POLITIKA, YASAM ve GÜNCEL SORUNLAR

DERSİM-ZAZA ARŞİVİ
Verfügbare Informationen zu "POLITIKA, YASAM ve GÜNCEL SORUNLAR"

  • Qualität des Beitrags: 0 Sterne
  • Beteiligte Poster: dersim
  • Forum: DERSİM-ZAZA ARŞİVİ
  • Forenbeschreibung: Dersim-Zaza Platformu
  • aus dem Unterforum: NUSNEY : YAZILAR
  • Antworten: 3
  • Forum gestartet am: Dienstag 05.12.2006
  • Sprache: türkisch
  • Link zum Originaltopic: POLITIKA, YASAM ve GÜNCEL SORUNLAR
  • Letzte Antwort: vor 17 Jahren, 4 Monaten, 21 Tagen, 17 Stunden, 4 Minuten
  • Alle Beiträge und Antworten zu "POLITIKA, YASAM ve GÜNCEL SORUNLAR"

    Re: POLITIKA, YASAM ve GÜNCEL SORUNLAR

    dersim -

    POLITIKA, YASAM ve GÜNCEL SORUNLAR
    GÜNCEL DURUM ve TÜRKİYE’DE GÜNDEM

    Türkiye’nin sorunları, yüzyılların birikintileridir. Osmalı’dan miras alınan sorunların çoğu, katmerleşerek devam ediyor. Sorunları kabaca iki temel karegoriye ayırabiliriz. Biri ekonomik, diğeri de siyasaldır. Ekonomik sorunlar, geri kalmışlık ve bundan kaynaklanan sorunlardır. İşsizlik, çarpık kentleşme, bölgeler arası dengesizlik, yetersiz yollar ve trafik kaosu, çevre sorunları, vs gibi yüzlerce sorundur.

    Siyasal sorunların özünü ise, siyasal demokrasi yani rejim sorunu oluşturmaktadır. TC, birinci dünya savaşı sonrasının özgün koşulları altında kuruldu ve şekillendi. Demokrasi birikimi ve deneyimi yoktu. Dünyada da demokratik açılımları zorlayan koşullar mevcut değildi. TC yönetimi, özgün koşullardan sonuna dek yararlandı ve totaliter; anti-demokratik bir rejim örgütledi. Bu diktatöryal rejim, var olan sorunları daha da ağırlaştırdı, yeni sorunların doğmasına neden oldu. Demokrasi’nin bütün kuralları çiğnendi, filizlenmesine bile izin verilmedi.

    Düşünce ve inanç özgürlüğü, siyasal, demokratik, mesleki örgütlenmeler yasaklandı. Muhalefet odaklarının üzerine şiddetle gidildi. Muhalifler, ‘istiklal mahkemeleri’ denilen olağanüstü mahkemeler tarafından, bütün hukuk kuralları ihlal edilerek dar ağaçlarına gönderildi. İlerici, demokrat, sosyalist yazar ve düşünürler cezaevlerine, sürgünlere yollandı, imha edildi. Etnik ve kültürel azınlıklar yok sayıldı. Dersim ve Kuzey Kürdistan’daki halklar sürgün, katliamlar ve soykırımlara uğradı. Osmanlı’nın son döneminde gerçekleştirilen Ermeni, Nasturi (Asuri), Pontus ve Yezidi soykırımlarına, Rum katliamları eklendi. Kısacası siyasal sorunlar, ekonomik sorunlarla birleşerek daha ağır ve müzmin hale geldi ve yeni sosyal sorunların doğmasına neden oldular.

    Türkiye’deki rejimin temel sorunu, hala siyasal demokrasi sorunudur. Başka bir değişle demoratikleşememe sorunudur. Demokratikleşeme, öteki bütün sorunları etkilemekte ve daha da ağırlaşmasına yol açmaktadır. Demokratikleşme gerçekleştiği oranda öteki siyasal, düşünsel, kültürel, ulusal, inançsal sorunlar da hafifler ve giderek çözülür. Bu durum, ekonomik ve sosyal sorunların da çözümüne yol açar.

    Türkiye ilk otuz yıllık bir tek parti diktatörlüğünden, on yıllık bir göstermelik demokrasiye ve onar yıl arayla üç askeri diktatörlükten sonra son yirmi küsür yıldır, başka bir göstermelik demokrasi geçti ve bu süreç hala devam ediyor. 12 Eylül askeri rejiminin kurduğu sistem, uzun süre aşılamadı. Özal ile başlayan batıya açılma süreci, ağır ve sancılı yürüdü. Koalisyonlar dönemi de, bir nevi duraklama devri oldu. Tek parti olarak karar alma avantajına sahip AKP hükümeti’nin bazı girişimleri de, gerçekte Türkiye’nin ihtiyacı olan köklü demokratik açılımlar değil, ‘sınavı geçme’ye yönelik ‘idare etme’ politikalarından ileriye gidememektedir.

    Türkiye’nin en önemli sorunları olarak bugün hala işsizlik, köylülüğün iflası ve köyden kente kaçış şeklinde göç, bir avuç kapitalist, bürokrat ve mafya dışında, başta işçi ve memurlar olmak üzere geniş halk kitlelerinin geçim sorunu, çarpık yapılaşma, trafik kaosu ve çevre sorunları orta yerde durmaktadır. Demokrasinin bütün sorunları, esas olarak gerçekleşememiş olarak durmaktadır. Bazen şu, bazen bu sorun ağırlığını hissettirerek gündeme damgasını vurmaktadır. Hükümet ve bazı çevreler, tek çözüm yolunun AB üyeliğinden geçeceği kanısındadırlar. 3 Ekim yaklaştıkça, Türkiye’nin gündemi de her geçen gün, AB müzakerelerinin başlayıp başlayamayacağına kilitlenmektedir.

    Bugün gündemin bir numaralı maddesi, AB Müzakereleri ile ilgili tartışmalar gibi gözükse de, asıl gündem, sorunların temelinde yatan gündem bu değildir. Şüphesiz ki, AB sürecinin ilerleyip ilerleyememesi, aynı zamanda Türkiye’de demokratik açılımların sürüp süremeyeceği ile yakından ilgilidir. Ama Türkiye’de gündemi belirleyen temel sorun, Kürt sorunudur. Daha doğru bir ifadeyle temel sorun, başta Kürtler olmak üzere, öteki etnik ve kültürel azınlıkların sorunlarının çözülememesi sorunudur. Kürtler, silahlı bir güç olduklarından, sorun, onların adıyla özdeşleşmiştir.

    Ulusal, etnik ve kültürel sorunlar, tıpkı siyasal demokrasinin öteki sorunları gibi daha çok demokratikleşmeyle, daha doğru bir ifadeyle bütün kurum ve kuruluşlarıyla işleyen demokratik bir yapılanmayla çözülür. Sınırsız düşünme ve inanç özgürlüğü, örgütlenme özgürlüğü, ana dilde eğitim ve yayın özgürlüğü ve bütün bu hakların anayasal güvenceler altına alındığı ve devlet tarafından finanse edilen gerekli kurumların oluşturulmasıyla yürütülen bir yapılanma, sorunların çözümünün yolunu açar.

    Kürt sorunu, Dersim-Zaza sorunu, Laz, Çerkez, ve diğer azınlık halklar sorunu ile Alevi sorunu/ları, Yezidi, Süryani (Asuri), vd. halkların inançsal, dilsel, kültürel ve ulusal sorunlarının çözümü, siyasal demokrasinin eksiksiz işlemesinden geçer. Eğer Türkiye yöneticileri, sorunları çözmek ve demokratik dünyanın bir parçası olmak istiyorlarsa, hiç vakit kaybetmeksizin adım atmalıdırlar. İnsan hakları sorunlarını çözmüş ve demokratik bir yapılanmayı gerçekleştirmiş bir Türkiye, bütün sorunlarının üstesinden gelebilir. O zaman Avrupa birliğine girmek için yalvarmasına gerek kalmaz, tersine daha erken girmesi için baskıya maruz kalabilir, tıpkı İsviçre’ye yapıldığı gibi.


    O halde vakit kaybetmenin zamanı değildir. Çekiliriz, terk ederiz gibi laflarla blöf yapmanın zamanı, hiç değildir. Gerekli bütün yasal düzenlemeler hemen yapılmalı, genel siyasi af ilan edilmeli ve başta Kürt sorunu olmak üzere, öteki azınlıkların, etnik, kültürel ve inançsal gruplarların sorunlarının çözümü için diyaloğa girilerek adım atılmalıdır.


    M. Tornêğeyali

    06. Eylül 2005



    http://f25.parsimony.net/forum62148/messages/23758.htm



    Re: POLITIKA, YASAM ve GÜNCEL SORUNLAR

    dersim -

    TÜRKIYE’NIN TEMEL SORUNU
    Türkiye’nin Temel Sorunu Nedir?

    Türkiye’nin temel sorununun demokrasi sorunu olduğunu, daha doğrusu işleyen bir demokrasisinin olmadığını söyleyebiliriz. Demokrasi sorunu barış, özgürlük -(düşünce ve inanç özgürlüğü başta olmak üzere)- insan hakları, seçme ve seçilme hakkı, yaşama hakkı, vs gibi temel hakları kapsar. Türkiye Ekonomik, politik, sosyal, çevre, trafik ve ulaşım vs gibi bir çok sorunla karşı karşıyadır. Bu sorunların tümü birbirine bağlıdır, birbirini etkiler veya tetikler. Çözümleri de yine birbirine bağlıdır.

    Türkiye toplumunda demokrasinin gelişmemesi, var olan sorunları ağırlaştırmaktadır. Dilerseniz bu sorunları önem derecesiyle sıralayalım. Başta Kürtler olmak üzere azınlık milliyetlerin baskı altında tutulması sorunu, başta Aleviler olmak üzere islamiyet dışı inançların baskı altında tutulması sorunu, düşünce ve örgütlenme özgürlüğü üzerindeki baskılar, sendikalaşma, grev ve toplu sözleşme önündeki engeller ve saire sorunlar, demokrasinin bütün kurum ve kuruluşları ile işlememesinden kaynaklanmaktadır. Demokrasi, ancak bütün kurum ve kuruluşları ile işlemeye başlarsa, sorunların çözümüne başlanabilir.

    Türkiyede’deki toplumsal gelişmenin önündeki en büyük engel, şüphesiz ki Kürt sorununun çözülmemiş olmasıdır. Kürt sorununun çözümü, öteki bütün toplumsal ve sosyal sorunların çözümünde belirleyici bir yere sahiptir. Kürt sorunu derken, bir ‘öz’den bahsediyorum. Aslında sorun, sadece bir ‘Kürt’ sorunuyla sınırlı değildir. Başta Kürtler olmak üzere, bütün öteki azınlık milliyetleri, kültürel ve inançsal grupları da kapsayan ulusal ve demokratik bir sorundan söz ediyorum. Dersim/Zaza sorunu, Ezidi (Yezidi) sorunu, Ermani, Asuri (Keldani, Süryani, Nasturi) sorunu, Laz sorunu gibi etnik, dilsel ve kültürel sorunlar ile Alevilik gibi inançsal, dinsel sorunların çözümü, bugün Kürt sorunu olarak bilinen sorununun çözümü ile içiçedir.


    Kürt sorunun çözümünde taraf olanlar kimlerdir? Taraflardan biri devlettir. Devlet de kendi içinde hükümet ve genelkurmay başta olmak üzere çeşitli güç odaklarından oluşmaktadır. Yeri geldikçe devleti oluşturan tarafların politik tutumları üzerinde duracağım ama bu yazıda esas olarak, tarafların ikinci cephesini yani Kürtleri ve çözümden yararı olan öteki kesimleri konu edineğim.

    Kürt sorunu, son yirmi yıldır süreci belirleyen asıl sorundur. Kürt sorununda son yirmi yıldır en önemli taraf, şüphesiz ki PKK’dır. PKK, hem savaşı başlatmış ve yürütmüş taraf olarak, hem de hala en örgütlü silahlı güç olmasından ötürü böyledir. PKK’nın 1984’deki silahlı saldırıları ile başlayan çatışmalı süreç, arada kısa süreli iki ateşkes dışında, A. Öcalan’ın yakalandığı 1999’a kadar sürdü. A. Öcalan’ın yakalanması ve yargılanması sürecindeki tavrı, sadece silahlı mücadelenin veya savaşın bittiği değil, artık eline hiç bir zaman silah almayacağı şeklinde net bir tavırdı. Evet, A. Öcalan, bir daha silaha baş vurmamak üzere, savaşı sona erdirdiğini ilan ediyor ve 2003 yılının sonlarına kadar bu doğrultudaki tavrını sürdürüyordu. PKK -(KADEK, KONGRA-GEL isimleri altında)- da bu yaklaşımı benimsemiş görünüyor ve esas olarak sınır ötesinine çekilerek, çatışmalara girmiyordu.

    A. Öcalan’ın yakalandıktan sonraki tavrı, sadece bir nevi teslimiyet değildi aynı zamanda önemli bir politika değişikliğiydi. Bu politika değişikliği, “demoratik cumhuriyet” tezi altında yürütüldü. ‘Silahlara elveda’ şiarı dışında, ‘üniter devlet’ yapısının bozulmasını istemediğini, federasyon veya otonomiye bile gerek olmadığını, sadece ‘biraz daha demokrasi’ ile sorunun çözüleceğini, mahkeme süreci boyunca tekrarlayıp durdu. Kemalizme hayranlığını belirtmekle yetinmeyip, kendisine fırsat verilirse, devlete hizmet etmeye hazır olduğunu, ‘şehit annelerinden özür’ dileyerek ilan ediyordu, (bkz. AHİM Savunmaları). Bütün bunların, kendince kelleyi ipten kurtarmaya yönelik ‘taktikler’ olduğu sonradan anlaşılacaktı. Devlet, onun söylediklerini ciddiye almıyordu ama idam da etmiyicekti, çünkü verilmiş sözleri vardı.

    A. Öcalan, idam edilmeyeceğinden emin olduktan sonra, bugün serbest kalabilmek için ‘pazarlık’ yapmaya çalışıyor. Bu niyetle 2004’ün başlarında, mahkeme sürecinde söylediklerinin hepsini bir tarafa bırakarak, PKK’nın ‘meşru savunma stratejisi’ne geçmesini istedi. 2004’ün baharında çatışmaların yeniden başlaması üzerine, yükselen tepkilere karşı ‘meşru savunma stratejisi’nin, ‘ateşkesi bozmak’ ve ‘saldırı’ niyeti taşımadığını, saldırılara karşı sadece ‘kendini savunmak’ anlamına geldiğini söylüyordu. Bu arada DTH’nin örgütlenmesi ve bir an önce harekete geçmesi için de talimatlar veriyordu.

    2004’ün baharından 2005’in yazına kadar geçen bir yıllık süreç, çatışmalı döneme geçiş için yeterli olmuştu. Çatışma bölgelerinde herşey eskiye, 1999 öncesine dönmüştü. PKK, özellikle mayın döşeme ve uzaktan kumanda sistemiyle Türk ordusunun saldırılarını boşa çıkarmaya çalışıyordu. Bir yıllık süreç içinde, başta sınır bölgeleri olmak üzere, Kürdistan’ın dağlık alanları, PKK’nın saldırı mevzilerine dönüşüyordu. Bu arada bazı iç bölgeler ve özellikle Dersim, eylem alanı seçiliyor ve elverişli doğası ile insanlarının çaresizliği de kullanılarak çatışmaların yürütüldüğü odak durumuna dönüştürülüyordu. PKK, çatışmasız dönemin avantajlarını kullanarak, 2003’den beri ülke içlerine sızma ve yığınak yaparak iyi bir hazırlık süreci yaşadığını yaptığı eylemlerle gösteriyordu. Türk ordusu da, ilk andaki hazırlıksız durumundan kısa zamanda kurtularak tekrar saldırıya geçiyordu.

    Bir yıldır süren çatışmaların sonuçları gözler önündedir. Her tarafta yine ölü ve yaralılar, yine göz yaşı ve kan var. Geriye dönüş için, umutlanmış küçük orandaki insanlar, yine tedirginlik içindedir. İnsanlar, evlerini, köylerini onaramadan, çaresiz yine şehirlerin yolunu tutuyor. Çatışmaların yoğun olarak yaşandığı Dersim’de, tetirginlik en üst seviyelerde seyrediyor. Adeta olağanüstü hal dönemine yeniden geçilmişti. Bölgenin bütün stratejik noktalarına konuşlanmış olan askeri birlikler, bütün giriş ve çıkışları kontrol altında tutuyor. Kimlik kontrolü ve kimlik alıkoymalar yeniden yürürliğe girmiş, başta festival olmak üzere bölgedeki etkinlikler, valiler tarafından yasaklanıyordu. Tam bu sırada PKK yeniden ‘bir aylık’ bir ‘eylemsizlik’ kararı ile çatışmaları askıya aldığını ilan ediyordu.

    A. Öcalan’ın mahkeme sürecündeki teslimiyet tavrı, nasıl ki ‘idamdan kurtulmak’ için kendince bir ‘taktik’ti, çatışmaların yeniden başlatılması da, A. Öcalan’ın daha serbest hareket etmesi, muhatap alınması, dahası serbest bırakılması için başvurulmuş bir taktiktir. Aynı şekilde, ilan edilen ‘bir aylık eylemsizlik’ kararı da bir taktiktir ve söz de iyi niyet gösterisi ile pazarlık yapma şansını arttıracağını var saymaktadır. Gemlik’e yürüme, bu amaçla düşünülmüş kamuoyu yaratmaya yönelik bir girişimdir. Ancak, bütün bunlar boş girişimlerdir ve fiyaskoyla sonuçlanacaktır. Devlet, bu girişimlerin hiç birini ciddiye almıyor. Tersine atağa geçerek, hem ülke içinde terör estirerek olayların üstüne şiddetle gidiyor ve hem de yeni terör yasalarıyla bu durumu yasal bir çerçeveye oturtmaya çalışıyor. Bu arada uluslararası alandaki girişimlerine de, olumlu cevaplar almaya başladı.

    Hükümet ve devlet PKK’yı ciddiye almıyor, çünkü PKK kendi ciddiyetine, kendisi ve üstelik önderi A. Öcalan eliyle gölge düşürmüştür. Ve TC, hiç de beklemediği ve de hak etmediği bir zafer kazandığının farkındadır. Böyle bir durumda neden PKK ve Apo’yu muhatap kabul etsin ki? PKK ve A. Öcalan’ın açmazdaki bu durumunu kullanarak, Kürt sorununu daha da pasifize etmeyi düşünmektedir. A. Öcalan’ın yakalanmasından sonra geçen süreç içinde, sorunun çözümü yolunda ciddi hiç bir demokratik açılımda bulunmaması bunun en iyi kanıtıdır.

    PKK ve A. Öcalan’ın içinde bulunduğu açmaz, Kürt ulusal hareketini, dolayısıyla bir bütün olarak Kürtleri ve Kürt sorununu da açmaza sürüklemektedir. PKK, Türk devletinin inkar ve yok etme siyasetine karşı, Kürt halkının tepkisini denetimi altına aldı ve özellikle 12 Eylül cuntasına karşı bu tepkiyi kullanarak Kürt halkı içinde tartışılamaz tek oterite konumuna yükseldi. Yasal olarak kurulan ya da kurdurulan HEP/DEP ya da HADEP/DEHAP gibi Kürt partileri, PKK’ın legal alandaki gölgesi olmaktan öteye gidemedi. PKK, bu partilere ve yöneticilerine kukla rolü biçti. PKK insiystifi veya etkisi dışında kurulan partilere de çalışma alanı bırakmadı ve bırakmamaktadır.

    A. Öcalan ve PKK Kürt halkının iradesini ipotek altına almıştır. DTH, bütün cafcaflı söylemlere rağmen ölü doğmuştur. DTH, Kürt halkının değil, PKK’nın sesidir. PKK dışındaki hiç bir Kürt hareketi, bu oluşuma katılmadı, bu oluşum için yapılan tartışmalalara bile seyirci kaldı. Daha önce şöyle ya da böyle PKK veya onun etkisindeki harekete destek olan Kürt aydınları’nın önemli bir kesimi, artık PKK’ya destek vermediği gibi, DTH gibi paravan bir örgütte çalışmayı da red ediyor veya göze alamıyor.

    DTH içinde yer alan bir çok insanın kendi özgür iradesi ile hareket ettikleri kuşkuludur. En azından bunların bir kısmının, ‘kerhen’ DTH ile hareket ettiğini söylemek mümkün. Bir kısmının tehdit ve baskı ile orada tutululduğunu söylemek için müneccim olmaya gerek yoktur. Ama bütün bunları bir yana bıraksak bile, DTH’nin PKK’nın ve A. Öcalan’ın sesi olmaktan öteye gidemeyeceği kesindir. Bu durum ise, başta halkın oyu ile seçilmiş belediye başkanları olmak üzere, iyi niyetli ve demokrat insanları töhmet altında bırakmakta ve Kürt halkının önünü tıkayarak Kürt sorununu çözümsüzlüğe sürüklemektedir.

    PKK, kendisi dışındaki bütün Kürt parti ve hareketlerini, kendisi gibi düşünmeyen veya oteritesine boyun eğmeyen bütün Kürt şahsiyetlerini ortadan kaldırmak veya etkisiz bırakmak için çok kararlı hareket etmektedir. Şahıslara yönelik politikası, sadece baskı ve şiddet uygulayarak pasifize etmek değil, Fikmet Fidan örneğinde görüldüğü gibi katliam şeklinde ortadan kaldırma yöntemi de teredütsüz kullanılmaktadır. PKK, kendi dışındaki parti ve gruplara karşı da aynı kararlılıkla hareket etmekdir.

    PKK dışındaki Kürt hareketinin, parti ve gruplarının bir çok handikapları var. Her şeyden evvel ülke zemininde yeterli düzeyde örgütlü değillerdir. Entellektüel birikime sahip bir çok Kürt aydını, Türkiye’de baskı ve işkence görmüş, hapis yatmış ve sonuçta yurt dışına çıkarak ülke ile bağlarını büyük oranda koparmıştır. Bunlar, gerek geçmişte ve gerekse bugün hala öznel bazı yaklaşımlarla doğru bir politika oluşturmaktan uzaktırlar. Ülke zemininde politika yapabilmek için koşullar hala tümüyle elverişli değildir. Bütün bunlar, PKK’nın baskı ve tehditleri ile birleşince şartlar daha da zorlaşmaktadır. PKK, bunların farkındadır ve bu kozları muhaliflerine karşı kullanmak için bütün araçlara baş vurmaktan geri durmayacaktır.

    Çözüm nerededir ve Kürt tarafı, sorunu nasıl ele almalıdır?

    PKK’nın yirmi yıldır sürdürdüğü politikalar, Kürt sorununu çözememiş, tersine daha da ağırlaştırarak karmaşık bir hale getirmiştir. Kürt sorunun çözümü için şiddete baş vurmak, silahlı mücadele başlatmak gerekli miydi? Eğer, silahlı mücadele olmasıydı, sorun bu düzeye gelebilir miydi? Bütün bunlar, tartışılabilir. Ama her şeyden önce bugün sorulması gereken soru, ‘silahlı mücadele’ Kürt sorununu çözmede bir yol ya da yöntem olarak benimsenebilir mi? Bunun Kürt sorunun çözümüne bir katkısı, Kürt halkının çıkarlarına bir yararı olacak mıdır?

    Bu sorulara ben pozitif anlamda bir cevabı mantıklı bulmuyorum. Silahlı mücadele, savaş veya şiddete dayanan mücadele biçimlernin tümü, Kürt sorunun çözümünde olumlu bir rol oynamayacaklardır. Tersine şiddet, sorunu daha da ağırlaştıracak ve çözümü zorlaştıracaktır. Bu güne kadar yürütülen şiddet politikasından, Kürt halkının hiç bir kazancı olmadı. Tersine kaybetti. On binlerce savaşçısını yitirdi, birkaç katını sakat verdi. On binlerce insan hapis, işkence ve en kötü muamelelere maruz kaldı. Milyonlarca insan yerini, yurdunu terketti, yüz binlercesi aç, sefil ve işsiz kaldı. Binlerce köy ve mezra yakıldı, yıkıldı veya boşaltıldı. Hayvanları, ekinleri, bağ ve bahçeleri imha edildi. Peki kazancı nedir? Kürt halkının hiç bir kazancı olmamıştır.

    Ulusal sorunlar, özünde demokratik sorunlardır ve çözümü de demokrasidedir. Kürt sorunun çözümü, demokratikleşmeden geçer.
    Kürt sorununda taraf olan güçlerin barışçıl, demokratik ve meşru bir mücadele biçimini esas alması şarttır. Güney Afrika’da Mandela’nın, Filistin’de FKÖ’nün, Güney Kürdistan Kürtleri’nin, IRA ve Sinn Fein’in yaklaşımları örnek alınmalıdır. İspanyol sömürgeciliği, Batı Avrupa kapitalistlerinin, özellikle de Fransa’nın desteği ile BASK sorununda çözüme yanaşmak istemiyor ama eninde sonunda yanaşacaktır.

    Gelinen aşamada PKK, Kürt ulusal sorununun çözümünün önündeki en büyük engeldir. Sorunun çözümü için PKK, Kürt ulusal demokratik hareketinin önünü açmalıdır. PKK, Kürt hareketinin önünü açmadıkça, Kürt hareketinin gelişip çözüm üretmesi zorlaşır, hatta imkansızlaşır. Bu bakımdan PKK’nın yapması gereken tek ve en doğru şey, kendini fesh etmesidir. PKK kendini fesh ederek Kürt ulusal hareketinin önünden çekilirse, Kürtler kendi ulusal ve demokratik hareketini, daha güçlü bir şekilde ve meşru bir zeminde yeniden yaratacaklardır. Şiddeti rededen, meşru ve demokratik, ulusal bir Kürt hareketi, eninde sonunda kazanacaktır. Dünyadaki gelişmeler bu yöndedir. Türk devletinin çözümsüzlük inadı, ebediyete kadar süremez. Şiddeti rededen bir Kürt ulusal hareketine karşı, Türk halkının tavrı da sonsuza kadar olumsuz olamaz.

    PKK’nın, A. Öcalan’ın yakalanması ile çatışmalara son vermesi, silahları fiili olarak susturmuştu. Çatışmaların fiili olarak durması, her ne kadar geçici bir rahatlamaya yol açtıysa da bu durum, kalıcı bir barışa dönüşemedi. Bunun esas nedeni devletin tutumu ise de, diğer bir nedeni de Kürt ulusal hareketinin buna hazır olmamasıydı. Hala da buna hazırlıklı olduğu söylenemez, çünkü bu süreç gerekli örgütlenmeyi ve politikaların üretilmesini zorunlu kılmaktadır.

    Sorunun çözümü için PKK’nın çatışmaları durdurması yetmez, daha da önemlisi politik sahneyi tümüyle terketmesi gerekir. PKK’nın bütün politikaları, A. Öcalan’ın serbest bırakılmasına endekslenmiş durumdadır. Bunun anlamı, Kürt sorununun A. Öcalan’a feda edilmiş olmasıdır. Oysa olması gereken, tersidir. Kürt sorununun çözümü, A. Öcalan’ın serbest kalmasının da yolunu açacaktır. A. Öcalan’ın özgürlüğü, Kürt halkının özgürlüğü anlamına gelemez ama Kürt halkının özgürlüğü, A. Öcalan’ın da özgürlüğünün yolunu açabilir. Bu bakmdan PKK önce ‘eylemsizlik’ kararaını sürekli bir ateşkese dönüştürmelidir. Bu da yetmez, kendini feshederek politik sahneden çekilmeli ve Kürt halkının önünü açmalıdır. PKK, siyasal olarak miyadını doldurmuştur. Onun Kürt halkına verebileceği en güzel hediye, kendini fesh etmesidir.

    18.09.05

    M. Tornêğeyali


    http://f27.parsimony.net/forum67890/messages/5678.htm


    http://f25.parsimony.net/forum62148/messages/23763.htm



    Re: POLITIKA, YASAM ve GÜNCEL SORUNLAR

    dersim -

    DERSIM DIRENISLERI ÖZGÜRLÜK ICIN YÜRÜTÜLMÜS MÜCADELELERDIR
    DERSİM DİRENİŞLERİ ÖZGÜRLÜK İÇİN YÜRÜTÜLEN MEŞRU MÜDAFAADIR!

    Dersim direnişleri, Osmanlı-Türk zülmüne karşı, işgal ve sömürgeciliğe karşı, özgürlük için yürütülen mücadelelerdir. Bu mücadelelerin hiç biri, birer ayaklanma değil, saldırılara karşı yapılan savunma ve direnişlerden oluşmaktadır. Bunun nedenleri, Dersimlilerin bir devlet geleneğinden ve ulusal bilinçten yoksun olmalarında yatmaktadır. Dersim’deki toplumsal bilinç ayrı ve bağımsız bir devlet kurma aşamasına erişememiştir. Dersim’deki toplumsal yapı, aşiret örgütlenmesine dayanan feodal bir yapıydı. Şah Hüseyin Bey dönemi, Dersim örgütlenmesinin en üst noktasıdır. Eğer, Osmanlı-Türk müdahalesi gerçekleşmese veya başarılı olmasa, Dersim kendi dinamikleiyle devletleşmeye doğru adım adım ilerleyecekti. Ama Türkler’de ulusal bilincin daha erken başlamış olması ve yüzyıllara dayanan Osmanlı devlet tecrübesi, 19.yüzyılda balkanlardaki ulusal uyanış ve ayaklanmaların da etkisiyle, bölgedeki yapılara, özellikle de rakip olabilecek tehlkeli odaklara müdahale etmeyi zorunlu kılmıştır. 1800’lü yılların başında, Sultan II. Mahmut ile başlayan yenileşme, merkezi bir yeniden yapılanmayı öngörmektedir. Bu çabalar Tanzimat ve Meşrutiyet olarak bilinen reforum hareketleri ile hızlandırılmak istenmiştir. Tam da bu dönemde, 1850’li yıllarda Dersim’de yarı-bağımsız bir Beyliğe sahip olan Şah Hüseyin Bey’e karşı harekete girişilmiştir. Aynı dönemde başta Bedirhan Beyin Botan Beyliği olmak üzere Kürt Beylikleri de, Osmanlı’nın müdahale ve saldırılarına maruz kalmışlardır.

    TC devleti, Osmanlı devletinin devamıdır. Savaşta yenilgiye uğramış ve yer yer işgal edilmiş bir ülkede, savaş suçlusu bir yönetimin yerine, bazı özgün ve özel koşullar altında, başka bir yönetimin başa gelmesidir. Yani özgün koşullar altında gerçekleşen bir iktidar değişikliğidir. Bu bakımdan yeni Türk devleti olarak TC’nin politikası, değişen koşullara uyarlanmış Osmanlı/İttihat-Terakki politikalarının devamıdır. Bu, bağımlı ve azınlık halklara karşı da aynı şekilde sürdürülmüştür. Nitekim, Cumhuriyet’in kurulmasından hemen sonra ele alınan sorunların başında ‘Dersim Sorunu’ gelmektedir. Dersim’e karşı geniş ölçekli program ve planlar, uzun vadeli hazırlıklar yapılmıştır. 1930’lu yılların başında Dersim ile ilgili bütün bilgiler, dönemin devlet ve askeri yetkililerinin elinde mevcuttur. Devlet, adım adım plan ve programlarını tatbik etmek üzere hareket eder ve 1937-38 yıllarında gerçekleştirdiği vahşi saldırılarla Dersim’i kesin olarak denetimi alır. Dersim 37/38 Ermeni soykırımdan sonra, aynı ve yakın coğrafyada gerçekleştirilen ikinci büyük jenosittir. Bu soykırım tamamen Atatürk’ün gözetimi altında gerçekleştirilmiştir. Kendisi bizzat Dersim için ‘çiban’ benzetmesi yaparak, yapılması gerekeninin bu çibanın ancak neşterle temizleneceğini ilan etmiştir. Dönemin başbakanları İsmet İnönü ve Celal Bayar, Genel Kurmay Başkanı Fevzi Çakmak, İçişleri bakanı Şükrü Kaya ve diğer birinci derecedeki yetkililer bu soykırımın başlıca sorumlularıdır. Bu bir devlet politikasıdır. Devletin bütün yöneticileri ‘suç ortakları’dır. Eğer bu suçlular için bir sıralama yapılacaksa, hiyerarşideki yerleri, onların sorumluluklarının bir ölçütü olabilir.

    Dersimlilerin, ‘çapul’ (soygun) gibi bazı hatalarının olması, hiç bir şekilde bu katliam ve soykırımı haklı çıkarmaz, bunlar gerekçe bile kabul edilemez. Dersimlilerin vergi vermemesi, askere gitmemesi, kendi dilini ve kültürünü yaşatmak için direnmesi, tamamen meşru ve haklı bir mücadeledir. Dersim direnişlerini ve davasını, Kızılderililerin davasına ve direnişlerine benzetebiliriz. Kızılderililerin davası, beyaz adamın sömürgeleştirme ve vahşetine karşı, özgürlük davasıdır. Her halkın, ilkel bile olsa, kendi geleceğini kendisinin belirleme hakkı vardır. Tıpkı bir ulusun, kendi kaderini kendisinin belirleme hakkı gibi.

    M. Tornêğeyali, 24.08.05.




    http://f27.parsimony.net/forum67890/messages/5069.htm



    Mit folgendem Code, können Sie den Beitrag ganz bequem auf ihrer Homepage verlinken



    Weitere Beiträge aus dem Forum DERSİM-ZAZA ARŞİVİ

    Tarihten Günümüze Dersim Kimligi - gepostet von dersim am Freitag 15.12.2006
    Miandonike - gepostet von dersim am Freitag 11.05.2007



    Ähnliche Beiträge wie "POLITIKA, YASAM ve GÜNCEL SORUNLAR"

    En Güncel AMR Melodileri Full.. - musti2491 (Samstag 30.09.2006)
    Politika - ELLE (Donnerstag 04.10.2007)
    POLITIKA TARTISMA - diloburak (Sonntag 24.09.2006)
    Güncel keyler VIACCESS - Caglaraga (Donnerstag 01.03.2007)
    DIGITAL+ Güncel keyler - Caglaraga (Donnerstag 01.03.2007)
    Politika-Parata3iaka 8emata! - Admin_Ntk (Samstag 30.09.2006)
    Yatirimlar-Sorunlar-Öneriler! - Berlinali55 (Montag 02.01.2006)