HaSaN HüSeYiN KoRKMaZGiL

Www.RadyoTurkuler.de.vu
Verfügbare Informationen zu "HaSaN HüSeYiN KoRKMaZGiL"

  • Qualität des Beitrags: 0 Sterne
  • Beteiligte Poster: GüLoC@N
  • Forum: Www.RadyoTurkuler.de.vu
  • Forenbeschreibung: Www.RadyoTurkuler.de.vu
  • aus dem Unterforum: Ozanlar ve Sanatcılarımız
  • Antworten: 1
  • Forum gestartet am: Samstag 23.09.2006
  • Sprache: türkisch
  • Link zum Originaltopic: HaSaN HüSeYiN KoRKMaZGiL
  • Letzte Antwort: vor 17 Jahren, 3 Monaten, 5 Tagen, 22 Stunden, 8 Minuten
  • Alle Beiträge und Antworten zu "HaSaN HüSeYiN KoRKMaZGiL"

    Re: HaSaN HüSeYiN KoRKMaZGiL

    GüLoC@N - 21.12.2006, 21:16

    HaSaN HüSeYiN KoRKMaZGiL

    HASAN HÜSEYİN KORKMAZGİL
    hayatı ve şiirleri


    (1927 Gürün - 26 Şubat 1984 Ankara)

    Adana Erkek Lisesi (1948), Ankara Gazi Eğitim Enstitüsü (1950) mezunu. Göksun'da (K.Maraş) başladığı öğretmenlikten siyasi eylemde bulunduğu gerekçesiyle atıldı, tutuklandı, hüküm giydi. Daha sonra Gürün'de ve Sivas'ta arzuhalcilik, tabela ve portre ressamlığı, inşaat işçiliği yaptı (1955-60). 1960'da İstanbul'a, sonra Ankara'ya yerleşti. Akis dergisinde çalıştı, bir süre de Forum dergisini yönetti (1968-70). Kızılırmak kitabı nedeniyle hakkında 142. maddeden dava açıldı, yargılandı, aklandı. Lise yıllarında şiir yazmaya başlayan Hasan Hüseyin'in ilk şiiri 1959'da Dost dergisinde çıktı. Bu yıllarda mizahi hikayeleri de yayımlandı. Kavel (1963) adlı kitabı ile 1964 Yeditepe Şiir Armağanı'nı, Kızılkuğu (1971) ile TRT'nin 1970 Sanat Başarı Ödülü'nü, Filizkıran Fırtınası (1981) ile 1981 Toprak ve Nevzat Üstün şiir ödüllerini aldı.






    ACILARA TUTUNMAK

    acı çekmek özgürlükse
    özgürdük ikimiz de
    o yuvasız çalıkuşu
    bense kafeste kanarya
    o dolaşmış daldan dala
    savurmuş yüreğini
    ben bölmüşüm yüreğimi
    başkaldıran dizelere

    kavuşmak özgürlükse
    özgürdük ikimizde
    elleri çığlık çığlık
    yanyana iki dünya
    ikimiz iki dağdan
    iki hırçın su gibi
    akıp gelmiştik
    buluşmuştuk bir kavşakta
    unutmuştuk ayrılığı
    yok saymıştık özlemeyi
    şarkımıza dalmıştık
    mutluluk mavi çocuk
    oynardı bahçemizde

    aramakmış oysa sevmek
    özlemekmiş oysa sevmek
    bulup bulup yitirmekmiş
    düşsel bir oyuncağı
    yalanmış hepsi yalan
    sevmek diye birşey vardı
    sevmek diye birşey yokmuş
    acılardan artakalan
    işte bu bakışlarmış
    kuğu diye gözlerimde
    gün batımı bulutlarmış
    yalanmış hepsi yalan
    savrulup gitmek varmış
    ayrı yörüngelerde


    acı çektim günlerce
    acı çektim susarak
    şu kısacık konuklukta
    deprem kargaşasında
    yaşadım birkaç bin yıl
    acılara tutunarak
    acı çekmek özgürlükse
    özgürdük ikimizde

    --------------------------------------------------------------------------------

    Kelepçemin Karasında Bir Ak Güvercin

    Himalayaların tepesine tırmanmak güç
    ama mümkün
    Okyanusu aşmak da güç
    ama mümkün
    Ay'a ulaşmak da öyle

    Ama mümkün değil işte
    Bülbülün eti için öldürüldüğü bir ülkede
    sanatı zincire vuranlara
    meram anlatmak

    Öt kuşum
    Öt kuşum
    Öt güzel kuşum
    Eller ne derse desin
    ben sana vurulmuşum.

    --------------------------------------------------------------------------------

    Karagün Dostu

    biliyorum
    matarada su
    torbada ekme
    ve kemerde kurşun değil şiir
    ama yine de
    matarasında su
    torbasında ekmek
    ve kemerinde kurşun kalmamışları
    ayakta tutabilir

    biliyorum
    şiirle şarkıyla olacak iş değil bu
    dalda narı
    tarlada ekini kızartmaz güvercin gurultusu
    ama yine de
    diler arasında bıçak gibi parlar kavgada
    şiirin doğrultusu

    göz güzü görmez olmuş
    tek bir ışık bile yok
    yürek bir yaralı şahindir
    döner boşlukta
    belki bir şiir
    belki bir şiir kırıntısı
    çalar kapımızı umutsuz karanlıkta
    yoklar yüreğimizi
    iğilir yaramıza
    dağıtır korkumuzu
    ve karşı tepelerden
    gürül gürül bir kalk borusu

    --------------------------------------------------------------------------------

    Tanıklıklar'dan

    ..................
    ..................

    girdiler kapılardan
    girdiler pencerelerden
    mektuplardan kitaplardan telefonlardan
    girdiler kirlettiler ve gecemizi
    girdiler ağrıttılar ve gündüzümüzü
    işimize saygımızı
    Ölümüze acımızı
    sayrı yatağımızı
    Özlemlere sevgilere sular gibi akışımızı
    kıyımlara kıranlara türkü türkü bakışımızı
    gözgözelik
    dizdizelik
    şu hancı dünyamızı
    girdiler
    kirlettiler
    insan onurumuzu
    insan yüzü güzeldir
    çirkindi bunlarınki
    insan yüzü sıcaktır
    soğuktu bunlarınki
    elleri el değildi
    eli andırıyordu
    gözleri göz gibiydi
    bakışsızdılar
    göğse benzer bir kafesti taşıdıkları
    içinde yürek yoktu
    kapıların arkasında emeklememiş
    beşiklere belenmemişlerdi karda tipide
    ev dediğin duvar kapı pencere
    saygıya gerek yoktu
    girdiler akşam sofralarında evlerimize
    yoksul sabah çaylarında girdiler
    girdiler öpüşürken kuytuda
    okşarken saçlarını çocuğumuzun
    avutmaya çalışırken acılımızı
    duyumsarken sevincini insan oluşumuzun
    girdiler bağlarken mektubumuzu
    dertleşirken kapısında kırkıncı odamızın
    girdiler evlerimize

    en ağrıtan yerinde bir özlem türküsünün
    bunalmış bir kahkahanın ortayerinde
    taş gibi yorgunluğunda bir güzelim düşün
    Ölümcül sayrılıkta umarsız yalnızlıkta
    kağıttan kayıklar yüzdürürken geçmiş sularımızda
    uçurtmalar salarken umut göklerimize
    kucaklarken dostlarımızı telefonlarda
    girdiler evlerimize

    çirkindiler
    korkaktılar
    yarınsızdılar
    geldiler itilerek
    girdiler irkilerek
    kararttılar gecemizi
    Isırdılar karanlıkta
    kanattılar türkümüzü
    kırdılar çiçekli dallarımızı
    tükürdüler içine ekmeğimizin
    ağrıttılar ağrımızı
    ağrıttılar vatan vatan
    ağrıttılar dünya dunya
    ve çekip gittiler
    kanlı izler bırakarak
    göğümüzün merdivenlerinde

    yoktu yarınları onların
    çünkü onlar
    suç taşıyan sandık gibi

    --------------------------------------------------------------------------------

    Kocabebek

    bu demir divriği dağlarından
    ben söktüm ulan ben söktüm
    bu namlu divriği demirinden
    ben döktüm ulan ben döktüm
    bu ak bileklerde bu kara kelepçe
    ben dövdüm ulan ben dövdüm
    ben dövdüm ateşlerde bu kelepçeyi
    bu biçimi bu demire ben verdim

    şimdi kaysı çiçekleri tozutur geçer
    şimdi şarap düşer kızgın bağlara
    şimdi sevdiğimi alır giderler
    güz oturur gözlerime dağlar uy

    varalım diyelim ki heeeey diyelim
    nakışçana duralım korolarla diyelim
    heeeeey diyelim heeeeey
    yıkılır bu düzmeceler yıkılır
    köprüler kurulur aydınlıklara
    gelir birgün kaşla göz arasında
    en gizli tomurcukların ucunda gelir
    ekmeksiz evin yalnızlığında
    kınasız parmakların bakışlarında
    uykusuz gecelerin ardında gelir
    halaylarla çıkalım korolarla duralım
    heeeeey diyelim heeeeey
    bu namlu divriği dağlarından
    bu candarma benim kapıbir komşum
    bu türkü benim türküm çoğalır kanayarak
    kelepçemin karasında bir ak güvercin
    ustam kessin ellerimi benim çocuk ellerimi
    dağlar uy
    uy dağlar

    --------------------------------------------------------------------------------

    Sivas Sabahı

    eylülün bulanık bir çay gibi ekime aktığı gündü
    yine yaslı değirmenler yine mazılar çığlık çığlık
    yine bir akşamdı sivas çarşısında
    yine akşam taşıyorlardı ıslak sivas çarşısına kağnılar
    sanki gülerken vurulmuştuk sanki akşamdık
    sanki bir savaşertesiydi durup yaşlandığımız
    ay altında kerpiç ve kül ve ağıt

    namlular yılan sırtı meneviş
    tren düdükleri yakın uzak yabanıl
    ben bu gözleri bir ali galip'te gördüm
    kurtuluşun bir sayfasında
    sinsi hain şımarık ve daha
    içimde sivas sabahlarının o delikanlı gerinişi
    sırsıklamdık
    ben bu gergin havaları her zaman sevdim
    bu bir kurultay havasıdır bir abdurrahman halayına
    duruştur bu
    sığamadım gecelere
    sığamadım türkülere
    sığamadım kadın sesinde anadolu akşamlarına
    onlar
    o kaşları yıkık
    çakmaktaşı gibi kuvayi milliyeciler
    mustafa kemal şafağının kıyısında öylece duruyorlar
    yüreklerinde katıksız güvenleri
    yalın yüzlerinde haklı öfkeleriyle
    öylece duruyorlar
    dimdik
    ve apaydınlık
    sığamadım toprağımda kar aklığına
    sığamadım delikanlı içkilere yaylamda
    sığamadım nakışlarla boğulan gözyaşlarına
    ben bu gergin havaları her zaman sevdim

    bak yine barut gibiyim sanki kurultaydayım
    sanki kulaklarımda sömürge sinekleri
    oysa sivas çarşısındayım gözlerime yağmur yağıyor
    namlular yılan sırtı meneviş.
    sen bir hüzzam makamından akşama bakıyorsun
    menekşe gözlerinde uzak bir acının ince buğusu
    kül rengi bir tango seni uykulara çekiyor
    ya bir roman kahramanısın ya da bir paris yolcusu

    bu akşamlar hep böyledir karakuş gibi iner yukarlardan
    fabrikada sokakta perdeler arkasında vurur insanı
    bu akşamlar hep böyledir, ben işte hep böyle götürülürüm
    beni heryerde görürsün adres kullanmıyorum
    bayrakları severim, tutsaklığa yumruk gibi savrulan
    bayrakları
    insanları severim, haksızlığa yumruk gibi sıkılan insanları
    kötüler ali galip'seler ben kuvayi milliyeciyim
    yüreğimde doludizgin bir kardeşlik özlemi
    o şafağın kıyısında yine dimdik beklemekteyim

    bir sivas sabahı var ki onu sonra göstereceğim.

    --------------------------------------------------------------------------------

    Yakaladım O Şafağı

    tohum oldum
    savruldum dörtbir yana
    yeşerdim kıraç kıraç
    çiçeklendim güllendim
    göremedim şafağını bozkırın
    tutamadım şafağını bozkırın
    vuramadım türkülere vay anam
    diyemedim kimselere bu aşkı

    geyik oldum vurdum sapa yollara
    bir ben düştüm kan içinde bir avcı
    türkü oldum yaylaları dolaştım
    akıp gittim göçlerle
    duruldum çadırlarda
    kelepçeler karakollar süngüler candarmalar
    göz oldum gözlemekten
    bıçak oldum doydum kana vay anam
    göremedim şafağını bozkırın
    tutamadım şafağını bozkırın
    vuramadım türkülere vay anam
    diyemedim kimselere bu aşkı

    gözlerinin en sonunda
    yakaladım gecesinde gözlerinin
    yakaladım kuytularda
    açan gülün yalnızlığını
    inceciktin karanlıktın uzaktın
    turnalara katar katar aştı dağları
    nakışlar dizin dizin düştü yollara
    göz değildin - gözlerdin kalabalıkta
    el değildin ellerdin
    acılı bir bayramda
    çekip giden trendin şafakta inen uçak
    iniltiydin akşamlarımda
    sabak vakti bir bardak su tenimde
    diken diken kavrulduğum
    tohum olup savrulduğum
    yıllar yılı aradığım
    o şafak sendin işte

    küskünlükler üstünde
    yalnızlıklar üstünde
    saydamlaşmış mavilikler üstünde
    başkaldıran kölelikler üstünde
    tül altında bebek yüzü üstünde
    açan şafak o şafak

    o şafak sendin işte
    bir bulvar gecesinde
    yakaladım seni ben
    o şafak sendin işte

    --------------------------------------------------------------------------------

    Dar Açı

    anlatmak istedikçe herseyi birden yitiriyorum
    bir kutupyıldızı bir ben bir dinmeyen ağrılarım
    yapayalnız kalıyorum birden güzelim
    ve müthiş ağlamak istiyorum
    gecenin kanatları kırık bir saati var bilmem bilir misin
    ölüm korkusu alkol gibi yayılır damarlara
    sakın o saatte sokaklara çıkma
    denize bakma
    karanlığa
    yıldızlara bakma sakın
    o saat
    işte güzelim o saat
    ölüm, o ateşkuşu
    ölüm; o mavidüğüm
    denizkızlarının türküsünü söyler
    ben yalnızım
    orkestrada kırık bir saz
    kanayarak koşan bir kurt
    yüreğim dağbaşında unutulmuş vakur bir bayrak yırtılırcasına
    bir kutup yıldızı bir ben bir dinmeyen ağrılarım
    çiftleşen kuşların böceklerin insanların yalnızlığı
    ve müthiş ağlamak istiyorum


    --------------------------------------------------------------------------------

    Ağustos Şiiri

    Yüreğim sızlıyor bu roman iyi bitmeyecek
    Beterin beteri var diyenlere inanmıyorum
    Hep böyle havalar besler fırtınaları
    Korkarım bu mavi ışık çabuk sönecek
    Duymazdım durgun suların bezgin türkülerini
    Alışmak ölümün bir başka adıymış bilmezdim
    Bir yangın sonu yorgunluğu yakıyor avuçlarımı
    Bir rüzgar kulaklarımdan hiç eksilmiyor
    Esirgenmiş bir dünyada müthiş yalnızım
    Geri dönsen bile ben artık o ben olmayacağım
    Yüreğim sızlıyor bu roman iyi bitmeyecek

    Ben mısralarımı kerpiç gecelerinden çekmişim
    Beş numara lamba kaderi var mısralarımda benim
    Deli çizgi gözlerimi kör etmiş, kör etmiş, kör etmiş
    Göçmüş kıtalar üstünde kuşlar dönüyor garipsi
    Çığlık çığlığa kuşlar dönüyor evcil ve tedirgin
    Gök mavisi bir türkü dolanmış yüreciğime
    Selsele yolculuklar tütüyor gözlerimde, neyleyim
    İnsan demişim, kitap yüzlü insanlar demişim gidemiyorum

    Kaderim kaderleri demişim güzelim
    Sen olmasan ben böyle değildim
    Böyle uysal ve kırılmış değildi şiirlerim
    Bir yangın sonu yorgunluğu yakıyor avuçlarımı
    Yüreğim sızlıyor bu roman iyi bitmeyecek

    Rüzgar gibi ağustos geçti ellerimizden
    Meyvalar bizi bal renkli günahlara çağırıyorlar
    Bir yanda yaşanmamış günlerin hırsı
    Bir yanda boşa geçen gecelerin acısı
    Malum o dramın en güzel perdesindeydik
    Ağustos şarap olmuş, kanımıza akmıştı
    Göçmüş kıtalar üstünde kuşlar gibiydik
    Her gören didik didik bizi denetliyordu
    Biz kendi derdimize düşmüştük

    Orda da akşamlar olacak güzelim
    Kanlı mendil gibi ağustos akşamları
    Şu benim çektiklerimi görmeyeceksin
    Belki yanında başkaları olacak
    Belki düşlerine bile girmeyeceğim
    Gün oldu acıların şiirini yaşadım
    Gün oldu zehir gibi yokluğunu yaşadım
    Bana sen ne diye duyurdun yalnızlığımı
    Ne diye gurbet gibi mısralarıma sindin
    Dokunsan parmaklarıma tutuşacağım

    Yere batan şehrin tek yalnızıyım
    Yüzyılın ağrısını anlayarak çekiyorum
    Ekmeğime barut sinmiş bulanık özgürlükler
    Tepmişim rahatımı, boynu bükük mutluluğumu
    Yaşıyorsam erkekçe yaşıyorum

    Düşün ki coğrafyanın en güzel yerindeyiz
    En güzel günlerinde gençliğimizin
    Ölümden ötesini aklım almıyor
    Beterin beteri var diyenlere inanmıyorum
    İstesek cenneti kurtarabiliriz
    Ben bir ışık için tepmişim rahatımı
    Bu güleç yüzlülerin, bu acı türkülerini
    Bu yoksul yerleri anlayarak seviyorum
    Delicesine anlayarak güzelim
    Yüreğim sızlıyor bu roman iyi bitmeyecek.

    --------------------------------------------------------------------------------



    ACIYI BAL EYLEDİK

    «pir sultan ölür dirilir»

    bak şu bebelerin güzelliğine
    kaşı destan
    gözü destan
    elleri kan içinde

    kör olasın demiyorum
    kör olma da
    gör beni

    damda birlikte yatmışız
    öküzü hoşça tutmuşuz
    koyun değil şu dağlarda
    san kendimizi gütmüşüz
    hor baktık mı karıncaya
    kırdık mı kanadını serçenin
    vurduk mu karacanın yavrulusunu
    ya nasıl kıyarız insana

    sen olmasan öldürmek ne
    çürümek ne zindanlarda
    özlem ne ayrılık ne
    yokluk ne yoksulluk ne
    ilenmek ne dilenmek ne
    işsiz güçsüz dolanmak ne
    gün gün ile barışmalı
    kardeş kardeş duruşmalı
    koklaşmalı söyleşmeli
    korka korka yaşamak ne

    kahrolasın demiyorum
    kahrolma da
    gör beni

    kanadık toprak olduk
    çekildik bayrak olduk
    döküldük yaprak olduk
    geldik bugüne

    ekmeği bol eyledik
    acıyı bal eyledik
    sıratı yol eyledik
    geldik bugüne

    ekilir ekin geliriz
    ezilir un geliriz
    bir gider bin geliriz
    beni vurmak kurtuluş mu

    kör olsanı demiyorum
    kör olma da
    gör beni

    --------------------------------------------------------------------------------

    AKARSUYA BIRAKILAN MEKTUP

    incecikti
    gül dalıydı
    dokunsam kırılacaktı
    dokunmadım
    kurudu

    gitme, sonbahar oluyorum, sonrası hiç
    ağaçlar bükmesinler n'olursun boyunlarını
    neden akşam oluyorum tren kalkınca
    kırlangıçlar birdenbire çekip gidince
    mendiller sallanınca neden tıkanıyorum
    öyle çok acımasız ki öyle birdenbire ki
    az önceki çiçekler nasıl da diken diken
    gitme, sonbahar oluyorum, sonrası hiç
    o sularda çimdik, bitti; köprüleri geçtik bitti
    o elmanın tadı orda, o kuş çoktan öttü, bitti
    artık çocuk değiliz, susarak da bir şeyler diyebiliriz
    günler devlet alacağı, yıllar bir kadehcik buzlu rakı
    oyunlar oyuncaksı, oyuncaklar eski şarkı
    kavaklara oklu yürek çizip duran o çakı
    nerde şimdi nerde şimdi, nerde o kan sarhoşluğu
    gitme, sonbahar oluyorum, sonrası hiç

    --------------------------------------------------------------------------------

    AMENNA

    'Yaşayanlar bir gün ölür'
    elbette
    ağaçlarla
    balıklarla
    kuşlarla ben
    âmenna

    'ağlayanlar bir gün güler'
    elbette
    uyanmakla
    anlamakla
    bilmekle ben
    âmenna

    'kısa çöp uzun çöpten hakkını alır'
    elbette
    direnmekle
    kurtulmakla
    barışla ben
    âmenna

    öyle bir yerdeyim ki
    ne karanfil
    ne kurbağa
    öyle bir yerdeyim ki
    biryanım maviyosun
    dalgalanır sularda
    biryanım çocuk parkı
    çığlıkçığlığa
    öyle bir yerdeyim ki
    anam gider allah allah
    dölüm düşmüş sokağa

    dostum dostum güzel dostum
    bu ne beter çizgidir bu
    bu ne çıldırtan denge
    yaprak döker biryanımız
    bir yanımız bahar bahçe

    --------------------------------------------------------------------------------
    BENDEN BİLMEYİN

    istanbul'da bir fabrika
    fabrikayı ben koymadım oraya
    ben diyorum ki size
    istanbul'da bir fabrika


    fabrikayı işçiler çalıştırır
    işçileri bir milyoner
    ben diyorum ki size
    fabrikayı işçiler çalıştırır


    grev gittikçe büyüyor
    grevi ben istemiyorum
    ben diyorum ki size
    grev gittikçe büyüyor


    bini boşaldıkça biri doluyor
    binini ben boşaltmıyoum
    ben diyorum ki size
    bini boşaldıkça biri doluyor


    bu düzen beyler düzeni
    bu düzeni ben yapmadım
    ben diyorum ki size
    bu düzen beyler düzeni


    ortalık gitgide karışıyor
    ortalığı karıştıran ben değilim
    ben diyorum ki size
    ortalık gitgide karışıyor


    birgün kıyamet koparsa
    kıyamet kopsun istemiyorum
    ben diyorum ki size
    birgün kıyamet koparsa


    gençler kuytularda öpüşüyorlar
    marulun vakti geçti
    şimdi karpuzlar kızaracak
    ardından fındık fıstık
    ardından ayva
    ayvayı sarartan ben değilim
    ben diyorum ki size
    gençler kuytularda öpüşüyorlar
    ayvanın vakti


    --------------------------------------------------------------------------------

    FİLİZKIRAN FIRTINASI

    gün doğmadan başladı filizkıran fırtınası
    evler yemen türküsü
    sokaklar seferberlik
    öyle bir gariplik ki
    öyle bir tedirginlik
    yaz başında güz sonrası

    ayvalar çiçekteydi
    güller daha tomurcuk
    açıl demişti güneş
    açılmıştı kıraçta kış elmaları
    çözül demişti güneş
    çözülmüştü yılanlar karanlık odalarında
    dallarda yuvalar tüy kokuyordu
    düğünçiçekleri şenlikli


    gün doğmadan başladı filizkıran fırtınası
    ne dal kaldı ne tomurcuk
    yerden yere çaldı otları ağaçları
    insan yüzlü bir korkuluk
    üşüdüm dünyalarca
    baskın yemiş bir kent gibi üşüdüm
    sergen etti filizleri sapsarı bir karanlık
    bahardan kışa düştüm


    acılı günler gördüm
    sığdıramam bir tek günü bir koca yıla
    geceler geçirdim yoz kentlerin bulvarlarında
    nice baharları kışlara gömdüm
    uzak düştüm yelinden yelvesinden acılı yurdun
    uzak düştüm umudundan mutundan
    yomundan uzak düştüm
    bunaltının böylesini görmedim


    severim fırtınanın her türlüsünü
    ormanlar uğultulu sular dalgalı
    severim filizkıran fırtınası'nı
    kırıp kanatmıyorsa sevincin türküsünü
    nerde benim baharım
    dalım yaprağım nerde
    gece çökmüş üstüne kerpiçsel yalnızlığın
    sanki kaplan pençesinde bir manda böğürtüsü
    ne kuş kalmış ne çiçek
    ne kırmızı ne yeşil
    sapsarı karanlıkta yerler bahar ölüsü

    1978

    --------------------------------------------------------------------------------


    HAZİRANDA ÖLMEK ZOR


    orhan kemal'in güzel anısına


    işten çıktım
    sokaktayım
    elim yüzüm üstümbaşım gazete


    sokakta tank paleti
    sokakta düdük sesi
    sokakta tomson
    sokağa çıkmak yasak


    sokaktayım
    gece leylâk
    ve tomurcuk kokuyor
    yaralı bir şahin olmuş yüreğim
    uy anam anam
    haziranda ölmek zor!


    havada tüy
    havada kuş
    havada kuş soluğu kokusu
    hava leylâk
    ve tomurcuk kokuyor
    ne anlar acılardan/güzel haziran
    ne anlar güzel bahar!
    kopuk bir kol sokakta
    çırpınıp durur


    çalışmışım onbeş saat
    tükenmişim onbeş saat
    acıkmışım yorulmuşum uykusamışım
    anama sövmüş patron
    ter döktüğüm gazetede
    sıkmışım dişlerimi
    ıslıkla söylemişim umutlarımı
    susarak söylemişim
    sıcak bir ev özlemişim
    sıcak bir yemek
    ve sıcacık bir yatakta
    unutturan öpücükler
    çıkmışım bir kavgadan
    vurmuşum sokaklara


    sokakta tank paleti
    sokakta düdük sesi
    sarı sarı yapraklarla birlikte sanki
    dallarda insan iskeletleri


    asacaklar aydemir'i
    asacaklar gürcan'ı
    belki başkalarını
    pis bir ota değmiş gibi sızlıyor genzim
    dökülüyor etlerim
    sarı yapraklar gibi


    asmak neyi kurtarır
    sarı sarı yaprakları kuru dallara?
    yolunmuş yaprakları
    kırılmış dallarıyla
    ne anlatır bir ağaç
    hani rüzgâr
    hani kuş
    hani nerde rüzgârlı kuş sesleri?

    asılmak sorun değil
    asılmamak da değil
    kimin kimi astığı
    kimin kimi neden niçin astığı
    budur işte asıl sorun!


    sevdim gelin morunu
    sevdim şiir morunu
    moru sevdim tomurcukta
    moru sevdim memede
    ve öptüğüm dudakta
    ama sevmedim, hayır
    iğrendim insanoğlunun
    yağlı ipte sallanan morluğundan!

    neden böyle acılıyım
    neden böyle ağrılı
    neden niçin bu sokaklar böyle boş
    niçin neden bu evler böyle dolu?
    sokaklarla solur evler
    sokaklarla atar nabzı
    kentlerin
    sokaksız kent
    kentsiz ülke
    kahkahanın yanıbaşı gözyaşı


    işten çıktım
    elim yüzüm üstümbaşım gazete
    karanlıkta akan bir su
    gibi vurdum kendimi caddelere
    hava leylâk
    ve tomurcuk kokusu
    havada köryoluna
    havada suçsuz günahsız
    gitme korkusu
    ah desem
    eriyecek demirleri bu korkuluğun
    oh desem
    tutuşacak soluğum

    asmak neyi kurtarır
    öldürmek neyi
    yaşatmaktır önemlisi
    güzel yaşatmak
    abeceden geçirmek kıracın çekirgesini
    ekmeksiz yuvasız hekimsiz bırakmamak


    ah yavrum
    ah güzelim
    canım benim / sevdiceğim
    bitanem
    kısa sürdü bu yolculuk
    n'eylersin ki sonu yok!
    gece leylâk
    ve tomurcuk kokuyor
    uy anam anam
    haziranda ölmek zor!

    nerdeyim ben
    nerdeyim ben
    nerdeyim?
    kimsiniz siz
    kimsiniz siz
    kimsiniz?
    ne söyler bu radyolar
    gazeteler ne yazar
    kim ölmüş uzaklarda
    göçen kim dünyamızdan?


    asmak neyi kurtarır
    öldürmek neyi?
    yolunmuş yaprakları
    ve kırılmış dallarıyla bir ağaç
    söyler hangi güzelliği?

    kökü burda
    yüreğimde
    yaprakları uzaklarda bir çınar
    ıslık çala çala göçtü bir çınar
    göçtü memet diye diye
    şafak vakti bir çınar
    silkeledi kuşlarını
    güneşlerini:
    «oğlum sana sesleniyorum işitiyor musun, memet,
    memet!»

    gece leylâk
    ve tomurcuk kokuyor
    üstümbaşım elim yüzüm gazete
    vurmuşum sokaklara
    vurmuşum karanlığa
    uy anam anam
    haziranda ölmek zor!


    bu acılar
    bu ağrılar
    bu yürek
    neyi kimden esirgiyor bu buz gibi sokaklar
    bu ağaçlar niçin böyle yapraksız
    bu geceler niçin böyle insansız
    bu insanlar niçin böyle yarınsız
    bu niçinler niçin böyle yanıtsız?

    kim bu korku
    kim bu umut
    ne adına
    kim için?


    «uyarına gelirse
    tepemde bir de çınar»
    demişti on yıl önce
    demek ki on yıl sonra
    demek ki sabah sabah
    demek ki «manda gönü»
    demek ki «şile bezi»
    demek ki «yeşil biber»
    bir de memet'in yüzü
    bir de güzel istanbul
    bir de «saman sarısı»
    bir de özlem kırmızısı
    demek ki göçtü usta
    kaldı yürek sızısı
    geride kalanlara


    nerdeyim ben
    nerdeyim?
    kimsiniz siz
    kimsiniz?


    yıllar var ki ter içinde
    taşıdım ben bu yükü
    bıraktım acının alkışlarına
    3 haziran '63'ü

    bir kırmızı gül dalı
    şimdi uzakta
    bir kırmızı gül dalı
    iğilmiş üzerine
    yatıyor oralarda
    bir eski gömütlükte
    yatıyor usta
    bir kırmızı gül dalı
    iğilmiş üzerine
    okşar yanan alnını
    bir kırmızı gül dalı
    nâzım ustanın


    gece leylâk
    ve tomurcuk kokuyor
    bir basın işçisiyim
    elim yüzüm üstümbaşım gazete
    geçsem de gölgesinden tankların tomsonların
    şuramda bir çalıkuşu ötüyor
    uy anam anam
    haziranda ölmek zor!

    --------------------------------------------------------------------------------

    IŞIKLARLA OYNAMAYIN

    başımı döndürüp bakamıyorum
    nasıl kaldı gerilerde onca yıl


    karanlık bir gömütlüğü düşte geçmiş gibiyim
    tatmadığım bir içkiyi bir akşam
    afrikasal bir törende içmiş gibiyim
    birdenbire kan yağmurlu bir bulut
    birdenbire kan kokulu bir duman
    şaşkınlıktan gemileri yakmış gibiyim


    ışıklarla oynamayın / dedim ben size
    yararı yok karanlıkta sürek avının
    dedim ben size
    yanlış kalemlere kayar elleri yazıcıların
    tutanaklar yanlış yazar
    dedim ben size


    karanlığı az kullanın / kirliler kokar birgün
    birgün yanar bu ışıklar sırıtır suratlarınız
    kirlilere sığınmayın / dedim ben size
    yararı yok oynaşmanın törensel aklıklarda
    kaçın kaçabilirseniz uzak sulara
    ışıklarla oynamayın / dedim ben size


    --------------------------------------------------------------------------------


    KIZILIRMAK

    halit çelenk'e
    saygılarımla


    VE DER Kİ KİTABIN ORTAYERİNDE
    BÜTÜN IRMAKLARI DÜNYANIN
    KIZILIRMAKTAN GEÇER



    Silâh ve şarkı
    ben bütün karanlıkları bunlarla yendim
    doğacak çocuğumun kanında esen
    emekçi karımın dimdik bakışlarında
    ve çetelerin sipsivri uykusuzluğu
    silâh ve şark


    benim bütün şarkılarım iri kuşlardır al ve şafakleyin
    ışıklı nehirler büyütür silâh seslerim tankaranlığında
    yekinir yürür orman
    yekinir yürür toprak
    yekinir yürür kalabalıklar
    ve der ki kitabın ortayerinde
    bütün ırmakları dünyanın
    kızılırmaktan geçer


    vurun kanatlarınızı karanlığa kuşlarım
    geçin sıcak ırmakları kuşlarım
    kızılırmak kızılırmak akın kuşlarım


    açtım kırkıncı kapıyı
    gördüm ki atın önünde et
    titrer biryerleri zamanın
    kırdım kırkıncı kapıyı
    gördüm ki itin önünde ot
    ürperip durur hiç olmalardan
    şakıdı kuş
    yarıldı nar
    delirdi ateş
    ve başladı uğul uğul uğuldamağa
    bütün ırmakları dünyanın
    kızılırmak
    kızılırmak

    güneşin ortasında insanlar kımıldaşır
    ve der ki şakıyan kuş
    yarılan nar
    deliren ateş:
    zaman akıyor
    omuzlarında kalabalık nalkırıklarıyla
    anasonlu duyarlığında general nargilelerin
    bir damla kankurusu çok eski savaşlardan
    belki silâhların çürümedik biryerlerinde
    belki pişman bir ağzın acıyarak anlattıkları
    aşka benzer bir karışık kıtlık direnci
    boyunları kafataslı saray kahramanları
    yığınlara vatan diye kalan yoksunluk



    ne de çok özlemişiz gökyüzüne kansız bakmayı!


    yıkık bir ud tiryakiliği antika cumbalarda
    kanaryalarında berberli bezginliği burjuvalığın
    bir polis burnu belki - dağdaki çarıksızın çarıksızlığı
    bir büyük vurgun düzeni - belki de bir lavrens
    vurgunun soygunu nevyork'ta döllediği
    bir kucak sakal sanmak belki de marks'ı
    toprakları denizleri insanları ingilizlemek
    silâhlarla beklemek sömürge sofralarını
    vaşington ağalarının pilâtin dişlerine
    taze bir kan gibisine gerinir güneşlerde
    saklar genişliğini şarapçasına
    altun tepsilerde çok büyük ölür yürek
    çok büyük hıncı kalır mayonezli kirenaların


    yanyana
    birsofrada
    sanfransisko ve c.i.a.
    yâni çuval ve mızrak
    notrdam'ın kargalarının güldüğü



    sakalları incili hümanizma satıcıları
    halep pazarlarından gecikmiş bir ikindi
    kışlalar öğlesonları asurbanipal
    bir böcek ölüsünün geceyi kemirdiği
    tektanrılı çokyataklı ve çok çok acımaklı
    ikindi parklarında köpek ve kıral
    altun ve brovningin karanlık egemenliği


    konuşun soytarılar
    çalgılar susun
    daha bitmedi açlar
    salınır o eski sularda cüzzam yalnızlığı kirliliklerin
    gözün gözü sömürdüğü topraklarda ayıp ve kara
    şimdi çoktaaan terekesi o serüven kahramanlığın
    o bezirgan mutluluk balık tutar şimdi mor kuytularda


    ne de çok özlemişiz gökyüzünü kirşiz sevmeyi

    kırdım kırkıncı kapıyı
    kandım o pınarlardan
    başladı ugul uğul uğuldamağa
    bütün ırmakları dünyanın
    kızılırmak
    kızılırmak


    Sen ne cömert topraklarsın ey ortadoğu
    sen ne çok soyulansın ve hiç uyanmıyansın


    akdeniz'de mor bir deniz burjuva gitarlarında
    kuytuların kuytularda ölüme döllenmesi
    sevişmenin soyutluğu ve çamurluğu
    duaların çamurluğu ve soyutluğu
    gökyüzüne insanca bakamamak
    yâni hiçbir şey
    yâni utanç ve lavanta
    yâni mum
    çoktespihli bir ebabil ki uzar çöllerde
    uzatır baltazar bayramlarını petrol petrol
    uzatır köleliği âmin âmin
    çeşmelerinden hâlâ şehname akan
    şahlı seccadelerde acem ve anka
    mezarlık toprak reformu - kölelerin eşelendiği
    keskin bir ingiliz burnu - de ki abadan
    ya da bir şah ve allah ve dolar üçlemesi
    saat tam onikiye beş kala

    akdeniz'de mor bir deniz burjuva gitarlarında
    soyubitmiş balıkların akvaryum bezginliği
    bir dilim ay
    bir lokma arap
    - gölgesini güneşten bile esirgeyen -
    ve şakkulkamer bedeviliği
    yâni utanç ve lavanta
    yâni kirli ve kaçak
    yâni mum
    kalçaları, kadın pazarlarının - yok başka
    karanlık vatanseverliği kaçakçılığın - yok başka
    general nargilelerin madalya törenleri
    ve şeytan taşlaması petrol kırallarının - yok başka
    ezik ve utangaç
    bilgiç ve yoz
    mum
    yâni demek istiyorum ki
    sadakalı sosyalizm soytarılığı


    konuşun soytarılar
    çalgılar susun
    bekler güzel yarınlarını bu tutsak toprakların
    çetelerin o sipsivri uykusuzluğu


    akdeniz'de mor bir deniz burjuva gitarlarında
    neyin neye düşman olduğu belki de hiç bilinmeyen
    hergece bir düşük, sam radyosunda
    hersabah bir komik âdem
    bir hacıyatmaz
    ve komünistli bir kıralistan yunanistan'da

    hacının develeri gevişirken ay altında ortadoğu'da
    petrol ve çelik kırallarının gölgesinde bir istanbul akşamı
    bizans ve kirli
    türk ve yoksul
    ve mâcun
    allaha ve devlete ve bilcümle gölgelere dualar eyliyerek
    biryanı yangın yıkım
    biryanı yoksul yetim
    biryanı dökülür pul pul
    deniz
    altun
    ve kristal karışımı halinde bir istanbul
    uyanır köprüaltı uykularında


    elektıronik müzikli bir hicazkâr ud
    ve kızıl çağrısı açlığın
    o devletli tekliğinin kabuğunda bir hamal Ortadoğulu
    sıla çalgını da
    vatan yoksulu
    allaha inanır arapça
    yoksulluk çeker türkçe
    ve denizi sever çocukça
    oraları söyler durmadan
    oralarda yaşar bıkmadan
    oralarda ölür istanbullarda


    kaktüs kemirenlerinden biri midir brezilya'nın
    yoksa nil'e tapan ve aç yatan bir fellah mıdır
    kimbilir belki de rio'lu bir gecekondulu
    insan nerde başlar belli değil ki
    istanbulsuz gibi yaşıyarak istanbul'u
    vatansızlığını vatan diye güzelim gün ortasında
    elektıronik müzikli bir hicazkâr ud
    develeşip develeşip dönüşmesi gökdelenlere
    yanki go hom'lu bir miting alaturka
    betonarme balkonlarında emperyalizmin
    ve kasıklarında maydarling amerika
    yâni bütün devrimcilerin konakladığı
    en çok özlediklerine düşman yaşıyan
    bir gecikmiş kıral ve özgür köle
    sürüyerek zincirlerini kaldırımlarda
    ana avrat söverek soluna sosyalistine
    ve bir somun ekmek kaldırımlarda
    ve bir garip hamal kaldırımlarda
    ve bir vatanölüsü kaldırımlarda

    Ne bulmak içkilerde intiharlarda
    neye varmak birşeyleri durmadan çoğaltarak
    çiçek resimleri çizmek güneşli pencerelere
    ölüleri akreplerle çiyanlarla karıştırarak
    eski çamaşırları yenilemek dilencilerde
    bir eski oyuncaktan koca bir gençlik bulup çıkarmak

    kimbilir biz şimdi nelerin neresindeyiz
    alı neden moru neden kırmızıyı kimbilir neden severiz


    bir kenti geri almak ve davul
    bir kenti geri vermek ve davul
    oynaşmak iskeletlerle altunlarla madalyalarla
    dedeleri gümüşlere altunlara atlara oranlamak
    bıkıp bıkıp yeniden başlamak sevişmelere
    kimbilir biz şimdi nelerin neresindeyiz
    alı neden moru neden kırmızıyı neden severiz
    [kimbilir

    dal uyur daldasında yorgun dalların
    gece büyük büyük anlatır eskimişlerden
    su değil toprak değil
    de ki acımışlıklar
    de ki altun sözcükleri tükenmişliğin
    oturur direk direk
    götürür pazar pazar
    ne ki yaşamak?



    umduğum gel
    sevdiğim gel
    beklediğim gel
    gel benim
    kuşak kuşak
    yoluna kurban olduğum

    Kırmızböceğini tanır mısınız?

    güneşin kıyısında kırmızböcekleriyiz
    bir, maviye çalar türkülerimiz
    bir, kapkaraya
    kağnı uzaklığını bilir misiniz
    kırmızıbiber ve tuz
    bilir misiniz
    karlı karanlıkta yalnız
    yapayalnız
    ince ince ölmek
    bilir misiniz
    bugün bulgurun sonu
    yarına dur bakalım
    öbürgün allah kerim
    bilir misiniz
    toprağın boynu bükük
    eller umarsız
    ağam sen bilirsin
    bilir misiniz
    hani derya içre olup da deryayı bilmeyen balıklar gibiyiz
    ve işte atombombalarıyla korunur açlığımız


    işlemeli mendil ve kurşun
    harmanyeriyiz hey bre
    karakol kapısıyız
    imparatorluk kokar sefaletimiz
    soyula soyula çıplak
    güdüle güdüle sürü
    bütün halklar gibiyiz - biraz kuşdili
    biraz kahvefalı
    ve biraz da düş
    hapisâne avlusuyuz hey bre
    cennet kuzularıyız
    helallaşır gibi bakarız dostların gözlerine
    severiz gülyağını
    ve bir de aynaları
    ve bir de aynalarda yiğitlik masallarını
    sonra azıcık da sakızı
    azıcık da uçkurhavalarını
    bıyık burup gazel çekeriz de tenhalarda menhalarda
    uzatırız boynumuzu elkapılarında
    sülünler gibi

    ve işte türkiyeliyiz
    hani derya içre olup da deryayı bilmeyen balıklar gibiyiz
    hamsiyiz karadeniz'de
    çukurova'da pamuk
    uzunyayla'da buğdayız
    ege'de tütün
    sınırboylarında gözükara kaçakçılarız
    istanbul'da kadillaklı karaborsacı
    ve doğu dağlarında koçero'larız
    eşsiz bir güzellikle çarpılmış gibi
    uyumuşuz yoksulluğun körmemelerinde
    çalışkanız
    filozofuz
    dostuz
    bütün sömürülenler gibi ezik
    bütün uyananlar gibi kızgın ve doluyuz
    seslenir yüzyıllar ötesinden pir sultan abdal'ımız
    'üstü kanköpüklü meşe seliyiz'
    etekleriz de kodaman soyguncuları ekmek kapılarında
    gözümüz gibi koruyup kolladığımız devletin silâhını
    hey bre
    yoksul - yetime doğrulturuz

    ve işte türkiyeliyiz
    ateşleriz de mandıraları fabrikaları
    topal karıncayı melhemleyip salıveririz
    bir yaprak düşer bir yanbakış götürür biryerlerimizi
    kan sızar yeşillerden ak mendillere
    çıkarıp öcümüzü dağbaşlarına
    ağıtlara ağıtlara dökeriz yüreğimizi


    saksıda çiçek
    kıraçta ceviz
    örtülerimizde nakış nakış sabır ve gözyaşı vardır bizim


    akıyorsak garip çaylar gibi incelerekten
    dokutuyorsak eğer sonbahar gibi
    çok ağır olduğumuz içindir mandalar gibi
    ve balıklar gibi çok kalabalık
    seviyorsak silâhı ve yoksulluğu
    susuyorsak kar altında toprakçasına
    bıçak kemiğe değmediği
    güneş ufuktan doğmadığı
    o tozkoparan fırtına
    kapımızı
    kırmadığı
    içindir

    vurun kanatlarınızı karanlığa kuşlarım
    geçin sıcak ırmakları kuşlarım
    kızılırmak kızılırmak akın kuşlarım


    Anasının karnını tekmelediğinde temmuz
    kocaman ve çoook akıllı bir balıktı uzayda
    proton -1 uydusu sovyetler'in
    ve çelik bir kelebekti mariner-4
    ensekökünde merih'in
    şeftali emzikteydi bursa'da
    pamuk çiçekte
    çukurova'da
    ve yeşil bir buluttu buğday
    konya'da
    sivas'ta
    siverek'te

    ozan ozanca söylüyordu dünyanın geleceğini
    işçi grevce
    adını bile bilmediğimiz birileri vardı dünyanın bir-
    [yerlerinde
    örneğin Singapur'da
    tahran'da belki
    belki de kordoba'da
    karakas'da mı desem katanga'da mı
    yoksa roma'da mı ankara'da mı
    birileri biryerlerde durmadan yontuyordu
    barışı mermer mermer
    öfkeyi demir demir
    sevgiyi tunç tunç
    doyumsuz günler aşkına


    ölmek birşey değil dostlar
    hergün ölmek güç
    açlık
    o başka ölüm
    açlık korkusu
    beter
    ne atom ne hidrojen ne yangın
    dağları dümdüz etmeğe - dostlar
    aç çocukların çığlığı yeter
    proton-1
    mariner-4
    güzel
    akıllı
    büyük
    yıldız kaymaları masallar getirirken gecelerime
    yangından kaçar gibi bölük bölük
    sırtı yorganlı emekçileri cömert ülkemin
    göçüyorlardı vatan vatan
    viyana üzerinden
    adenover almanyasına
    'allı turnam bizim ile gidersen
    şeker söyle kaymak söyle bal söyle'
    söyle ki iyi vursun hınzır vurguncu
    tüyübitmediği soysun tefeci
    eskiden gemilere bindirip bindirip zencileri
    allı turnam geçersen ırgat pazarlarından
    zincirli topraklardan hacizli kapılardan
    hastane önlerinden geçersen allı turnam


    insan bazan ölümden de güçlü olabiliyor
    birşeylerin gidişinden ve hiç dönmeyişinden

    sabahları yorumlamak güç değil
    yoksulluğu yorumlamak güç değil
    nasılsa bir başka yorumlamak hep aynı sabahları
    esmer ve uzak
    inmeli antenlerin ardında şaşkın
    ve grevler döverken komprador marka demokrasinin
    [duvarlarını
    yedirip yüreklerini korkularına
    bir köledüzenin uşağı efendisi
    cebi dolarlısı da
    sırtı bitlisi
    tekmeler gibi güneşi çocukların gözbebeklerinde
    'arefe gününde bayram ayında'
    vurdular emekçilerin kongresini
    kördüler
    karaydılar
    çiçeksizdiler
    ve gelip bir karanlıktan
    gidiyorlardı bir karanlığa

    Benim karamsarlığım belki de bir demet gül - sevdiğim
    içimin büyük büyük aklığından geliyor belki de karam-
    [sarlığım


    kocaman ve çoook akıllı bir balıkken uzayda
    proton -1 uydusu sovyetler'in
    ve kondukonacakken luna'lar
    tatlı bir öpücük gibi ay'a
    dilenmek benim ülkemde
    işsizlik benim ülkemde
    ve şeytan taşlamak yasak değildi benim ülkemde
    baböf'ü okumak yasak
    paspas yapıldı demirinden giyotinin
    direktuvar bir ölü söz lârus'ta
    oysa bizim buralarda
    kelepçe yapılıyor hâlâ
    pitekantıropüs babanın günahsız baltasından


    kopmuş toprağından kanayarak
    kanayarak
    saçılmış yollara türkü türkü
    ışık ne
    vatan nerde
    ne ki kutsallık!


    kentlerin varoşlarında sanki kurt sürüleri
    tanrıya filan değil
    allı morlu ışıklara dönük yüzleri
    konuşur elleri ekmek ekmek
    takırdar çeneleri
    ölüm yakın
    lokman uzak
    anlamak yasak değildi benim ülkemde
    anlatmak yasak
    adına grev diyorlardı
    adına gecekondu
    bir şey dolaşıyordu aramızda seslisoluklu
    yaşıyorduk onu biz - dinine allahına kitabına dek
    yaşıyorduk yağmurda yaprak gibi her zerremizde
    ölmek yasak değildi yoluna onun
    adını koymak yasak
    tutmuş troya atları subaşlarını
    madalyalı seyisleri emperyalizmin
    ak taşın üzerinde iki damla kan
    biri memet
    öbürü memet
    'arayerde bu kan nedir
    dost dost dost'
    görmek yasak değildi benim ülkemde
    göstermek yasak

    ben ki uçan kuşu kıskanırdım oyun çağımda
    nehirleri yağmurları selleri kıskanırdım
    buluttan gemilerimle aşardım duymadığım denizleri
    yıldızlardan yıldızlara kurulu hamağımda
    mapusâne türküleri söylerdim geceleri
    bir uzak sel sesiydi o kaygan günlerimde ekmek kavgası
    dünyamda renkler ve böcek sesleriyle bir öyle cümbüş
    en hırçın yıldızları en uysal kavaklara işlemek yaprak
    [yaprak
    yaralı bir serçenin gözlerinde bir evren ölüp ağlamak
    ve bütün haziranları bir tek gülle açmak hersabah


    o tedirgin ellerin bakışları hâlâ sofralarımda
    hâlâ çizik çizik kanar kaygusu o ekmeksiz akşamlarımın
    yok artık, dost yüzlü ağaçlarım, gurbet kanatlı gemilerim
    [yok
    gömüldü gitti kervanlarım o çıtır çıtır ağustos gecelerinde


    bir dilim güneş koyup bir dilim yoksul sevince
    aşk büyütmek
    gecelerce gecelerce özlemeklerden
    bölündüm ayrılıklara parça parça
    dağıldım yeryüzüne çığlık çığlık
    şimdi patron yüzlü sabahlardayım
    şimdi direk direk direnmek

    gel benim sevdiceğim
    gel benim umducağım
    beklediğim gel
    gel de bitsin
    kuşak kuşak
    yoluna kurban olduğum

    binip binip bulutlara ulaştım yıldızlara da
    kıtalardan kıtalara el sallıyamadım
    el sallıyamadım
    turnalar bile geçip gitti türkülerimden
    ben kaldım buralarda
    ben işte kaldım buralarda ey dost
    kırmızıkuşlar
    kırmızıkuşlar
    diye diye avuttum
    hırçın çocuklarımı
    em, em
    diye diye ağladıkça
    ağladıkça
    masmavi çocuklarım
    hep işte böyle

    insan bazan ölümden de güçlü olabiliyor
    anaç bir ağaç gibi dinleniyor kaygularım şimdi güneşte
    aldanmak ne kolay
    ne temiz
    ne ilkel
    allahım!
    kalabalıklarla sevmek güzel günleri
    ne denli güç
    ne denli güç
    allahım!

    uzay
    o masallaranası yıldızlı karanlığım
    karanlığım benim!
    o şafak tarlalarının ekmeğe dönüşmesi
    sarıçiçek vakti ölmek ekinler arasında ve şafakleyin
    bıldırcınlar ve yıldızlar ve tanyeli eşliğinde
    birşeyleri bulmak ve varamamak
    vakur bir ağaç gibi kucaklamak evreni ve şafakleyin
    alfa
    beta
    gama
    ve aynştayn
    yâni biraz daha iflası korkularımızın
    insan denilenin karanlık kurtuluşu
    bir ceviz yaprağı denli basit ve ilkel
    karışık mı karışık bir ceviz yaprağı gibi


    nezaman kaldırsam başımı geceleyin
    ne denli çok anlamağa çalışsam
    gökyüzü bir yapraktı unutulmuş
    not defterinden aynştayn'ın

    ne sanat sanat için şarlatanlığı
    ne savaş için savaş
    çoktan anlaşıldı hey bekleroğlu
    taşın taş olmadığı
    ateşin ateş
    şimdi deprem çizgileri yığınların gözbebeklerinde
    şimdi yumruk çiçekleri o sömürge ülkeler
    aşamazken kel dağları kel dağları düşlerde bile
    geçtim sesduvarlarını sesduvarlarını düşlerde gibi
    yedi başlı beyler besledim yüreğimden yedirerek
    vurdum sonra başlarını beylerin efendilerin
    yok benim tanrılarla kişilerle hiçbir alışverişim
    ben artık, düzenlerle boğuşan bir gerçek devim
    öyle bir dünyayım ki ben-hep özlenmiş hiç yaşanmamış
    insan ve emekten geçer ekvatorum benim
    kendim çizerim sabahlarımı-yok benim sabahçıbaşım
    yok benim lüpçübaşım yok benim hötçübaşım
    yok
    yok
    yok!

    Elbet bir bildiği var bu haçaturyan'ın
    bir bildiği vardı elbet erzurumlu hançerbarı'nın
    arjantin pampalarında uykusuz çetecilerin
    benim kurtuluş anıtlarımda mermi yüklü ananın
    lumumba'nın kanının
    kanayan viyetnam'ın .
    kurşunlu duvarlara doğan günlerin
    kalabalık acıların
    bıçakaçmaz ağızların
    bir bildiği vardı elbet
    bir bildiği var
    bir bildiği olacak elbet

    hiç yalan söylemedi kalın çizgilerle susuşu yoksulluğun
    hiç yalan söylemedi gözlerde zulüm
    ve çıplak uykularında zengin düşleri milyonların
    hiç yalan söylemedi

    hiç yalan söylemedi bu ozan
    elbet bir bildiği var bu kayguların
    birikip birikip durmadan biryerlerde
    acıların öfkelerin birikip biryerlerde
    yekinmesi yatanların ve yürümesi
    akması küçüklerin ve katılması
    yıkması birşeylerin
    ve yıkılması
    yıkılıp yapılması
    hiç yalan söylemedi bu ozan
    işte karton kaleleri kapitalizmin
    işte gözün göze düşman olduğu
    işte elin ele düşman
    ve işte benim
    yeryüzünde güller gibi açılan devrimlerim


    kamboçya'da kalkan kamçı
    şaklar çukurova'da belimde benim
    istanbul'da verilmeyen hak
    durdurur dakota'nın volanlarını
    ve der ki öpüp kaldırdığım ekmek
    - beni böyle yerdenyere çalan şey -
    nevyork'ta bitmişse grev
    ben burda bil ki grev gözcüsüyümdür

    benim gözlediğim
    gel benim yürekyağım
    gel benim
    kuşak kuşak
    yoluna kurban olduğum
    gel!


    Of ooofff, koca gürültülü devrimsiler yutturmacalar
    cilalar civeleklikler yalancılıklar
    karagünlü saraylı soytarılıklar of!
    soygunların gölgesinde sosyete adaleti
    bre hitlerkırması kurtköpekleri
    il duçe döküntüsü yandançarklılar
    bre arapsaçı sadakalı sosyalistler eh!


    elif lâm mim vav he ye
    direkler arası kubbe
    a be ce de ve ye ze
    kadillak marka bir hecindeve
    saraylardan saraylara aktarılarak
    eldenele ceptencebe aktarılarak
    - yürü bre kahpe devran! -
    kanarmş savaşlarla kıtlıklarla yoksunluklarla
    bir gözünde nevyork
    bir gözünde moskova
    gevişir tespih tespih
    dökülür dua dua
    ayışıklı sularında
    ortadoğu'nun
    of ooofff, koca gürültülü devrimsiler yutturmacalar
    allamalar pullamalar törpülemeler
    karagünlü saraylı soytarılıklar of!


    Yorul ey gayrı
    akma ey su!
    ey benim yaratan tedirginliğim tutsak yanım dinmeyen
    [sızım ey!
    çıkarıp çıkarıp yeniden çıkarmak bu dağı bu doruğa
    yorul ey gayrı
    akma ey su!



    durup durup kaygulanmak gibi birşey bu bizim sularla
    [akıp gitmelerimiz
    sonsuz bir tren penceresinden savrulan güvercinleriz
    çok buruk çok buruk bir şarap diyorum sıkın bağları
    ben hiç ölmediğimi yaşamak istiyorum
    orman seviyorsam kimbilir dallara düşmanlığımı
    bayat bir başdönmesi - susmamak diye birşey
    kantutar beni yoksa - kantutmak diye birşey
    bırakma beni bırakma beni - çıldırırım diye birşey
    oysa düştüm develeri - düşlerimde uçaklar şimdi
    düşlerde başlayınca devrim - ne anladınız?
    devrim diye birşey - bir gecekondu tenceresinde
    demek ki önce devrim - ne anladınız?
    ve ölmek vazgeçilmez bir alışkanlıksa
    yorul ey gayrı
    akma ey su!

    çiçekler bırakınca renklerini biçimlerini
    resimler sakal salınca yaldızlı albümlerde
    eski bir türkü gibi bakışlarından belli
    bitkilerin sürüp giden yeşillerinden belli
    kalırız gündengüne yaşlanan sözcüklerde
    bir akşam saatinde günbatımında
    gözgöze gelmelerde ve içkiye yenilmelerde
    bülbüllerin öte öte bitiremedikleri
    kana benzer kan değil kan gibi korkunç ve karanlık
    kalırız birşeylerde ve kimbilir tanrımsılarda
    belki de çocukların hiç bitmeyen oyunlarında

    ve ölmek vazgeçilmez bir alışkanlıksa

    gülersin - menekşeler olur sesin - bırakıp gitmek
    gözlerine bakınca balıklar cıvıldaşmak - bırakıp gitmek

    bir avuç bulut içmek masmavi güvertelerde
    ağlamak tekil değil - ne anladınız?- bırakıp gitmek
    kalırız birşeylerde ve kimbilir tanrımsılarda

    böcekti karanfildi kemandı bonaparttı
    anarşistti burjuvaydı polisti kenediydi
    yoksuldu zengindi kıraldı soytarıydı
    soğuktu sıcaktı ılımandı of
    değil işte bu değil
    topunun sülâlesini!

    adamı tutup götürüyorlar
    geceyi burnundan getiriyorlar
    bütün kırbaçları bütün kelepçeleri bütün alçaklıkları
    adamı vurup öldürüyorlar

    geceyi bir daha yaşamak kolay
    adamı bir daha öldürmek zor
    siz bu tutanaktan ne anladınız
    öldürmek diye birşey - ne anladınız
    suçsuzdu diyorum - ne anladınız
    sefaleti yok etmek adamın düşü
    güzel günler düşünmek işi
    diyorlar bu kokan balığın başı
    tevfik fikret diyor devenin başı
    kime yüklemeli bu iğrenç suçu
    kime yüklemeli bu iğrenç suçu
    kime yüklemeli bu iğrenç suçu


    Benim karamsarlığım belki de bir demet gül - sevdiğim
    içimin büyük büyük aklığından geliyor belki de karam-
    [sarlığım


    biz ki
    petrolü kavuçuğu kahvesi ve kakaosuyla
    ve kastro'su zapata'sı amado'suyla
    sıcak ve kıvrak bir şarkı gibi düşünürüz
    atlantikaşırı bağımsızlığı
    biz ki bir vaşington sineği kondurup bir zenci dağa
    kanlı bir çocuk başı buluruz viyetnam'dan
    ve bazan
    öyle bir sızıyla sarsılır ki antenlerimiz
    sivaslı bir bağlamadan
    afrikalı bir tamtamdan
    daha ilkel ve yalınkat kalır
    o ipek öfkesiyle leonid kogan

    beni ısırdı
    - bilirim -
    18'lerdemondros'larda
    demokrat suratlıydı
    bilirim
    bezirgan dişli
    hâlâ damlıyor kanım
    viyetnam'da kırılan dişlerinden
    ve hâlâ aç dolaşıyor başkent caddelerinde
    kurtuluş savaşı kahramanlarım
    çoğunun çoktan söndü ödü ocağı
    kalmadı çoğundan bir nişan bile
    işte bundandır ki benim
    birtürlü gülemiyor
    gülemiyor
    gülemiyor işte türkülerim




    of ooofff
    ne de çok seviyorum harita okumayı!
    sakarya sivas erzurum
    madrid seul havana
    hepsini hepsini anlıyorum
    alev alev budistleriyle saygon
    linkoln'ün mezartaşı vaşington
    ve süzgün gözlü kompradorlarıma kurtuluş istanbulu


    anlamak hem kolay
    hem kolay değil

    ne ölüm
    ne aşk
    ne de işsizlik
    ve ne de deniz deniz kabarması yüreğin
    ne içki
    ne çiçek
    ne dostluk
    ve ne de akşam saatleri dişi kentlerin
    insan bir anda bütün bir evreni birden yaşıyor
    kan sıçrayınca bağımsızlık bayraklarına

    Birgün çıkıp geldiler - anlamsız yüzlerini ve gülüşlerini -
    tüketimartıklarım üretimorganlarını ve eski külotlarını -
    çikletlerini çukulatalarmı getirip bıraktılar - tiklerini mi-
    miklerini çiğliklerini - gençkızların düşlerini getirip bırak-
    tılar - hergün hergün yeniden getirip bıraktılar - iplerini
    oltalarını konservekutularmı - süttozlarmı soyalarını sa-
    lemlerini - kısırlıkhaplarmı madalyalarını tasmalarını -
    bayraklarını bayrakyırtmalarını sövmelerini - anamıza
    bacımıza çocuğumuza - en çok önem verdiğimiz şeyle-
    rimize - üretimorganlarını ve tüketimartıklarım kullana-
    rak - tanrının ve isa'nın ve bizimkilerin izniyle - atlarını
    seyislerini çombelerini - tıraşlarını ve dişlerini getirip bı-
    raktılar - hergün hergün yeniden getirip bıraktılar - son-
    ra güzel güzel anlaşmaları - sonra güzel güzel sözleş-
    meleri - sonra güzel güzel paylaşmaları - asılmış-
    ların ve asılacakların izniyle - vedurmadan durmadan
    baltazar bayramlarını - sonra güzel güzel savaş uçakla-
    rını - radarları rampaları atombombalarmı - denizaltı de-
    nizüstü birşeylerini - bilinçaltı bilinçüstü herşeylerini -
    piekslerini bitekslerini bitpazarlarını - eroinlerini kokain-
    lerini getirip bıraktılar - hergün hergün yeniden getirip
    bıraktılar-
    ve sonra çekilip gitmediler gemilerine
    ve sonra çekilip gitmediler gemilerine
    ve sonra çekilip gitmediler gemilerine
    ve artık okadar çok şey getirdiler ki
    ve artık okadar çok şey getirdiler ki
    ve artık okadar çok şey getirdiler ki
    bağımsızlığa yer kalmadı ülkemde


    acılar ey acılar
    işsizlik acısı
    özgürlük acısı
    bağımsızlık acısı ey
    ve ey mızmız acılara direnmenin yoksul kahramanlığı
    ey hergün ölüm
    ey hergün ölüm
    toplanın
    birleşin
    bir olun
    acıların şâhı gibi gelin üstüme
    gelin
    ve bitsin şu iş



    seninle gelecek - çâre yok
    seninle bu tatlılık ey büyük acı
    gök incir nasıl ballanırsa acılardan
    acı koruk nasıl bulursa balların en sarhoşunu
    o işte o!
    gel benim darmadağın direncim
    gücüm
    emeğim
    çilem gel
    gel benim büyük acım
    gel ve bitir şu işi!
    kalaylardan mı gelirsin bolivya'lardan
    rio'nun favelalarmdan mı
    ispanya'dan mı viyetnam'dan mı
    zonguldak kömürlerinden mi gelirsin
    çukurova'lardan mı
    yellerle mi gelirsin ateşlerle mi
    uçarak mı koşarak mı yırtınarak mı
    gel işte gel gayrı
    gel
    gel
    gel de bitir şu işi

    elbet bir bildiği var bu çocukların
    kolay değil öyle genç ölmek
    yeşil bir yaprak gibi yüreği
    koparıp ateşe atmak
    pek öyle kolay değil
    hem öyle bir ağaç ki şu yaşamak denilen şey
    her bahar yeniden yeniden tomurcuklanır da
    yalnız bir bahar çiçeklenir
    a benim gülüm!


    elbet bir bildiği var şu benim bilenmiş bıçak gibi
    [yüzümün

    yaşamak
    bir köpek gibi tekmelenerek
    yaşamak
    öpülüp okşanıp kaldırılarak



    ne donkarlosun domuz ahırı
    ne senatör makdoların oda uşağı
    ne de hacıfışfışın kurban etidir
    demokrasi
    demokrasi denilen o haspanın - a benim gülüm
    lordlar kamarasına açılmaz kapısı
    beşikteki bebeler bile biliyor bunu artık
    biliyor ve unutmuyorlar
    insan kanıyla işlediğini
    o teksas tipi demokrasinin

    elbet bir bildiği var şu benim bilenmiş bıçak gibi
    [yüzümün
    elbet kolay değil öyle genç ölmek


    kore bir kan lekesidir
    akşamlarımızda sızlayan
    bir kopuk koldur hiroşima
    uçaklar geçtikçe çırpınan
    orda
    uzakdoğu'da
    gencecik yürekler gibi seğrîşir her bahar
    barış güvercinleri hiroşima çocuklarının
    burda
    benim ülkemde
    titreşip durur yeni barış güvercinleri

    insan karıştırıyor bazan
    ölmek mi yaşamak
    yoksa yaşamak mı ölmek


    bir karanfil takmak yakaya
    belki de bir orkide
    bir baloya gitmek
    gitmemek
    bir kumar partisi belki de
    onlarca hep birdir a benim gülüm
    onlarca hep aynı değerde
    afrika'da kaplan ve zenci avıyla
    bir atom savaşı ve toptan ölüm


    çocuklar büyümesin
    büyümesin
    tomurcuklar açmasın
    açmasın
    ve sularca akmasın o en güzel şey
    yaşlılar yaşamasın
    yaşamasın
    ocaklar tütmesin
    tütmesin
    ve yuvalar, gülüm benim
    gülmesin gülmesin
    çapraz iki çizgi ak bulutlara
    gâvur gözlü kargaları emperyalizmin
    amerikan bitpazarlarında

    dünya bir genişleyip alabildiğine
    daralıyor birden eliçi kadar
    ve dolar
    madalyalı bir yular gibi geçmiş boyunlarına
    ne güvercinin göğsündeki gökkuşağını görür gözleri
    ne karakarıncanın güneşe günaydınını
    ne de sevişir gibi işlemenin güzelliği titretir yüreklerini
    kongo bir açık bonodur
    belçikalı banker brodel'in kasasında
    ve mister gülbenkyan'ın purosunda
    enfes bir tütündür havana
    duymazlar çeliğin mavi kahkahasını
    tomurcukta çatlayan gücü görmezler gülüm
    satarlar bir akşam içkisine
    o cânım ülkelerin
    narçiçeği yarınlarını

    satarlar gülüm
    memedi memede vurdurup memedin tarla sınırında
    memedin karahaberini satarlar memedin memedine
    ve karagün
    - hangi karagün? -
    gelip çatınca davul davul
    yavruyu memeden koparır gibi
    koparırlar işleyen elleri işlerinden
    sokarlar ateşten ateşe gülüm
    soygun düzeninde göbek atarlar
    ne sevinç
    ne kıvanç
    ne güven
    bize onlardan kalan
    bir avuç yorgun umut
    zincirde bir vatan
    ve kanrevan türkülerdir

    İncecik boyunlu kıraç karpuzu
    dışı yeşil yeşil
    içi kırmızı
    yuvarlana yuvarlana geçer bulutlar
    meler yanık yanık bağlı bir kuzu
    nah şuramda koskocaman dağ benim
    nah şuramda ipincecik bir sızı
    ceylanları ceylan gibi çizmem ben
    çizersem hilâl boyunlu
    çiçekleri çiçek gibi çizmem ben
    çizersem nakış nakış
    akarım ince ince de olurum nehir nehir
    kavgaları kavga gibi çizmem ben
    çizersem türkü türkü
    yazmışlar benim için kocaman kitaplara
    dışı yeşil yeşil de
    içi kırmızı


    neylerim ben kitapları kocaman kitapları
    efendim okusun benim, canım efendim
    o kuştüyü salonlarda, canım efendim
    okusun da büyüsün benim efendim
    okusun da biliversin aklımdan geçenleri
    ben işte hep böyle azgelişmişim
    yâni ben çünkü evet azgelişmişim
    evet çünkü hayır fakat ben işte azgelişmişim
    çokçalışmış azgelişmiş ve işte yoksul düşmüş
    cephelerde mapuslarda aslanım aman
    kıtlıklarda kıyımlarda kurbanım aman
    seçimlerde sayımlarda ben varım aman
    kerpiçlerde küllüklerde hayranım aman
    şenliklerde şölenlerde ben yokum aman

    ben işte hernedense azgelişmişim
    çokçalışmış azgelişmiş ve işte yoksul düşmüş
    demiri de kömürü de sökerim aman
    buğdayı da pirinci de ekerim aman
    çilem budur benim işte çekerim aman
    evet çünkü hayhay fakat ben işte azgelişmişim
    yâni ben çünkü evet hayır fakat azgelişmişim
    ölüm kalım kıtlık kıyım ben varım aman
    bayramlarda seyranlarda ben yokum aman
    soygunlara vurgunlara hayranım aman
    vatan millet allah patron kurbanım aman
    kalabalık ve karanlık türküyüm aman

    benim için demişler ki kocaman kitaplarda
    dışı yeşil yeşil de
    içi kırmızı
    neylerim ben kitapları kocaman kitapları
    efendim okusun benim, cânım efendim
    okusun da biliversin aklımdan geçenleri
    okusun da açıversin gözünün şafağını
    turnalar çizeyim gurbetlerime
    ağıtlar düzeyim yiğitlerime
    kelepçeler vurulsun bileklerime
    okusun da büyüsün benim efendim
    yumuşacık salonlarda cânım efendim

    ve der ki şakıyan kuş
    yarılan nar
    deliren ateş
    bu ne çapraz gidiş hey bekleroğlu
    uşak matti seyretmez de breht'i
    efendisi puntila'sı seyreder
    bu ne çapraz gidiş hey bekleroğlu
    volga mahkûmları'na mahkûmlar değil
    aristokrat salonlarda efendiler içlenir


    damarı pir sultan damarı
    damarı robson damarı
    gelir uğul uğul yeraltı nehirlerinden
    gelir ve bulur yüreğimizi
    damarı kavga damarı
    bu ne biçim düzen hey bekleroğlu
    öfkesi sesinden büyük
    sesi ününden kocaman ruhi su'yu
    şu benim her dalı bin dert açan çıra-çakmak ülkemde
    şu benim yürekleri çıra-çakmak tutuşanlarım değil
    istanbul
    sosyetesi
    alkışlar
    'gelin canlar bir olalım
    tevekkel tu taalâllah'


    vurun kanatlarınızı karanlığa kuşlarım
    geçin sıcak ırmakları kuşlarım
    kızılırmak kızılırmak akın kuşlarım

    Ay doğar bedir bedir
    yel eser ılgıt ılgıt
    sırıtır sıram sıram elkapıları
    elkapıları da kölelik kapıları
    kul olur yiğit

    ay doğar hilâl hilâl
    gün doğar devrim devrim
    sırıtır sıram sıram elkapıları
    elkapıları da kölelik kapıları
    kurtulur yiğit


    yeşili çin'den gelir bu kahkahanın
    kırmızısı afrika'lardan
    ve dünya dünya olur diyorum hey bekleroğlu
    yaşamak yaşamak
    gün gelir biz de görürüz yedi rengini deryaların
    gün gelir biz de ölürüz hey bekleroğlu
    yaşamak gibi güzel
    süzüp süzüp güneşi bereketlerden
    çin'den hindistan'dan amerika'dan
    taze bir kan gibi dolaşırız biz de bu yeryüzünü


    vatan topraksa eğer
    ormansa nehirse mâdense vatan
    işçiyse köylüyse aydınsa vatan
    yâni yapıp yaratmaksa herşeyi yenibaştan
    sevmeyi yenibaştan
    alkışı yenibaştan
    bir hesabı vardır bunun sorulur
    bu hesabı soracaklar bulunur
    akgün karagünden öcünü alır birgün
    ürker altunlu yiğitliğin senin ey bunak düzen
    ürker bu yağma saltanatın
    o kanlı karanlıktan kopup gelen bebeğin
    güneş renkli ilk çığlığından
    lenin'ler olur bu çığlık hey bekleroğlu
    marks'lar mao'lar mevlâna'lar
    mustafa kemaller olur hey bekleroğlu
    galile'ler gagarin'ler adsız ustalar
    ve sen olursun işte hey bekleroğlu
    kıtlıklarda
    kıranlarda
    kurtuluşlarda

    uyan ey köşem bucağım
    kırıkkolum iğriboynum sağırkapım dilsizim
    vaktidir direnmenin
    vaktidir şimdi
    karalasın göbeğinde güzel gün
    karalasın göbeğinde mutluluk
    karataş çatladıçatlıyacak

    proton -1
    mariner - 4
    anamın aksütü gibi biliyorum ki
    aynı kafadan doğma
    aynı ellerden çıkmadır
    ve aynı amaçlarla dönmeseler de uzayda
    anamın aksütü gibi biliyorum ki
    bir mariner işçisi de özlemektedir
    [barışı
    en az bir proton işçisinin sevdiği
    [kadar
    Silâh ve şarkı
    ben bütün karanlıkları bunlarla yendim
    sesimde benim
    iki yumruk gibi yanyana dövüşüyorlar
    spartaküslerle viyetkonglar
    yüreğimde benim
    ette bıçak gibi yatıyor
    yarım kalan şarkıları yiğitlerimin
    öfkemde benim
    çok dallı bir ağaçtır özlemek
    doymadan gidenlerimin gözbebeklerinden

    yürüdüm üstüne üstüne bunca yıl
    geçtim dikenlitellerini yasakların bir bir

    tavında demir
    tavında toprak
    ve tavında yürek gibi kabarık
    ve alıngan
    dokundum ateşli kabuğuna güzelin
    iyinin
    gerçeğin
    soyundum kötülüklerden çırçıplak


    dünyanın tepesinde bir avuç hışır
    karga kanat çırpsa uykuları karışır
    yağmalanmış emeklerden gelir soylulukları
    yağmalanmış özgürlüklerden
    dinleri imanları vurgun kelepir
    toprağın memeleri
    altun ışıltılı kumları kıyıların
    emeğin çiçekleri
    hep onlar için
    hep onlar için takvimlerin mutlu günleri
    içimizin karanlığı
    soframızın öksüzlüğü
    hiç gülmemesi yüzlerimizin
    hep onlar için
    adları morgan da osman da filân da olsa
    isacı da olsalar muhammetçi de
    iki dallas domuzu gibi benzerler birbirlerine
    karagünler için kaldırırlar kadehlerini
    adanalı bir toprak ağasıyla
    detroit'li bir otomobil fabrikatörü

    dünyanın tepesinde bir avuç hışır
    dinleri imanları vurgun kelepir
    şarkılarda bile istemezler güzel günleri
    ve bacakları çörçil zaferi çizerken havalarda musolini'nin
    öter faşizm düdücükleri
    yanki go hom çaçaca
    maydarling amerika
    maydarling amerika

    Bir oğlum olacak adı temmuz
    uykusuz
    korkusuz
    beter mi beter
    ben beynimi satarak yaşıyorum
    o benden proleter

    bir oğlum olacak adı temmuz
    karataşın göbeğinde aşk
    karataşın göbeğinde barış
    karataş çatladıçatlıyacak
    bende bitmeyen kavga
    onda yeniden başlıyacak


    bir oğlu



    Mit folgendem Code, können Sie den Beitrag ganz bequem auf ihrer Homepage verlinken



    Weitere Beiträge aus dem Forum Www.RadyoTurkuler.de.vu

    KADİR KAHRAMAN - gepostet von BoRaN_Fırtınası am Samstag 10.02.2007
    Grup Vardiya Serisi - 3 Full Album - gepostet von HASRET am Samstag 16.12.2006



    Ähnliche Beiträge wie "HaSaN HüSeYiN KoRKMaZGiL"

    Hasan Yilmaz - Ver Coskuyu2007 - C*E*Y*C*E*Y (Samstag 12.05.2007)
    Hasan-Sil-Benim-Omrum-2006 (iLk) - HASRET (Mittwoch 25.10.2006)
    **DARAGACINDAN MEKTUP** (Hüseyin INAN"in son mektubu) - **baglama** (Mittwoch 27.12.2006)
    Sir Hasan - CrystaL (Montag 04.12.2006)
    Hüseyin Ugurlu - Ahu Gözlüm2007 - C*E*Y*C*E*Y (Samstag 12.05.2007)
    DJ HÜSEYIN -- Black 2006 REMIX - kinghuso (Donnerstag 02.11.2006)
    AIHM'in Içyer Karari ve Köye Dönüs Sorunu... Hüseyin AYGÜN - dersim (Sonntag 17.06.2007)
    Hasan Salihamidzic - Hade (Dienstag 16.01.2007)
    Saddam Hüseyin'i temizleme oyunu - krallar (Samstag 15.01.2005)
    Kel Hüseyin - Mekansiz Ettiler - siiregazele (Freitag 12.01.2007)