2010_Öcalan: Buradaki görüşmeleri bombaladılar

DERSİM-ZAZA ARŞİVİ
Verfügbare Informationen zu "2010_Öcalan: Buradaki görüşmeleri bombaladılar"

  • Qualität des Beitrags: 0 Sterne
  • Beteiligte Poster: dersim
  • Forum: DERSİM-ZAZA ARŞİVİ
  • Forenbeschreibung: Dersim-Zaza Platformu
  • aus dem Unterforum: PKK_A. ÖCALAN
  • Antworten: 8
  • Forum gestartet am: Dienstag 05.12.2006
  • Sprache: türkisch
  • Link zum Originaltopic: 2010_Öcalan: Buradaki görüşmeleri bombaladılar
  • Letzte Antwort: vor 13 Jahren, 5 Monaten, 17 Tagen, 15 Stunden,
  • Alle Beiträge und Antworten zu "2010_Öcalan: Buradaki görüşmeleri bombaladılar"

    Re: 2010_Öcalan: Buradaki görüşmeleri bombaladılar

    dersim -

    2010_Öcalan: Buradaki görüşmeleri bombaladılar


    Öcalan: Buradaki görüşmeleri bombaladılar


    Hakkari'deki patlamayı değerlendiren Öcalan, 'Yapılan bu son patlamayla buradaki görüşmeler dinamitlendi, bombalandı. Bu görüşmeler oldukça verimli geçiyordu, umutluydum' dedi.

    Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan, avukatlarıyla görüştü. Edinilen bilgilere göre görüşmede Hakkari'deki patlamaya değinen Öcalan, şu görüşleri ifade etti:

    'Hakkari'deki patlamaya ilişkin Başbakan'ın ilk saatlerde yaptığı açıklamalarda hızlı bir şekilde PKK'yi hedef göstermesi ilginç. Yine aynı şekilde Genelkurmay Başkanlığı da olaydan hemen sonra jet bir açıklamayla örgütü sorumlu tuttu. Nasıl böyle yapıyorlar, bunu nasıl göze alıyorlar, ne yapmaya çalışıyorlar? Burada söylemek istediğim bunun ağır siyasal sonuçlarıdır, bunun altından nasıl kalkacaklar? Daha sonra PKK'nin yapmadığı anlaşıldığında Genelkurmay bunun siyasi sorumluluğunu nasıl taşıyacak, bunun altından nasıl kalkacak, kamuoyunu nasıl ikna edecek! Genelkurmay ve Başbakanın böyle alelacele açıklama yapması ilginç! Ben bu olaya daha temkinli yaklaşıyorum, ihtimallere göre şartlı değerlendireceğim bu olayı. Bu patlamaya ilişkin şöyle düşünüyorum. Bu, PKK içerisine sızmış jitem-kontra tarzı bir ekibin işi de olabilir. Yine PKK içinde yönlendirilen başıboş bir grubun işi de olabilir, bunlar iyiniyetli olabilir ancak kendileri durumdan vazife çıkarıp eylem yapmış olabilirler. Batman'da Salih Özdemirlerin olayı gibi olabilir de. Yine milislerin işi olabilir, köylü intikamcılığının bir sonucu olabilir. Köylü intikamcılığıyla kendilerince intikam almış olabilirler. Bakın ben ihtimaller üzerine konuşuyorum. Devlet içerisinde devletten kaynaklı bir olay da olabilir. Genelkurmay ya da Hükümetin bilgisi dahilinde olmuş olabilir. Yine Genelkurmay ve Hükümetin bilgisi dahilinde olmayabilir, Genelkurmay ve Hükümetin bu olayları engellemeye gücü yetmemiş olabilir de. Her iki durum da oldukça vahimdir. Tehlikeli sonuçlar doğurur. Ben bu olayı duyduğumda şok oldum, şu andaki ruh halim kaos gibidir, anlamaya çalışıyorum.'

    HÜKÜMET VE GENELKURMAY ANLAŞTIYSA BÜYÜK BİR TEHLİKE

    Bu olay, Güçlükonak olayına benziyor. Sadece 2011 seçimleriyle sınırlı değildir, Kürtlerin imhasıyla ilgilidir. Eğer Hükümet ve Genelkurmay anlaşmışsa, bu, Kürtler için çok büyük bir tehlikedir, bu bir soykırım provasıdır. Eğer böyleyse, bu, Hakkari'nin özel hedef seçilmesi demektir, Hakkari'nin, Şırnak'ın kuşatılmasıdır. Hakkari'nin özel hedef haline gelmesidir. Bir nevi Hakkari'nin geçmişte Dersim'e yapılanlar gibi kuşatılmasıdır. Dersim nasıl kuşatıldıysa, Hakkari de bu şekilde kuşatılmış olabilir, bu konuda uyanık olunmalı, tedbirler alınmalıdır. Eğer böyle Hükümet-Genelkurmay bilgisi dahilinde kasıtlı bir olaysa, Dersim gibi imha edilene kadar, teslim alınana kadar bu tür saldırıları devam ettireceklerdir. Olayın olduğu köy, korucu köyü ama bir kısmı daha önce silah bırakmış, Güçlükonak gibi. Her iki köyde korucu köyüydü, benzerlikler var, bunlardan silah bıraktıkları için intikam alınmaya çalışılmış olabilir. Yine büyük oranda boykota uymuşlar, bu onurlu davranışları karşısında hedef alınmış olabilirler.

    HAKKARİ OLAYI ÇOK ÖNEMLİDİR

    Bu Hakkari olayı çok önemlidir. Bu patlamanın mutlaka aydınlatılması gerekiyor. Bu konuda herkes üzerine düşen görevi yapmalıdır. Benim burada görüşmelerim devam ediyor. Bir gazetecide yazdığı yazılarda bu görüşmelerin yapılabileceğini işliyor. Takip ettiğim kadarıyla akıllı biri, anlıyor. Tabi bu konulara kafa yoruyor. Biraz öyküleştirerek bu meseleleri ele alıyor ama tespitlerinin zamanlaması, öngörüleri dikkat çekici. Bu heyet ile yaptığım görüşmeler, anlamlı görüşmelerdi. Bu görüşmelerden oldukça umutluydum. Bu patlama, devlet içindeki birimlerin birbirleriyle kopukluk içinde olduğunun da göstergesi olabilir. Devlet içerisinde belli birimlerin birbirleriyle çelişki ve çatışmalarının sonucu da bu tarz eylemler olabiliyor. Bazı iyiniyetli birimlerin bu saldırılardan haberi olmayabilir. İyiniyetli bazı çabalar, bu tür saldırılarla sabote edilmeye çalışılabilir. Ben bu konuda bir tarafı da suçlamak istemiyorum. Sayın Başbakan'ın da bu konuda haberi olmayabilir.

    HEDEF BENİMLE GÖRÜŞMELER OLABİLİR

    Burada hedef, benimle yapılan görüşmeler de olabilir. Burada oldukça anlamlı görüşmeler oldu. Çok anlamlı sonuçları da olabilirdi. Tam bu esnada Hakkari'de bu patlamanın olması oldukça düşündürücüdür. Bu olay çok yönlü araştırılmalıdır. Yine belirtiyorum, ben bu olayla ilgili ihtimallere göre şartlı konuşuyorum. Bir tarafı peşin hükümle suçlamıyorum, çünkü bir tarafa yüklenmek için elimde veriler yok, genel gelişmelere göre değerlendirme yapıyorum. Bu olayı PKK'nin içinde de, devletin içinde de birileri gerçekleştirmiş olabilir. Ben iki tarafa da şüpheci yaklaşıyorum. Yoksa tek başına bir tarafa yüklemiyorum. Bu patlama PKK'nin içinde bir grubun işi olabilir, içine sızmış bir ekibin işi olabilir, kendisince durumdan vazife çıkarmış başıboş bir grubun işi de olabilir, yine belirttim, eski tarz milislerin işi olabilir, milis gelip oraya bomba koymuş olabilir, köylü intikamcılığıyla hareket edilmiş olabilir. Yine bu patlama Genelkurmay ve Hükümetten habersiz olarak bir jitemvari-kontra bir gücün işi olabilir. Böyleyse durum oldukça vahimdir. Eğer böyleyse bu durum gösteriyor ki, devlet içindeki çeteler hala etkindir ve gelişmeleri, süreci sabote edecek güçleri vardır, çok güçlüdürler. Ya da bu patlamayı gerçekleştirenler tek başına genelkurmayın ya da tek başına hükümetin bilgisi dahilinde bu eylemi gerçekleştirmiş olabilirler. Ya da hem genelkurmay hem de hükümetin bilgisi dahilinde yapılmış olabilir. Eğer böyleyse bu durum da oldukça vahim bir durumdur. Genelkurmay ve hükümetten bağımsız-habersiz bu saldırının gerçekleşmesi de, yine genelkurmay ve hükümete bağımlı olarak onların bilgisi dahilinde bu saldırının gerçekleştirilmesi de vahimdir. İki durum da oldukça vahimdir. Ben bunu PKK dışı olasılığa göre değerlendiriyorum, eğer PKK'den kaynaklı bir eylem değilse böyledir diyorum. Ben böyle ihtimallere göre şartlı değerlendiriyorum. Bu konu hakkında şartlı-seçenekli düşünüyorum.

    HASSASIM KAYGILARIM VAR

    Bu konuda hassasım. Kaygılarım var. Bu konudaki hassasiyetimi kamuoyuyla paylaşmak istiyorum. Ben burada yine tekrarlıyorum, şu sonuca ulaşıyorum: Eğer PKK'den kaynaklı bir eylem değilse ve devletten haberli ya da habersiz, ilişkili ya da ilişkisiz bir grubun işiyse, bu oldukça tehlikelidir. Eğer bu eylem kendi başına bir grubun işiyse devlet içinde hala özel çetelerin varlığına işarettir ki bu da bir güçtür ve tehlike arzeder. Böyleyse bundan sonra da bu tarz olaylar, eylemler, provokasyonlar gerçekleştirilebilir. Bu konuda halkımız, herkes uyanık olmalı ve kendi özsavunmalarını almaları gerekir. Asfalta, yola çıkarken bu tarz eylemlere dikkat etmeliler, uyanık olmalılar. Eğer bu olay genelkurmay ve hükümetin bilgisi dahilinde bir grubun işiyse bu da soykırım demektir. Bu daha çok tehlikelidir. Bu durumda çıkaracağımız sonuç, devletin Hakkari ve Şırnak gibi yerleri özel hedef seçtiğidir. Buralara önümüzdeki dönem bu tarz yönelimler olabilir, halkımızın bu konuda da bilinçli olması ve özsavunmasını geliştirmesi gerekiyor. Bu saldırı planlı ve devletin bilgisi dahilinde bir saldırıysa Hakkari'nin yüzde doksandört oranında boykotuna bir cevaptır. Ve özel olarak burayı hedef seçmedir. Aynı geçmişte Dersim'e yapılanlar gibi. Dersim nasıl her yönlü kuşatılıp üzerinde oynandıysa Hakkari'nin de bu şekilde kuşatılma tehlikesi vardır. Yine diyorum ben burada bu olay hakkında tek yönlü düşünmek istemiyorum ve kamuoyuyla şunu da paylaşmak istiyorum. 'Öcalan bu konuda hassastır, kaygıları vardır' diyorum. Halkımızın provokasyonlara karşı uyanık olması ve bunları açığa çıkarmaya çalışması gerekiyor. Halkımız çift taraflı provokasyonlara karşı uyanık olmalı, sadece devletten gelen provokasyon değil PKK kaynaklı provokasyonlara karşı da uyanık olmalıdır. İşte PKK tarihinde biliniyor, en iyi örneği Hogir'dir. Hogir, on sene içimizde kaldı ve binlerce gerillanın-sivilin ölümünden sorumludur. Bu ve benzeri örnekler çoktur. O yüzden provokasyonlara karşı herzaman dikkatli olunmalıdır.

    PATLAMA HÜKÜMETE DE MESAJDIR

    Yine söylüyorum, bu saldırı eğer PKK kaynaklı değilse, devlet içinden kontra bir gücün, kontracı bir anlayışın ya da devletin bilgisi dahilinde bir grubun işiyse bu iki durum da vahimdir. Genelkurmay ve hükümetin bilgisi dışında süreci provoke etmek isteyen grupların işiyse bu, şu anlama gelir: Biz istediğimiz zaman süreci sabote edebiliriz, bu gücümüz var. Burada verilen mesaj budur. Bu sadece bize değil, hükümete de bir mesajdır. 'Bize rağmen hiçbir şey yapamazsınız' mesajıdır. Ama devlet içerisindeki tüm birimler, insanlar bunlar gibidir diye düşünmek doğru değil, iyiniyetli olanlar da var. Benim burada yaptığım görüşmeler oldukça anlamlı bir görüşmelerdi, anlamlı sonuçları olabilirdi, buna inancım vardı. Bu görüşmeler sırasında hükümetten veya genelkurmaydan bağımsız bir şekilde böylesi bir eylemin yapılması, 'sizin yaptığınız görüşmeler fasa-fisodur. Bak, ben istediğim zaman sizin çalışmalarınızı engelleyebilirim, sabote edebilirim, aldığınız kararları boşa çıkarabilirim' mesajıdır. Burada amaçlanan, bu görüşmeleri sabote etmek olabilir.

    HÜKÜMET SORUMLULUARI AÇIĞA ÇIKARMALI

    Burada Hükümete, AKP'ye düşen görev, bu olayın üzerine kararlı bir şekilde gitmek ve sorumluları açığa çıkartmaktır. Önümüzdeki dönemdeki gelişmeler, hükümetin bu konudaki iradesine bağlıdır. Bu kadar önemli görüşmelerin olduğu bir aşamada Hakkari'deki bu patlamanın yaşanması düşündürücüdür. Bu patlama, cumhuriyet tarihinin en önemli olaylarından biridir. Bu patlama devletten ve PKK'den kaynaklı olabileceği gibi başka devletlerden de kaynaklanmış olabilir. İran gibi devletlerin parmağı da olabilir, isim vermek istemiyorum, herhangi bir devletin PKK kılığıyla yaptığı bir eylem de olabilir. Hakkari konumu gereği, Hakkari'ye yakın bölgesel devletlerin, bölgesel güçlerin PKK kılıfıyla bu tarz eylemlerine uygun bir coğrafyadır. Bu saldırı, bölgesel hatta uluslararası güçlerin de içinde olduğu bir saldırı olabilir. AB ve ABD'nin bu mesele hakkındaki tutumları biliniyor.

    BÖLGESEL KÜRESEL GÜÇLER DE OLABİLİR

    Bölgesel-küresel kontrgerilla, iç-dış güçler, tekrar bazı sonuçlara ulaşabileceğimiz görüşmeleri sabote etme amacıyla bu Hakkari olayını yapmış olabilirler. Bu bir oyundur. Eğer böyleyse Öcalan diyor ki 'bu bir siyasi komplodur'. Yine tekrarlıyorum, Öcalan bu konu hakkında şartlı, seçenekli düşünüyor. Devletin içinde, dışında, devletten kaynaklı bir eylem olabilir, aynı şekilde PKK'den kaynaklı bir eylem olabilir ya da üçüncü bir olasılık olarak bölgesel-uluslararası devletlerin PKK kılıfıyla gerçekleştirdikleri bir eylem olabilir. Çok önemli görüşmelerin yapıldığı bir süreçte böylesi bir eylemin gerçekleştirilmesi üzerinde durulmalıdır. Hakkari'de 10 gerilla yaşamını yitirmiş. Eylemsizlik halinde olan gerilla güçlerinin genelkurmay merkezli, merkezi bir koordinasyonla ağır teknik kullanılarak katledilmesi oldukça tehlikeli bir işarettir. Genelkurmayın Hakkari'deki patlama sonrası da hemen jet hızıyla PKK'yi hedef göstermesi tesadüf olmuyor bu durumda. Bu on gerilla olayının ayrıntılarıyla birlikte Hakkari'deki olay da başka bir anlam kazanıyor. İki olay da birbirine yakın yerlerde olmuş sanırım. Durum biraz daha netleşiyor. Bu durumda bu iki olayı değerlendirdiğimizde Hakkari'ye merkezi bir yönelim olduğundan bahsedilebilir. Hakkari hedef haline getiriliyor, pilot bölge olarak seçilmiş olabilir. Zaten daha önce de referandum sonuçları sonrası hedef gösterilmişti.

    HAKKARİ KUŞATMASI

    Referandum sonrası bazı yetkililer, Hakkari'nin halledilmesi gerektiğinden bahsettiler. Hakkari halkının referandumdaki bu onurlu duruşuna, yüzde 94'ler oranındaki boykotuna bir cevap olabilir bu saldırılar. Ben buna 'Hakkari Kuşatması' diyorum. Hakkari kuşatma altına alınıyor olabilir, alınmaya çalışılıyor olabilir.

    OLAY MERKEZİ İSE ATEŞKES ANLAMSIZLAŞIR

    Eğer bu iki olay merkeziyse, genelkurmay ve hükümet imha planında anlaşmışlarsa, imha kararı almışlarsa tek taraflı eylemsizlik anlamsızdır. Bundan sonra belirleyici olan AKP'nin-Hükümetin bu olaylar karşısındaki tutumudur. Hükümet, öyle 'bitiririz, yok ederiz, tasfiye ederiz' der hedef gösterirse, o zaman geliştirmeye çalıştığımız bu demokratik çözüm ve barış süreci fiilen ortadan kalkacaktır, bunun sorumlusu da Hükümet olacaktır. Ancak bu olaylar karşısında 'biz tasfiyeci çeteleri bertaraf ettik ya da bunlarla mücadele edeceğiz' denilirse, bu kararı verdiklerini görürsem, bu konuda bir irade gösterilirse süreç geliştirilebilir. Ben burada Sayın Başbakan'a da haksızlık etmek istemiyorum. Sayın Başbakan konusunda hassasım. Bu konuda kesin yargıyla konuşmak istemiyorum. Başbakan hakkında kesin bir yargıda bulunmak istemiyorum. Ancak Kürt sorununu gerçekten çözmek istiyorsa bu türden olayların-provokasyonların peşini bırakmamalıdır. Hakkari olayının hemen sıcaklığında hedef gösterici yaklaşımlardan kaçınmalıdır. Herkes bu konularda hassas ve temkinli olmalıdır. Başbakan yaptığı açıklamada, Demirtaş'ın Hakkari olayı sonrası açıklamalarını talihsiz açıklamalar olarak değerlendirdi. Ben de buradan Sayın Başbakan'ın açıklamalarını talihsiz açıklamalar olarak değerlendiriyorum. Böyle alel acele açıklamalar doğru değil, olayın araştırılıp, aydınlatılması gerekir. Bu patlama cumhuriyet tarihinin en önemli olaylarından biridir, aydınlatılması gerekiyor. Bu patlama, kesin oyundur. Ben demokratik çözüm ve barıştan yanayım, ölümlerin olmasını istemiyorum. Ben ölümlerin durmasından yanayım.

    ORDU HÜKÜMET ANLAŞMIŞ DA OLABİLİR

    Referandumda 'evet'in kazandırılmasını da farklı değerlendirdik burada. Hükümetin orduyla anlaşmış olabileceği ihtimalinden bahsetmiştim. Referandumda 'Evet'in kazanmasıyla AKP iktidarının önü açılacak, güçlenecek bunun karşılığında da ordu, AKP'den askeri anlamda önünün açılmasını ya da bir serbesti almış olabilir demiştik. 'Evet'e yol vermekle Hükümetin önü açılacak ve bunun karşılığında genelkurmayın da askeri anlamda önü açılacak. Bu son olaylar da bu tezimizi, bu ihtimali güçlendirir durumda. Bu durum ta 2007'deki Dolmabahçe görüşmelerine dayanıyor ve son olarak da son YAŞ toplantısında bu konuda hükümet ile ordu arasında bir anlaşma ihtimalini de düşünüyorum. Hükümet kendi iktidarının önünün açılması karşılığında genelkurmaya belli tavizler vermiş olabilir. Işık Koşaner dönemi bu yönüyle tam bir uzlaşmanın sağlandığı bir dönem de olabilir. Eğer Erdoğan, bu son olayların üzerine gidip aydınlatmaya çalışmazsa, bunların üzerine gitmezse; '1925'ten itibaren İsmet İnönü Kürtler için neyi ifade ediyorsa günümüzde de Erdoğan Kürtler için aynı şeyi ifade ediyor' diyeceğim. Hakkari'deki bu iki olayı yan yana getirdiğimizde halkımızın büyük tehlikelerle, soykırım tehdidiyle karşı karşıya olduğunu söyleyebiliriz. Hakkari bir nevi Dersim gibi kuşatma tehdidindedir, belki oradaki gibi katliam olmaz, amaç topyekün bir yönelim olabilir. Buna karşı KCK ve halkımız özsavunmalarını almalıdırlar. Ben daha önce bu konuda 'devrimci halk savaşı'ndan bahsetmiştim. Ancak yine diyorum, kendi kararlarını kendileri bu konularda alırlar.

    BEŞİNCİ DARBE GİRİŞİMİDİR YAŞANILAN

    Bu saldırılar yine belirtiyorum devlet içinde denetim dışı bazı çetelerin, grupların işi de olabilir. Bu denetim dışı kontra çetelerinin tamamen genelkurmayın denetiminden çıktığı dönem Karadayı dönemidir. Karadayı dönemiyle birlikte genelkurmay bu çetelere hakim olamadı. Karadayı döneminde bu konuda bir kırılma yaşandı. O dönemki bazı gelişmelerle bu tezimi güçlendiriyorum. Yine hatırlanırsa Kıvrıkoğlu dönemi de böyleydi. Kıvrıkoğlu'na Kıbrıs'ta suikast girişimi olmuştu. Bu suikast girişimi de bu kontra çetelerin artık denetlenemez duruma geldiğinin bir göstergesi, işaretiydi. Bu gelişmeler aynı zamanda Kürt sorunun çözümünü geciktiren ve zorlayan gelişmelerdi. Demokratik çözüm ve barışa her yaklaştığımızda böylesi çeteler devreye girerek süreci sabote ettiler. '98 ateşkesi süreci biliniyor, o dönem geliştirdiğimiz ateşkes sabote edildi. Sayın Özal döneminde de barış girişimlerimiz bu çeteler tarafından sabote edildi ve tarihi bir fırsatı kaçırdık. Sonra Erbakan dönemindeki çabalarımız boşa çıkarıldı. O dönemde Türkiye açısından tarihi bir fırsat kaçırılmış oldu. Yine Ecevit döneminin barışı da benzer komplolarla boşa çıkarıldı. Ecevit barışı da böylece heba oldu. Bu dört darbenin ardından bugün yaşadığımız beşinci darbe sürecidir. Son geliştirilen bu eylemsizlik sürecine karşı beşinci darbe girişimi sözkonusudur. Hakkari'deki olaylar bu şekilde değerlendirilmelidir. Bu olaylarla özellikle bu patlamayla gerçekleştirilmek istenen, benimle görüşen ekibin devlet katındaki tasfiyesi de olabilir. Burada hedef sadece ben değilim, benimle görüşen ekibin de tasfiyesi amaçlanmış olabilir. Yani burada yaptığımız görüşmeler engellenip, biz devre dışı bırakılmak isteniyor olabiliriz, amaçlanan bu olabilir.

    PATLAMA İLE BURADAKİ GÖRÜŞMELER DİNAMİTLENDİ

    Yapılan bu son patlamayla buradaki görüşmeler dinamitlendi, bombalandı. Bu görüşmeler oldukça verimli geçiyordu, umutluydum. Türkiye'de ne zaman bu konularda olumlu gelişmeler olsa, böylesi provokatif bir eylemle bu gelişmeler sabote ediliyor. Hatırlıyorum İlker Başbuğ'un meşhur 14 Nisan 2009 tarihli konuşması vardı. Başbuğ 14 Nisan 2009 tarihli konuşmasında olumlu ifadeler kullanmıştı ancak bu konuşmanın yapıldığı tarihlerde yine böylesi bir sabote eylemi olmuştu ve havayı tersine çevirmişti. Burada asıl hedefleri, yapılan ve yapılacak olan görüşmelerdir, bu görüşmelerde ulaşacağımız sonuçlardır. Yoksa belirtildiği gibi asıl hedef sadece BDP ile yapılacak görüşme değildir. Bütün bu tehditlere karşı herkes savunmasını almalıdır. Süreç her an sabote edilebilir. Bu süreci sabote etmek isteyen güçlerin eli çok uzun da olabilir, sanıldığının aksine güçlü de olabilirler. Süreci sabote etmek isteyen bu güç burada bana bile ulaşabilir, bilmiyorum, belki bu kadar güçlü de değiller. Ancak herşey ihtimal dahilindedir. Bana burada ulaşıp beni imha da edebilirler, o yüzden, herkes uyanık olmak zorundadır.

    KCK SİSTEMİNİ UYGULAR

    KCK de kendi çatısı altında nasıl bir sistem öngörüyorsa onu uygular. İşte demokratik özerklik konusunda savunmamda da belirttiğim gibi altı boyut var. Kendi sistemlerini kendi çatısı altında uygulayacakları toplumsal sistemi ilan edeceklerini belirtiyorlar. Kendilerini nasıl yöneteceklerine nasıl savunacaklarına artık kendileri karar verirler ve bunu uygulayıp sorumluluğu kendileri üstlenirler, ben bu konulara karışmayacağım, bu konularda görüş bildirecek durumda da değilim. Zaten burada sürekli olmayacağım, bir gün öleceğim, herkesin bunu gözönünde bulundurması gerekir. 20 yıldır her şeyi sırtıma yüklemişler, her şeyi benden bekliyorlar, herşeyi benim üzerimden geliştirmeye çalışıyorlar, bana yaslanmışlar, hala da hem devlet hem PKK benden bir şeyler bekliyor. Ben burada, bu koşullarda ne yapabilirim? Bu konuda insaflı olunmalıdır. Rica ediyorum herşeyi benden beklemesinler. Dolayısıyla kendi kararlarını kendileri verecekler. İşte DTK, BDP, Belediyeler Birliği, Sivil Toplum Örgütleri kendileri hakkında kararlarını kendileri verecekler ve uygulayacaklar. Gece gündüz çalışacaklar, iş yapmaya odaklansınlar, az konuşup çok iş yapmalılar. Aksi taktirde onları çok sert eleştireceğim. Belediyeler birliği de yasallık içerisinde birliklerini geliştirip organizeli, bütünlüklü çalışmaları geliştirebilirler. İşte 99 belediye başkanından bahsediliyor. Bu belediye başkanları, birliklerini geliştirecek, yasal zeminde demokratik halkçı belediyecilik anlayışını geliştirip yaygınlaştırmadırlar.

    KÜRTLER UZLAŞSINLAR YOKSA ZARARLI ÇIKARLAR

    Bölgedeki sanayici, işadamlarına, tüccarlara da seslenmek istiyorum. AKP'li Kürtlere de seslenmek istiyorum. BDP'li Kürtlerle, diğer kesimlerdeki Kürtlerle biraraya gelip tartışsınlar, birbirleriyle uzlaşsınlar, hatta sadece AKP'li Kürtlere değil, diğer kesimlerdeki bütün Kürtlere sesleniyorum. Biraraya gelip tartışın, uzlaşın ve ortak çıkarlarınızı koruyun. Aksi taktirde bu ilişkisizlik, diyalogsuzluk ortamında karşılıklı birbirinizin provokasyonuna gelip, birbirinizin ekonomik çıkarlarına, ailelerinize, çoluk çocuğunuza zarar verirsiniz. Özsavunmaları için bu gereklidir. İki taraftan da karşılıklı provokasyonların önüne geçmek için bir araya gelip diyalog kurup uzlaşmayı esas almalıdırlar. Aksi taktirde üzerlerinde oynanan her türlü oyunun karşılıklı olarak kurbanı olurlar. Diyarbakır buna en iyi örnektir. Diyarbakır'ın yapısını biliyorum, bu tür provokasyonlara müsait bir zemini vardır.

    DTK STÖ'LERİ TEMSİL ETMELİ

    DTK ise kendi bağrında sivil toplum örgütlerini temsil etmelidir. Sivil toplum örgütlerinin kendilerini bağrında ifade edebildikleri bir platform haline getirilmelidir. Bölgedeki bütün sivil toplum örgütlerinin DTK içerisinde kendilerini rahatça ifade ettiği bir birlik kurulmalıdır. Sivil toplum örgütleri kendilerini DTK'da ifade edebilmelidir. Gereksiz tartışmalardan kaçınıp bu konuda bir çabanın sahibi olmalıdırlar. Yine belediyeler kendi birliklerini sağlamlaştırmalıdır, geliştirmelidir. KCK de kendi sistemini kendisi kurmalıdır. KCK, DTK, BDP ve Belediyeler dışında kalan alanı örgütler. Birbirleriyle değişik alanlarda karşılaşabilirler ancak hepsi kendini ayrı örgütler. KCK, bu son gelişmelerin, bu son saldırıların üzerinde ciddiyetle durmalıdır. 'Devrimci halk savaşı' tarzında örgütlenmeden bahsetmiştim. Yine bunu yaparken Türkiye demokrasi ve devrimci güçleriyle ittifakı her zaman esas alınabilir. Böylece hem Kürdistan hem de Türkiye'de bir bu tarzda bir mücadele hattı örülür. PKK için de daha önce '98'lerde de belirtmiştim, o dönemki gerillacılık anlayışını eleştirmiştim, böyle gerillacılık yapılacaksa ben bu tarz gerillacılığı kabul etmiyorum demiştim. Bugün için de PKK'ye söyleyeceğim aynıdır. Gerillacılık yapılacaksa doğru bir tarzda yapılmalıdır, aksi taktirde ben ağır eleştireceğim. Gerilla birlikleri de gerekirse KCK'nin anlayışını eleştirebilir, dinlemeyebilir, kendi doğru tarzlarını geliştirebilirler.

    ÇOCUKLAR SOYKIRIMA MARUZ BIRAKILIYOR

    Soykırım tehdidinden bahsetmiştim. Şimdi de bu imamlar ve yeni öğretmen atamaları dikkatimi çekiyor. Bu konulara kafa yoruyorum. Radyoda dinledim. Erdoğan, okulları boykot kararına ilişkin BDP'nin çocukları istismar ettiğini belirtiyor. Ben BDP'nin bu boykot kararına ilişkin olarak çocukları okula göndersinler veya göndermesinler demiyorum. Ama Başbakanın bu konudaki konuşması üzerinde duruyorum. Başbakan boykotu çocuk istismarı olarak değerlendiriyor ve bunu, çocuk istismarını da yeni anayasa paketindeki çocuk hakları düzenlemesine dayandırıyor. Milli Eğitim Bakanı Nimet Çubukçu da BDP'nin anayasal suç işlediğini belirtiyor. Ben Başbakan'ın çocuk istismarına ilişkin bu açıklamasını ilk dinlediğimde 'yeni anayasa düzenlemesine göre BDP çocuk istismarı yapıyor' dediğinde başımdan aşağı adeta kaynar sular boşaldı. Anayasal değişiklikteki çocuklarla ilgili bu maddenin de hangi amaçla düzenlendiği böylece ortaya çıktı. Hemen ilk fırsatta bu maddeye atıf yaparak çocuk istismarından bahsettiler. Çocuklar hakkındaki bu anayasal düzenlemeyle amaçlanan kültürel soykırımdır. Çocuklarımızın kendi anadilinde eğitim alamaması kültürel bir soykırımdır. Bunun bir hak değil de, istismar olarak yorumlanması kültürel soykırım amacını gösteriyor. Anayasadaki bu düzenleme kültürel soykırıma hizmet amaçlı kullanılıyor! Burada çocuk istismarı yoktur, tersine en temel insani bir hakkın talep edilmesi sözkonusudur. Daha önce kadınlar-analar konusunda da değinmiştim, tavuk meselesini örnek vermiştim. Çocuklarımız kendi dillerinden koparılıp kültürel soykırıma tabi tutulacaksa, çocuklarımızı devletin elinden çekip almalıyız, o zaman devletin elinden çekip alsınlar. Biz bu kültürel soykırıma izin vermeyeceğiz desinler. Gerekirse okulları tamamen boykot edip kendi eğitimlerini kendileri sağlasınlar. Hatta evler, her ev birer okul haline getirilmeli, evlerde dil eğitimleri sağlanmalıdır. Selahattin Demirtaş, bu konuda bir açıklama yaptı. 'Ben de çocuğumu okula göndermeyeceğim' dedi. Benim de kendisine bu konuda bir önerim olacak. Bu okula göndermemeyle birlikte çocuklarının dil eğitimini devletten beklemeden bir özel Türkçe öğretmeni bir de özel Kürtçe öğretmeni tutup, çocuklarına dillerini bu yöntemle öğretebilirler. Bunu gerçekleştirerek kamuoyuna deklare edebilirler. Bu benim bir önerimdir. Bu anadilde eğitim konusunda Birleşmiş Milletler, AİHM ayağa kaldırılmalıdır. Başvurular ve davalar açılmalıdır. 'Çocuklarımız kültürel soykırıma tabi tutuluyor, anadilde eğitimlerini göremiyorlar' gerekçesiyle bu konularda BM'ye, AİHM'e binlerce başvuru yapılmalı, davalar açılmalıdır. Haklarını her düzeyde savunmalıdırlar. Türkiye'nin Kürt çocuklarına uyguladığı politikalar BM Çocuk Hakları Sözleşmelerine de aykırıdır. Bu sözleşmelerde buna ilişkin düzenlemeler var, kültürel soykırım tanımı var. Bu konuda bütün dünya ayağa kaldırılmalıdır. Yine Avrupa'daki halkımız da dil konusunda duyarlı olmalıdır. Aksi taktirde Kürt çocuklarının durumu Ermeni çocuklarından daha kötü olacaktır. Kürt çocuklarının okuduğu okullar çok daha asimile edici, tahrip edici olacaktır.

    HİZBULLAH'IN YERİNİ DİYANET ALMIŞTIR

    Bu son saldırıların yanında iki imamın öldürülmesi gibi cinayetler de yaşanıyor. Bu konulara dikkat edilmelidir. Din konusunda da şunları belirtebilirim. Geçmişte Hizbullah ile fiziki soykırım, bugünkü manevi soykırım Diyanet imamları aracılığıyla yapılmaktadır. Hizbullah'ın yerini bugün Diyanet almıştır. Bugün yaptıkları manevi-dini soykırımdır. Halkımız bugün faşist-devletçi propaganda yapan imamlara rağbet etmemelidir, bunlar öldürülsün demiyorum, bunu doğru da bulmuyorum ama bu tür imamlardan uzaklaşmalıdır, onları yalnız bırakmalıdır. Bu imamları boykot etmelidir. Demokratik islam temelinde kendi mescitlerini, camilerini kendileri yapmalı ve ibadetlerini, dini vecibelerini buralarda gerçekleştirmelidir. Hizbullah, eskiden enselerine sıktığı tek kurşunla yurtsever insanları katlediyordu. Bu fiziki bir soykırımdı. Ancak bugün Diyanet imamları aracılığıyla yapılan dini-manevi soykırım, bu Hizbullah'ın fiziki soykırımından daha tehlikelidir. Ben, sahte imamların verdikleri hutbeleri çok iyi biliyorum. Bu hutbeler faşist zihniyetle verilen ve manevi soykırımı amaçlayan hutbelerdir. Bunun ne islamla ne de insanlıkla alakası vardır. O yüzden dini bütün halkımız demokratik islami zihniyetle gerekirse parasını kendileri karşılayarak ibadetlerini mahallelerde kuracakları mescitlerle-camilerle gerçekleştirebilirler, dini bütünlüklerini böyle korurlar. Bu tarz manevi-dini soykırım yapan camilere de gitmezler, ibadetlerini bu tür yerlerde yapmazlar, buraları boykot ederler. Yine aleviler de aynı şekilde manevi-soykırımcı sisteme hizmet eden cemevleri yerine kendilerini ifade eden cemevlerini inşa ederek ibadetlerini buralarda yaparlar. Halkımızı da bu konularda uyarıyorum, uyanık olmaya çağırıyorum, manevi soykırıma dikkat çekiyorum.

    İRAN'LA ÇÖZÜM KANALLARI İŞLETİLMELİ

    İran'a ilişkin son dönemlerde çatışmalar yaşanmıyorsa, bir çatışmasızlık ortamı varsa, İran'la sorunlarını demokratik temelde çözmek esas alınabilir, barışçıl bir çözüm esas alınabilir, çatışmasızlık durumu devam ettirilebilir. Yine Suriye için de aynı şeyleri, İran'a önerdiğim şeyleri öneriyorum, burada da sorunun çözümü için demokratik kanallar zorlanabilir. AİHM'deki ana davamıza ilişkin mahkeme savunma yapmamız için 30 Ekim'e kadar ek süre vermiş. süreyi 31 Aralık'a uzatmamız iyi olurdu. Hukukta geçmişe yönelik hakların korunması var. Benim geçmişte kazandığım haklarım korunmalıdır. Benim burada kazanılmış haklarım önemli. İşte soykırımdan bahsettim, bu davamla da amaçlanan hukuki haklarımın elimden alınması, hukuki soykırımdır. Ben bunu hukuki soykırım olarak değerlendiriyorum.

    ÖZDEMİR AİLESİNE SELAMLARIMI GÖNDERİYORUM

    Cezaevlerindeki arkadaşlara da ayrım yapmaksızın hepsine selamlarımı, sevgilerimi gönderiyorum. Gereksiz yere birbirleriyle didişeceklerine, tartışacaklarına bütün güçlerini, birikimlerini demokratik özerkliğe yani dışarıya kanalize etmeye, oraya güç vermeye seferber etmeliler. Aksi taktirde hepsini sert bir şekilde eleştireceğim. Ciddi olsunlar, lafazanlık yapmasınlar, sorumlulukla davranmalılar. Bu son olayda hayatını kaybeden ailelere ve halkımıza başsağlığı diliyorum. Öncelikle referandumda gösterdiği iradeden dolayı halkımıza selamlarımı gönderiyorum, özellikle Hakkari halkına gösterdiği onurlu duruştan dolayı özel selam ve sevgilerimi gönderiyorum, onları tebrik ediyorum, yanlarında olduğumu bilmelerini istiyorum.Yine belirtiyorum. Herkes bu son gelişmeler karşısında tutumunu netleştirmelidir. Bu son Hakkari olayı PKK içinden dışından, devlet içinden dışından ya da bölgesel ve uluslararası güçlerin işi olabilir. Mutlaka açıklığa kavuşturulmalıdır. Herkes bu konuda uyanık olmalı, kendi tedbirlerini almalıdır. Ben bu özsavunma konusunda buradan nasıl hareket edeceklerini belirleyemem, kendilerini bu konuda tedbirlerini alıp hayata geçirmeliler. Taşlıçay, Diyadin, Tutak, Iğdır, bir bütün olarak Kuzey Serhat halkına, Batman'daki halkımıza selamlarımı iletiyorum. Yine çocuklarla ilgili annelere yaptığım eleştiriler iyi anlaşılmalıdır. Ben çocukları çok sevdiğim için analara bu eleştirileri yapıyorum. Batman'da Salih Özdemir'in ailesine selamlarımı iletiyorum. Birbirleriyle sıkı ilişkiler içine girsinler, 'kardeşi kardeşe düşürme, aralarında bölünme yaratma' oyunlarına gelmesinler, kendi içlerinde bir araya gelip, tartışsınlar, birbirleriyle dayanışma içinde olsunlar. Bu şekilde yaparlarsa kendileri üzerinde hesaplanan oyunları, provokasyonları boşa çıkarabilirler.

    ANF

    17 Eylül 2010 tarihli Görüşme Notu 'dur.



    http://www.gundem-online.net/haber.asp?haberid=96831

    ANF: 11:03 / 19 Eylül 2010

    http://www.firatnews.com/index.php?rupel=nuce&nuceID=33255





    Re: 2010_Öcalan: Buradaki görüşmeleri bombaladılar

    dersim -

    A.Öcalan:'Kürtler her saldırıya karşı kendilerini savunmalı'




    'Kürtler her saldırıya karşı kendilerini savunmalı'


    Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan, son günlerde yaşanan gerilla kayıplarının 'çok üzücü' olduğunu belirterek, 'Kesinlikle Kürtler her saldırıya karşı kendilerini her şekilde savunmalı, cevap verebilmelidir' dedi. 13-20 Eylül arasında pek çok şeyin netleşeceğini belirten Öcalan, devlet ve hükümete 'son kez' şu çağrıyı yaptı: 'Haklı taleplerimizin kabul edilmesi gerekir. Aksi halde direnme hakkımızı da kullanmakta haklıyız.'

    Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan avukatlarıyla görüştü. Edinilen bilgilere göre görüşmede Öcalan, şunları söyledi:

    BOYKOT

    'Hükümet Musa Anter'in adını ağzına alıyor. Bunu yapmaya hakları yok. Onu katledenler kontrgerilla, devlettir. Şimdi bunları sorgulamadan adını kullanıyorlar. Referanduma ilişkin daha önce de belirmiştik, Hükümet, herkesi kapsayan demokratik bir anayasa konusunda somut bir adım atsaydı Kürtler 'evet' diyebilirdi. Aynı şekilde eğer CHP tutumunu değiştirip bu konuda olumlu ve net bir duruş gösterseydi Kürtler 'hayır' da diyebilirdi. Boykotun anlamı şudur: Boykot, 'biz demokratik-çoğulcu, herkesin kendisine ait hissettiği bir anayasa istiyoruz' demektir. Biz hem ulusalcı-milliyetçi faşizme karşıyız hem de İslamcı-milliyetçi faşizme karşıyız. Biz Türkiye Cumhuriyeti'ne, devletine ve hükümetine demokratik çözümü, demokratik anayasayı dayatmak için boykot kararının arkasındayız.'

    DEVLETLE GÖRÜŞMELERİM OLDU

    'Devletin bazı yetkili kişileriyle görüşmelerim oldu. 13-20 Eylül tarihleri arası önemlidir, bu tarihten sonraki gelişmelere bakmak gerekiyor, o zaman belli olacak her şey. Ama kesin bir şey söylemekte mümkün değil. 2001 yılında da benzer bir süreç yaşanmıştı. O dönem askerler görüşmeleri yürütüyordu. Ama 2001 yılında bu görüşmeler aniden kesildi. Bu yüzden kesin bir şey söylemek mümkün değil, aynı şey yaşanabilir. Biliniyor o dönemde Ecevit'e müdahale edilmişti. Şimdi gelen yetkili kişiler bu sürecin farkındalar, içlerinde bunun böyle gitmeyeceğini görenler de var.'

    WALLERSTEIN ÖNEMLİ SOSYOLOGDUR

    'Wallerstein, önemli bir sosyologtur. O da, Türkiye'nin artık üniter yapısını değiştirmesi gerektiğini, üniter devlet modelinin miadını doldurduğunu, bu modeli keşfeden ülkelerin örneğin İtalya, İngiltere, Fransa'nın bile bunu terkettiğini, Türkiye'de özerklik uygulanırsa üniter devletin sona ereceğini belirtiyor. Bizim söylediklerimizle paralel. Ayrıca demokratik özerkliğin toplumsal hiyerarşiyi aşmayı hedefleyip hedeflemediğinin çok önemli olduğunu da belirtiyor. Muhtemelen o da bizim hareketimizi ve görüşlerimizi takip ediyor ve onun üzerinden bazı açıklamalar yapmış olabilir. Ben hep söylüyorum, bu ulus-devlet, en fazla beş yüz yıllık bir maziye sahiptir. Kapitalist modernitenin beş yüz yıldır halkları kontrol altına almak için kullandıkları son modeldir. Bunu uzun zamandır tartışıyorum ama özellikle Özgürlük Sosyolojisi adlı savunma kitabımda bu konulara çok geniş değindim.'

    ULUS DEVLET FAŞİZM GETİRİR

    'Ulus-devlet gerçekliğini iyi çözümlemek gerekir. En üst aşaması faşizmdir. Avrupa bunu Hitler Almanya'sıyla yakından gördü. Ve aslında sanıldığı gibi bu Hitler faşizmi de sona ermemiştir. Bu ulus-devlet anlayışı devam ettiği sürece faşizm tehlikesi de devam edecektir, yeni Hitlerler yaratmaya da devam edecektir. Bu devlet modeli, Ortadoğu'ya kesinlikle uymaz. Ortadoğu'nun toplumsal ve kültürel dokusu bu modele uymuyor. Amerika da ulus-devlet modelinin Ortadoğu'daki uygulayıcılarından biridir ve şu anda da uygulayıcısıdır. Siz bu modeli Irak'a uygulayamazsınız, bunu kesinlikle yapamazsınız. Aynı şekilde bu modeli Afganistan'da da uygulayamazsınız, olmuyor. İşte İran'da Şia devleti, bu modeli uygulamakta direniyor ama olmuyor. Halklar direniyor. Şia rejimi-milliyetçiliği katliamlar doğuruyor. İran da bu ısrarını sürdürürse bundan zarar görecek. Aynı şekilde Arap milliyetçiliği, ulus-devleti de faşizme, katliamlara yol açtı, açıyor. Türkiye'nin durumu zaten ortada. Beyaz Türklerin uyguladığı faşizm diğer tüm farklılıkları yok sayıyor. Hatta Osmanlı-İttihat ve Terakki döneminde yapılan Ermeni kırımını Nazi Almanya'sı kendine örnek almıştır, bundan feyz almışlardır! Hitler, faşizmi bunlardan öğrenmiştir. Bu nedenle biz demokratik özerkliği öneriyoruz, sadece Kürtler için değil, tüm halklar için, Ortadoğu için, Afganistan için bunu öneriyoruz.'

    ÖZERKLİK ETNİSİTEYE DAYANMAZ

    'Kapitalist Modernite'nin ulus-devlet projesi, Ortadoğu'nun sorunlarını çözmüyor, tersine daha da içinden çıkılmaz hale getiriyor. İşte İsrail-Filistin ortada. Bizim önerdiğimiz demokratik özerklik, etnisiteye dayanmaz, katı coğrafik sınırları da yoktur, demokratik toplum birimlerine dayanır. Bu birimler çok ve çeşitlidir. Her toplumsal kesim, bir demokratik toplum birimi olarak kabul ediliyor. Örneğin Diyarbakır'ın Bağlar semti, Bağları iyi bilirim, bir demokratik toplum birimi olarak kabul edilebilir. Burada yaşayan insanlar, günlük sorunlarını, diğer tüm meselelerini tartışıp çözebilmek için kendi konseylerini-meclislerini oluşturur. Diyarbakır'ın kendisi de bir toplumsal birim olarak kabul edilebilir. Kendi Kent Konseyi'ni oluşturur. Diğer mahalle birimleri de kendini bunun içinde temsil ederler. Özgürlük Sosyolojisi kitabımda demokratik özerkliğin 6 boyutunu çok derinliğine tartışmıştım. Demokratik özerkliğin anlaşılması açısından bu kitaptaki tezlerin iyi okunup tartışılması gerektiğini düşünüyorum, böylesi araştırmalarla kitaplar yazılabilir, gelişkin yazılar çıkarılabilir.'

    KÜRT ULUSAL KONSEYİ KURULMALI

    'Kürt Ulusal Konferansına ilişkin çalışmalar çok önemlidir. Tüm Kürt kesimleri bu çalışmaya katılmalıdır. Bu konuda daha önce görüşlerimi paylaşmıştım. Dört teorik ilke üç pratik öneri demiştim. Özellikle üç pratik önerinin uygulanmasını önemli buluyorum. Birincisi Kürtlerin karar mekanizması olacak, parlamento benzeri bir kurum. Ancak bunu yalnızca ulusal parlamento anlamında değerlendirmek zorunda değiliz. Parlamentodan ziyade Kürdistan Ulusal Konseyi olarak da isimlendirilip değerlendirilebilir. Önemli olan bunun, bütün Kürtlerin ortak karar alabilecekleri bir mekanizmanın olmasıdır. FKÖ örneğine bakılabilir, kısmen benziyor. Bunun bir de icra ve yürütmesi olmalıdır, ikinci önerim budur. Burada alınacak kararları pratik hayata geçirecek organ olacaktır. Üçüncüsü ortak bir özsavunma gücünün oluşturulmasıdır. Bu da çok önemlidir. Bu, Kürtlerin güvenliğiyle direkt ilgili bir durumdur. Kürt halkının güvenliği garantiye alınmadan kimse barıştan sözetmesin, silah bırakmaktan bahsetmesin. Halkın güvenlik meselesi hallolmadan bundan sonra hiçbir şey olamaz. Kürtler bir soykırım tehlikesi ile karşı karşıyalar. Fırsatını bulsalar bu katliamları yapmaktan çekinmeyecek güçler var. Kendi varlığını korumak için özsavunma şarttır. Kürtler de kendilerini korumak zorundadır. Bunu sadece gerilla ile HPG ile sınırlı anlamamak lazım, bu nedenle özsavunma olmazsa olmaz diyoruz. Herkes bundan sorumludur, bireyler de kendi savunmalarını kendileri sağlamalıdırlar, halk da kendi tedbirlerini almalıdır. Hatta bu güvenlik meselesi, Kürtlerin güvenliği sağlanmadan artık halkımız çocuklarını askere gönderirken bir kez daha düşünmelidir, askere gönderdiği gençlerini bir de bu açıdan değerlendirmelidir.'

    TARAF'I ESEFLE KARŞILIYORUM

    'Diyarbakır'daki bu halk adına konuştuğunu söyleyen tüccarlara, iş örgütlerine de şu hatırlatılmalıdır; bu halkın güvenliği sağlanmadan barıştan sözetmek ne kadar samimidir. Bunlar görmüyorlar mı bu soykırım tehlikesini ki, böyle konuşabiliyorlar. Bu tavrı protesto ediyorum. Taraf çevresini, Orhan Miroğlu, Yasemin Çongar'ı esefle karşılıyorum. Bunlar bizim yıllardır barış için yaptığımız görüşmeleri, yaptığımız fedakarlıkları görmezden geliyor, bize haksızlık ediyorlar. Taraf çevresinin 'Kürt burjuvazisi' diyerek öne çıkarmak istediği, sözde barışçıl çözüm isteyen, seslerinin kısıtlanmak istendiğini söylediği bu grupların Kürtlükle bir alakası kalmamıştır. Bunlar Kürtlüklerini ne kadar inkar ederlerse bu sistem içinde o kadar çok rant elde ediyorlar, bu sistem içinde o kadar yükseliyorlar! Halk açlık yoksulluk içinde perişan olurken bunlar en lüks şekilde yaşıyorlar! Bunlar Kürtleri de, Diyarbakır'ı da temsil edemezler. Diyarbakır halkı bunları kabul etmez, asla temsilcileri olarak da kabul etmez. Bunlar şimdi hep birden Kürtler adına konuştuklarını söylüyorlar! Oysa ki ne kadar çok ihanet ederlerse o kadar çok sistemden çıkar elde ediyorlar. Kürtler bunları iyi tanımalıdır.'

    KÜRTLERE SOYKIRIM UYGULANIYOR

    'Daha önce de söyledim, bu soykırım sadece fiziksel soykırımla sınırlı değildir. Kültürel, ekonomik, her alanda soykırım zaten uygulanıyor. Düşünsenize bir anadilimizi bile özgürce öğrenip, kullanamıyoruz. Bu en doğal haktır. Birleşmiş Milletlerin sözleşmelerinde de anadilin yasaklanması, baskı altına alınması, serbestçe kullanılmaması kültürel soykırım olarak nitelendiriliyor. Türkiye'nin taraf olduğu Avrupa Sözleşmeleri de bu hakları güvence altına almaktadır. Varolan yasaklara da çok takılmamak, aşmak için çaba göstermek gerekir. Buna annemle olan ilişkim iyi bir örnektir. Ben daha yedi yaşında okula başladığımda baktım ki kendi anadilimden farklı bir dili öğrenmek zorunda bırakılıyorum. Bir çocuk olarak korktum, yabancı bir dili nasıl öğreneceğim diye düşündüm. Bu benim çok zoruma gitti. Bu konu yüzünden anneme kin besledim, onunla tartıştım ve o çocuk zihniyetimle annemin beni bu kültürel soykırımdan kurtarmasını bekledim ve bunu yapamadığı için -ne yapabilirdi ki zaten- onunla çok tartıştım ve tepki gösterdim. Ve düşünebiliyor musunuz evden çıktıktan sonra ve annem ölünceye kadar bir kez bile telefondan onunla konuşmadım. O kadar buna isyanım büyüktü ki, ölüm döşeğindeyken bile annemi aramadım. Bunun acısını hala yaşıyorum. Tartışmalarımda anneme 'tavuklar bile kendi yavrularıyla kendi anlayacağı dilden konuşuyor, anlaşıyor, yavrularını tehlikelere karşı koruyor, sen bunu neden yapamıyorsun' diyordum. İşte benim meselem, Apo'yu ortaya çıkaran gerçeklik budur. Bu anadil meselesi, ekmek kadar su kadar önemlidir.'

    ANADİL OLMAZSA BEYİN ÖLÜMÜ OLUR

    'Anadilini öğrenemezsen, eğitimini yapamazsan sağlıklı düşünemezsin, üretemezsin, adeta beyin ölümünü yaşamış oluyorsun. Kürt aydınının yaşadığı sorunların temelinde bu vardır. Bu nedenle yeterince güçlü, nitelikli Kürt aydını yetişemiyor! Annemle başlattığım -aslında o zavallı kadının da yapabilecek çok fazla bir şeyi yoktu- isyanımı, sisteme karşı devam ettirdim. İşte bu yüzden de buradayım. Yurtsever ailelerimiz, mutlaka ne olursa olsun kendi çocuklarına anadillerini öğretmelidir. Bu bizim mücadelemizin en önemli boyutudur. Bütün yasaklara rağmen, yasakları aşarak bunu yapmalıdır. DTK de kendini bu konuda sorumlu görmelidir, mahallelerde kendi anadilini öğretecek yöntemler, kurumlar geliştirmelidir. Aileler de evlerini birer anadilini geliştirdikleri eğitim okullarına dönüştürmelidir. Bu konudaki hassasiyetim biliniyor. Bu anadil meselesinin önemini iyi anlamalıyız. Ben işte bu acı yüzünden, bunu bildiğim için evliliğe de karşıyım, ciddi eleştirilerim var. Çocuk yapılmasına da karşıyım demeyeyim de çocuk sahibi olanların sorumluluğunu da bilmesi gerekiyor. Önemli olan çocuğun, doğduğu günden bugüne içinden geçtiği sürecin anlamını kavrayabilmesi, kendi ana dilini ve kültürünü özümseyerek kültürel soykırıma karşı kendini koruyabilmesidir. İşte bu yüzden tüm bu evlilikleri ağır eleştiriyorum. Kadınlar belki alınabilirler ama çocuklarımıza anadilimizi bile öğretemeyeceksek, bu sisteme teslim olacaksak bütün bunların hiçbir anlamı olamaz. Bu konu bizim için en hayati bir konudur. Anadil ve kültürleri çocuklara büyürken özümsetilmelidir. Kültürel soykırım, başka soykırımlara benzemez, en tehlikelisidir, fiziksel soykırımdan bile daha tehlikelidir ama anlaşılmıyor, insanı çürütüyor, insanlığından çıkarıyor, onursuz bir kişilik ortaya çıkarıyor. Hatta kültürel soykırım insanı öyle bir hale getiriyor ki bunun farkına vardığın zaman bile artık bir şey yapamayacak duruma gelmiş oluyor. Bu kültürel soykırım boğazımızdan-boynumuzdan bir zincir, bir ip gibi bizi yakalamış, köleleştiriyor. Çocuklar boyunlarında bu zincirle büyüyorlar, aileler de bunu kırmaya çalışmayarak, buna katkı sunuyorlar. Bu, Türkçe'ye, Türkçe öğrenime karşı olduğum anlamına gelmiyor. Türkçeyi de öğreniyoruz, ona bir itirazımız yok. Bu koşullarda Kürtçe'yi bir kenara bırakmak zorunda kaldım. Ama bütün bunlar mücadeleyi bıraktığımız anlamına gelmez.'

    DİYARBAKIRSPOR'A ELEŞTİRİLER

    'Faşizm spora da bulaşmıştır. Futbolun faşizmle ilişkisi biliniyor. Bu Diyarbakırspor'un yönetiminde de yaşanıyor. Öyle fakirlik edebiyatı da falan yapıyorlar! Ama bu durum yeni değildir. Ta Büyükanıt'ın Diyarbakır'da kolordu komutanı olduğu dönemde uygulamaya konan bir projedir. Erdoğan'ı da gördünüz işte Diyarbakır'da yanına Hakan Şükür'ü, birtakım Galatasaray'lı futbolcuları sahneye çıkardı. Bunlar hep bilinçli yapılan şeylerdir. Bu üç renk meselesinden bahsediliyor, Galatasaray sempatizanlığımdan bahsediliyor ama şu anda Galatasaray da Diyarbakırspor da özel harp politikalarına hizmet ediyor. İyi bakılmazsa bazı şeyler gözden kaçıyor. Mesela 90'lı yıllarda Diyarbakır'da Galatasaray ile Diyarbakırspor'un bir Türkiye Kupası maçı vardı. Diyarbakırspor taraftarları Galatasaray'ı sevdikleri için alkışlıyorlardı. Galatasaraylı futbolculardan sadece yabancı kaleci olan Tafarel yüzünü seyircilere dönüp seyircilere el sallayıp onları selamlamıştı, diğer futbolcular taraftarlara yüzlerini bile dönmemişlerdi! Galatasaray ve Diyarbakırspor, bu politikalara alet olmaktan kurtulursa eğer, ikisine de sempati duyabilirdim. Diyarbakır halkı da böyle bir Diyarbakırspor'u kabul etmez. Eğer Diyarbakırspor halka aitse o zaman tüm halka, herkese Diyarbakırspor'a üye olmanın yolu açılsın, bu şekilde demokratikleştirilsin. O zaman halk da Diyarbakırspor'a sahip çıkar, herkes elinden gelen katkıyı sunar. Aslında sporun kapitalizm tarafından nasıl kullanıldığını çok iyi biliyoruz. Ama bu halkın demokratik bir şekilde spor kulüpleri, dernekleri kurup geliştirmelerine engel değildir. Kürtler bütün kent, köy ve kasabalarda her türlü spor kuluplerini kurup, spor yapıp, sporlarını geliştirmeliler. Spor, ruh ve beden sağlığı açısından faydalıdır, tabi ki yapılmalıdır.'

    İMAMLARI KULLANMAK İSTİYORLAR

    'Geçenlerde bir imam öldürülmüştü. Şimdi burada AKP'nin yeni bir politikasının sözkonusu olduğunun görülmesi gerektiğini düşünüyorum. Bu imamları kullanmak istiyorlar. Onlar vasıtasıyla halka propaganda yapıp halkı kandırmak istiyorlar. Geçmişteki Hizbullah uygulamasına benzer bir uygulama gibi. Halkımız bu oyunlara gelmemelidir. Kendisine yakın imamların olmadığı camilere gitmemeli, onlara itibar etmemeli, gerekiyorsa kendi evlerinde toplanıp kendi cemaatleriyle ibadetlerini yaparak böylesi politikaları boşa çıkarmalıdırlar. Sanırım bir iki gün önce bir imam daha öldürülmüş. Halktan biri, halkımızın mele dediği biri. O zaman bir karışıklık yaratmaya çalıştıkları iyice açığa çıkmış oluyor! Halkımız bu oyunlara karşı uyanık olmalıdır, bunlara karşı tedbirlerini almalıdır, bunları dışlamalıdırlar. Anti-propagandalarına karşı her türlü önlemlerini almalılar.'

    AKP VE ORDU ANLAŞMIŞLARDIR

    'Daha önce de tartışmıştım, AKP ile ordu, askeri şura'da anlaşmışlardır. Ordu siyasette AKP'ye yol verecek, karışmayacak, AKP de ordunun Kürtlere yönelik her türlü operasyonlarına, Kürdistan'daki şiddetine göz yumacak. Hem de şimdiki Genelkurmay Başkanı Koşaner'in, Büyükanıt ve Başbuğ'dan daha ileri bir anlaşma yaptığını düşünüyorum. Başbuğ ve Büyükanıt'ın döneminde de hükümetle çelişkiler vardı ama bu çelişkiler daha da asgariye inmiş görünüyor. Zaten sınırötesi operasyon için yeni genelkurmay başkanı talepte de bulunmuş! AKP de bu arada kendi yöntemleriyle Kürtleri kandırmaya devam edecek, işte örneğin bazı imamları devreye koyacak.'

    KÜRTLER HER SALDIRIYA KARŞI KENDİLERİNİ SAVUNMALI

    'Son günlerde yaşanan gerilla kayıpları da çok üzücü. Bu eylemsizlik sürecinde bunların olması öfke uyandırıyor. Eylemsizlik süreci yanlış anlaşılmamalıdır. Meşru savunma hakkı çerçevesinde her türlü savunma ve misilleme hakkının varlığı tartışmasızdır. Görülüyor işte, demokratik çözüm ve barış için biz elimizden geleni yapıyoruz, tüm fedakarlığı gösteriyoruz ama sonuç ortada. Yine vurguluyorum 13-20 Eylül arası pek çok şey netleşir. Bu referandumdan sonra topyekün imha amaçlı operasyonlar, yönelmeler olabilir. Bunlar hesaba katılmalıdır. Ama kesinlikle Kürtler her saldırıya karşı kendilerini her şekilde savunmalı, cevap verebilmelidir. Eski tarzla olmaz. Daha önce de belirttim; pratik önderlik yapamam, koşullarım buna uygun değil. Bu nedenle herkes kendi kararlarını kendisi verecek ve uygulayacaktır. 20 Eylül'den sonra ben karışmayacağım, sorumluluk da bana ait değil, devlet de bunu böyle bilsin. Kürtler her konuda kendi kararlarını kendileri alıp, uygularlar. Uygulayamayacakları kararları da almasınlar. Eğer demokratik özerkliği uygulayacaklarsa buna uygun bir yapılanma ve konumlanma içine girmelidirler.'

    HÜKÜMETE SON KEZ ÇAĞRI YAPIYORUM

    'Devlete de Hükümete de son kez çağrı yapıyorum. Biz bu ülkede özgürce yaşamak istiyoruz, ayrılmak gibi bir talebimiz yok, defalarca söyledik. Haklı taleplerimizin kabul edilmesi gerekir. Aksi halde direnme hakkımızı da kullanmakta haklıyız.'

    ÜZÜLÜYORUM SABIR DİLİYORUM

    'Cezaevlerinde tutuklu ve hükümlülerin yaşadıkları sorunlar var. Ayrıca tüm cezaevlerinde toplam 50'ye yakın ağır hasta var, bunların çoğu kanser ve durumları kötü. Bu arkadaşlar için çok üzülüyorum, hepsine sabır diliyorum, geçmiş olsun diyorum. Bu konuda herkesin üzerine düşeni yapması gerekiyor. BDP'liler, Cumhurbaşkanı ve Başbakan nezdinde bu konuda girişimlerde bulunmalıdır. Diğer koşulların kötü olmasına gelince; ne yazık ki bu sorunları hepimiz yaşıyoruz. Burada biz de aynı sorunlarla uğraşıyoruz. Hatta ben örneğin telefon ve televizyon hakkından da yararlanamıyorum. Arkadaşların hepsine söylediğim gibi sabır diliyorum. Hepsini sevgiyle selamlıyorum. Ben de bütün halkımızın bayramını kutluyorum. Diyarbakır ve İzmir'deki halkımıza selamlarımı iletiyorum.'

    ANF

    08 Eylül 2010 tarihli Görüşme Notu'dur.


    http://www.gundem-online.net/haber.asp?haberid=96365


    ANF_: 10:32 / 10 Eylül 2010

    http://www.firatnews.org/index.php?rupel=nuce&nuceID=32701





    Re: 2010_Öcalan: Buradaki görüşmeleri bombaladılar

    dersim -

    Öcalan: Görüşmeler devam ederse rol alabilirim_01.09.10




    Öcalan: Görüşmeler devam ederse rol alabilirim


    İSTANBUL - İmralı'da kendisiyle gerçekleştirilen görüşmeleri açıklayan Öcalan, 'Görüşmeler devam ederse ben burada aklımı, mantığımı kullanarak rol alabilirim. Kamuoyuyla da yaptığım bu görüşmeleri açıkça paylaşırım, bütün gelişmelerden de kamuoyunu bilgilendiririm.' dedi.

    Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan, avukatlarıyla görüştü. Edinilen bilgilere göre görüşmede sağlık sorunlarına değinen Öcalan, 'Sağlığımla ilgili bilinen şeyler devam ediyor, değişen bir şey yok, durum aynı. Yukarıdan, yüksek olan pencereden gelen hava akımı aşağıya doğru basınç uyguluyor, nefessiz bırakıyor, baskı var, boğuyor. Nefes almakta zorlanıyorum, ancak dayanıyoruz. Ne kadar dayanabilirim bilmiyorum. Bu nefessizlik durumundan öteye, üzerime yüklenen siyasi sorumluluk, baskı beni daha çok zorluyor. İki taraf da hem PKK hem devlet burada bana yükleniyor. Ben iki hafta daha bu sorumluluğu taşıyabilirim, tabi gelişmelere bağlı. Gelişme olursa rolümü oynarım ama Başbakan Erdoğan'ın son dönemdeki çıkışlarına baktığımda hayrete düşüyorum, Kılıçdaroğlu'ndan bile geri konuşuyor. Bir taraftan görüşüyorlar, diğer taraftan niye böyle yapıyorlar, milliyetçi söylemler geliştiriyorlar, milliyetçiliği körüklüyorlar? Tamam milliyetçi oyları hedeflediğinden yapıyor olabilir ancak böyle yapmamaları gerekiyor, bu yaklaşım herkese kaybettiriyor. Böyle kısa vadeli hesaplarla sorunu nasıl çözecek! Bu son konulara ilişkin açıklamalarına bakıyorum, oldukça hayrete düşüyorum. Böyle ucuz yaklaşımlarla çözüm gelişmez, milliyetçi söylemlerle olmaz.' dedi.

    BOYKOT DERİNLEŞTİRİLMELİ

    'Boykot fikrini sadece benimsemek ve buna destek yetmez, boykot daha aktifleştirilmeli ve derinleştirilmelidir' diyen Öcalan, şöyle devam etti: 'Demokratik özerklik tartışılırken Batıdaki Kürtleri de elbette hesaba katıyoruz. Biz zaten Türkiye'nin batısındaki Kürtleri düşünüyoruz, onları da hesaba katıyoruz. Tabi bu demokratik özerklik tartışmaları yanlış tartışılıyor. Çok yanlış boyutlarda ele alınıyor. Bizim ortaya koyduğumuz demokratik özerklik projesi, etnisiteye ve coğrafi sınırlara dayanmıyor. Bizim demokratik özerklik anlayışımızda tek etnisite anlayışı, tek coğrafya anlayışı yok. Bu konulara Özgürlük Sosyolojisi adlı savunmamda oldukça ayrıntılı olarak değinmiştim. Alıp okunabilir, incelenebilir. Bizim anlayışımız Kürtlük anlayışı değildir, bizde tek başına Kürtlük anlayışı yoktur. Sadece bu anlayışla hareket etmiyoruz. Bizim ortaya koyduğumuz demokratik özerklik modeli tek başına Kürtlüğe, Türklüğe, Araplığa dayanmıyor. Demokrasiye dayanıyor. Örneğin Hatay'da da, Adana'da da bir demokratik özerklik kurulabilir. Orada Araplar kendilerini ağırlıklı ifade ederler. Bizim demokratik özerklik anlayışımız tek bir inanca da dayanmıyor. Halklara dayanıyor hatta tek başına halklar diye ifade etmem de eksik kalır, değişik toplumsal tabakalara, toplumsal sınıflara, toplumsal kesimlere dayanır. Bahsettiğimiz demokratik özerklik sadece Kürdistan'a ilişkin değil, Ege, Karadeniz, Orta Anadolu'ya da ilişkindir. Burada önemli olan kapitalist moderniteyle ortaya çıkan ulus-devlet anlayışının sorgulanması ve aşılmasıdır. Tartışmalar bunun üzerinden gelişmelidir.'

    ULUS-DEVLETİ SORGULUYORUZ

    'Biz kapitalist moderniteyle ortaya çıkan dört yüz yıllık ulus-devlet deneyimini sorguluyoruz. Ulus-devlet modelinin halklara, toplumsal sınıflara, toplumsal tabakalara, toplumsal kesimlere dar geldiğini, yetmediğini görmek zorundayız. Nitekim Avrupa bile bu konuları tartışmaya ve aşmaya başladı. Ulus-devlet merkezli kapitalist anlayış aşılmak zorundadır. Sosyolog Weber'in benim de katıldığım 'Demir Kafes Teorisi' var. Bu teoriye göre ulus-devlet, toplumu boynundan demir kafese alıyor ve kendine tutsak ediyor. Toplum bu demir kafesin içinde esir ediliyor. Ulus-devletin toplum üzerindeki tahribatı bu teoriyle izah edilebilir. Ulus-devletin kurduğu bu kafes topluma dar geliyor. Bizim de yapmaya çalıştığımız ulus-devletin bu tahribatlarını gidermektir. Türkiye'de de mevcut ulus-devlet anlayışı sorunları çözmekten ziyade sorunun kaynağını teşkil etmektedir. Bu sistem Ortadoğu ve Türkiye toplum gerçekliğine aykırıdır, aşılmak zorundadır. Türkiye mevcut haliyle hiçbir kesime cevap olamamaktadır, Hiçbir kesimi tatmin edememektedir. Türkiye'de varolan bu ulus-devlet anlayışı, her taraftan yontulmaya başlanmıştır. Böyle bir süreç başladı Türkiye'de. Her kesim bir köşeden bu ulus-devleti yontmaya çalışıyor. Burada biz Kürtlere düşen görev belki de bu konularda öncülük etmektir. Biz demokratik özerklik projesini kendimizle sınırlandırmıyoruz. Salt Kürtlük etnisitesine dayandırmıyoruz. Kürtler bugün bunun öncülüğünü yapabilir ancak bu demokratik özerklik anlayışı bütün Türkiye'yi kapsayan bir projedir. Burada görülmesi gereken ulus-devlet anlayışıyla Türkiye'nin yönetilemeyeceğidir. Demokratik özerklik, ulus-devlet karşısında en doğru, uygulanabilir bir seçenektir. Sadece Kürtler için değil her yerde, Türkiye'de, Ortadoğu'da uygulanabilir bir seçenektir.'

    ÖZERKLİKTE ÖNELİ OLAN TOPLUMUN İRADİSİDİR

    'Demokratik özerklik yönetiminde önemli olan toplumun yönetim iradesidir. Toplum devletin belli yetkilerini ele geçirip kendi yönetim anlayışını geliştirir. Devletin elinde kalan yetkiler sınırlı bazı yetkiler olacaktır. Toplum, merkezi devleti sınırlayarak kendi yetkileriyle kendini yönetecektir. Önemli olan devletin sınırlandırılmasıdır. Ben buna merkezin yetkilerini topluma devretmek diyorum. Burada sadece halk da demiyorum, toplum diyorum. Bahsettiğim gibi Kürtler sadece Türkiye'de bunun öncülüğünü yapıyorlar. Bu proje Türkiye ile de sınırlı değildir. Irak için de Ortadoğu için de geçerlidir. Burada da uygulanır, gelişir. Bu gelişmeler birbirlerini besler, birbirlerinden haberdar bir şekilde gelişir. Ben ulus-devleti hemen ortadan kaldıracağız demiyorum fakat ulus-devleti olduğu gibi de kabul edemeyiz. Ulus-devlet belki hemen aşılamaz, bunun farkındayız ancak ulus-devletle yetinmeyeceğiz. Ulus-devleti idare etmeye de niyetimiz yok. Türkiye'de de yaratılmaya çalışılan 'tek ulus inşaası'dır. Cumhuriyet tarihinde yaratılmak istenen ulus kimliği Türklük kimliğidir. Hatta ben buna daha önce ‘Türk olmayan Türkçü ideoloji' demiştim, böyle tanımlamıştım. Burada yanlış anlaşılmasın daha önce de dile getirmiştim, Yahudi düşmanlığı, anti-semitistlik yapmıyorum ancak tarihsel bir gerçeklik olarak ‘Türk olmayan Türkçü ideoloji' de Yahudilerin rol aldığını söylemek zorundayım. Ben daha önceleri buna 'Anadolu Siyonizmi' de demiştim. Yahudiler bu Türkçü ideolojiyi geliştirerek Türkiye'de ulus-devleti inşa ettiler. Türkiye'deki ulus-devletin temelinde bu ideoloji vardır. Bu faşist-Türkçü anlayış biliniyor, İttihat ve Terakki'de de ifadesini bulur. Bir ulus inşa etme adına bütün farklı dil ve kültürler, kimlikler ve inançlar tek tipleştirilmeye çalışılmıştır. Bu İttihat ve Terakki faşizmi Hitler faşizmine bile fikir babalığı yapmış, Hitler faşizmini cesaretlendirmiştir. Biz demokratik özerklik derken bu tarihsel haksızlığa vurgu yapıyoruz: ‘Cumhuriyetin kuruluşunda varsınız ama içinde yoksunuz' haksızlığıdır bu.'

    ÖZERKLİKTE DEVLET KARŞITLIĞI YOKTUR

    'KCK'nin bu ateşkes sürecinden sonra demokratik özerkliği ilan etme olasılığı var. İlan edilecek demokratik özerklik Türkiye'nin cumhuriyet tarihine de bir eleştiri olacaktır. Demokratik özerklik ilanı 1919-1922'nin güncellenmesi olacaktır. Biliniyor ki o yıllarda Erzurum'daki Kongre'ye, delegeliği düşen düşen Bitlis delegesinin yerine Mustafa Kemal, Bitlis delegesi olarak yani Kürt delegesi olarak Erzurum Kongresi'ne katılıyor. İşte biz bu tarihin güncellenmesini istiyoruz. Niye güncellenmesi gerektiğini söylüyorum, bu yıllar arasında demokratik özerkliğin tarihsel kökleri var. Bir de 1925'teki kırılmanın-provokasyonun-komplonun, ilişkilerdeki bozulmanın iyi anlaşılması gerekir. Demokratik özerklikte devlet karşıtlığı yoktur. Kürtler, güvenliğinden spora kadar tüm alanlarında devlete ihtiyaç duymadan kendi toplumsal örgütlülüklerini geliştirmeliler. Sosyal, ekonomik, kültürel örgütlenmelerini gerçekleştirmelidirler. Kendi iç güvenliklerini sağlamalılar. Bunun için devletin bunları kabul etmesini beklememelidirler. BDP de siyasi mücadelesini geliştirebilir. Burada demokratik siyasi seferberlikten bahsediyorum. Demokratik özerklik ile birlikte Kürtler ulus olma hakkını, tarihsel haklarını, diğer kimlikler de kendi demokratik haklarını, azınlık haklarını elde ederler. Kürtler sosyal, siyasal, kültürel konumları gereği demokratik özerkliğe en yatkın toplumsal kesimdir. Kürtler bu özelliğiyle demokratik özerkliğin ve Türkiye demokrasisinin öncülüğünü yapabilirler. Kürtlerin demokratik özerkliği, kademe kademe Türkiye'nin her tarafına yayılabilir. Sadece Kürtlere ait bir proje değil. Aslında İlker Başbuğ'un korktuğu, tehlike olarak gördüğü husus budur.'

    GÖRÜŞMELER DEVAM EDERSE ROL ALABİLİRİM

    'Önümüzdeki bu son iki hafta oldukça önemli. 15-20 Eylül'de birçok şey netleşir. Referandum sonrası 12-20 Eylül arası bazı şeyler daha çok netleşir. Ben de halkımıza bu tarihe kadar bekleyin diyeceğim. Eğer bu tarihe kadar bir gelişme olmazsa ben sorumluluk almayacağım. Ve KCK alacağı kararlara göre kendi sorumluluğunu üstlenmelidir. Eğer belirli adımlar Hükümet tarafından atılırsa o zaman rolümü oynamaya çalışacağım. Benimle yapılan görüşmeleri, biraz da ilk buraya getirildiğim dönemdeki gelişmelere benzetiyorum. Buraya ilk getirildiğim dönemler askeri heyet, bir süre benimle diyaloga geçti, bir süre görüştüler ardından görüşmeler aniden kesildi. Ve bir daha uzun süre görüşme olmadı, buna bir anlam veremedim. Şimdi de benzer bir durum yaşanabilir. Ve bunun ardından topyekün bir saldırı olabilir, bunlar ihtimal dahilinde olabilecek şeylerdir. Son genelkurmay başkanının 17 Ekim süresinin uzatılmasını istemesi de bunun işareti olabilir. Diyalog ve görüşme olmazsa kapsamlı bir yönelim olursa benim burada yapabilecek bir şeyim kalmaz. Görüşmeler devam ederse ben burada aklımı, mantığımı kullanarak rol alabilirim. Kamuoyuyla da yaptığım bu görüşmeleri açıkça paylaşırım, bütün gelişmelerden de kamuoyunu bilgilendiririm.'

    PARTİLER UCUZ YAKLAŞIYOR

    'Bütün bunların yanında siyasi partilerin polemiklerine, ağız dalaşlarına baktığımda oldukça ucuz, dar, çıkarcı yaklaşımlar görüyorum. Türkiye'deki bu partiler devleti içinden çürütmüşler, yozlaştırmışlardır. Belki devlet değiller ancak devlete zararları büyüktür. Burada ilan ediyorum, bu partiler devletin içini oymuşlar, devletin devletliği de kalmamış. Ben bunlara 'politik parti oligarşisi' diyorum. Türkiye'deki bu siyasi partiler ülkeyi bir kaosa sürüklüyorlar. İktidar olamazsa bile oligarşik egemenlikleri her zaman mevcuttur. Bu siyasi parti oligarşisi gerçeğini iyi görmek gerekir. AKP de bu oligarşinin bir parçası durumundadır. AKP öyle dile getirildiği gibi, söylendiği gibi çetelerin, statükoculuğun üzerine gitmiyor. Tam tersi AKP, Ergenekon gibi oluşumlarla pazarlık yaparak, tavizler koparıp, tavizler vererek kendi varlığını sürdürüyor. Teslim olmuşlardır. Varlığını bu teslimiyete dayandırarak sorunların köklü çözümünü gerçekleştirme şansını yitiriyor. Erdoğan'ın kullandığı dile bakıyorsunuz, çok ucuz. Ancak Kürt sorunun çözümü için Sayın Başbakan'ın, Sayın Cumhurbaşkanı'nın daha aktif rol almaları gerekiyor. Bu konuda bütün tarafları üzerlerine düşen sorumluluğu gerçekleştirmeye çağırıyorum. Devlet de Hükümet de Başbakan da kendi sorumluluklarını yerine getirmek zorundadır. Son olarak tekrar ediyorum. Cumhurbaşkanı 'insiyatifimi kullanacam' diyor. Cumhurbaşkanı'na buradan sesleniyorum. İnsiyatifini kullansın. Sorumluluk alabilir, devreye girebilir.'

    AKP DİKTATÖRLÜĞE GİDİYOR

    'Bütün bu gelişmeler gösteriyor ki AKP, diktatörlüğe doğru gidiyor. Türkiye'de İttihat ve Terakki'den bu yana yüz yıllık bir çete kültürü var. İktidarda olmasalar da iktidar adına cinayetler, katliamlar işliyorlar. Ben bunlara 'örtülü-gizli soykırım çeteleri' diyorum. İttihat ve Terakki'den bugüne kadar gelen gelenek 'örtülü-gizli soykırım rejimi'dir. Gelirken de emin olmak için tekrar bir göz attım. Enver Paşa'nın amcası Halil Paşa anlatır; 'İttihat Terakki adı geçmesin, ittihat terakki adına olmasın diye biz yöntem olarak şunu geliştirmiştik', 'Yunanlı askerlerin kılığına girip cinayetler işlerdik. Bu cinayetleri Yunanlılara mal ederek, Yunanlılar adına işlenmiş gibi gösterirdik, üzerlerine Yunan isimleri yazılı mektuplar bırakırdık' demektedir. Günümüzde de bu tür örtülü-gizli cinayetler işlenmektedir: Siirt-Pervari'deki tecavüzler, Şırnak'taki tecavüzler, yine hatırlanırsa Maraş'ta dört kızkardeşin el ele tutuşarak suya atladığı -bu intihar olarak basına yansıtılmıştı ancak intihar değil- söylenen olay, yine bu son Konya-Kulu'daki dört kardeşin ölümü. Bu son olayda dört çocuğun oyun amacıyla oraya girdiği çok inandırıcı gelmiyor.'

    BATI KÜRTLERİNİ GÖÇERTMEK İSTİYORLAR

    'Bu tür olaylarla ne amaçlanabilir? Birincisi Batıdaki Kürtleri korkutmak ve göçertmek olabilir. İkincisi Örtülü soykırım çetelerinin faşist, tekçi Türkçü zihniyetinden kaynaklı olabilir. Bu katiamları KCK de BDP de anlayamıyor, anlamaya da çalışmıyor. Bu konular üzerinde kafa yorulmalıdır. İşte bütün bu olayların hepsi planlı, programlı bir soykırımdır, cinayetlerdir. Devletin direkt içinde olmasalar bile Türkiye toplumunda yaratılan Kürtlere karşı 'soykırım çeteleri'nin işidir. Bu olayların çok yönlü araştırılarak ortaya çıkarılması gerekir. Bu olaylar öyle kendiliğinden gelişen olaylar değildir. Cumhuriyet tarihinde bu tarz cinayetler, soykırım uygulamaları sadece Kürtlere karşı uygulanmadı. İşte Maraş'ta, Sivas'ta -insanlar yakıldı-, Çorum katliamları, 1938'de yaşanan Dersim katliamı - Dersim'de çocukların çok vahşice öldürüldükleri anlatılır-, bütün bunlar birer örnektir. Yine Ermenilere yapılan katliamlar, uygulamalar ortadadır. Son olarak Hrant Dink kalmıştı, onu da katlettiler. Hrant Dink, ayakta kalan son Ermeni'ydi. Türkiye'de yaşayan diğer Ermeniler zaten korkularıyla yaşıyorlar. Hrant Dink tek Ermeni'ydi. Bu özelliğinden dolayı hedef alındı, katledildi. Bu da son Ermeni katliamıdır. Sonra ne oldu? Hrant Dink'in katili Ogün Samast emniyette polis tarafından omuzlara alındı, kahraman ilan edildi! Yine Malatya'da Zirve Yayınevi'ne yapılan baskın, vahşice boğaz kesme, işte rahip Santori cinayeti. Bunların hepsi 'Türklük' adına yapılan soykırım uygulamalarıdır. Bu çeteler, tarihten bugüne örgütlüdürler ve her dönem Türkiye'yi esir aldılar ya da almaya çalıştılar. İşte 'Hizb-i kontra', Türk İntikam Tugayı, TİT deniyordu. İşte Akın Birdal'in vurulması vardı. Bu ölümleri bile anlamıyorlar. AKP'nin bugün temsil ettiği birinci kimlik 'Türklük', ikincisi ise 'İslam', yani 'Türk-İslam'dır. AKP bugün bu iki kimliği yani Türk-İslam kimliğini temsil etmektedir. AKP ile bu çeteler arasındaki savaş da bir iktidar savaşıdır. Yoksa sanıldığı gibi statükoya karşı, yeni, değişimci bir mücadele değildir. Bu bir iktidar savaşıdır, ben buna 'çeteler savaşı' diyorum hatta bu tanım da karşılamaz, 'iki hegemonik gücün savaşı' diyorum. AKP bu hegemonik savaşı kazanırsa iktidarını sağlamlaştırır, diktatörlüğünü ilan edecektir. Bu hegemonik savaşı kaybederse işte bahsedilen Yüce Divan yolu gözükür, yargılanır. AKP de bütün bunların bilincindedir. AKP diktatörlüğe doğru gidiyor. Bütün gelişmeler bunu gösteriyor.'

    KÜRTLER SOYKIRIMI İYİ GÖRMELİ

    'Kürtler kendilerine yıllardır uygulanan bu soykırım rejimini iyi görmelidir. İşte son olarak Konya'daki dört kardeşin ölümü dikkat çekicidir. BDP bu olayları aydınlatmaya çalışabilir. Toplumun her tarafında, her yerinde ağ ağ örgütlenebilir, hakim olabilir, böylesi olaylar olduğunda hemen müdahale edebilir. Hukukçular da olayların mantığını anlayabilir. Bu tür olayların peşini bırakmamalıdırlar. Bu tür olaylar öyle kolay açıklanamaz! Bunların hepsi planlı, belli güçler tarafından organize edilen cinayetlerdir. Örneğin Şırnak'taki yatılı bölge okulundaki tecavüzler, bunlar tek başına yatılı bölge okulu gerçekliğiyle açıklanamaz. Bu tür olaylarda çok değişik etmenler, etkenler de vardır, cinsel sapıklık, sadistlik, vahşilik gibi nedenler de var. Avukatlar da bu tür olayların üzerine gidebilir. Örneğin akıllı, çalışkan bir avukat tek başına bu olaylardan sadece birinin üzerine gidip, aydınlatsa, açığa çıkartsa İtalya'daki temiz eller operasyonu gibi diğer bütün kirli işlerin hepsi çorap söküğü gibi aydınlatılabilir. Ama doğru düzgün bir ilgilenme bile yok. Bu da örgütlülüğün zayıf olmasıyla alakalıdır. Toplumun içinde ağ gibi örgütlenilirse bütün bu olaylar hemen aydınlatılabilir ve halkımıza sahip çıkılabilir.'

    İKİ HAFTA BEKLEYECEĞİM

    'Bu son iki hafta çok önemli. İki hafta daha bekleyeceğim. Buradaki çabalarım; yasal, anayasal bir zemin yaratıp bu zeminde sorunun çözülmesi yönündedir. Tercih ettiğim yol, yasal-anayasal yoldur. Önümüzdeki günlerde olumlu gelişmeler olmazsa benim burada yapabileceğim bir şey kalmayacak. Eğer bazı gelişmeler olursa ben de rolümü oynamaya çalışırım. Süreç tıkanırsa o zaman devlet de KCK de kendi yaptıklarının sorumluluğunu almak zorundadırlar. AKP'nin önünde tarihi fırsatlar var, bunları değerlendirebilir. KCK de bundan sonra attığı adımların sorumluluğunu almalıdır. Çözümün gelişmemesi durumunda Kürdistan'da ikili iktidar durumu ortaya çıkar. Bir taraftan KCK iktidarı diğer taraftan devlet iktidarı olur, bu şekliyle yürür. İşte Kosova, Kuzey Kıbrıs örnekleri var, devletten bir beklenti içine girmezler. Gelişmeler gösteriyor ki yeni bir çatışma süreci ihtimal dahilindedir. KCK de bundan sonra bir karar alırsa bu devrimci bir karar olmalıdır. Geçmişteki gibi kontra, jitemvari eylemlere bulaşılmamalıdır. Ben yine buradan belirtiyorum, böylesi bir durumda da sorumluluk kendilerinindir. Ben böyle yapın demiyorum. Benim geliştirmek istediğim tarz, yasal-anayasal düzlemde sorunu çözmektir.'

    HALKI ZOR DURUMA SOKACAK EYLEMLERDEN KAÇINILMALI

    'Halkı zor duruma sokacak eylemlerden kaçınmalıdırlar. Ben geçmişte de bahsettim, bizim gerillacılık, savaş anlayışımızı kendi içimizden çıkan çeteler yıprattı. Ben doğru-devrimci savaş tarzında eğitip gönderdiğim bazı tipler benden ayrılır ayrılmaz benim adımı da kullanarak söylediklerimin tam tersini yaptılar. Bir köydeki korucuları cezalandıracağım diye içimizde türeyen çeteler yapıyordu bunları. Hogir, Kör Cemal, Şahin Baliç, Şemdin Sakık... Bunlardan daha önce bahsetmiştim. Bunların Jitemle kol kola bu tarz kontravari eylemleri yaptıkları daha sonra açığa çıktı. Bazıları da iktidar hırsıyla yaptı. PKK Ana Karargahı olarak bunlara hakim olamıyorduk. Biz böylesi eylem emirleri vermiyorduk, bize rağmen böylesi eylemler yapıldı ve savaş yozlaştı.'

    KENTİ YAĞMALAYIP ŞEYH SAİT'E MAL ETTİLER

    'Tarihten bir örnek verecek olursam, Şeyh Sait daha Diyarbakır'a girmeden Diyarbakır şehir merkezinde bugünkü jitemvari tarzda hırsızlık ve talan yaparak onlara malettiler. Şimdiki KCK de kendi içindeki sızmaları, jitemvari kontra oluşumları önleyebilmelidir. Üzerinde hiçbir şaibe bırakmamalıdır. Salih Özdemirlerin olayları gibi olaylar yaşanmamalıdır. Batman'daki bu olayda iki yönden araştırılmalıdır. Birincisi şudur: Evet eylemi PKK yapmış olabilir, eylemi yapanlar bilmeyerek de yapmış olabilirler. Ancak içlerinde sızma olabilir ya da yönlendirilmiş olabilirler, bu araştırılmalıdır. İkinci araştırılması gereken husus ise Salih Özdemirleri akşam vakti öyle apar topar eylem yerine gönderten etkenler, sebepler açığa çıkarılmalıdır. Akşam vakti öyle apar topar onları oraya kim gönderdi? Ne oldu da hemen eylem yerine koştular. Bunlar araştırılmalı, açığa kavuşturulmalıdır.'

    ROJ TV DAVASI AFGANİSTAN İLE İLGİLİ

    'Roj tv hakkında açılan davaya ilişkin de şunu belirtebilirim: Afganistan'la ilgilidir. Afganistan'da Türkiye'nin askerine ihtiyaçları var. Rasmussen de oradan sorumlu. Bu gelişmeler onunla alakalıdır. Çok tarihi günlerden geçiyoruz. Kürtler kararlarını kendileri vermelidirler, kendilerini bekleyen tehlikeleri görmek zorundadırlar. Dörtyol, İnegöl benzeri olaylarla amaçlanan, Kürtleri erken isyana teşvik edip, erkenden isyan ettirip, boğuntuya getirmektir. Dörtyol ve İnegöl'de üçyüz-dörtyüz kişinin öldürülmesi planlanmıştı. Biz de burada kendimize göre aldığımız bazı önlemlerle bunları engellemeye çalıştık. KCK, BDP bunları yeterince anlayamıyor. Bunlarla Kürtlerin katliamı hesaplanıyor. Katliam dışında kalan Kürtleri de Güney'deki Federe devlete sürerek oraya hapsetme planları var. Kürtlere de bu şekilde Ermeniler gibi yapmak istiyorlar. Böylesi tehlikeler vardır.'

    URFA'DA PARA DAĞITILIYOR

    'Urfa'da birçok yerde boykotun kırılması için paralar dağıtılıyor. Urfa'da bunun için 8 trilyon para harcandığı söyleniyor. Bazı kesimleri de kendilerine bağlayarak Kürtlerin boykot tavrını yumuşatmaya çalışıyorlar. İşte o esnaf-tüccarlar da açıklama yaptılar. Buradan onlara sesleniyorum, kendilerini kullandırtmamaları gerekir. Yine Kürtler adına, alakası olmayan isimleri kullanarak, gazetelerde, tv'lerde konuşturarak bu birliği bozmaya çalışıyorlar. Kürtlerin siyasal tavrını parçalamaya çalışıyorlar. İşte 2003, 2004'lerde de PKK'yi ikiye böldüler. Kürtler içindeki islami duyguları kullanarak, AKP'ye taban yaratılmaya çalışılıyor. Yine imamları kendi yanlarına çekmek istiyorlar. İmamlar da kendi üzerlerinde oynanan bu tehlikeli oyunların farkında olmalılar, kendilerini korumalılar. Hakkari'de bir imam öldürüldü. Bunu PKK'nin üzerine yıkmaya çalışıyorlar. Bu tür oyunlara karşı uyanık olunmalıdır. BDP sadece boykotla yetinmemelidir, bu tür oyunları teşhir etmek için de mücadele edebilir, bunlar teşhir edilmelidir. Bursa'da mevsimlik işçiler ahırlarda yaşatılıyormuş. Yerleşim yerlerinin dışında yaşıyorlar ve sırf Kürt oldukları için minübüslere alınmıyormuş. BDP bu sorunlara el atmalıdır, gidip yerinde incelemelidir. Halkımızın yaşadığı bu sıkıntılara duyarlı olmalı ve onlara sahip çıkmalıdır. Öyle sadece boykotla yetinmemeli, Kürtlerin tüm sorunlarıyla ilgilenmeli, örgütlemeli, birbirinden haberdar olmalıdır. Tüm cezaevindeki arkadaşlara, dostlara, Dersim, Hatay ve Kars'taki halkımıza selamlarımı iletiyorum.'

    ANF

    01 Eylül 2010 tarihli Görüşme Notu'dur.


    http://www.gundem-online.net/haber.asp?haberid=96077



    ANF _ 10:51 / 03 Eylül 2010

    http://www.firatnews.com/index.php?rupel=nuce&nuceID=32322



    Re: 2010_Öcalan: Buradaki görüşmeleri bombaladılar

    dersim -

    Öcalan: Boykot daha da aktifleştirilebilir_25.08.10


    Öcalan: Boykot daha da aktifleştirilebilir


    Öcalan, 'AKP'yi ciddi ve samimi görmüyorlarsa mevcut boykot tutumlarını daha da aktifleştirebilirler, aktif boykot konumuna geçerler. Referandum konusunda kararı halka ve kurumlarımıza bırakıyorum. Tartışmalarından sonra hayır bile diyebilirler, ben buna da karışmam, halkın vereceği her karara saygılıyım' dedi.

    AKP'nin modern Hamidiye Alaylarını geliştirdiğine dikkat çeken Öcalan, 'Daha önce Türk-İslam'dı şimdi İslam-Türk zihniyetini yapılandırıyor, Kürtleri de bu sisteme yedeklemek istiyor. Yani Hamidiye alaylarının bir tür güncellenmesiyle karşı karşıyayız. Abdulhamit bunu koruculuk temelinde yaptı. Ama AKP modern Hamidiye Alaylarını geliştiriyor'’ diye konuştu.

    Eylemsizlik kararına rağmen operasyonların geliştiğini belirten Öcalan, eylemsizliğin meşru müdafaayı ve misillemeyi haksız kılmayacağına dikkat çekti. Öcalan İmralı'da kendisiyle yapılan görüşmelerin ise devlet sıfatıyla yapıldığını belirtti.

    Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan avukatlarıyla görüştü. Edinilen bilgilere göre görüşmede sağlık sorunlarına değinen Öcalan, 'Sağlık açısından yeni bir durum yok ama bilinen sorunlarım devam ediyor. Başarırsak bir mucize olur, buradan sağ çıkmam bir mucize, büyük bir başarı olur. Kitaplarla, romanlarla anlatılacak bir durumdur yaşadıklarım' dedi.

    Öcalan, şöyle devam etti: 'Süreci genel olarak takip ediyorum, devletle görüşmem konusunda neden bu kadar kıyamet kopartılıyor. Bunun tarihsel arka planı var. Yalçın Akdoğan'ın değerlendirmelerini okudum. Benim tutumumla ilgili bir değerlendirme de yapmış. İşlerin bu noktaya geleceğini ben hep söyledim. Ama anlaşılmadı. Daha önce rolümü hep söylüyordum. Fakat kurumların rolünü oynamadığı bir ortamda bütün yük omuzlarıma biniyor. Ben çekilmeyi biraz da bu nedenle, kurumlar rolüne uygun hale gelsin diye belirtmiştim. Yoksa bütün sorumluluğu bana bırakıyorlar. Kaldı ki sağlığım da gerçekten her zaman böyle olmayabilir. Buranın beni ne kadar zorladığını hep söylüyorum. '

    GELENLER DEVLET SIFATIYLA GÖRÜŞÜYOR

    'Karayılan aslında herkesin bildiğini söylemiş. Taraf çevresi ve bunun süreci tıkatacağı yorumunu yapanlar aslında Hükümeti kurtarmaya çalışıyor. Bütün bu olup bitenlerde Hükümetin rolüne değineceğim. Hazırlıksız ve yetersiz olduklarını zaten belirteceğim. Karayılan'ın dediklerinden anlaşılması gereken şudur. Önemli olan görüşmedir, görüşmeyi yapan devlettir. Gelenlerin genelkurmaydan, istihbarattan veya sivil otoriteden olmasının önemi yoktur, devlet sıfatıyla görüşüyorlar. Karayılan'ın söylediklerinden ben de bunu anlıyorum. '

    DİYARBAKIR ÖZSAVUNMA OLUŞTURSUN, KENT KONSEYİ KURSUN

    'Diyarbakır'daki esnaf ve sanayicilerin açıklamalarına da değineceğim. Selahattin Demirtaş için Pol Pot tarzı filan demişler. Saçmalıktır bu. Bu cesareti nereden alıyorlar. Fakat bizimkiler de çok rahat. Herkes çok kendini beğenmiş, herşeyi bildiklerini zannediyorlar. Nasıl böyle oluyorlar anlamıyorum. Yıllardır Diyarbakır için Kent Konseyi tarzında bir önerim oldu. Zannedersem Diyarbakır'da kent merkezinde yüzde seksene yakın bir destekleri var. Böyle bir destekle nasıl bu kadar dağınıklar anlamıyorum. Ben konuşuyorum onlar bildiklerini yapıyorlar.

    Diyarbakır için öz savunma güçlerini önermiştim. Bir tehlike durumunda Diyarbakır'ı, Diyarbakır merkezindeki halkı kim koruyacak? Soruyorum, gerilla mı koruyacak? Mümkün değil. Özsavunma, silahlı güç anlamında değildir, örgütlülük anlamındadır. Mahalle birlikleri oluşturulur, bunlar temsilini Kent Konseyi'nde bulur. Bütün bunlar Akademilerde tartışılabilir. Halk kendi çözüm ve analizlerini kent meclislerinde karara bağlayabilir. İran'ın eylemsizlik kararına rağmen saldırıları oluyorsa, karşısındakilerin de kendini savunma ve misilleme hakkı meşrudur. Böyle olmazsa meydan provokatörlere kalır, anlamlı barış süreçleri de böyle gelişmez.'

    MİSİLLEME DOĞAL BİR HAKTIR

    'Eylemsizlik kararına rağmen operasyonların devam ettiği anlaşılıyor. Eylemsizlik meşru müdafaayı haksız kılmaz. Meşru müdafaa ve misilleme doğal bir haktır. Geçmişte de geri çekilme döneminde buna benzer saldırılar olmuştu. Geri çekilen güçlere saldırılar yapılmıştı. Zannedersem o dönemde beşyüze yakın kayıp verilmişti. Bu vesileyle şunu da belirtmek istiyorum. Kimse benim arkama sığınarak, onun verdiği karardır, eylemsizliktir diyerek kayıplara sebebiyet vermesin, savunmasız kalmasınlar. Savunma ve misilleme hakkı her zaman doğal olarak vardır, eylemsizlik kararı bu hakkın kullanılmasına engel değildir. Ben kimseye talimat vermiyorum ama kendini savunma ve cevap verme hakkı meşrudur. Tekrar belirtiyorum, anlamlı bir barışa ancak böyle ulaşabiliriz. Böyle olmazsa meydan provokatörlere kalır, anlamlı barış süreçleri de gelişmez.

    Batman'daki olayda provokasyon ihtimali yüksektir, açıklığa kavuşturulmalıdır. Ben öteden beri ta dörtlü çete sürecinden beri savaş tarzlarını eleştirdim. İyiniyet-kötüniyetten ziyade objektif olarak bakıldığında ortada provokatif bir durum var. Tehlikelere karşı önlem alınması gerekirdi. Jitem tarzı sızmalara karşı daima uyanık olunması gerektiğini hep belirtmiştim. Bu tehlike bitmiş, sona ermiş değil, sızmak isteyenler her zaman olabilir.'

    ANADOLU'YU KÜRTLER TÜRKLERE AÇTI

    'Ben uzun bir süredir ABD ve İsrail başta olmak üzere uluslararası sistem neden Türkiye'de Kürtlerin dışlandığı bir siyasal sistem istiyor diye yoğunlaşıyordum. Ulaştığım bazı sonuçlar var. Bu aralar Ahmet Özer'in kitabını da inceliyorum. Orada da bazı şeyler var. Kürt-Türk ilişkisi tarihi söylendiği gibi gerçekten de bin yıllık bir tarihi kapsıyor. Hatta 1071 değil 1050'lerde başlayan bir tarih sözkonusu. Anadoluya Türk beyliklerinin akınları var, bunlar Kürtlerin yardımıyla Anadolu'ya yayılıyor, yerleşiyor. Bizanslara karşı Kürt beylikleriyle birlikte savaşıyorlar, hatta Silvan hattında bir tampon bölge oluşturuyorlar. Kürt beyliklerinin desteği olmazsa Malazgirt savaşını kazanma ve Anadolu'ya yerleşim mümkün olmazdı. Türklerin Anadolu'ya siyasal yerleşmeleri Kürtlerin sayesinde oluyor. Bu kesin tarihi bir gerçek. Yayılmaları da yine Kürtlerle yaptıkları ittifaklarla gerçekleşiyor. Yavuz Selim döneminde bu ilişki yenileniyor, yeniden kuruluyor. Bu sayede Doğu'da 1514'de İran-Safevilere karşı Çaldıran Savaşı kazanılıyor, Ortadoğu yolu böyle açılıyor. Ardından 1516'da Yavuz, Mercidabık savaşında Memlükleri yenilgiye uğratıyor. Daha sonra Kürtlerin desteğiyle 1517'de Ridaniye savaşıyla Memlükleri nihai olarak yenilgiye uğratıyor, Memlük hükümdarının idamıyla Mısır yıkılıyor ve Halifeliği ele geçiriyorlar. '

    KANUNİ ÖZERKLİK VERDİ

    'Sonra Kanuni dönemi geliyor. İlişkiler devam ediyor. Kanuni'nin meşhur bir sözü var; 'Kürtler imparatorluğumuzun etten duvarı ve etten kalesidir' diyor. O dönemde Kürt beylikleriyle imzalanan, bilinen Cumhuriyet dönemi Amasya Protokolü dışında ayrı bir Amasya protokolü var. İlginçtir bu protokolde bugünkü deyimiyle Kürtlere özerklik anlamına gelecek açık hükümler var, özerklik veriliyor. Gelişen uluslararası kapitalist sistem bu ilişkileri bozuyor. Uluslararası sistemin müdahalesiyle III.Selim dönemiyle başlayan bir süreç var, daha sonra bu toprakların ruhuna yabancı bir zihniyet olan İttihat Terakki zihniyetini empoze ediyorlar. Mustafa Kemal bu zihniyetin farkında ve bunun dışında bir yaklaşımı var. Buna uygun pratik çabaları da var. 1916'da Kürdistan'a gidiyor, ta 1919'a kadar esas olarak Kürdistan'daki ilişkileri sayesinde ayakta kalıyor. Hatta şuna dikkat çekmek istiyorum. Erzurum Kongresi'nde delege olması Kürtlerin sayesindedir. Kongre'deki Bitlis delegesi çekiliyor, yerini Mustafa Kemal'e bırakıyor ve Mustafa Kemal böylece esasen bir Kürt delegesi olarak bu kongreye katılıyor. Bu tarihi hakikati herkesin bilmesi gerekiyor. Fakat uluslararası sistem Musul-Kerkük karşılığında Kürtlerin dışlanmasına onay veriyor. 1925'te Mustafa Kemal'e komplo düzenliyor. 1925 komplosuyla Mustafa Kemal etkisiz hale getiriliyor. Biliniyor, İzmir Suikastiyle Mustafa Kemal yalnızlaştırılıyor. Aynı dönemde kendi ekibinden olan Fethi Okyar başbakanlıktan alınıyor, yerine İsmet İnönü getiriliyor. Ardından Mustafa Kemal ilahlaştırılıyor, sen tanrısın, İnönü de peygamber, Fevzi Çakmak da vurucu güç deniliyor. Mustafa Kemal etkisizleştiriliyor, yetkileri sembolik hale getiriliyor, asıl güç İsmet İnönü ve Fevzi Çakmak'a veriliyor. Uluslararası sistem böylece hakimiyetini kuruyor, İttihat Terakki zihniyetini geliştiriyor. Gerçek Türklükle alakası olmayan Beyaz Türk kavramı böyle ortaya çıkıyor. Türk kapitalistleşmesi bu temelde gelişiyor. Yalçın Küçük de bunları kitaplarında yazmış. O öyle Mustafa Kemal'e atfen söyledikleri 'Ne Mutlu Türküm Diyene' söylemi de Beyaz Türkler tarafından geliştiriliyor. Kürtler bu şekilde siyasal sistemden dışlanıyor.'

    AKP ESNAFLARI KULLANIYOR, 1925'TEKİ GİBİ

    'Burada ulaştığım ve dikkat çekmek istediğim sonuçlardan biri, ilginçtir, bugünkü esnaf-sanayici açıklamalarına da ışık tutuyor. 1925 Şeyh Sait isyanı döneminde yine Diyarbakır merkezli bazı esnaf oluşumları, çevreleri Şeyh Sait aleyhine devlet tarafından kullanılıyor. Ben açıklama yapan esnaf-sanayiciler kötüniyetli falan demiyorum, onların niyetlerinden bağımsız objektif gerçekliği açıklıyorum. Bir kullanılma durumu var, uyanık olmaları gerekir. AKP bunları kullanır, bir süre sonra da atar.

    AKP'NİN HESAPLARI TUTARSA KÜRT HAREKETİ BİR YÜZYIL DAHA GERİYE GİDER

    Buradan AKP politikalarına geliyorum. AKP'yi de aşan ve AKP'ye dayatılan bir uluslar arası sistemle karşı karşıyayız. Bu sistem AKP'ye bir rol biçmiştir. AKP'yi de yekpare bir blok olarak görmüyorum, içinde farklı düşünenler de olabilir. Fakat uluslararası sistem AKP'ye 'Kürtlere sınırlı, sembolik, kırıntı anlamında bazı haklar ver, Kürtleri kendine bağla' rolünü biçmiştir. Bazı akademisyenler, 'Abdulhamit döneminde kurulan Hamidiye Alayları koruculuk sistemine dayalı inşa edilip yüz yıl Kürt hareketini oyalamış ve kesintiye uğratmıştır' diyorlar, doğrudur, katılıyorum ama AKP'nin Kürtler üzerindeki oyunları ve politikaları bundan daha tehlikelidir. Uluslar arası sistem ve AKP'nin hesapları tutarsa Kürt hareketini bir yüzyıl daha geriye götürmeyi bir tarafa bırakalım, boğuntuya ve bitişe götürecektir. Dil ve kültürel asimilasyon da gerçekleşeceği için bu sefer özünü kaybetme sözkonusu olacaktır. Tehlike bu kadar büyüktür. Yatılı Bölge okullarında daha beş yaşındayken çocuklar alınıp asimilasyona tabi tutuluyor. Bu, BM yasalarına göre de bir insanlık suçudur. Dünyanın hiçbir yerinde böyle uygulama kabul görmüyor. Çocuğu doğal ortamından ve anadilinden kopartarak asimile etmek kabul edilemez.'

    KAPSAMLI BİR PLANLA KARŞI KARŞIYAYIZ

    'Kürt politikalarının uygulanması konusunda uluslararası sistemle AKP arasında bazı çelişkiler ve çatışmalar da var ama bunlar uzlaşmaz çelişkiler değil, uzlaşabilirler. Aynı şekilde uluslararası sistem Güneyli güçleri AKP'yi desteklemeye endekslemiş. Son günlerde Atalay'la Burkay'ın da bir görüşmesi olmuş. Burkay ve Hüseyin Yıldırım röportajları da biraz bu mesajları vermeye yöneliktir. Yani kapsamlı bir planla karşı karşıyayız. Güney'de Erbil merkezli bir tür Katar Emirliği gibi -Katar Emirliği'yle bütün Arap dünyasını kontrol ediyorlar- bütün Kürtleri de Güney'e bağlayarak kontrol altına almak istiyorlar.'

    İSLAM-TÜRK ZİHNİYETİ YAPILANDIRILIYOR, AKP MODERN HAMİDİYE ALAYLARI GELİŞTİRİYOR

    AKP uluslararası sermayenin de desteğiyle Kayseri-Konya merkezli İslam-Türk -daha önce Türk-İslamdı şimdi İslam-Türk- zihniyetini yapılandırıyor, Kürtleri de bu sisteme yedeklemek istiyor. Yani Hamidiye alaylarının bir tür güncellenmesiyle karşı karşıyayız. Abdulhamit bunu koruculuk temelinde yaptı. Ama AKP modern Hamidiye Alaylarını geliştiriyor; özellikle ekonomik ve kültürel yozlaşma anlamında uyguluyor. Ben bu durumu, kendilerinden de özür diliyorum, 'Mardin Mağduresi' ne benzetiyorum. Aslında amacım kişiselleştirmek değildir, Siirt'te de aynı olay yaşandı. Ekonomik sebeplerle tecavüz kültürü geliştiriliyor. Ekonomi alayları, kültürel alaylar, siyasal alaylar şeklinde kapsamlı bir soykırım sözkonusudur. Ekonomik anlamda bazı aileleri palazlandırıp kendilerine bağlıyorlar. Bu şekilde AKP içine alınan Kürtler de var.

    DOLMABAHÇE'DE NE KONUŞULDUĞUNU KESTİREMİYORLAR

    MHP ve CHP son günlerde AKP'yi Dolmabahçe görüşmelerini açıkla diye sıkıştırıyorlar ama orada ne konuşulduğunu kestiremiyorlar. Bence Dolmabahçede bir uzlaşmaya varıldı. Erdoğan'a 'sen Kürtleri dışla biz de sana karışmayalım, yol verelim' temelinde uzlaştılar. AKP'nin muhalifi gibi görünen CHP ve MHP de bu politikaların diğer versiyonlarıdır, alternatifi olamazlar. Bunlara karşı biz kalıcı-gerçek çözümü geliştiriyoruz.'

    DEMOKRATİK ESNAFLAR, SANATÇILAR, SPORCULAR BİRLİKLERİ KURULMALI

    'Daha önce belirtmiştim. Demokratik özerkliğin altı boyutu-unsuru var. Bunları tekrar etmeyeceğim. Demokratik özerklik kurumları kapsamlıdır. Kültürel, ekonomik, siyasi, hukuki, güvenlik ve diplomasi. Her konuda derin tartışmalar yapılabilir. Akademilerde bu tartışmanın zemini oluşturulabilir. Halk analiz ve çözümlerini Kent Meclislerinde karara bağlayabilir. Örnek olsun diye söylüyorum, mesela Diyarbakır'da yoğun örgütlenmelerle birlikte bazı birlikler oluşturulabilir. Demokratik Esnaflar Birliği, Demokratik sanatçılar Birliği, Demokratik sporcular birliği gibi... bunun gibi pekçok demokratik birlik oluşturulabilir. Bu birlikler temsilini Kent Meclislerinde bulur. Demokratik özerklik, demokratik ulusla ruh ve beden gibidir. Demokratik ulus ruhsa, demokratik özerklik bedendir. Yani demokratik özerklik bedense demokratik ulus ruhtur, birbirlerini bu şekilde tamamlarlar, birbirlerinden ayrılmazlar, ruh-beden ilişkisi de bu şekildedir. Beden olmazsa ruh, ruh olmazsa beden olmaz. Demokratik ulus olmazsa demokratik özerklik olmaz, demokratik özerklik olmazsa demokratik ulus olmaz. Bayrak meselesine de takılmamak gerekir.

    KÜRTLER GÜVENLİĞİNİ GARANTİYE ALSIN

    Demokratik özerkliğin güvenlik boyutu da bazı aydınlar tarafından farklı devlet arayışı olarak yorumlanıyor. Bunun da farkındayım. Bu konu yanlış anlaşılıyor. Şunu söylemek istiyorum. Mevcut askeri yapı içinde Kürtler yer alacak mı, almayacak mı? Polis-emniyet yapısı içinde Kürtler yer alacak mı almayacak mı? Bu kurumların Kürtlere bakışı ne olacak? Kürtler kendisini nasıl koruyacak, güvenliğini nasıl garantiye alacak? Bunlar çok önemli konulardır. Bu konular üzerinde ileride çok geniş duracağım. Bu güvenlik boyutunu BDP de, PKK de tek başına yapamaz, bunu ben yürüteceğim, bu konulara ileride ayrıntılı olarak değineceğim.'

    EYLEMSİZLİK SONRASI ÇATIŞMALAR BAŞLAYABİLİR

    'Güncel siyasi görev ise hızla Türkiye'de bir demokratik anayasa hazırlanmasına yönelik olmalıdır. Bu konuda bütün ilgili çevrelerle hızla bir diyalog geliştirilmelidir. Aydınlar, sivil toplum örgütleri, yazarlar, gazeteciler bu konuda seferber olmalıdır. Demokratik anayasa olmadan demokratik çözüm gelişemez. Bu olmazsa ne olur? Ben uyarımı tekrarlıyorum. Eylemsizlik sürecinden sonra yeni bir çatışma dönemi başlar, hatta daha önce Cemil Bayık'ın da söylediği orta-yoğunluklu bir savaş gündeme gelebilir. Sadece kırsalda değil, kent merkezlerine de sıçrar. İşte bu Dörtyol tesadüfen başka yerlere sıçramadı. Böyle olursa çok rahatlıkla başka yerlere de yansır, bunun zemini var; iki halk karşı karşıya gelir, çatışma kaçınılmaz olur, onlarca hatta yüzlerce kişinin ölümüne yol açabilir. Bunun ne kadar farkına varılıyor, bilemiyorum. Tehlike büyüktür, herkesin dikkatini çekiyorum. Ben burada bu tehlikelerin önüne geçmek, demokratik çözüm ve barışı sağlamak için çabalıyorum. Benim bu çabalarım uluslararası sistemin AKP'ye dayattığı politikaları boşa çıkardığı, Kürtler üzerindeki oyunları bozduğu için benim üzerimden işte 'görüşülüyor' diye bu kadar kıyamet koparılıyor. Ben bunun arkasında nelerin yattığını böyle ifade ediyorum.'

    AKP'Yİ SAMİMİ GÖRMÜYORLARSA BOYKOT TUTUMU AKTİFLEŞTİRİLEBİLİR

    'Erdoğan'ın açıklamalarını biliyorum. 3 Eylül'de Diyarbakır'da yeni bir şey söyleyeceğini de zannetmiyorum. Dilerim yanılırım. Ama bir bütün olarak baktığımda AKP'yi bu konuda hazırlıksız buluyorum. Yani belli bir hazırlıkları yok, olumlu adım atmayacaklar gibi görünüyor. Herşeyi bir tarafa bırakalım, yüzde on barajını bile kaldırmaları hayati derecede önemlidir, fakat böyle bir düzenleme hazırlıkları da görünmüyor, bir oyalama taktiği içinde olabilirler. Halkla yoğun tartışılmalı, AKP'yi ciddi ve samimi görürlerse tutumlarını elbette değiştirebilirler, buna ben değil kendileri karar verirler. Aksi taktirde yani AKP'yi ciddi ve samimi görmüyorlarsa mevcut boykot tutumlarını daha da aktifleştirebilirler, aktif boykot konumuna geçerler. Referandum konusunda kararı halka ve kurumlarımıza bırakıyorum. Tartışmalarından sonra hayır bile diyebilirler, ben buna da karışmam, halkın vereceği her karara saygılıyım.'

    AKADEMİLER EKONOMİ DE TARTIŞMALI

    'Malatya, Siirt ve Urfa halkına selamlarımı iletiyorum. Urfa, sorunların çok biriktiği bir yer; ekonomik sorunlar dizboyu. Göç, ırgatlık ne dersen var. Bu yüzden Akademilerin bu sorunları tartışması gerekir. Akademilere katılım düzeyinin nicel ve nitel artırılması gerekir. Urfa'da aşiretlerarası sorunlar, arazi sorunları, kan davaları hala sürüyor. Sorunlara çözüm üretmek için Akademiler şarttır. Cezaevinden Taylan Çintay'ın mektubunu aldım, güzel çalışmaları var, sanırım Malatyalıydı. Kendisine selamlarımı iletiyor, rahatsızlığı için de geçmiş olsun diyor, acil şifalar diliyorum. Tüm cezaevlerindeki arkadaşlara da selamlarımı iletiyorum.'

    ANF

    25 Ağustos 2010 tarihli Görüşme Notu'dur.


    http://www.gundem-online.net/haber.asp?haberid=95759

    ANF: FLASH / 09:52 / 27 Auğustos 2010

    http://www.firatnews.com/index.php?rupel=nuce&nuceID=31974



    Re: 2010_Öcalan: Buradaki görüşmeleri bombaladılar

    dersim -

    Öcalan demokratik özerkliğin esaslarını açıkladı_20.08.10




    Öcalan demokratik özerkliğin esaslarını açıkladı


    Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan, tarihi bir süreçten geçildiğini belirterek Demokratik Özerkli projesinin siyasi, hukuki, ekononomik, kültürel, öz savunma ve diplomasi boyutlarını açıkladı. Öcalan, 'Demokratik Özerklik Kürtlerin çözüm projesidir' dedi.

    Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan, haftalık olağan görüşmesinde gündemdeki konuları değerlendirirken, demokratik özerkliğin nasıl olacağı konusunda da detaylı açıklamalarda bulundu. Öcalan, 'Herkes benden birşeyler bekliyor. Herşey omuzlarıma yıkılmış. Devlet zorlanıyor, KCK zorlanıyor. Herşey yine bana yüklendi. Beklentiler var' dedi.

    BAZI STK'LARLA ANLAŞMIŞLAR

    Demokratik Toplum Kongresi'nin son kongresini değerlendiren Öcalan, 'DTK son Kongresine Türkiye'deki diğer gruplar katılmamış. Onlara yönelik yapılan katılım çağrısı onların tavırlarını açığa çıkardı. Referanduma yönelik Diyarbakır'da birkaç gün önce bazı sivil toplum kurumlarının açıklamalarını dinledim. Tabi bunlar devletle anlaşmışlar. ‘Eğer PKK tasfiye olursa insiyatifi size veririz' diye onları ikna etmişler. Bu konuda birileri kendileriyle anlaşmış. Tabi biz buna engel oluyoruz. Onların bu planları tutmuyor' diye belirtti.

    DEMOKRATİK ÖZERKLİK KÜRTLERİN PROJESİDİR

    'Demokratik Özerklik Kürtlerin çözüm projesidir' diyen Öcalan, bu projeyi şöyle anlattı: 'Demokratik Özerkliği şöyle izah edebiliriz; Demokratik ulus, bir ruh ise demokratik özerklik ise bedendir. Demokratik özerklik demokaratik ulus inşasının ete kemiğe bürünmüş halidir, onun somutlaşmış, bedenleşmiş halidir. Demokratik özerkliğin birkaç unsuru veya boyutu vardır:

    Siyasi Boyutu: Bu boyutta bir meclis olur. Ya da halkın bir kongresi olur. Bu kongre demokratik toplum kongresidir. Bu kongrenin bir de yürütmesi olur.

    Hukuki Boyutu: Demokratik Özerklik projesinin hukuki statüsünü ifade eder. Katalanlar bunu 'status' olarak ifade ediyorlar. Biz de buna statü diyelim. Bu çok önemli. Yani hukuki olarak Kürtlerin statüsü ne olacak? Bu belirlenerek Anayasa ve yasalara yansıtılır. Yasalarla demokratik özerkliğin çerçevesi içeriği belirlenir.

    Ekonomik Boyutu: İnşa edilen demokratik ulusun bir de ekonomik politikası olur. Nasıl bir ekonomi olmalıdır, bu belilenir. Barajlar, yeraltı yerüstü kaynaklarına ilişkin bir politikası olur. Ekonomik sistem olarak kapitalizmi kabul edemeyiz. Belki kapitalizmi tam olarak ortadan kaldıramayız ama önemli oranda kapitalist ekonomik sistemi değiştirebilir, onu aşındırabilir, kendi ekonomik sistemimizi kurabiliriz. Bu sistemde halkın ekonomisi olur, bir kısmını da özel ekonomi oluşturur. Bütün bunlar tartışılmalıdır.

    Kültürel Boyutu: Kültürel boyut daha çok dil, anadilde eğitimi, tarih ve sanatı kapsar. Kürtçe'nin Türkçe ile ilişkisi nasıl olmalıdır, anadilde eğitim nasıl yapılabilir, demokratik ulusun dil politikası nasıl olmalıdır, bunlar tartışılmalıdır. Bir eğitim politikası oluşturulmalıdır. Kürtler kültürel soykırımı tam olarak nasıl aşabilir, bunu da bolca tartışıp, bilince çıkarmalı ve kültürel soykırımı aşmalıdır.

    Öz savunma Boyutu: Biz buna güvenlik boyutu da diyebiliriz. Yani burada soykırımı ele alıyoruz. Kürtler soykırımdan nasıl kurtulabilir bunu somutlaştırmalıdırlar. Buradaki soykırım kavramı tüm soykırım çeşitlerini kapsıyor. Sadece fiziki değil kültürel ve her çeşit soykırımdan bahsediyorum. Yani Kürtlerin bir özsvunma durumuna kavuşması sağlanır. Toplum burada kendi öz savunmasını kurar. Bununla sadece elde silah bir durumu kastetmiyorum. Öz savunma KCK, PKK tarzı silahlı yapılanmayı değil halkın kendi güvenliğini sağlamasını ifade eder. Demokratik toplumun her alanda örgütlenmesini, kurumsallaşmasını, kendi güvenlik sistemine kavuşmasını ifade ediyorum. Bu konuda halk tartışarak farklı sonuçlara ulaşabilir. Mesela askeriyede yer alacaklar mı, bunlar tartışılır. Korucular nasıl lağvedilecek, koruculuk meselesi nasıl halledilecek, bunlar tartışılmalıdır. Bu güvenlik boyutu halkın öz savunması ekmek su hava kadar önemlidir. Bu olmadan yaşanmaz.

    Diplomasi Boyutu: Bu da Kürtlerin diğer halklarla, toplumlarla olan ilişkilerini ele alır. Komşu çevre ülkeler ve diğer parçadaki Kürtlerle ilişkiler olur. Diğer toplumlar ile nasıl bir ilişki istiyoruz, onlarla nasıl yaşamalıyız? Diplomasi boyutu bunu karşılar.'

    DEMOKRATİK ÖZERKLİK İÇİN TOPKEYÜN SEFERBERLİK

    Öcalan şöyle devam etti: 'Kürtler, BDP, DTK demokratik özerklik projesi ile uğraşmalıdır. Demokratik özerklik projesini somutlaştırmalıdırlar. Kürtlerin gerçek gündemi budur, bu olmalıdır. Bu referandum Kürtlerin gerçek gündemini değiştirmek için bu kadar ön plana çıkarılıyor, suni bir gündemdir. Bu tartışmalarla Kürtlerin demokratik özerklik taleplerini gölgede bırakmaya çalışıyorlar. Kürtler bunun üzerine seçime kadar çalışmalıdır. Ki yarın öbür gün geç kalmayalım, Kürtlerin projesi budur diye sunmak önlerine koymak gerekebilir. Kürtlerin projesi nedir dendiğinde projemiz hazır olmalıdır. Demokratik Özerklik konusunu Katalanlar da tartışıyor, Katalanlar zekidirler. Bu özerklik konusunda bir proje hazırlayıp sundular. İspanya Anayasa Mahkemesi de bu projeyi birkaç noktası hariç onayladı. Kalan noktaları da önümüzdeki dönemde muhtemelen kabul ederler. Halen tartışıyorlar. DTK, BDP demokratik özerklik projemiz ile ilgili seçime kadar çok hızlı bir şekilde çok büyük tartışmalar gerçekleştirmelidir. Demokratik özerklik projesini somutlaştırmalı, somut bir şekle getirmelidir. Çok büyük tartışsınlar, gece gündüz ibadet eder gibi ekmek su kadar lazım olan bu demokratik özerklik projesi üzerinde çalışmalıdırlar. Belki bazen aç kalınabilir, az yenilip az içilebilir ama demokratik özerklik Kürtlere ekmek ve sudan daha önemlidir. Demokratik özerkliği bol bol tartışsınlar. Ben buna topyekün seferberlik diyorum.

    TARİHİ BİR SÜREÇTEYİZ

    Demokratik özerklik üzerinde çalışmaları DTK yapar. Bu DTK'nın alanıdır. Demokratik bir anayasayı hazırlamak da BDP'nin alanıdır. Yarın seçimlerden sonra devlet çözüm önerilerini tartıştığında bir çözüme dair önerileri olmalıdır. Çözüme dair bir projeleri olmalıdır. Bunu yoğun bir şekilde tartışsınlar. Milyonlarca halkımızın demokratik özerkliği yoğun tartışması ve kavraması gerekiyor. Bunu bir çözüm projesi olarak geliştirebilmeliyiz. Bilinmelidir ki demokratik özerklik ve demokratik anayasa ayrı şeylerdir. BDP, Demokratik anayasa çalışmalarını tüm Türkiye genelinde yapmalı ve Türkiye genelindeki sivil toplum örgütleriyle görüşmeler yapmalıdır. BDP'nin demokratik anayasaya ilişkin yoğun bir çalışması olmalıdır. Demokratik anayasaya ilişkin geniş bir projeleri olmalıdır. Kürtler, DTK, BDP nasıl bir yaşam isteyeceklerini tartışacaklar, buna karar verecekler. KCK, PKK demokratik özerklik sistemi içinde kendi yerini belirleyecektir. Bu onların bileceği bir iştir. Bunu gece gündüz tartışacaklar. Tarihi bir süreçteyiz. Demokratik özerklik konusunu daha önce tartışmıştım. Özgürlük sosyolojisi kitabımda değinmiştim. Bu defa anlamlı bir çözümün geliştirilmesi önemlidir.

    Demokratik ulus inşası ulus devlet inşası anlamına gelmez. İşte Filistin'i görüyorsunuz; Filistin, Güney Kürdistan tarzı, ulus devlet bile değildir. Bunlara küçük bir devlet kurdurarak birbirleriyle çatıştırmayı düşünüyorlar. Bu anlayışta olan Kürtler 'küçük bir devletimiz olsun bize yeter' diyorlar. Bu anlayış yüz binlerce insanın ölümü anlamına gelir. Ulusların kendi kaderini tayin hakkını sadece devletle, devlet sahibi olmakla sağlanabileceği düşüncesi reel sosyalizmin yıkılışının temel nedenlerindendir. Bu ulus devlet anlayışı reel sosyalizmi bitirdi. Kendi kaderini tayin etme hakkı, ister ulus devlet ister sosyalizmin ister liberalizmin görüşü olarak ortaya çıksın, nihayetinde bu kapitalizme hizmet etmektir. Marx, Engels, Lenin hepsi bunu yanlış yorumladılar. Demokratik ulus inşası ile ilgili görüşlerimi özgürlük sosyolojisi savunmamda geniş tartıştım.'

    BATMAN OLAYI MUTLAKA AYDINLATILMALI

    Batman olayına da değinen Öcalan, olayın mutlaka aydınlatılması gerektiğini söyledi. Öcalan şöyle dedi: 'Batman olayı üzerinde durulmalı ve mutlaka aydınlatılmalıdır. BDP'nin bunu ortaya çıkarmış olması gerekiyordu. Kim tarafından yapılırsa yapılsın BDP buna karşı çıkmalı tavır almalıydı. Batman'daki Salih Özdemir olayında bunların niçin gece yarısı dışarı çıktığı da mutlaka aydınlatılmalıdır. Tanınan şahıslar gece randevularına gitmesinler. Gideceklerse de programlı planlı gitsinler. Mesela BDP de bir yerde açıklama ya da miting yapacağı zaman kendi tedbirini önceden kendisi alır. Hiçbir boşluğa yer bırakmayacak şekilde planlamasını yapmalı. Öyle sadece devletin güvenliklerini sağlamalarını bekleyerek olmaz. Bunları yapmayacaksan kendi güvenliğini sağlamayacaksan sonra da sızlayıp bize yöneliyorlar demenin bir anlamı yok. Provokasyonlar tanıdık simalara yönelebilir. Geçmişte Mersin'deki bayrak provakasyonunda da provakasyon sonrası kime yöneleceklerini planlamışlardı. Amacına ulaşamadı ama bu provakasyonlar planlıdır. Tüm planlamasını önceden yapıyorlar, provakasyon esnasında kime yöneleceklerini iyi biliyorlar. Özellikle tanıdık simalara yönelebilirler. Bu nedenle herkes kendi tedbirlerini alabilmeli, can güvenliklerini koruyabilmelidirler. Bu anayasada da yer alan bir haktır.'

    30-40 AYRI YERDE PROVOKASYON PLANLIYORLAR

    Öcalan, Dörtyol'daki olaylara dikkat çekerek, 30 -40 ayrı yerde bu provokasyon olaylarının planlandığını söyledi. Öcalan şunları belirtti: 'Dörtyol'da bir provakasyon tasarlanmıştı. Mesele sadece Dörtyol'da değil 30-40 ayrı yerde bu provakasyon olaylarının planlandığını düşünüyorum. Bu olaylar Maraş, Sivas olaylarına benziyor. Bu Dörtyol olayında üç yüz kişiyi öldürebilirlerdi. Bu Sivas katliamın Maraş katliamının eksik kalanının tamamlanmasıdır. Musa Anter'in öldürülmesi gibi aydın komploları gerçekleştirilebilir. Bunlar bir örtülü katliam denemesidir. Burada başarılı olunamadı. Sebebi AKP içindeki çelişkiler, MHP içindeki çelişkiler ve devlet içindeki çelişkiler ile ilgiliydi. Ve biraz da tesadüftü. Göze alamadılar. Devlet içinde bu olaylara karşı olan dürüst kimseler de var. Bu olayları burada ben de engellemek için elimden geleni yaptım, yapıyorum. Bu provakasyonlar akim kaldı. Bu olayların önceki olaylardan farkı şudur: Önceki olayların başarıya ulaşma sansları yoktu ama şu anki olayların başarıya ulaşma şansı var. Bu nedenle çok tedbirli ve dikkatli olmak gerekiyor. Özellikle bazı bölgelerde daha risklidir. Şimdi durum buna daha musait. Devlet içinde bazı yapılar her türlü provokeyi yapabilirler. Savaş bu şekilde devam ederse her iki taraftan da yozlaşmış bir savaş tarzı devreye girer ki bu çok daha tehlikeli olur. Bir sonrakinde katliam girişimi gerçekleştirilebilir. Çok fazla insan ölür. İşin içinde çıkılamaz. Bu provakasyonlarla yapılmak istenen örtülü bir soykırımdır. Dörtyol'daki olayların içinde AKP mi var MHP mi var devlet mi var bilemiyorum. Ama bu olaylardan AKP'nin haberi olduğunu düşünüyorum. Kürtlerin ise bunlara karşı şu an yaptıkları savaş değil sadece kendilerine karşı yapılan bu örtülü soykırımı durdurmaktır, başka bir şey değildir.'

    KADIN ÖZGÜRLEŞMELİ

    Haftalık görüşmesinde kadın çalışmalarını da ele alan Öcalan, bu konuda şu meajları verdi: 'Kadın çalışmalarında sadece tecavüz kültürüne karşı çalışma yürtümek yetmez. Tecavüz kültürüne karşı mücadele edilirken her anlamıyla yetkinleşmek ve mücadele etmek gerekir. Bu çalışmaların yaygınlaştırılması ve kurumsallaşması lazım. Aksi halde yapılan yürüyüşler, mitingler kuru bir gürültüden öteye geçmez. Kadın özgürleşmeli. Bu tarihten gelen bir sorundur. Ne kadın erkeğin kölesi olmalı ne de erkek kadının kölesi olmalı.Tecavüz derken sadece cinsellik anlamıyla bir tecavüzden bahsetmiyorum. Burada çok derinlikli çok boyutlu bir kuşatma var. Medyaya da yansıyan Mardin'den bir haber vardı. Bu kız çocuğu yüz kişinin tecavüzüne uğramış orada. Aynı şey Mardin'in bir köyünde de olmuştu. Aslında bu sadece oralarda değil her tarafta yüzlerce örneği mevcut. Bu kültürel anlayış her yerde ortaya çıkmaktadır. İran'da da recm cezasına çarptırılan kadınlar var. Tabi ben sadece tecavüz kültüründen de bahsetmiyorum, medyada çıkan şu klasik tacavüzleri kastetmiyorum. Hem kültürel hem ekonomik hem sosyal, hayatın her alanındaki tecavüzden bahsediyorum. Bu nedenle kadınlar hayatın her alanında özgün örgütlenmelerini yaratmalıdırlar. Siyaset akademilerinden bahsetmiştim, burada kurumsallaşabilirler. Diyarbakır'da ve her yerde kadınlar bunları iyice tartışmalıdır.

    Erkek kadın ilişkisinde kadın belirleyici olmalıdır. Hem kadın üzerindeki hem toplumsal kuşatma hemde erkeğin kuşatması tarihten gelen bir sorundur. Kadın burada özgürlüğünü kaybetmiştir. Evlilik de şu anda kadın üzerinde hükmetmenin bir aracı olarak uygulanıyor. Siz de anlamalısınız ki kadın erkek ilişkisi dipsiz bir kuyu gibidir. Çok derindir. Buradan herşey çıkabilir. Ya birbirlerini bitirirler ya da filozof olurlar. Biliyorsunuz bunun güzel örneklerinde bir tanesi filozof Sokrates'tir. Zaten kendisi de diyor: 'Evlilik beni filozof yaptı'. Zizek'in de bu konuda ki tespiti çok önemlidir. Ben evliliği mahkum etmiyorum ama bu ilişkilerin çok zorlu olduğunu, özgürlük temelinde olması gerektiğini belirtiyorum. Evlilikte kadının tercihi esas alınmalıdır. Kadın belirleyici olmalıdır. Kadınlar yaşamdaki ihtiyaç ve taleplerini doğru belirleyip ve bu konuda karar alma gücünü göstermelidirler. Hayatın her alanına dair kendi özgün tartışmalarını yapıp bu kararları alıp bu kararlarını uygulamalıdırlar.'

    DOĞUBAYAZIT'I ÇOK SEVERİM

    Öcalan son olarak 'Doğubeyazıt'ı çok severim' diyerek, 'Doğubeyazıt halkına, Patnos halkına, Serhad halkına, Botan'a, Tatvan, Bitlis, Van ve İzmir'deki halkımıza özel selamlarımı iletiyorum, Bitlis' e özel bir savaş sistemi uyguladılar. Ancak bu artık kırıldığını düşünüyorum, gelecekte çok önemli gelişmeler olacaktır. Tüm tutsaklara özellikle kadın tutsaklara özel selamlarımı iletiyorum. Evrim Alataş'ı da tekrar anıyorum. Tüm halkımıza ve aydınlara selamlarımı iletiyorum' dedi.

    ANF

    18 Agustos 2010 tarihli Görüşme Notu'dur.


    http://www.gundem-online.net/haber.asp?haberid=95426

    ANF: FLASH / 10:30 / 20 Auğustos 2010

    http://www.firatnews.org/index.php?rupel=nuce&nuceID=31636



    Re: 2010_Öcalan: Buradaki görüşmeleri bombaladılar

    dersim -

    Öcalan: İki protokol hazırlanıp Meclise sunulmalı





    Öcalan: İki protokol hazırlanıp Meclis’e sunulmalı

    ANF12:54 / 29 Eylül 2010

    İSTANBUL - Öcalan, “Buradaki görüşmelerin sonucunu karşılıklı üzerinde uzlaşılacak iki protokol şeklinde ele alıyorum. Biri güvenlik boyutu-protokolü, diğeri de demokratik haklar ve anayasa boyutu-protokolü. Bu protokoller seçimlerden sonra oluşacak parlamentoya sunulabilir” dedi. Öcalan Hakkari’deki sivillere yönelik saldırının ise Ankara merkezli bir karar olabileceğini söyledi.

    Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan, avukatlarıyla görüştü. Edinilen bilgilere göre görüşmede demokratik siyasete değinen Öcalan, şu görüşleri dile getirdi: “Demokratik siyaset önemlidir, bu meseleler siyasal alanda çözüme kavuşur. Hem siyaseti yapamıyorlar hem de bırakamıyorlar. Dürüstler, birikimliler ama birikimlerini harekete geçiremiyorlar. Tarzları ve tempoları yetersizdir. İyi niyetliler ama Ahmet Türk’e dönük yumruk olayını bile tam çözemediler, basite aldılar. Daha kötüsü de olabilirdi, öldürücü bir darbe de vurabilirlerdi, tehlikenin farkında değiller.”

    DIŞ SEFERLER NEYİN NESİ?

    Buradaki görüşmelere çok ilgi var deniliyor, benden çok beklenti olduğu belirtiliyor. Gördüğünüz gibi işler geldi bana düğümlendi. Ben böyle olacağını aslında çok önceden söylemiştim. Ben ‘99’da durumumu “çarmıhtaki adam” olarak değerlendirmiştim. Aslında bu hala devam ediyor. Buna rağmen büyük bir çaba içerisindeyim. Dünyada en az bilgilendirilen kişi benim ama en küçük bir bilgi kırıntısıyla en detayına kadar yorumlayabiliyorum. Zor koşullardayım ama hala ilk günkü gibi canlıyım, diriyim, sorumluluğumun farkındayım, bu nedenle öyle çok şikayetçi de değilim. Başbakan ne yapmaya çalışıyor? Bu kadar dış seferler neyin nesi? Dışarıda ne var, sorun ancak burada çözülür.

    HAKKARİ'DEKİ SALDIRI ANKARA MERKEZLİ OLABİLİR

    Hakkari’deki olay üzerinde durmak istiyorum, bu olay çok önemli. Kürt siyasetçileri yeteri kadar değerlendiremiyorlar, kişilikleriyle bir sorunum yok, bırakıp gidenlere bir şey demiyorum fakat tarzları, tempoları çok yetersiz. Bu Hakkari olayını da tam anlayamadılar, yorumlayamadılar. Ben zaman olsa sabahtan akşama kadar bir olaydan hareket ederek Türkiye’de ne olup bittiğini, kimin ne yapmak istediğini rahatlıkla anlatabilirim. Şimdi Hakkari olayına geleyim. Hakkari’deki imamın öldürülüşüne karşılık bir olay olabilir. O dokuz köylünün öldürülüşü bununla bağlantılı olabilir. BDP’liler, siyaset yapanlar bunu nasıl anlamıyor? Dünyada en az bilgilendirilen kişi benim, ben en ufak bir bilgi kırıntısıyla yola çıkarak olayın en ince detayına kadar anlamaya çalışırım. Bu olayla deniliyor ki “sen benden bir kişi öldürürsen ben senden yirmi kişiyi öldürürüm” diyor. İşte 1700 Kürt siyasetçinin tutuklanması da bir cemaat operasyonudur. Bu merkezi bir karar olabilir.

    YEŞİL TÜRKÇÜ FAŞİZM ÖRGÜTLENDİ

    Daha önce de değinmiştim, 75 yıl Beyaz Türk Faşizmi egemendi şimdi ise Yeşil Türkçü Faşizm her yönüyle örgütlenmiştir. Bunun içinde ABD’si de Irak’ı da var. Bir ucu okyanus ötesindedir, bir ucu Kürdistan’da Güneydedir. Ben buna “yeni hegemonya” diyorum. AKP, evrensel Yahudilik ile İsrail Siyonizmi arasındaki çelişki ve çatışmalardan ustaca yararlanıyor. Sırtını evrensel Yahudiliğe dayayarak İsrail Siyonizmine karşı çıkıyor! Eğer sırtını evrensel Yahudiliğe dayamazsa bu karşı çıkışı yapamazdı, bu gücü kendisinde bulamazdı. AKP, bir tarafta ABD ve İngiltere bir taraftan da evrensel Yahudilikle cemaatin gücünü arkasına alıyor. AKP, bu uluslar arası hegemonyanın politikalarının yürütücüsüdür. Cumhuriyetin kuruluşundan önce Osmanlı döneminde İstanbul’da bir Yahudi sermaye gücü vardı, Osmanlı yönetimi-iktidarı üzerinde etkisi güçlüydü. Hatta Kırım’da olduğu gibi bazı Türk devletlerinin kuruluşunda etkili olmuşlardır -İlginçtir takip ettim Davutoğlu kızını bir Kırım Türkü’ne vermiş- Bunlar Cumhuriyetle birlikte bu gücünü artırarak devam ettirdi.

    Mustafa Kemal’in durumu ilginçtir, aslında Çankaya’da hapiste gibiydi. İktidar ve yönetim gücü İnönü ve Fevzi Çakmak’taydı. Fevzi Çakmak’ın Yahudi kökenli olduğu ispatlandı.

    ‘YENİ HEGEMONYA ERGENEKON’DAN DAHA TEHLİKELİ’

    İşte biliniyor, Yahudi işadamı Üzeyir Garih vardı. Fevzi Çakmak’ın mezarını sık sık ziyaret ettiği söyleniyordu. O da enteresan bir şekilde öldürüldü. Bu güç daha önce Mustafa Kemal’in kurduğu Serbest Fırka’yı da kapattırmıştı. Hatta bazıları Mustafa Kemal’in 2.Dünya savaşının hemen öncesinde ölümünü de kuşkulu olarak değerlendiriyor, tıpkı Ecevit’in ABD’nin Irak mücadelesinden hemen önce etkisizleştirilmesi gibi. Mustafa Kemal o kadar kuşatılmıştı ki en yakınlarından bile bilgi alamıyordu. Şimdi ortaya çıkmış; Mustafa Kemal, İnönü öldü zannederek çocuklarına miras bırakmıştı! O kadar kuşatılmıştı yani. Bütün bunların altında İngilizler var. İngiltere ve ABD Yahudi sermayesiyle birlikte uluslar arası alanda egemen güç oldular. AKP bunlara dayanıyor, bu temelde yeni hegemonyasını kuruyor. Yeni hegemonya Ergenekon’dan daha tehlikelidir.

    ‘CAMİNİ, CEMEVİNİ AYIRACAKSIN’

    Ergenekon biliniyor, emir-komuta içerisinde bir hiyerarşik işleyişi var, işte o Hizbullah falan iki kutuba ayrılmıştı, Menzil ve diğeri. Eline silah verilmişti, gidip adam öldürüp geliyordu. Burada ise öyle değil, her yönüyle fethediyor, katliam yapıyor, imamları da o amaçla kullanıyorlar. Bunların öyle dine inandıkları da yok, onlar için din bir maskedir, dini kendi hegemonyaları için kullanıyorlar. O zaman böyle imamları yalnızlaştıracaksın, böyle imamların camiine gitmeyeceksin, kendi camiini kuracaksın.

    Bu yeni hegemonya cami üzerinden mi gelişiyor, sen de camini ve cemevini ayıracaksın. İbadetini kendi dilinden yapacaksın. İslamiyetin esaslarını Kürtçe anlatacaksın, halkın dini ihtiyacını kendi diliyle gidereceksin. Ben onun için diyorum mücadeleyi yürüten siyasetçiler bu olayı bile anlamıyorlar yeterince.

    İşte PKK diyor “kesin kesin benim dokuz köylünün öldürülmesi olayıyla bir ilgim yok”. Başbakan bu olayı neden araştırmıyor? Ben yıllardır, Hakikatleri Araştırma Komisyonu kurulsun diyorum. Bir an önce kurulmalı ve gidip araştırarak, bu olayı açığa çıkarmalı. PKK kesin yapmadım diyor, o zaman hükümet bunu araştırıp açığa çıkarmalıdır.

    ‘ORDU YAPTI HABERİM YOK DEMEK’ ALDATMACADIR

    Başbakan bir gazeteciye 9 gerillaya ilişkin operasyon hakkında bilgisinin olmadığını, referandum öncesi kendisine karşı yapılmış bir operasyon olduğunu söylemiş. Ne kadar doğru acaba! Ben gelişmeleri dikkatle izliyorum. Öyle başkası yaptı, ordu yaptı, benim haberim yok demekle kurtulamaz. Doğrudur daha önce AKP ile ordu arasında bir çelişki ve çatışma vardı ama Büyükanıt döneminde uzlaşma süreci başladı, Başbuğ ile sürdü, son YAŞ toplantılarıyla birlikte AKP ordu ile tam bir uzlaşma içindedir. Bu yüzden öyle “ordu yaptı haberim yok” demek tam bir aldatmacadır.

    ‘BİZ BÜTÜNLÜK İÇİNDE ÇÖZÜM ARIYORUZ’

    Biz Türkiye’nin bütünlüğü içinde soruna çözüm arıyoruz, öyle bölücü falan değiliz. Kardeşlik anlayışımız, birlik anlayışımız stratejiktir. Bu topraklar üzerindeki medeniyetler bizim katkılarımızla inşa edilmiştir, atalarımızın bunda çok emeği var. Biliniyor Kürtlerin ilk proto tipleri Hurilerdir. İşte Gutiler, Mitaniler, Medler, bunlar bizim atalarımız. Biz bu yüzden ayrılıkçı olamayız. Ben Anadolu ve Mezopotamya’da iktidar yapılanmalarını uzun uzun ve derinliğine inceledim ve şu sonuca vardım: Anadolu ve Mezopotamya’daki iktidar diyalektiği bir arada yaşama ilkesine göre oluşmuştur. Hitit uygarlığıyla Mezopotamya uygarlığı her zaman birbirini desteklemiştir. Devlet ve iktidar ilişkilerinde biri olmadan diğeri başarılı olamamıştır. Onun için ben dedim ki siz Orta Asya’ya geldiğiniz yere bile gitseniz biz buradayız. Bizim atalarımızın bu uygarlıkların oluşumunda emeği var, katkısı var, dört bin yıllık tarihi var. Biz bu emeğe ve bu tarihe sahip çıkıyoruz. Burada bu kadar birikmiş emeği bırakmayız, bırakmayacağız. Bu konuda ilginç bir şey okumuştum, çok ilginçti, aslında biraz bugüne benziyordu. Elbistanlı Kürt köylüsü ile bir Kayserili tüccar arasında bir diyalog var. Kayserili tüccar Kürt köylüsüne “biz ortağız” diyor. Kürt köylüsü de Kayserili tüccara; “sen benim malımı aldın gasp ettin payımı vermiyorsun, bu nasıl ortaklık” diyor. Ne kadar ilginç değil mi bu güne çok benziyor. Şimdi de devletin başında Kayserili var.

    ‘İKİ BOYUTLU PROTOKOL OLUŞTURULMALI’

    Bu konuda iki esastan bahsedeceğim. Yapılan görüşmelerin sonucunu karşılıklı üzerinde uzlaşılacak iki protokol şeklinde ele alıyorum. Biri güvenlik boyutu-protokolü, diğeri de demokratik haklar ve anayasa boyutu-protokolü. Bunun içinde yasal zemindeki durum var. Bu şekilde protokollerin, seçimlerden sonra oluşacak parlamentoya sunulabilir. İki komisyon oluşturulabilir: biri Anayasa Hazırlık Komisyonu olabilir, şimdi mecliste bulunan komisyonu kast etmiyorum. Onun rolü ve görevi ayrıdır. Bahsettiğim komisyonu yeni anayasa ile ilgili tartışmalardan sonra çıkacak sonuca göre oluşan taslağı seçimden sonra oluşacak yeni parlamentoya sunulabilir.

    İkincisi ise Hakikatleri araştırma komisyonu olabilir. Bu komisyon ise işte bu Hakkari gibi bütün faili meçhul olayları, Ergenekon’u araştıracak, inceleyecek sorumlularını ortaya çıkarabilir. Süreç böyle işleyebilir. Önümüzde sekiz ay var. Bu sekiz ayı heba etmeyelim.

    Geçen gün Günlük’te gördüm, Katalan Anayasası’na ilişkin bir çalışma vardı. Bunun gibi çalışmaları örnek alabilirler. Şimdiden Kürtler kendi anayasa önerilerini hazırlayabilirler, bunun için gecelerini gündüzlerine katarak çalışabilirler, komisyonlarını kurabilirler, kendi anayasa taslaklarını oluşturabilirler. Bu konuda güçlü bir hazırlık olmalı.

    ‘CHP İLE GÖRÜŞÜLMELİ, DEVLET AKP’DEN İBARET DEĞİLDİR’

    Bu çerçevede CHP ile görüşülebilir. Kılıçdaroğlu’nun “seçimi beklemeden yeni anayasa yapalım” yaklaşımını anlamlı gördüm. Gelişecek süreç, bir devlet projesidir sadece Hükümetin değildir. Önümüzdeki sekiz ay çok önemlidir. “AKP dışında bir alternatif de yok” diyenlere geliyorum. Bir süredir CHP’yi izliyorum. Baykal etkisi hala var ancak Kılıçdaroğlu’yla birlikte CHP’de bir değişim işaretleri de var, bu gerçekleşir mi bilemiyorum. Bu nedenle CHP ile görüşülmeli. Türkiye-Devlet AKP’den ibaret değildir. Evet AKP devlette örgütlenmiş ama devletin tamamı AKP değildir. Burada yapılan görüşmeler devlet adınadır. Kimsenin korkmasına gerek yok, bu bir devlet projesidir.

    ‘ŞU AN GEÇİŞ SÜRECİ YAŞIYORUZ’

    Şu an bir geçiş süreci yaşıyoruz. Ben demokratik özerkliği Kürtlerin özgürlük alanı olarak ele alıyorum. Demokratik özerklik daha önce de belirttiğim gibi etnisiteye ve coğrafi sınırlara dayanmaz. Bu bir özyönetimini oluşturmadır. Demokratik Özerklikle Kürtler kendi demokratik özyönetimlerini inşa edecekler. Bu bir savaş ilanı falan da değildir, demokratik bir inşa, demokratik örgütlenme faaliyetidir. Bu her alanda yaygınlaştırılır, spor kulüplerinden tutalım kooperatiflere kadar, toplumun her alanı örgütlenir.

    ‘DİYARBAKIR GERÇEK BİR KALE HALİNE GETİRİLMELİ’

    Daha önce ve Özgürlük Sosyolojisi kitabımda altı ilke-boyut demiştim. DTK, bu konularda çok çaba sarf edebilir. Hatta, Kürtler gece gündüz bu konuları tartışmalıdırlar demiştim. DTK tüm farklı kesimlerin, sivil toplum örgütlerinin bir platformu, konfederasyonu gibidir. Bütün illerde icra kurulları, temsilcilikleri vardır.

    Özgürlük Sosyolojisi’nde bunları detaylı açtım. Bunlar iyi algılanmalıdır. Diyarbakır’da daha önce söylemiştim, Kent Konseyi oluşturulabilir. Kürtler Diyarbakır’ı adeta ilmek ilmek örmelidirler, gerçek bir kale haline getirmelidirler.

    Mesela anadilde eğitimi devlet kabul etmiyor, o zaman ne yapılabilir? Kürtler de her mahallede Kürtçe eğitim birimlerini oluştururlar. Bunu yaparlarsa sonra yasal boyut da gelir. Tehlike, örgütlü olmayan Kürtleri de kapsıyor, biz olmazsak devlet onları da ezer geçerler, tehlike bütün Kürtler içindir. Ben tehlike büyüktür derken paniğe de kapılmamak gerekir aksine daha da cesur olunmalıdır. Kürtler demokratik temelde, yasal zeminde çalışmalarını yürütürler, öz savunmayı da her alanda kurarlar. İşin özü şu; biz kapitalist moderniteyi yaşamadan demokratik moderniteyi kuruyoruz, bunun mücadelesini veriyoruz.

    ‘KUZEY ÇÖZÜLMEZSE GÜNEY GÜVENDE OLMAZ’

    Kuzey’deki sorun çözümlenmeden Güney’deki sorun çözümlenemez, hiç kimse güvende olamaz. Güneydekilerin bunu anlamaları iyi. Tehlikenin tüm Kürtleri kapsadığını, büyük olduğunu görmeleri lazım. Bunun için Ulusal Konferans diyorum. Tüm Kürtleri kapsayan ortak temsiliyet, ortak savunmayı oluşturmak gerekir.

    Kadın özgürlüğüyle ilgili çok değerlendirmelerim oldu, çabalarım da biliniyor. Kadın çalışmalarını izliyorum, düzeylerini iyi buluyorum. Tecavüz kültürüyle ilgili söylediklerim yanlış anlaşılmamalı, doğru anlaşılmalıdır. Tecavüz kültürü derken kadının bir bütün olarak iradesizleştirilmesi şeklinde ele alıyorum.

    BDP’lilere, halkımıza ve herkese selamlarımı iletiyorum


    ANF NEWS AGENCY



    http://www.firatnews.org/index.php?rupel=nuce&nuceID=33782


    http://www.gundem-online.net/haber.asp?haberid=97383



    Re: 2010_Öcalan: Buradaki görüşmeleri bombaladılar

    dersim -

    Öcalan: Yeşil komplo dönemi başladı


    Öcalan: Yeşil komplo dönemi başladı



    ANF 11:15 / 15 Ekim 2010 HABER MERKEZİ -


    Bugüne kadar PKK ve Kürtlere üç kez komplo uygulandığını belirten Öcalan, “Bu Hükümet döneminden önceki komplo dönemlerini siyah komplo dönemleri olarak nitelendirebiliriz. Şimdi yaşanan komplo dönemi ise Yeşil komplo, yeşil kontra dönemidir” dedi. Öcalan, “31 Ekim'e kadar bekleyeceğiz ondan sonra ben yokum, aradan çekileceğim ve artık süreci KCK götürecektir” dedi ve uyardı: “Orta yoğunluklu savaş kapıdadır.”

    Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan avukatlarıyla görüştü. Edinilen bilgilere göre görüşmede Özal’ın ölümü ile ilgili haberlere değinen Öcalan, “Özal'ın ölümü medyada bol tartışılıyor. Kardeşi Korkut, “abimin öldürüldüğünden hiç şüphe etmiyorum, kesin öldürülmüştür” diyormuş. Daha önce bu kesinlikte konuşmuyordu, yaşı ölüme yaklaştığı için daha rahat konuşuyor, daha korkmadan konuşuyor. Bu konuda daha önce ilk tespiti ben yapmıştım. Benimle görüşüleceği gün Özal öldürüldü. Öldürüldüğünü ilk söyleyen de ben oldum. O dönem bir komplo dönemiydi. Özal'ın öldürülmesi Kürt sorunun çözümüne, bize dönük bir komploydu. Şu an yaşananlar 1925'teki komploya benziyor. 1925 komplosu önemli bir komplodur. Bunu iyi bilmek, iyi kavramak gerekir. Bu '25 komplosunda Kürtler tasfiye edildi. O tarihten itibaren Mustafa Kemal de kuşatılmaya başlandı, Çankaya'ya kapatıldı, yetkisiz sembolik bir hale getirildi. Bir çeşit burası gibi tecrit edildi. Hasta yatağındayken İsmet İnönü'nün öldüğü haberini alıyor ve onun çocuklarına miras bırakıyor. Bu derece dünyadan tecrit edilmiş bir haldedir. Özal öldürüldü. Mustafa Kemal'in de İkinci Dünya Savaşı öncesinde ölümü de kuşkuludur. Çünkü İkinci Dünya Savaşı dengelerinde Mustafa Kemal gibi birisi belirleyici olacaktı, bu nedenle ikinci dünya savaşında yeri yoktu! Tıpkı Amerikan'ın Irak'a müdahale öncesinde Ecevit'in ölüme doğru götürülmesi gibi. Bütün bu kuşatmalar o dönemde Londra merkezliydi. O dönem Kurtuluş Savaşından gelen beş general vardı bunlara “beşli general” deniyordu. Birisi hariç dördü tasfiye edildi. Kazım Karabekir mesela çok güçlü bir komutandı, tasfiye ettiler. Diğer paşaları da Rauf Orbay, Rıfat Bele, Ali Fuat Cebesoy onları tasfiye ettiler. Bu önemli bir kuşatmaydı.” dedi.

    DÖRT KOMPLO DÖNEMİ

    Öcalan şöyle devam etti: “Bize karşı da çok önemli komplolar oldu; dört komplo dönemi var. Birincisi Özal'ın öldürülmesiyle yaşanan Birinci Komplo Dönemi: Özal, Kürt sorununa cesur bir biçimde yaklaştı. “Bu sorunu kesin çözeceğim, çözmem gerekir” diyordu. Oğlu Ahmet Özal, bu konuda kesin bilgiler veriyor. “Babam bu işi kesin çözmek istiyordu” diyor. O dönemde Özal'ı kuşattılar, ordu içinde de çözüm isteyen herkesi tasfiye ettiler. Eşref Bitlis, Bahtiyar Aydın gibi o dönem birçok subayı çözüm yanlısı gördükleri için, kendilerinin önünde engel gördükleri için öldürdüler, tasfiye ettiler. Bu konuda Talabani'nin de önemli bilgileri var. Talabani “biz Eşref Bitlis ile çözüm noktasında aynı fikirdeyiz” diyordu. Talabani '93'te bunu bana söylemişti. O dönemde Uğur Mumcu gibi bazı aydınları da tasfiye edip öldürdüler.”

    İKİNCİ KOMPLO DÖNEMİ : '97, '98'de yaşandı. O dönemde Erbakan daha samimi, daha çözüme yakın yaklaştı. Erbakan, Kurtulmuş'a oranla daha dürüsttü. Kurtulmuş da diğerleri gibi “Öcalan dışında her türlü çözüme hazırız” diyor. Bu cümle onun hangi merkeze bağlı olduğunu gösteriyor, zaten dağılıp gittiler, bir daha da kendilerine gelemezler. Erbakan'da da Özal'da olduğu gibi saf ve doğru bir yanı vardı. Bizimle de ilişkiye geçmişti. '97-98 döneminde bizimle hem sivil kesim hem de askeri kesim irtibata geçmişti. Ancak Gladio çok güçlüydü. Taraf Gazatesi'nin bir yazısında da okudum. “Kim bu dönemi baltalayan?” diye soruyordu. Doğru bir soru. O dönem de çözüm şeyi varken komplo devreye konuldu.

    ÜÇÜNCÜ KOMPLO DÖNEMİ: 2003-2004 yılında denendi. Bu dönemde Kürtleri parçalamak suretiyle yeni bir komplo tarzı ortaya konuldu. O dönemde de başarılı olamadılar.

    Şimdi de ‘DÖRDÜNCÜ KOMPLO DÖNEMİ’ ile karşı karşıyayız. Benim açımdan Erdoğan'ın konumu netleşmiştir. Kesin bazı şeyleri artık rahatlıkla söyleyebilirim. Hakkari olayı kesin kontra eylemiyse eğer, örgütle bir ilgisi yoksa, bu durum bazı şeyleri gösteriyor.

    ŞİMDİ YEŞİL KOMPLO DÖNEMİ BAŞLADI

    Bu Hükümet döneminden önceki komplo dönemlerini Siyah Komplo Dönemleri olarak nitelendirebiliriz. Şimdi yaşanan komplo dönemi ise Yeşil Komplo Dönemidir. Siyah komplo dönemleriyle bu yeşil komplo dönemi birbirinden farklıdır. Siyah komplo dönemlerinde jitem'e, kontraya, itirafçılara sınırsız yetki verilmişti, sokak başlarında, her yerde adam öldürme yetkisi verilmişti. Mesela sokak ortasında Musa Anter'i öldürdüler, bunun gibi Diyarbakır'ın birçok sokağında gündüz ortasında ve diğer birçok şehirlerde insanlarımızı öldürüyorlardı. Bu yetki bizzat devlet tarafından onlara verilmişti. O dönemde Türk Gladio'su bizzat en üste bağlıydı. Tansu Çiller, Doğan Güreş bunlar emir veriyorlardı. Bütün bu cinayetler bunların bilgisi dahilinde gerçekleşiyordu.

    Özal öldürüldükten hemen sonra bu ekibin güçlü hale gelmesi tesadüfi değildir. Türk Gladio'su o dönemde İtalya'daki gibi, önünde engel gördüğü herkesi rahatlıkla öldürebiliyordu, işte Özal'ın öldürülmesi. Tıpkı İtalya'daki Gladio gibi önünde engel gördüğü herkesi öldürüyordu. İtalya Gladiosu biliniyor kendi başbakanlarını bile öldürdüler. Öldürdükleri bu başbakan Komünistlerle ittifaka yönelmişti yani standartların dışında davranan birisiydi bu nedenle öldürdüler. Türkiye'deki Gladio da bu şekilde davrandı. Fakat daha sonra Türk Gladiosu-kontrası-Ergenekonu artık üstekilerden bağımsız hale geldiler, aldı başını gitti. Karadayı “biz bunlara dahil değiliz” derken bunu kastediyordu. Kıvrıkoğlu'na da Kıbrıs'ta suikast düzenlediler, kurşun kolunu sıyırıp arkasındaki bir albaya değdi. Bu dönemde Gladio'da Çevik Bir ve ekibi çok güçlüydü. Birçok şey onlara bağlıydı. Hatta Çevik Bir bu suikastin sorumlusu olarak Ergenekon dosyasında adı geçiyor.

    CİNAYETLER ERDOĞAN'IN BİLGİSİ DAHİLİNDE

    Şu anki komplo döneminde eski tarz cinayetler, fail-i meçhuller işlenmez. Hakkari olayı biraz farklıydı. Daha sonra buna değineceğim. Eskiden bu cinayetleri Gladio işlerdi, Gladio'nun bu cinayetleri işlemesi için tam yetki verilmişti. Ancak bu yeşil komplo döneminde eski tarz Gladio-kontra yok. Öyle tek tek cinayetle sokak başlarında, şurada burada adam öldürmek olmaz bu dönemde. Yeni bir anlayış yeni bir tarz olarak artık herşey Erdoğan'ın bilgisi dahilinde gerçekleşir, Erdoğan'ın bilgisi olmadan kimse cinayet işleyemez, kimse cinayet işleme yetkisine sahip değil. Hakkari meselesi orada bir imamın öldürülüşüne bir karşılıktır. 10 gerillanın imha edilmesi olayı Ankara merkezlidir, operasyonu Ankara'dan gelip yapmışlardır. Hem o 10 gerillanın imha edilmesi hem de Hakkari'deki patlamayla halkımızın öldürülmesi, o imamın öldürülmesine karşılıktı. Bizzat emri veren Ankara'dır, Ankara'dan gönderilen özel bir ekip oraya bombayı yerleştiriyor ve gidiyor. Bu benim için nettir. Erdoğan'ın imam olayıyla ilgili açıklamasında ağzından yakaladığım bir iki cümle ile bunu anladım. Bu yeşil komplonun merkezi Washington'dur. Washington merkezli yürütülüyor.

    FETHULLAH GÜLEN’İ ÇOK BÜYÜTMEMEK GEREK

    Bu öyle zannedildiği gibi Washington derken sadece Fethullah Gülen anlaşılmamalıdır, Fethullah Gülen'in rolü burada basittir, onu çok da büyütmemek gerekir. Çok daha başka önemlileri var. Haberlere de yansıdı, bazı Türk pilotları Afganistan'da Taliban için savaşmış, bu ilişkiler çok iç içe ve bilindiğinden çok daha farklı boyutlardadır. Hanefi Avcı kitabında imamlardan, imamların örgütlenmesinden bahsediyor. Her birimde sorumlu imamlar olduğunu söylüyor. Bu örgütlenmelerin farkındadır bu nedenle bazı açıklamalar yapıyor. Ben bütün bu yeni örgütlenmeleri yeşil komplo, yeşil kontra olarak adlandırıyorum. Bunlar her yerde de örgütlenmişlerdir.

    ULUSLARARASI GÜÇLER HENÜZ ÇÖZÜME HAZIR DEĞİLLER

    Yürütülen son uluslararası diplomasi, örgütün tasfiyesine yönelik bu çalışmalar şu sonucu doğuruyor. Türkiye üzerinde hesabı olanlar, yani bazı dış ülkeler-güçler henüz bu sorunun çözümüne hazır değiller. Bir çözümün olması onları hazırlıksız yakalayacaktı, yani anlaşıldı ki buna henüz hazır değiller. Çünkü Kürt sorununda geçmişi olan, yüzyıllık hesapları var. Bu komplo 1920'den itibaren Kürtler için hazırlanıyor. Çözümün olması bu hesaplarını bozacaktı ve onlar bu nedenle bir çözüme henüz hazır değiller. Bu uluslararası komplonun merkezi Paris'tir, Berlin'dir, Moskova'dır ve diğer birçoğudur. Tabi başta Washington olmak üzere bu çalışmalar yürütülüyor. Daha da kuşatabilirler, muhtemelen Roj tv'yi de kapatacaklardır. Neden şimdi bu kadar AKP'ye destek veriyorlar, şunun için: Eskiden Avrupa AKP'yi bir türlü kabul etmiyordu. Ancak şimdi kabul ediyor. Kabul ettiği için bazı pazarlıklar, bazı tavizler koparmak istiyor. Bu pazarlık ve tavizler karşılığında da Kürtler üzerinde oynanıyor. Kürtler korkmasınlar. Bu ittifakları ilelebet değil. Bu ittifak dağılacaktır. Kürtler kendi çalışmalarını aynı şekilde sürdürmelidirler. Onların bu diplomasi oyunu da hiçbir sonuç vermeyecektir. İşte İsrail, Türkiye-Suriye-İran ortaklaşmasından rahatsız olmuştur, bu yüzden Türkiye ile ittifakında geri çekilmiştir, ABD'de de bu durumdan rahatsızdır.

    BİZ DE BOŞ DURMUYORUZ

    '99'dan bu yana benim üzerimden tasfiye planları hazırlamak isteyenler olabilir. Ancak ben bu oyunlara gelmedim, bu komploların, tasfiye planlarının hiçbirisini gerçekleştiremediler. Biz de burada boş durmuyoruz. Bazıları buradaki kavganın büyük bir boğuşma olduğunu söylüyorlar. Ama bu Kürt aydınlarının zavallılıklarını gösteriyor, anlayamıyorlar. Bu kavgamızı, bunları idrak edemiyorlar, çözemiyorlar.

    DÖRTYOL AYDINLATILIRSA ERDOĞAN’IN YENİ TARZ KONTRA İLİŞKİSİNİN BOYUTU ORTAYA ÇIKAR

    Kıvrıkoğlu ve Ecevit çizgisi diğerlerine oranla biraz daha bağımsızlıkçıydı. Bu nedenle oynanan bazı oyunların önüne geçme çabaları vardı. Tabi benim Türkiye'ye teslim edilmem karşılığında bazı şeyleri kabul etmiş olabilirler ama herşeyi de yapmak istemiyorlardı. Daha sonra Ecevit'i de ölüme götürdüler. 2005 yılında Başbakan Diyarbakır'a gidip “Kürt sorunu benim sorunumdur, çözeceğim” dediğinde Türk Gladiosu onu da Ecevit gibi götürecekti, ancak anlaştılar. AKP döneminde Balyoz gibi dört tane darbe planı yapıldı. Daha sonra Başbakanla bu Gladio anlaştılar, bazı esaslar üzerinde anlaştılar. Birlikte yönetme kararı aldılar. Ancak Erdoğan-Bush görüşmesiyle Türk Gladiosu-Ergenekonunun kontrol dışı kısmının tasfiyesine karar verildi. Ancak bu Erdoğan-Bush görüşmesiyle de Türkiye bu uluslararası alandaki önemli bazı pazarlıkları da kabul ettiler. Erdoğan-Bush görüşmesinde, Erdoğan Kürtlerin tasfiyesini gerçekleştireceklerine inandığı için Balyoz gibi darbe planları geri çekildi ve Ergenekon tasfiye süreci başlatıldı. Şimdi yeşil komplo döneminde artık kontrolsüz pek bir şey gerçekleşmez. Yeni bir yeşil kontra devrededir. Bu yeni bir tarz kontradır. Dörtyol olayı tam aydınlanırsa Erdoğan'ın yeni tarz kontra ile ilişkisinin boyutu ortaya çıkacaktır.

    KADININ ÖZ SAVUNMASI ÖNEMLİ

    Dördüncü komplo dönemi veya yeşil komplo döneminde kadın konusunda şunları belirtmek istiyorum. Bu dönemin kadın boyutu var. Bu dönemde en çok kadının öz savunması önem taşıyor. Doğrudan namus anlayışıyla yaklaşmıyorum, kadının beyinsel, ruhsal, bedensel kendini korumasından bahsediyorum. Erdoğan'ın “üç çocuk yapın” açıklamasının altı boş değildir. İşte Rize Belediye Başkanı diyor ki Kürtlerden kız alın. Bu öyle basit bir söylem değildir. Rize belediye başkanı kendi başına bunu söylemiyor, Tayyip Erdoğan'ın bilgisi dahilinde konuşuyor. Tayyip Erdoğan kendi döneminde söyleyemediklerini bu belediye başkanı dile getiriyor. Bunlar belli bir planın, komplonun parçasıdır. Bildiğim kadarıyla Ağrı'dan Rize'ye 12-13 yaşlarından bir kız, sanırım oraya fındık toplamaya giderken bir Rize'liyle tanışmış, bu basında büyük bir “aşk” olarak gösteriliyor. Bu nasıl bir aşk! 12-13 yaşındaki bir kızın aşkı mı olur! Oraya çalışmaya, fındık toplamaya giden bir kız, çok kötü şartlarda çalışıyor, maddi olanaklara ihtiyacı var, daha iyi şartlarda yaşamak için böyle bir tercihe mecbur kalmış. Aile de buna onay veriyor. Diğer taraf da hiç ihtiyacı olmamasına rağmen kendi bölgelerinde çok daha eğitimli kızlar olmasına rağmen bunu tercih ediyor!

    Aslında bu normal bir evlilik ya da aşk değil, bir köleliktir, bir kölelik muamelesidir. Kızı alıp köle gibi çalıştıracak, kullanacak. Ben bu kız için “Ağrılı mağdure” tanımlamasını kullanıyorum. Sanırım bu şekil evlilikler Ağrı'da yaygınmış. Ağrı, Muşta da yaygındır. Kısmi olarak Urfa ve Diyarbakır'da da oluyor. Örneğin Urfa'dan kız Karadeniz'e götürülürken Malatya'da bir kaza olmuştu. Bu yeşil komplo döneminin bilinçli bir politikasıdır. İşte bölgeden Kürt kızları götürülerek bu şekilde aileler üzerinden bir ilişkilenme geliştiriliyor. Mesela Diyarbakır'da Kepoğlu ailesinin kızı bir karadenizliye verilmişti. Bu ailenin 13 bin kişilik bir nüfusu var. Bu şekilde bu aileler üzerinden kültürel bir soykırım geliştirilmek amaçlanıyor. Sanmayın ki Kürt kızlarıyla normal bir evlilik yapılıyor, tamamen onları köleleştirme, kendi hizmetlerinde kullanmaya yöneliktir. Aslında kendi çevrelerindeki kızları, Kürt kızlarından daha okumuş ve daha kendi anlayışlarına uygundur ama kendi çevresinden değil, bilinçli olarak Kürt kızları seçiliyor! Bin tane Kürt kızı bu şekilde Karadeniz, Kayseri'ye götürülmesi, bin tane Kürt ailesiyle ilişkilenmek, bu bin aileyi kendi toplumundan koparıp kontrolleri altına almak anlamına gelir. Ağrı'da bir konuda birinci gelen kıza, Toki'den bir ev vermişler. Fakat bunun çok planlı bir şekilde reklamnı yaptılar. Mardin'de tecavüze uğrayan, mağdur olan bir kız vardı. İlk olayda tecavüze uğrayan bu kız daha sonra “bunu para kazanmak için yapmaya devam ediyorum” demiş. Hakim de rıza olduğu gerekçesiyle suçluların cezalarında indirim yaptılar.

    EVLİLİK ÖZGÜR EŞ KURAMINA DAYANMALI

    Onun hayatını anlatan bir kitap yazılmalı, sadece bu değil, bunun gibi konular üzerinde yoğunlaşılmalıdır. Batman'da da bilinen tecavüz olayları var. Yatılı bölge okullarında da bu tür olaylar çok yaygındır, planlıdır, bunlara çok dikkat etmek gerekiyor. Bu saydıklarım örnekler gibi binlerce örnek var. Siirt'te yaşanan olaylar var. Küçük yaştaki çocuklara tecavüz edip öldürüyorlar. Bir toplumda kadın kültürel soykırıma uğramışsa o toplum bitmiştir, o toplumdan bir şey çıkmaz. Yine bir toplumda kız çocuklarına tecavüz ediliyorsa ve bir yerde buna yüzlerce insan da dahil oluyorsa o toplum bitmiştir. Peki Kadın kurumları ne yapıyor? Yarısı sisteme hizmet ediyor. Kadın kurumları, kızları eğitmeliler, bilinçlendirmeliler. Kadın kurumları bir Kongre oluşturmalıdırlar, bu kongrenin bir daimi yürütmesi mutlaka olmalıdır, gece gündüz durmadan çalışmaları gerekir. Batman'daki, Siirt'teki, Mardin'deki tecavüz olayları, bahsettiğim olaylar var. Bunlarla ilgilenilmelidir. Bizim bu konudaki çabamızı burada uygulamak zorundayız.

    Bütün bunlar bu dönemin politikalarının sonucudur. Yani Kürtler, büyük bir kültürel soykırım pençesindedir. Ben bizimkilere de şunu söylüyorum, öneriyorum; Özgür Eş Kuramı. Bu kavramı kullanıyorum. Savunmamda da bu konuyu belirttim. Ben bütün evlilikleri lanetlemiyorum, mahkum etmiyorum. Ancak bir evlilik özgürlük temelinde tutarlı olmalıdır. Evlilik bu anlamda tutarlıysa anlamlı olur. Kürtlere bu konuda şunu söylüyorum, kendi kızlarının eğitimine özel önem vermelidirler, kendi kızlarını korumalıdırlar. Kendi kızlarına, çocuklarına kendi eğitimlerini vermelidirler, bunlar için eğitim yerleri açmalıdırlar. Çocuklarına sahip çıkmalıdırlar. Kürtler çok büyük bir soykırım planının kıskacındadır. Hatta ben yeni savunmamın adını “Kürtler Kültürel Soykırımın Kıskacında” olarak verdim.

    31 EKİM’DE ÇEKİLECEĞİM

    Ben aslında daha evvel çekiliyordum. Ancak bana geldiler, 2006'da benden barış için yardım istediler. Ben de 2006'da barış için ateşkes çağrısında bulundum. Şimdi daha iyi anlıyorum ki 2006'daki aslında bir tasfiye planıymış. O döneme ilişkin bir araştırma yapılmalıdır. Bu tarihten itibaren beş yıldır ben burada barış için çaba sarfediyorum.

    31 Ekim'e 15 gün kaldı. Bu ayın sonuna kadar bekleyeceğim. Ben 31 Ekim'in sonuna kadar eğer çözüm amaçlı gelmezlerse kellem de gitse bundan sonra karışmayacağım. Bu oyuna gelmeyeceğim, bana çözüm temelinde gelmezlerse hiçbir açıklama da yapmayacağım. Eğer bana çözüm amaçlı gelirlerse de ben o zaman kendi görüşümü belirtirim. Ama özet olarak şunları söyleyeyim: Daha önce de belirttiğim gibi “iki protokol” görüşümü tekrarlayacağım. Birincisi güvenlik protokolü, ikincisi demokratik haklar protokolü, anayasa bunun içindedir. Ben daha önce yazdığım mektupta da bu iki protokol hususunu belirtmiştim. Devlete ve Kandil'e yazdığım mektupların cevabını da henüz alamadım. 31 Ekim'e kadar bekleyeceğiz ondan sonra ben yokum, aradan çekileceğim ve artık süreci KCK götürecektir, KCK kendi kararını kendisi verir.

    ‘ORTA YOĞUNLUKLU SAVAŞ KAPIDADIR’

    İşte “orta yoğunluklu savaş” kapıdadır. Her türlü savunma, öz savunma konumlarını güçlendirirler. Halkla birlikte bu işi yürütürler. Dün sınır ötesi operasyon izni veren teskere de meclis'ten geçmiş. Meclis'in gizli görüşmesi oldu, bunun ne kadar gizli olduğu da ortada. Diyarbakır ve bölgedeki STK'lar da devletin, hükümetin bu soykırım politikaları konusunda çok bilgi sahibi değiller, bilmiyorlar. Devlet soykırım politikalarını uyguladığında hiç fark yaratmaksızın tüm Kürtleri bu soykırıma dahil edeceklerdir. Onlar öyle bireysel çıkarlarla, birkaç holdingle yaklaşıyorlar ama yarın gelişebilecek yönelimlerde kendileri de altında kalırlar. Hiçbir şey yapamıyorlarsa en azından tarafsız kalmalıdırlar. Bölgedeki STK'ların bir çözüm formülü varsa getirsinler kabul etmezsem o zaman derler Öcalan kabul etmemiş. Ama bir çözüm formülleri yoksa, o zaman en azından devletin bu kültürel soykırım politikalarına alet olmasınlar, bu öyle şu veya bu partiye oy vermek, referandumda evet veya hayır meselesi değildir.

    DEMOKRAT İMAMLAR GÖREV ALMALI

    İmamlar konusunda da çok dikkatli olunmalıdır, imamlara doğru yaklaşılmalıdır. Bölgedeki camilerde demokrat imamlar görev almalıdır. Bu işi de halkın demokratik imamları üstlenmelidir. Aynı şekilde bölgedeki diğer demokratik konularda da bölgedeki demokratik örgütler, sendikalar ve diğerleri görev üslenmelidirler. Kürtler çocuklarına dikkat etsinler. Ağrılılar çocuklarına sahip çıksınlar. Ağrı'daki halkımıza özel selamlarımı iletiyorum. Diyarbakır, Van ve Muş halkımıza selamlarımı iletiyorum. Ermenistan'daki halkımıza da selamlarımı iletiyorum.

    ANF NEWS AGENCY

    http://www.firatnews.tv/index.php?rupel=nuce&nuceID=34603






    Re: 2010_Öcalan: Buradaki görüşmeleri bombaladılar

    dersim -

    Öcalan: Görüşmeler müzakereye geçiş aşamasında



    Öcalan: Görüşmeler müzakereye geçiş aşamasında


    ANF 10:00 / 04 Kasım 2010



    HABER MERKEZİ - “Kimse AKP'nin oyununa gelmesin, devletin yaklaşımı AKP'den yani hükümetten çok daha olumlu bir durumdadır” diyen Öcalan, kendisiyle yapılan Devlet görüşmelerinin daha da ciddileştiğini kaydetti. Öcalan, “Henüz diyalog aşamasından müzakere aşamasına geçilmiş değil ama müzakereye geçiş aşaması olarak değerlendirebiliriz” dedi. Ancak hükümet dahil muhalefet partileri CHP ve MHP’nin çözüm önünde engel oluşturduğunu ifade eden Öcalan, “Oligarşik iktidar, günlük siyaset yapanlar devleti yıkacak. AKP'nin amacı kendi Hamas'ını yaratmaktır” diye belirtti.

    Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan, avukatlarıyla görüştü. Edinilen bilgilere göre görüşmede kadın sorunlarına değinen Öcalan, “Kadın meselesine zaman zaman değinmiştim, yeni hazırladığım savunmamda da buna değiniyorum. Daha önce söylemiştim şu Rize Belediye Başkanı'nın kuma açıklaması, tesadüfi değildir. Bunun tarihi geçmişi vardır, bunlar çok derin şeyler. Kürt kadınlarının Karadeniz-Kayseri-İç Anadolu bölgesine götürülmesi-evlilikler yapması ve bu çabaların desteklenmesi basit, sıradan olaylar değildir. Köklü bir asimilasyon çabası, göstergesidir. Bu bir politikadır. Kadın üzerinden sistemli bir asimilasyon politikası, uygulaması sözkonusudur. Tarih boyunca beşbin yıldır kadın eve hapsedilmiştir, ölümden beter ucube bir yaşam devam etmektedir. İntiharlar bu nedenle oluyor. Kadına öyle yaşam koşulları dayatılmış ki, ölse daha iyi; bu yaşam koşulları ölümden daha öte, daha beterdir. Bundan dolayı kadınlar o kadar çok sıkışıyor ki çareyi intiharda buluyor. Bu Batman'daki, bölgedeki diğer intiharlar, sanırım Güney'de daha da yoğun oluyor bu olaylar, yüzlerce kadın intiharından bahsediliyor. Sonuçta kadınların nasıl bir sıkışmışlık içinde olduğunu gösteriyor bu olaylar. Ölümü tek çare olarak görüyorlar. ” dedi. Öcalan, şu şekilde devam etti:

    KADINLAR ERKEĞİ YENİDEN YARATMALI

    “Kadınlarımızın ‘geleceğimiz ne olacak’ gibi kaygılara düşmesine gerek yok. İçinde bulundukları ya da ileride içine hapsedilecekleri koşullardan daha kötü ne olabilir? Kadınlarımız artık öyle küçük kaygıları bir kenara bırakmalıdırlar. Biliyorum bizim saflarımızdaki kadın arkadaşlarımızın bir kısmında da zaman zaman bu tür kaygılar oluyordu. Kadınlar kendi özgün çalışmalarını ortaya koymalı ve bu şekilde kendilerini özgünleştirmelidirler. Kendi öz bilinçlerini, öz örgütlenmelerini güçlü yaratmalılar. Kadınlar bu anlamda çalışmalı, yeniden erkeği yaratmayı gerçekleştirmeliler. Tecavüz kültürünün esiri olmamalılar. Bu bahsettiğim sadece fiziki anlamda tecavüz değildir, binlerce yıldır devam eden tecavüz kültüründen bahsediyorum. Kadınların Diyarbakır'da bir yerleri, merkezleri olmalıdır, çalışmalarını buradan daha sağlıklı yürütebilirler. Ve halkın içindeki kadınlara ulaşıp onları aydınlatmalıdırlar. Hepsine selamlarımı iletiyorum.”

    KCK DAVASI KOMPLOYDU

    “Bu KCK davası, operasyonu zaten bir komploydu. Belli ki bu konuda devlet içinde de çatlaklar var. Bu komploda devlette farklı düşünenler var, hepsi bu komploya dahil değil. Bu komploda amaçları Hatip Dicle ve Fırat Anlı ile birlikte diğer Kürt siyasetçilerini operasyonla rehin almak suretiyle komployu gerçekleştirmekti. Bunu hükümete akıl verenler sözde radikalleri ayırıp bu şekilde örgütü güçten düşürüp, zayıflatarak tasfiye edebileceklerini hesapladılar. Ama bu boş bir hesaptı, bunu boşa çıkardık. Bu aslında 2005'ten beri devam eden bir süreçti. Bir yandan oyalayarak öbür yandan da kendilerine göre şahin kesimleri tasfiye etmenin hazırlıklarını yapıyorlardı. Bunların planına göre bir yandan bizi oyalamaya çalışmak, öte yandan da sözde kendilerine göre KCK'de öne çıkanları, yeteneklileri içeri alıp dışarıda kalanları ise sindirmeye çalışmaktı. Ama bu komploda başarılı olamadılar. Bu komplo, tasfiyeye yönelikti, biz bu komployu boşa çıkardık. Bu şekilde sonuç alamayacaklarını bilmeliydiler.”

    CHP DEĞİŞMEK ZORUNDA

    “CHP değişmek zorunda, değişmezlerse kendileri de zarar görecek; yok olup giderler, değişim onların da yararınadır. Ben 2000'de de söylemiştim, CHP, Kemalizmi güncelleştirmelidir, bu, onların tek çıkar yoludur. Yol ağzındayız. Bunun farkında olmalılar. Bu, onların son çaresidir. Buradan Kılıçdaroğlu'nu uyarmak istiyorum. Kemalizmin güncelleştirilmesinde, demokratikleştirilmesinde onların da çıkarı vardır. Kemalizmin güncelleşmesi önemlidir, bunu CHP'nin yapması lazım, yaparsa kurtulur, yapmazsa biter gider, bu onun son şansıdır. Mustafa Kemal etrafında yanlış temelde oluşturulmuş mitolojinin artık yıkılması gerekiyor. Bu anlayış Kemalizmi de ifade etmiyor. Mustafa Kemal'in etkili olduğu dönem 1919-1923 arası dönemdir. Atatürk'e karşı komplolar yapıldı, Atatürk yalnızlaştırıldı. İsmet İnönü ve Fevzi Çakmak İngilizlerin güdümünde ayrı bir ekip olarak bunun içinde yer aldılar. Bunlar Mustafa Kemal'le birlikte hareket eden Fethi Okyar'ı da tasfiye ettiler. Bugünkü cumhuriyet Mustafa Kemal'in ilk kurduğu cumhuriyet değildir. O uzlaşma zemininden uzaklaşılmıştır. Aslında biz başından beri 1921 Anayasasını ve yanılmıyorsam tarihi 10 Mart 1922 olacak, Kürtlere özerklik veren kanunu kabul ettiğimizi, bunların güncelleştirilmesi gerektiğini istedik, istiyoruz. Mustafa Kemal, Kürtlere özerklik verme temelinde Kürtlerle anlaşmıştır, onları bu temelde yanına almıştır. Bunlar kamuoyundan gizleniyor, bu kanunun bulunması gerekiyor, açığa çıkarılması gerekiyor. Mustafa Kemal'in bu yönü toplumdan gizlenmiştir.”

    1920’DE KÜRT ÖZERKLİK KANUNU ÇIKARILDI

    “Ben ne ucuz Atatürk hayranıyım ne de Atatürk'ü düşman sayıyorum. Bilinçli olarak Atatürk, Kürtlerin bir numaralı düşmanı olarak lanse ediliyor. Cumhuriyetin kuruluşundan beri böyle bir Kemalist mitoloji oluşturuldu ve günümüze kadar devam ettirildi. Kürtlere yapılanların tamamını Atatürk'ün yaptığı şeklinde şimdiye kadar anlatıldı. Kürtler bu şekilde Cumhuriyete düşman haline getirildiler. Ben bunun böyle olmadığı gerçeğini ortaya çıkardım. Mustafa Kemal'i kuşatan, yalnızlaştıran Beyaz Türk diye nitelediğim bu kesimin iktidarı 2000'li yıllara kadar devam etmiştir. Bunlar aslında Türk milliyetçisi de değiller, bunlar Sabetayistlerle de işbirliğiyle bunu devam ettirdiler. Yalçın Küçük de bunlara değiniyor ama karışık anlatıyor, pek anlaşılmıyor ama yine de okunmaya değer. Ben şunu söyleyeyim, Yahudi düşmanı değilim, yanlış anlaşılmasın, Yahudilerin de Ortadoğu'da barış içinde yaşama hakları vardır. Hem İsrail'de hem de Dünyadaki Yahudiler içinde önemli demokratlar hatta dünyaca önemli demokratlar vardır. Ben genelleme yapmıyorum, tarihi hakikatlere değiniyorum. Atatürk'ün bir numaralı Kürt düşmanı olmadığı gerçeğini başta Genelkurmay'ın ortaya çıkarması lazım. Aslında bu onların görevi ve onların sorumluluğudur. Bunu açığa çıkarmalılar. Buradan onlara sesleniyorum, Atatürk'ün Kürt düşmanı olmadığını ortaya çıkarmalıdırlar. Kürtlere 10 Mart 1922'de özerklik yasası çıkarılmış, yasa kabul edilmiştir, adı da Kürt Özerklik Kanunu'dur. Ancak uygulanmayıp rafa kaldırılmıştır. Hatta bu Kanunun daynağı da 1921 Anayasası'dır. Bu Anayasa'da bunun zemini vardır. Bunun araştırılması gerekiyor. Bu dönemdeki belgelere ulaşılmalıdır. ”

    BEYAZ TÜRKLER GİTTİ YEŞİL TÜRKLER GELDİ

    “2000'li yıllardan sonra Beyaz Türkçülüğün yerini Yeşil Türkçüler almış durumdadır. AKP bunu temsil ediyor. Bunların arkasında da ABD ve İngiltere vardır ve şimdi iktidardadırlar. Ve bunlar daha sinsi ve daha tehlikeli hareket ediyorlar, çünkü arkalarında muazzam bir güç var, bunlara muazzam paralar aktarılıyor. Bunun kökleri dışarıdadır. Bunun için dışarıdan büyük para ve güç desteği sağlanmaktadır. Bunlar için söylenen sivil diktatörlük kaygıları da boş değil. Böyle bir hegemonyaya gitme ihtimalleri olduğunu başından beri söylüyorum. Gülen okullarının Güney Kürdistan'daki etkisine kadar, ki burada Talabani'nin torunları da eğitim görmekte, ilişkileri vardır, Işık okullarında okumaktadırlar. Bu tesadüfi ve rastgele bir olay değildir. Onlar da buna dahiller. Ki Zaman gazetesinin son zamanlarda bu yöndeki tutumları da ortada. Bölgede islami rengin gelişmesi de, daha önce de söylediğim kendi kontrollerindeki imamları halkı kandırmak için kullanmaları da bununla bağlantılıdır, bölgede de örgütleniyorlar. Eskiden silahla şimdi ise bu tip eylemlerle varlıklarını devam ettiriyorlar. Bugün bölgede yapılan örgütlenmeler Hizbullah'ın silahsız halidir. Bu çok ciddidir, silahsız Hizbullah'ı oluşturuyorlar. Zamanla İslam dinini amaçları için kullanmaları çok tehlikeli bir karaktere bürünebilir.”

    AKP KENDİ HAMASINI YARATMAK İSTİYOR

    “AKP'nin amacı kendi Hamas'ını yaratmaktır. Böyle bir durumda bizleri çiğ çiğ yutarlar. Sayın Başbakan da bu tehlikenin boyutunun, işin ciddiyetinin farkında olmayabilir ama bu Hamas tarzı örgütlenmeler bölgeyi ele geçirirse kendisi de artık kontrol edemez ve bunlar sadece bizi tasfiye etmeye çalışmakla kalmazlar, bütün bölgeyi kontrolleri altına alabilirler. Filistin'de de böyle yaptılar, El Fetih'ten iktidarı nasıl aldılar? Bu Hamas zihniyetinin Filistin'de yaptıkları görülmüyor mu? İktidarı ele geçirme sürecinde insanları binaların tepelerinden aşağıya attılar. Aynı süreç bölgede de tekrarlanmak isteniyor. Bunların dinle bir alakası da yoktur. Bunları sahte İslamla yapmaya çalışıyorlar. Kürtler de buna karşı kendi İslami anlayışını geliştirmelidir. Kendi imamları olmalı. Bu konudan daha önce bahsetmiştim.”

    SEÇİM ÇALIŞMALARI BAŞLAMALI

    “Seçim çalışmaları başladı mı bilmiyorum, her yerde komisyonlar kurulabilir. Başlamamışsa bir an önce çalışmalara başlanmalıdır. Milyonlarca Kürt oyu var, bir tane oy bile AKP'ye gitmemelidir.

    Bunlar Diyarbakır'daki o sivil toplum örgütlerini de dahil etmeye çalışıyorlar. Onlar bu oyunun farkında değiller. Onları kandırıyorlar. Bu durum Savaş Buldan, Behçet Cantürk cinayetleriyle aynı niteliktedir, aynı mekanizma yapıyor bunları. O zaman öldürmeyle yapılmak istenen şimdi bunlarla bu şekilde yapılmaya çalışılıyor. Onlarda öldürülme vardı, bunlarda ise kazanarak yaşatma, kendi yanına çekme ve bu şekilde hedef haline getirme vardır. Bunları kullanıp bir kenara atabilirler. Bu çok büyük bir oyun, farkında olmayabilirler, iyiniyetli olabilirler ama bu politikaların farkında olmalılar. Aslında iki durum da, öldürme de yanına çekme de aynıdır, aynı amacın uygulamalarıdır. Kürt hareketini tasfiye ederek bunlarla yapay bir şeyler yapmaya çalışıyorlar. Tabi bunları kullanıp daha sonra işleri bittiğinde bunlara tekmeyi atarlar. 2004'te buna benzer bir oyunu örgüt içinde de yaptılar. Bunlar farklı düşünebilirler, farklı önerileri olabilir ama parçalı görüntü vermemelidirler. Bunlar DTK içine alınmalıdır. Kendi düşüncelerini DTK platformunda istedikleri gibi ifade etmelidirler, böyle yaparlarsa kimse onlara bir şey de demez. Parçalı duruş olmamalı, kendilerini kullandırmasınlar. Tehlike tüm Kürtler içindir, birlik olma zamanıdır. Söylediğim gibi bu, aynı mekanizmanın işidir, sadece tarz farklıdır. O zaman imha etmek istediklerini Savaş Buldan, Behçet Cantürk gibileri jitem vd. küçük grupları kullanarak imha ettiriyorlardı. Şimdi de bahsettiğim çevreleri ön plana çıkarıp, kullanıp, hedef haline getirip, imha ettirmeye çalışıyorlar. Bu oyuna gelmemeliler.”

    DEVLETLE GÖRÜŞMELERİM DEVAM EDİYOR

    “Kamuoyu ile şunları paylaşmak isterim. Öcalan'ın devletle görüşmeleri devam ediyor, görüşmeler daha da ciddileşiyor. Henüz diyalog aşamasından müzakere aşamasına geçilmiş değil ama müzakereye geçiş aşaması olarak değerlendirebiliriz. Gelen yetkililer dürüst ve ciddi insanlar. Biz çatı rolünde devlete karşı değiliz. Devlet uzlaşmacı, birleştirici, çatı rolünde olmalı ve hizmeti esas almalıdır. Devlet bir ideolojiye bağlı kalmamalıdır. Etnik-ırki, cinsiyetçi, dini, ideolojik olmamalıdır. Devlet politik oligarşinin-iktidarın-siyasi yapının rant aracı olmamalıdır. Kamuoyunun şu hususu net bir şekilde anlaması lazım. Şu anda devletin yaklaşımı olumludur ancak bir bütün olarak politik oligarşi, yani hükümet dahil muhalefet partileri CHP ve MHP çözümün önünde engel olarak duruyorlar. Siyasiler, CHP, MHP ve AKP daha çok sermaye, daha çok para, daha çok menfaat peşindeler. Onlardaki devlet algısı bu şekildedir, rant kapısı olarak bakıyorlar. İktidara bu nedenle talipler, devleti bu amaçla ele geçirmeye çalışıyorlar, dürüst değiller. Ama siyasilerin bu yaklaşımı Türkiye'yi felakete götürür. Bu şekilde vahşice devleti parçalamaya çalışıyorlar. Devlete böyle yaklaşılmamalı. Devlet aygıtı aslında toplumun yönetiminde tecrübe birikimi ve hizmet aracı demektir. İşlevi bu olmalıdır. Toplumun tüm kesimlerine eşit mesafede ve onların ihtiyaçlarını karşılayacak bir konumda olmalıdır. Bizim ayrı bir devlet ya da federasyon gibi taleplerimiz yok. Biz, demokratik taleplerimizin karşılandığı böyle bir devlette birlikte yaşamaktan yanayız. Türkiye kamuoyu bunu böyle bilmelidir. Devlet çatı görevini görmeli. Bu durumda basın, devletten yana tavır koymalı. Politik oligarşinin popülist ve gündelik siyaset yaklaşımı doğru değildir. Basın, devletin bu olumlu yaklaşımını anlamalı ve ön plana çıkarmalıdır. Siyasi partilerin, yani benim politik oligarşi dediğim yapının kışkırtmalarına, oyunbozanlığına alet olmamalıdır. Oligarşik iktidar, günlük siyaset yapanlar devleti yıkacak. Devlet bir üst çatıdır.”

    KİMSE AKP’NİN OYUNUNA GELMEMELİ

    “Kimse AKP'nin oyununa gelmesin, devletin yaklaşımı AKP'den yani hükümetten çok daha olumlu bir durumdadır. AKP'nin kendi çıkarları ve rant peşinde olduğunu, meselenin çözümüne doğru yaklaşmadığını belirtmek istiyorum. 8 yıldır AKP bizi oyalıyor, samimi davranmıyor. Bakın geçmişte benzer birçok süreç de yaşadık. Özal mesela daha samimiydi. Bu nedenle öldürüldü. Yine Erbakan bizimle daha ciddi, olumlu diyaloglar kurdu. Hatta Kıvrıkoğlu zamanında görüşenler daha samimiydiler. Ecevit de öyleydi. Ama etkisizleştirildiler. MHP ise daha önce söylediğim gibi Siyah Türkçülüğü temsil eden zihniyettir. Bunların Türkçülük anlayışı Hitler'den etkilenmiştir. Nihal Atsız vb.lerinin durumu biliniyor. Üç partiye söylüyorum, özellikle de MHP'ye söylüyorum, Devlet ciddi bir üst yapıdır. Oligarşik iktidar; rant peşinde, ihale peşinde, devleti yabancılara satıp talan peşinde. Bunlar devleti dışarıda uluslararası sermayeye, içeride de birkaç tane zengine peşkeş çekiyorlar. Öcalan ise bunların tersine birlik peşinde, ülkeyi güçlendirmek ve adalet peşindedir. Ben mektup gönderdim. Ateşkes kararını artık KCK ve devlet verecek. ”

    HAKİKAT KOMİSYONU KONUSU ÇOK ÖNEMLİ

    “Bu komisyon konusu çok önemli. Bugün de yapacağım en önemli önerim bu olacak, bu hayatidir. Meclis bünyesinde bir Hakikatleri Araştırma ve Adalet Komisyonu'nun kurulmasıdır. Başlangıç ve pratik anlamda bu, en hayati şeydir. Bu Adalet ve Hakikatleri Araştırma Komisyonu Meclis'e bağlı olarak Meclis çatısı altında kurulmalıdır. Bu komisyon araştırmalarının sonuçlarını rapor halinde meclise sunar. Bu komisyonun ortaya koyacağı hakikatlere sonuna kadar bağlı kalacağız. Bu komisyon herkesin bilgisine başvurabilir, herkesi dinleyebilir, beni, Tayyip Erdoğan'ı, geçmişteki siyasetçileri ve generalleri dinleyebilir. Ben giderim gerekirse beyanda bulunabilirim, hatta Karayılan da bu komisyona bilgi verebilir, yaşanan karanlık olaylara ilişkin binlerce belge sunulabilir, PKK'nin de bu konuda arşivi var. Bu komisyon bu şekilde gerçekleri ortaya çıkarabilir. Araştırmaya, yakın zamanda gerçekleşen Taksim patlaması, Hakkari patlaması, 10 gerillanın yaşamını yitirmesi ve imam olayıyla başlayabilirler. Dediğim gibi bu üç olayla başlanabilir. Ardından geçmişe doğru, örneğin geçmişte yaşanan faili meçhulleri ortaya çıkarırlar. Ben bu konuda elimden geleni yaparım. Bunu yapmaya hazırım. Her türlü desteği sunmaya hazırım. Eğer AKP samimiyse bu komisyonu kurmalıdır. AKP bundan kaçmamalıdır. Bu komisyon hakikatleri açığa çıkaracaktır, bundan kaçılamaz. Bu şekilde AKP'yi yakalayacağız, bundan kaçıyorsa demek ki suça bulaşmıştır. Bu şekilde, bu esaslara uygun bir şekilde komisyon kurulursa ondan sonra kimse komisyon kararı olmadan konuşmaz. Biz, bu komisyonun aldığı her karara sonuna kadar bağlı kalacağız, ne derlerse onlar gibi olacak. Çatışmasızlık, silah bırakmaya kadar herşeyde biz bu komisyonun alacağı kararlara bağlı kalacağız. Bu konuyu buraya gelen devlet yetkileriyle de konuştuk. Onlar da bu düşünceye olumlu yaklaşıyorlardı. Hakikatleri Araştırma ve Adalet Komisyonu'yla AKP'nin gerçekliği ortaya çıkabilir. Bu şekilde demokratik siyaset yoluyla onlara yanıt veriyoruz. Eğer bu komisyonu kurmazlarsa ve buna yanaşmazlarsa o zaman bu patlama ve olaylarda Hükümetin de parmağı olduğu anlaşılır. Demek o zaman bunların ortaya çıkmasını istemiyor. Bu komisyonu şayet kurarlarsa o zaman herşey ortaya çıkarılır. PKK mi yapmış, bu da ortaya çıkarılır.”

    DİYARBAKIR AYAĞA KALKSIN MI İSTİYORLAR

    “İkinci bir önerim de Demokratik anayasaya ilişkindir. BDP, Demokratik Anayasa üzerine çalışmalarını devam ettirebilir. Demokratik Anayasa Konferansı çalışmaları 8 ay boyunca devam ettirilebilir. Anayasa konusunda iki farklı çalışma olabilir. BDP yeni demokratik anayasayı tüm Türkiye geneli boyutuyla ele alır. DTK ise Kürtlerin taleplerini ilgilendiren özerklik anayasası üzerinde çalışabilir. Benim önerilerim bunlardır. Ben 8 yıldır AKP'ye şans veriyorum. Şimdiye kadar beşinci seçim oldu. Yanıma geldiler bu seçim geçsin, şu seçime kadar bekleyin dediler, 8 yıldır bu şekilde oyaladılar, şimdi de önümüzdeki seçime kadar diyorlar. 8 yıldır ben onları bekliyorum, onlar bizi ne sanıyorlar, ne yapmaya çalışıyorlar, ne istiyorlar! Diyarbakır ayağa mı kalksın istiyorlar. Kürtler isyan mı etsin istiyorlar, istedikleri bu mu? Artık biz bu oyuna gelmeyeceğiz. Bu defa da ciddi şekilde gelinmezse “çıkın gidin işinize” derim. Şayet bu süreç değerlendirilmezse Fransız Devrimi'ndeki 1791-94 gibi, Rus devrimindeki gibi iç çatışma, olaylar gelişir. ”

    TORİ VE GÖLDAŞ AİLESİNE BAŞSAĞLIĞI DİLİYORUM

    “Tarihçi Tori ve yazar İsmail Göldaş hayatını kaybetmiş. Ailelerine taziye dileklerimi iletiyorum. Tutuklanan SDP Başkanı Rıdvan Turan ve arkadaşlarına selamlarımı iletiyorum, Solu tek parti altında biraraya getirebilirlerse çok iyi olur. Van, Silvan, Siirt ve Eruh halkına selamlarımı iletiyorum. Özellikle Van kadınlarına ve diğer bölge kadınlarına özel selamlarımı iletiyorum. C.evlerindeki arkadaşlara da selamlarımı iletiyorum. ”

    ANF NEWS AGENCY



    http://www.firatnews.org/index.php?rupel=nuce&nuceID=35578


    http://www.rojaciwan.com/modules.php?name=News&file=article&sid=62772



    Mit folgendem Code, können Sie den Beitrag ganz bequem auf ihrer Homepage verlinken



    Weitere Beiträge aus dem Forum DERSİM-ZAZA ARŞİVİ

    Görüşme Notları: 06.01.2007-28.12.2007 - gepostet von dersim am Sonntag 21.06.2009
    Veyva Wusivê Ale Koyî - gepostet von dersim am Dienstag 31.07.2007
    Rezension über Dr. Selcan's Grammatik der Zaza-Sprache - gepostet von dersim am Sonntag 16.03.2008
    Iki Türk Boyu: Zaza ve Kurmanclar_Hayri Basbug - gepostet von dersim am Donnerstag 28.06.2007



    Ähnliche Beiträge wie "2010_Öcalan: Buradaki görüşmeleri bombaladılar"

    Eure Meinung zu..... - gepostet von nuryya am Mittwoch 02.08.2006
    Urlaub - gepostet von cone102 am Montag 28.08.2006
    So geht es nicht - gepostet von Blauer-Chalcedon am Dienstag 19.09.2006
    07.10.2006 - Felix/Uli Feier - gepostet von Mille am Sonntag 08.10.2006