sahiplerine Rusya’yı da ilave edebiliriz.

    -Perinçek’in Ergenekon şemasında adınız var. Siz de bir derin Kürt müsünüz?

    Aydınlıkçılar tertipçidir. Onlar kasten yapıyorlar. Bana karşıttırlar. Aydın Doğan ile Radikal’i beraber çıkarma durumumuz vardı. Doğan, Radikal’i çıkarmam için bana teklifte bulundu. Ancak olmadı. Kumarhaneler kralı Ömer Lütfi Topal, Yaşar Kaya’yı kaçırdı diye haber yaptı Aydınlıkçılar. Bana kumarhanecinin arkadaşı demeye başladılar. Aydınlıkçılar Truva atı gibidir. İçimizde bizi etkilemeye çalıştılar.

    -Radikal gazetesini çıkarma teklifi konusunu açar mısınız?

    Serhat Ilıcak iyi dostumdu. Frankfurt’ta gecede 23 yabancı gazete basıyordu. Bir gün bana telefon etti, ‘Aydın ağabey geldi, müsaitseniz sizi görmek istiyor, buyurun gelin’ dedi. Köln’e gittim. Bunlar yeni bir gazete çıkaracaklar. 1992’deydi. Aydın Doğan, ‘Yaşar Bey sizden para istemiyoruz, ortak olun demiyoruz, para koyun demiyoruz, sizden birisi gazeteye yazı yazacak.’ dedi. Ben olur dedim. Sonra bunlar Radikal’i çıkardılar. Doğan, Kürtleri okur olarak kazanmak istiyordu. Bunun için benden yardım istiyordu. Ama olmadı.





    ERGENEKON SAVCISINA BİLDİKLERİMİ ANLATIRIM

    -Savcı size başvurursa bildiklerinizi Ergenekon davası için anlatır mısınız?

    Türkiye’nin selameti için savcıya konuşurum. Bütün bildiklerimi anlatırım. 50 yılım siyasetle geçti. Ama benim hakkımda tutuklama kararı var. Bu nasıl olacak bilemiyorum.

    -Siyasi durumunuz nedir?

    Hakkımda karar olunca Türkiye’ye gelmiyorum. Almanya ile Erbil arasında mekik dokuyorum. Ben memleketimi, memleketimin yağmurlarını özledim. Ben 15 yıldır sürgündeyim. Bu benim üçüncü sürgünüm. 42 yıl İstanbul’da oturdum. İstanbul’u çok özledim. Çocuklarımla Ege sahilinde balık yemek isterdim. Yanlış bir şey yapmadık, siyaset yaptık sadece; ama cezamızı fazlasıyla ödedik. Annemin mezarına daha gidemedim.

    -Dönmek ister misiniz?

    İmkân olursa hemen dönerim. Ben İstanbul’da yaşamak isterim.

    -Siyasi aftan ne anlıyorsunuz?

    Bundan iki anlam çıkarmak lazım, Kürt sürgünleri olarak dönüşü hak ettik. Haksızlığa uğramamalıydık. İkincisi biz namuslu insanlarız.





    http://www.aksiyon.com.tr/detaylar.do?load=detay&link=21482



    Re: A. Öcalan Hakkindaki Ajanlık İddiaları

    dersim -

    ÖCALAN'IN MİT'LE SKANDAL İLİŞKİLERİ...



    ÖCALAN'IN MİT'LE SKANDAL İLİŞKİLERİ...



    Şemdin Sakık'ın sansürlenen Öcalan itirafları ortaya çıktı. İşte Öcalan'ın MİT'le skandal ilişkileri.


    06 Haziran 2008 Cuma


    PKK terör örgütü elebaşı Abdullah Öcalan’ın sağ kolu Şemdin Sakık, 4 yıl önce piyasaya çıkan ‘Apo’ adlı kitabında sansüre uğrayan kısımları anlattı. Kitapta, Abdullah Öcalan’ın MİT ile olan ilişkisinin anlatılan bölüm ‘MİT zarar görür’ diye sansüre uğramış. Abdullah Öcalan’ın askerliğinin ertelenmesi, cezalı olmasına rağmen devletten burs alması Sakık’ı son derece şaşırtmış. Star Gazetesi’nden Şamil Tayyar, kitabın sansüre uğrayan bölümlerini köşesine taşıdı.





    İşte o yazı…





    Okuyucuya sözümüz var, Şemdin Sakık’ın mektubunun ikinci bölümünü yazmak durumundayım.


    MİT zarar görür diye çıkardılar

    Sakık, mektubunda 4 yıl önce piyasaya çıkan ‘Apo’ isimli kitabının sansüre uğradığını iddia ediyor. Abdullah Öcalan’ın derin devletle ilişkilerini anlattığı iki paragrafın ‘MİT zarar görür’ diyerek Cezaevi Mektup Okuma Komisyonu tarafından kitaptan çıkarıldığını öne süren Sakık, mektupta sansürlendiğini iddia ettiği o iki paragrafa yer veriyor.


    İlk paragraf şöyle başlıyor: ‘(Öcalan) Ankara’da okurken liderliğini Doğu Perinçek’in yaptığı TİİKP tarafından yayınlanan illegal Şafak Bildirisi’ni 31 Mart 1972 tarihinde Siyasal Bilgiler Fakültesi’nde dağıtanlar arasındadır. 7 Nisan 1972’de gözaltına alınır ve 27 Nisan günü tutuklanır. Altı buçuk ay tutuklu kaldıktan sonra 24 Ekim 1972 tarihinde tahliye olur.’


    Ancak Sakık’ın bu dava süreciyle ilgili şüpheleri var: ‘Aynı davada yargılananlar arasında haklarında ağır cezalar istenen iki kişiden biri olmasına rağmen tahliye edilmesi, hemen ardından askerliğinin ertelenmesi ve 21 yaşını geçmiş, disiplin cezası almış olduğu halde, yönetmeliğe aykırı bir biçimde devlet tarafından burs verilmesi, hakkında kuşkuların oluşmasına neden olur.’


    PKK süreci ajanın evinde başladı

    ‘Bu gözaltı ve tutuklanış süreci halen muammadır ve bir dönüm noktasıdır’ diyen Sakık, ‘gruplaşma faaliyeti’ olarak tanımladığı PKK’nın kuruluş öyküsünün aynı kuşkulara yol açan garipliklerle dolu olduğunu anlatıyor.


    Devam edelim: ‘Gruplaşma faaliyeti bu şaibeli süreçten sonra başlar. PKK denilen macera ve mizansen başlamıştır. Ankara’da başlayan faaliyet daha grup aşamasında çok ilginç öykülerle doludur. Örneğin, bir MİT ajanının (Pilot Necati’yi kast ediyor) gözetiminde toplantı yapılır. İnsan sormadan edemiyor. Bir ajan unsuru bilindiği halde o kişinin evinde ve bizatihi onun yanında böylesine illegal bir faaliyet nasıl bu kadar rahat ve açık yapılır, o kişinin bilgisine sunulur? Anlamak mümkün değildir.’


    APO MİT’i mi kullandı?




    Sakık, bir başka ayrıntıya daha dikkat çekiyor: ‘Zaten kendisi de (Öcalan) 1975 yılından itibaren MİT’in kendisiyle yakından ilgilendiğini, örgüt içine sızdığını ve kendisinin bu durumdan yararlanarak devletin imkanlarını kullandığını konuşmalarında sıkça vurgular.’


    Başka bir ifadeyle; Öcalan, MİT’e sızarak devlet imkanlarını PKK lehine kullandığını itiraf etmiş! Yani, bilerek MİT’e girmiş ve bunu PKK için yapmış!


    Mümkün müdür? Bir ihtimal... 1970’li yılları düşündüğünüzde Öcalan’ın böyle bir senaryoyu üç beş arkadaşıyla geliştirip MİT’i kullanma ihtimali, bana pek inandırıcı gelmiyor. Ama Öcalan’ın üniversite yıllarında MİT içindeki bazı gruplarla şekli, boyutu ve içeriği çok net olmayan garip bir ilişkiye girdiği konusunda önemli kuşkular var.


    Bu iddialarla ilgili çok şey yazılıp çizildi, ayrıntısına girmeyeceğim. Şunu söylemek istiyorum; Bölgedeki diğer ayrılıkçı örgütleri bertaraf etmek için Öcalan üzerinden PKK’yı sahaya sürenler, herhalde şimdi eserleriyle gurur duymuyorlardır!


    Apo-Ergenekon ilişkisi


    Sakık, altında ‘Diyarbakır E Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumu Mektup Okuma Komisyonu GÖRÜLDÜ’ damgası bulunan mektubunun son bölümünde, ilginç bir iddiayı daha gündeme taşıyor: ‘İstersen çok detaylı yazabilirim. Ama belki çok acele etmeye gerek kalmayacaktır. Zaten Ergenekon soruşturması gidip 1980 darbesi öncesine dayanacaktır. İşte o zaman Apo’nun nasıl yaratılıp ortaya salındığı daha iyi anlaşılacaktır.’


    Anlaşılan, Ergenekon iddianamesini sabırsızlıkla bekleyenler arasında Sakık da var. Soruşturmanın 1980 darbesi öncesine kadar uzanacağı ve o döneme ait ‘derin’ iddiaları da içeren kapsamlı bir iddianameyle sonuçlanacağını düşünüyor. Açıkçası o kadar iyimser değilim.


    Neden şimdi izin verdiler?


    Mektup faslını tamamladıktan sonra cevap bulunması gereken daha başka sorular var. Eğer Sakık doğruyu söylüyorsa daha önce ‘MİT zarar görür’ diye sözleri sansür edilirken, şimdi neden izin verildi? Aradan geçen 4-5 yılda ne değişti? MİT içindeki gizli çekişme hala devam ediyor mu? MİT’in yeni patronu Emre Taner’in yeni bölge politikasındaki aktif rolünden rahatsız olanlar mı var? Ya da hadiseye tersinden bakarsak, geçmişle hesaplaşma vaktinin geldiği mi düşünülüyor?


    Bu sorulara bol seçenekli cevaplar üretebiliriz. Ama gerçeğe ulaşmak için daha çok zamana ihtiyacımız var. Şu gerçek; Macun tüpten çıktı...


    http://www.habervitrini.com/haber.asp?id=344056





    Re: A. Öcalan Hakkindaki Ajanlık İddiaları

    dersim -

    Öcalan'ın MİT'çi kayınpederi!


    Öcalan'ın MİT'çi kayınpederi!




    Atatürk ve İnönü'yle çalışmış...



    Türkiye’nin doğusunda nam salan bir isim Ali Yıldırım. Türkiye Cumhuriyeti’nin ilk istihbarat teşkilatı olan Milli Emniyet Hizmetleri Riyaseti’ne (MAH) çalıştığı biliniyor. Ali Yıldırım’ın bir başka ilginç yönü, teröristbaşı Öcalan’ın kayınpederi olması. Ali Yıldırım, karşı çıksa da kızı Kesire’nin 1978’de Öcalan ile evlenmesine engel olamamış. Bu bilgiyi gazeteci Uğur Mumcu’nun ortaya çıkardığı, 24 Ocak 1993’te bombalı suikasta kurban gittiği dönemde de bu konuyla ilgili araştırma yaptığı biliniyor. Bu iddialar Ergenekon iddianamesine de girmişti. Ali Yıldırım’ın 1970’li yılların başında (65 yaşına gelmiş oluyor) MİT ile ilişkisini kestiği söylense de daha sonra Öcalan hakkında teşkilata bilgi verdiği de iddia ediliyor.


    ŞEYH SAİT’E KARŞI ATATÜRK’ÜN YANINDAYDI



    Ali Yıldırım, Cumhuriyet’in kuruluşuna destek veren Alevi Şadi Aşireti’nin lideri Necip Ağa ile birlikte hareket etti. Aynı yıllarda Diyarbakır merkezli başlayan Muş, Bingöl ve Elazığ’da da eşzamanlı devam eden Şeyh Sait İsyanı Alevi nüfusu hedef alınca Atatürk’ün safında yer aldı.


    İSYANCILARA KARŞI İSTİHBARAT TOPLADI


    Kürt İstiklal Mahkemeleri’nde isyancılara yöneltilen suçlamaların bilgi kaynağı Ali Yıldırım’dı. İsyanın bastırılmasından sonra da Şeyh Sait taraftarları arasında sarık ve cübbe giyerek istihbarat toplamaya devam etti.

    DERSİM İSYANI’NA KARŞI DA GÖREV ALDI


    Atatürk’ün Elazığ’a gönderdiği General Abdullah Alpdoğan ile ilişkisi de 1938 “Dersim İsyanı” öncesi başladı. Bölgede isyana katılmayan tek isim Ali Yıldırım’ın da üyesi olduğu Şadi Aşireti oldu. Ali Yıldırım, bu isyana karşı da devletin yanında yer aldı.

    İSMET PAŞA İLE GÖRÜŞÜRDÜ



    Ali Yıldırım, 1926’da kurulan Milli Emniyet Hizmetleri Riyaseti’nde (M.E.H/MAH) çalıştı. Yıldırım, Alpdoğan aracılığıyla İsmet İnönü ile de tanıştı ve zaman zaman Milli Şef ile görüştü. 1970’li yıllarda Karakoçan’da CHP’den belediye başkan adayı oldu. Ancak Adalet Partisi taraftarlarınca linç edilmek istendi.

    Cumhuriyetçi babanın PKK kurucusu kızı



    Ali Yıldırım 1940’lı yılların sonunda Kebire Yıldırım ile evlenip Elazığ Karakoçan’a yerleşti. Kızı Kesire, Köy Öğretmen Okulu’nu bitirdikten sonra 1 yıl çalıştı. Ancak 1974’te Ankara Üniversitesi Basın Yayın Yüksek Okulu’nu kazanıp Ankara’ya gitti. Tüm çocuklarını okutmak isteyen Ali Yıldırım da peşinden.

    ÖCALAN’LA TANIŞTI


    Aynı dönemde PKK’yı kurmak üzere Ankara’da faaliyet yürüten Abdullah Öcalan’la tanıştı. 24 Mayıs 1978’de Ankara Gençlik Parkı içindeki nikâh salonunda Öcalan ile evlendi. Öcalan çifti Diyarbakır’da Günaydın Apartmanı’nda 3 ay birlikte yaşadı. Öcalan yıllar sonra eşi Kesire Yıldırım için “Son derece iyi eğitilmiş biri. Ajan olup olmadığını çözemedim’’ dedi. Halen Öcalan ile evli görünen Kesire Öcalan, 10 yıl Öcalan ile örgütün kurucu kadrosu içinde yer aldı. Ancak diktatörlükle suçladığı Öcalan’a ters düşünce yolları ayrıldı. Kesire, “işbirlikçi ve hain” ilan edilince Hollanda’ya kaçtı, kimlik değiştirdi. 22 yıldır ne PKK, ne Öcalan hakkında konuştu.










    Güven Hastanesi soygununda keşfi Apo yaptı


    Öcalan’ın MİT ajanı kayınpederi Ali Yıldırım’ın fotoğrafını ortaya çıkaran HABERTÜRK, Yıldırım’ın MİT’teki kod adına da ulaştı. Ali Yıldırım’ın MİT’teki kod adı Çerçi Ali’ydi



    MİT’çi kayınpeder Ali Yıldırım ile Abdullah Öcalan’ın ilişkisi yıllarca tartışıldı.

    İlk olarak Uğur Mumcu’nun ortaya çıkardığı bu ilişki, yıllar sonra Ergenekon davası kapsamında da gündeme geldi. Yıllarca, Öcalan’ın “gizli bir el” tarafından korunduğu iddia edildi. Öcalan, 1974’te Ankara’da Basın Yayın Yüksek Okulu’na girdiğinde Ali Yıldırım’ın kızı Kesire ile tanıştı.

    Yıldırım o yıllarda Ankara’da MİT’e gidip geliyordu. Öcalan’ın, 1978’de Kesire Yıldırım ile evlenene kadar Ali Yıldırım’la görüştüğü öne sürüldü.


    PİLOT NECATİ



    Öcalan’ın etrafında bugün halen kimliği sır olan Yüzbaşı Pilot Necati olarak bilinen bir isim daha vardı. Öcalan, yıllar sonra hem Pilot Necati’nin hem de Kesire Öcalan’ın ajan olduğunu ve “onların kendisinden değil, kendisinin bu iki isimden yararlandığını” açıkladı. Öcalan’ı “gizli bir el”in koruduğunu gösteren olaylardan biri de örgütün kurulma aşamasında yapılan soygundu. Öcalan’ın çevresinde o yıllarda Cemil Bayık, Rıza Altun gibi bugün halen Kandil’de olan örgütün kurucuları vardı. Ekip, para ve silah temini için soygunlar planlıyordu.

    SOYGUN KEŞFİ


    PKK’nın kurucu kadrosu, 1978’de soygun hazırlığı yaparken Ankara polisine bir gazeteci şu bilgiyi verdi: “Kürtçülük faaliyetleriyle uğraşan Abdullah Öcalan ile Rıza Altun, Güven Hastanesi etrafında 2.5 saat gözetleme yaptı. Fotoğraflarını çektim. Hastaneyi soymak için keşif yapıyorlar.” İddiaya göre istihbaratı alan polis, “Apo, Çerçi Ali’nin damadıdır. Çok iyi çocuk. Tanırız” dedi.

    Altun 6 saat sorgulandı. Öcalan 12 saat Emniyet’te kaldıktan sonra serbest bırakıldı. Bunlara karşın Güven Hastanesi silahlı üç kişi tarafından soyuldu. Soygunu yapan Dilaver Yıldırım’dı. Soygundan sonra polis Samsun-Ankara yol ayrımında bir aracı durdurup bir PKK’lıyı gözaltına aldı. Zanlı, soygunu yapanların adresini verdi.

    İTİRAFÇININ ÖLÜMÜ



    Polis, Ankara’da Dilaver Yıldırım’ı tutukladı. Ancak bu olaydan sonra Öcalan önce Hilvan’a oradan da Suriye’ye kaçtı. Güven Hastanesi soygunu çözülemedi. Çünkü hem Dilaver Yıldırım, hem de o dönemde Öcalan’ın faaliyetleri hakkında bilgi sahibi olan ve devlete bilgi veren Mehmet Uzun, PKK’lılar tarafından öldürüldü. İddiaya göre; bazı istihbarat görevlileri; Mehmet Uzun’un devlete çalıştığı bilgisini PKK’ya ulaştırmıştı.


    ÇOK ÜZÜLDÜ


    Yakın çevresine göre, Ali Yıldırım, Öcalan’ı görevi nedeniyle izliyor ve aldığı bilgileri istihbarata aktarıyordu. Kızılarının Öcalan ile birlikte soygundan sonra Suriye’ye kaçması aileyi yıktı. Kesire’nin kardeşleri yurtdışına çıktı. Ali Yıldırım, kızının Cumhuriyet karşıtı ve bölücü bir örgüte katılması nedeniyle büyük üzüntü yaşadı.






    http://1923turk.com/showthread.php?t=54794

    [/img]



    Mit folgendem Code, können Sie den Beitrag ganz bequem auf ihrer Homepage verlinken



    Weitere Beiträge aus dem Forum DERSİM-ZAZA ARŞİVİ

    PÜLÜMÜR GECESI - gepostet von dersim am Dienstag 05.06.2007
    Tarihten Günümüze Dersim Kimligi - gepostet von dersim am Freitag 15.12.2006
    DİLLERİN ÖLÜMÜ TEK DİLLİ BİR DÜNYAYA GÖTÜRÜYOR İNSANLARI... - gepostet von dersim am Donnerstag 31.01.2008
    RESMÊ WELATI: MEMLEKET RESIMLERI (KATAGORI: II) - gepostet von dersim am Dienstag 05.12.2006
    Öcalan da Ergenekon'un adamı ve bu Görevi sürüyor!" - gepostet von dersim am Samstag 16.02.2008



    Ähnliche Beiträge wie "A. Öcalan Hakkindaki Ajanlık İddiaları"

    Wer wird Meister - sport5.at Admin | Armin (Mittwoch 23.11.2005)
    50 Jahre kein deutscher Meister - zalus123 (Freitag 22.12.2006)
    Norddeutscher Meister 2007 - tanzmaus-janine (Montag 12.03.2007)
    DIe Meister der Serien - Abt-1986 (Montag 24.12.2007)
    Bayern ist Meister - alex (Montag 22.05.2006)
    wer wird deutscher meister - Stefan (Donnerstag 21.09.2006)
    Drechsler Meister Skill - DrAgOnFrEaK (Donnerstag 21.06.2007)
    Übung macht den Meister - donna (Sonntag 29.04.2007)
    Meister des Clans HFG - Anonymous (Montag 29.01.2007)
    Meister - davidbeckham7 (Montag 02.08.2004)