GÖRÜŞME NOTLARI_ 2006_28.12.2006

DERSİM-ZAZA ARŞİVİ
Verfügbare Informationen zu "GÖRÜŞME NOTLARI_ 2006_28.12.2006"

  • Qualität des Beitrags: 0 Sterne
  • Beteiligte Poster: dersim
  • Forum: DERSİM-ZAZA ARŞİVİ
  • Forenbeschreibung: Dersim-Zaza Platformu
  • aus dem Unterforum: PKK_A. ÖCALAN
  • Antworten: 28
  • Forum gestartet am: Dienstag 05.12.2006
  • Sprache: türkisch
  • Link zum Originaltopic: GÖRÜŞME NOTLARI_ 2006_28.12.2006
  • Letzte Antwort: vor 14 Jahren, 9 Monaten, 28 Tagen, 20 Stunden, 57 Minuten
  • Alle Beiträge und Antworten zu "GÖRÜŞME NOTLARI_ 2006_28.12.2006"

    Re: GÖRÜŞME NOTLARI_ 2006_28.12.2006

    dersim -

    GÖRÜŞME NOTLARI_ 2006_28.12.2006



    8 MART DÜNYA EMEKÇİ KADINLAR GÜNÜ DOLAYISIYLA KADIN YOLDAŞLARA VE DOSTLARA


    Kadın özgücünün açığa çıkışının ifadesi olan bu buluşmanızı selamlıyor, Viyan SORAN şahsında, çok soylu çabalarla, büyük emeklerle demokrasi ve özgürlük mücadelesi vererek bizleri yeniden yaratanların anısı önünde saygıyla eğiliyorum.

    Kadın özgürlüğü, özgürlük mücadelemizin en temel direğidir. Kadınların özgürlüğe kavuşması için bugüne kadar yaptığım çalışmalar biliniyor. Benim Ortadoğu’daki en destansı çalışmam, kadın özgürlüğüne ilişkin olanıdır. Bana göre kadın özgürlüğü, anavatan ve emeğin kurtuluş çalışmalarından çok daha önceliklidir. Çünkü kadın, gericiliğin ve köleciliğin ilk ve köklü ezilen sınıfı, ulusu ve cinsidir. Bu nedenle kadın özgürlüğü çok büyük bir mücadeleyi göze almaktır.
    Zorlu ama bir o kadar da onurlu bir mücadelenin içerisindeyiz. Elbette bu günlere kolay gelinmedi. Özgürlüğe büyük susamışlığın verdiği güçle soruna yüklendim. Çok sayıda çözümlemeler, diyaloglar, derinlikli konuşmalar yaptım. Doğrultumuzu derinleştirmeliyiz; “toplumla tanışma, erkekle hesaplaşma ve yaşamla buluşma” perspektifiyle yürüdüğümüz ölçüde başarı bizimle olacaktır.


    Kadınlar özgürleşmek için kadın kurtuluş ideolojisinde derinleşmeliler, ideolojik güç olarak var olabilmeliler. Erkeklere karşı alacakları çok yol var, erkeğe fazla güvenmemeli. Kadın kendi bağımsızlığını koruyacak. Kadının özgürlüğünden korkmamak gerekir. Ben kadınla böyle yoldaşım. Ben kadınlara çok görkemli yoldaşlık yaptım, kadınla çok güçlü bir arkadaşlığım var. Bu bir güç, inanç meselesi. Kadın yoldaşlarımın bana ilişkin emeklerine böyle karşılık veriyorum. Bilmelerini istediğim en önemli bir hakikat, onların savaşın da barışın da kaderini belirleyecek kadar güçlü olmaları gerektiğidir.

    Sevginin işçisi olarak tanımlıyorum kendimi. Sizler için yaşıyorum. Sizlerin özlemleri yaşam gerekçemdir, sizinleyim. KAZANILACAK ÖZGÜR BİR DÜNYA VAR. KAZANILACAK ÖZGÜR BİR YAŞAM VAR. Asla ucuza, değersize ve acılara anlam vermeyen ilişkilere girmeyin. Tüm ilişkileriniz acılardan süzülmüş, büyük ve anlamlı sevgi değeri olmalıdır. Dogmatik olmayın ama asla ilkesiz de olmayın.

    Hepinize çok büyük bir sevgi hazırlamış, sunmaya çalıştım. Üzerinde büyük durun, mutlaka ulaşın. Özgücümüze güvenerek dönemin ruhuna uygun düşünsel ve eylemsel duruşumuzla sürece yanıt olmalıyız.
    Bir gün mutlaka gerici ve zorba erkeği hizaya getirecek güçlü kadına ulaşacaklarına dair duyduğum inançla, sürecin ruhuna uygun mücadelenizi yükseltmenizi diliyor, sevgi ve saygılarımı sunuyorum.

    ABDULLAH ÖCALAN
    22 Şubat 06
    İmralı


    http://www.rojaciwan.com/modules.php?name=News&file=article&sid=8567



    Re: GÖRÜŞME NOTLARI_ 2006_28.12.2006

    dersim -

    Abdullah ÖCALAN : Newroz, halkların baharıdır_2006


    Abdullah ÖCALAN : Newroz, halkların baharıdır

    Mitoloji ile siyaseti birlikte incelemek gerekir. Kendi durumumla Hector'un durumu arasında bağ kuruyorum. Hektor yersiz bir savaşa Athena tarafından sürükleniyor. Athena, Hektor'u savaşa kışkırtıyor, Hektor ölüyor ve Anadolu düşüyor. Aslında korkunç bir destandır İlyada, ben okudum; size de öneriyorum. Gılgameş'in bir uyarlamasıdır.

    Atatürk'ün de buna ilişkin bir sözü var. Çanakkale'de 'Troya'lıların intikamını aldım' diyor. Benim buradaki duruşuma ilişkin çok şey söylendi. 15 Şubat sonrası bazı Yunan gazeteleri 'Apo neden kahramanlık yapmıyor' diye yazdılar. Oyun aynı, yine Athena kışkırtıyor. Ben Hektor değilim. Hektor, kahramansam savaşmam gerekir dedi ve öldü. Anadolu düştü. Burada önemli bir belirleme yapıyorum. En büyük kahramanlık, kahramanlık yapmamaktır. Savunmamda Mezopotamya'nın Batı kültürüne karşı savunusunu yaptım. İngiliz politikası, tavşan tazı olayıdır bu. Tarihte İskender ve Darius'un meşhur çatışması da var. Gerçek kahramanlık özgürlükte derinleşmedir. En doğrusunu ben yaptım. Doğru yaptığım ileride daha iyi anlaşılır. Tarih beni doğrulayacaktır. Yaptığım çatışmayı derinleştirmemekti.



    Demokratik mimariyi kuramıyorsunuz. Bunu kavram olarak aynen yazın, önemlidir. Sonuç ne oluyor? Apo konuşmasın deniliyor. O zaman ne oluyor? Türkiye ABD'nin emri altına giriyor. Benim konuşmam Türkiye'nin lehinedir. Mahkemede düşüncelerimi tam ifade edememiştim. Oyun vardı çünkü. İster istemez biraz sınırladım kendimi. Oyunu ortaya çıkarmam gerekiyordu. Ama şimdi burada gürül gürül konuşuyorum. Düşüncelerimi özgürlük ekseninde toparladım. Doğru bildiğimden vazgeçmem, dünya gelse beni durduramaz. Doğrunun ne olduğunu ortaya koydum. Doğruların önünü açtım. Siz bile ilk başta niye böyle konuştum diye şaşkındınız. 45 yılımı bu uğurda verdim. Anadolu halkları için verdim. Kürt, Türk, Arap, Çerkes, Ermeni ayrımını yapmadan hepsini sevdim. Bu toprakların özgürlük problemi var. Zorba oligarşinin, Kürt işbirlikçiliğinin benim tarafımdan sevilmeyeceği ortada. Sizin de yapmanız gereken şeyler vardı. Ama bir şeyi yapmak için onu anlamak gerekir. Bir şeyin anlamını tam bilmeden yapmak hamallıktır. Hamal da ancak birkaç kuruş kazanç elde edebilir. Gençler beni anlamıyor hamallık yapıyor. Türkiye beni anlamıyor kendini zora sokuyor. Anla! istersen idam, istersen tecrit et. Ama anla! Anlamadığın için kendini zora sokuyorsun. Ucuz bir Kürtçülük yapmadım. Kürdün inkarı Türkiye'yi zayıf düşürdü. Abdulhamit bile ancak Kürtlere sahip çıkarak imparatorluğun dağılmasını önledi. Yavuz ancak Kürtlere sahip çıkarak cihan imparatorluğu haline geldi. Alpaslan, size tarih veriyorum 15 Mayıs'ta Silvan'da on bin Kürt askerini topladı, Anadolu'ya giriş yaptı. Mustafa Kemal de Kürtlere sahip çıkarak cumhuriyeti kurabildi. Günümüzde de Kürtlere sahip çıkarak ancak Türkiye gelişebilir. Ortadoğu'da bir güç haline gelebilir.

    Gerçek yurtseverlik

    Türkiye'yi yönetenlere şaşıyorum, niye bunları görmüyorlar. Peki siz niye bunları savunamıyorsunuz. Politika yapmayı bilmiyorsunuz. Bilseydiniz iktidar olurdunuz. Politika yapmayı bilmiyorsanız ben ne yapayım? Soruşturmanın sonuna doğru bir askeri yetkili benimle birkaç kelime Kürtçe konuştu. Kürtçeyi bile biliyorlar. Verdikleri mesaj, gerekirse biz süper Kürtçülük yaparız. Devlet kendi kadrosunu hazırlamış. Kürt partisi de kurar, demokratik de yapar, sonuç da alabilir. Atatürk komünist partisini kurmadı mı? Ondan sonra TKP başarılı oldu mu? Hayır. Fakat bunu doğru bulmuyorum, devlet parti kurmamalı. Parti halkın demokratik iradesine göre kurulmalı. Kurmazsanız devlet kurar, belki yapıyordur da. Siz şansınızı iyi kullanamadınız, 2-3 yıl öncesinden bunları size söylüyorum. Doğruları anlamak Türkiye için önemlidir. Gerçek yurtseverlik de budur.

    Newroz

    Şimdiden Newroz mesajımı kısaca belirtiyorum. Newroz Ortadoğu halklarının baharıdır. 2003 Newroz'unda halkların baharlaşmasını selamlıyorum. Nasıl ki 1850'ler Avrupa halklarının baharı olmuşsa, 2003'lü yıllar da başta Kürt halkı olmak üzere, bütün Ortadoğu halklarının baharlaşması olacaktır. Milliyetçilik değil, demokrasi temelinde Ortadoğu halklarını, tarihin enginliğinden, derinliklerinden gelen birlik, kardeşlik duygusuyla dayanışma içinde olmaları dileğiyle selamlıyorum.


    12 Mart 2003 tarihli görüşme notlarından alınmıştır


    http://www.rojaciwan.com/modules.php?name=News&file=article&sid=8987



    Re: GÖRÜŞME NOTLARI_ 2006_28.12.2006

    dersim -

    Öcalan: Halkın iradesine saygı gösterilsin_30.03.2006


    Öcalan: Halkın iradesine saygı gösterilsin



    İSTANBUL (30.03.2006)- Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan, Newroz'da çıkan iradeye herkesin saygılı olmasını isteyerek, verilen mesajların iyi anlaşılmasını istedi. Görüşme sırasında İmralı'daki yetkililer tarafından müdahaleler yapılırken, görüşmede Kürt konuşmasına izin verilmedi. Öcalan, kendisini İmralı'ya getiren güçler için "Benim ölüm kararını belki de vermişler. Ancak cesedimin yaratacağı sorunları hesaplıyorlar'' diye konuştu.

    Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan'la 5 hafta sonra görüşebilen kardeşi Mehmet Öcalan ile avukatlardan İbrahim Bilmez, Zeynel Değirmenci ve Asiye Ülker önceki gün İmralı'ya giderek Öcalan'la görüştü. Öcalan, kardeşi Mehmet Öcalan'a Kürt sorununun çözümü konusundaki modellerden söz etti ve Newroz'da çıkan iradeye saygı duyulması gerektiğini söyledi. Öcalan görüşmede şu görüşleri dile getirdi:


    Gidişat hızla karanlığa doğru gidiyor. Tabi bunu burada yıllardır gündeme getirdik. Ne kadar bir şeyler yaptıysak da devlet sorunun nereye gideceğini anlamadı. Eğer bir demokratik çözüm önlemi alınmazsa tabi bunu yine söylüyorum, çok karanlık bir gelecek olur. Bu da Türkiye'ye de, Kürtlere de bölgeye de, kimseye de faydası olmaz. Ben formülü Demokratik Konfederalizm olarak açıklamıştım. Hem devletler hem Kürtler, hem bölge halkları bu çözümle tatmin olabilirlerdi ve herkesin yararına olan da budur."

    Başbakan Erdoğan'ın MHP'ye "Siz idam etmediniz" dediğini hatırlatan Öcalan, "Başbakan yanılıyor. Eğer MHP'nin elinde olsaydı bizi iki saat bile yaşatmazdı. Onlar dengeleri ve devleti düşünerek bu yola gittiler. Benim için bunu yapmadılar. Bunu herkes de biliyor" dedi.

    Öcalan, kendisini İmralı'ya getiren güçler için de, "Benim ölüm kararını belki de vermişler. Ancak cesedimin yaratacağı sorunları hesaplıyorlar. Diyorlar ki, 'Öldürürsek bunun sonuçları ne olur'. Bunu tartışıyorlar. Bana göre ölümüm, başlarına büyük bela ve sorun yaratır. Bunu da iyi bilmeleri gerekir ki bu yüzyıllarca bölgede Kürtlerle Türkler arasında telafisi mümkün olmayan bir kan davasına dönüşür. Bunun sorumluluğunu herhalde düşünüyorlardır. Bunu kendimi düşündüğüm için de söylemiyorum. Durum böyle gösteriyor ve böyledir de..." diye konuştu.

    'GERGİNLİK HALKIN GELDİĞİ SEVİYEYİ GÖSTERİYOR'

    Yaşanan gerginliklerin halkın geldiği seviyeyi gösterdiğini ifade eden Öcalan, "Bu gerginliklerin önüne geçmek için de Belediyelerin, DTP'nin, sivil toplum örgütlerinin, aydınların, siyasi partilerin ve diğer demokratik güçlerin de içinde bulunduğu bir komite gerekiyor. Bu komite barış ve demokratik bir çözüm için ilgili herkesle diyalog içinde olmalıdır" dedi.

    İtalya Zeytin Dalı örneğinden de yararlanılabileceğine işaret eden Öcalan, İspanya Başbakanı'nın yakında Türkiye'ye geleceğini de hatırlatarak, "ETA örneğinde çözüme gidiliyor, silahlar susuyor. Bu konuda Türkiye Başbakanı onların deneyimlerini sorabilir. Biz de ETA veya IRA örneği çözüme açığız. Böyle bir çözüme varız. Zaten burada yıllardır çözüme hazır olduğumuz dile getiriyoruz" şeklinde konuştu.

    NEWROZ İRADESİNE SAYGI

    Newroz'u radyodan çok kısıtlı olarak takip edebildiğini ifade eden Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan, "Bütün çalışanlara, katılanlara teşekkür ediyor, selam ve sevgiyle bayramlarını kutluyorum" dedi. Öcalan, "Newroz'da çıkan iradeye herkesin saygı göstermesi gerekir. Oradan verilen mesajlar iyi anlaşılmalıdır" diye konuştu.

    4 Nisan'ı bütün kadınlara ve özellikle analara hediye eden Öcalan, "Bu vesileyle ben de küçüklerden büyüklere kadar herkese selam, sevgi ve saygılarımı sunarım" dedi.

    Birkaç cezaevinden kendisine mektup geldiğini ve çok sevindiğini belirten Öcalan, "Çok bağlılıkları vardır. Onların mektuplarından moral buldum. Avrupa'dan Barış Grubu'ndan gelen arkadaşımız Aysel Doğan ve Dilek Kurt'un mektubuydu" dedi. Mektup gönderenlerin şahsında bütün cezaevinde olan arkadaşlarına sonsuz sevgi, saygı ve selam iletti.

    GÖRÜŞME KESİLEREK ENGELLENDİ

    Av. İbrahim Bilmez, 5 haftadan bu yana müvekkilleri ile görüşemediklerini, durumu hakkında bilgileri olmadığını, bu görüşmede Adalet Bakanlığı'ndan bir memurun hazır bulunduğunu ve görüşmeyi kayda alındığını söyledi. Av. Bilmez, görüşme başladıktan birkaç dakika sonra müvekkilinin kendilerine güncel gelişmelerden haberdar olmadığını ifade etti. Öcalan'ın "2-3 haftadır gazeteler bana verilmiyor. Verildiğinde de önemli haberler kesiliyor. Örneğin 8 Mart tarihli Milliyet gazetesinin 10 sayfası yoktu. Sadece reklam ve ilanlar vardı. Bu şekilde verilecekse hiç verilmesin" dediğini aktaran Bilmez, bunun üzerine güncel gelişmelerle ilgili konuştuklarını ancak buna da müdahale edildiğini söyledi. Bilmez müdahaleyi şöyle anlattı:

    "Güncel gelişmelere ilişkin konuşmaya başlamıştık ki aralık olan kapıdan 4-5 cezaevi görevlisi olduğunu düşündüğümüz kişi içeriye girdi ve görüşmeyi keseceklerini söyledi. Sadece hukuki konularda konuşun dediler. O sırada zaten Adalet Bakanlığı memuru içerideydi ve görüşmeyi kayda alıyordu. Avukatlar olarak da müvekkilimizle zaten yasal çerçevede konuştuğumuzu, üstelik buna yasal olarak da müdahale etme hakkınız da yok. Çünkü İnfaz Yasası'na göre Adalet Bakanlığı'nın bir görevlisi hazır ve görüşmeyi kayda alıyor. Ceza İnfaz Yasası'nın 59/4 maddesinde böyle bir müdahale düzenlenmemiştir. Sadece görüşmeye girip izleyebilir, dedik.

    Bu itirazı müvekkilimiz de dile getirdi. Zaten görüşmemizde suç unsuru varsa daha sonra İnfaz Hakimi inceleyip gerekirse hücre cezası bile verebiliyor. Daha önce yasal çerçevede kaldığımız halde hücre cezası verilmişti. Görevli de yasaları ben koymuyorum, sadece yasaları uyguluyorum, dedi."

    RAHAT KONUŞAMADIK

    İbrahim Bilmez, gelişmeleri şöyle aktardı:

    "Bu gelişmeler üzerine müvekkilimiz, 'Şimdi görüşmenin koşulları yok. Bu şekilde olacaksa avukatlarımın gelmesine de gerek yok. 7 yıldır bu uygulama yok' diyerek görüşmeye son verdi ve odasına geçti. Biz de cezaevi dış kapısına yönelmişken geri çağrılıp bekleme odasına alındık. 15 dakika bekledikten sonra görüş tekrar başladı. Fakat görüş boyunca gergin bir hava vardı. Her an kesilebileceği kaygısıyla biz de müvekkilimiz de rahat bir şekilde konuşamadık."

    Bilmez, görüşmeden sonra Öcalan'ın özellikle Diyarbakır'da yaşananlar dahil birçok güncel olaylardan haberdar olmadığını düşündüklerini ve güncel konularda haber vermelerine izin verilmediğini söyledi.

    KÜRTÇE KONUŞMAK YASAK

    Öcalan'ın kardeşi Mehmet Öcalan da görüşme başlamadan önce güvenlik yetkililerinin görüş kabinine gelerek "Kürtçe asla konuşmayacaksınız, konuşursanız görüşü keseriz" dediğini aktardı. Mehmet Öcalan, görevlinin daha sonra dışarı çıkıp kendisini duyacak şekilde beklediğini belirtti. Ardından Öcalan'ın görüş kabinine geldiğini aktaran Mehmet Öcalan, Öcalan'ın görüş saatini sorduğunu, yetkililerinin de "yarım saat" diye yanıtladığını aktardı.

    ANF NEWS AGENCY


    http://www.rojaciwan.com/modules.php?name=News&file=article&sid=9340



    Re: GÖRÜŞME NOTLARI_ 2006_28.12.2006

    dersim -

    Notları: ÖCALAN:Beni Yunanistan'dan CIA Uçağı Kaçırdı...



    Notları: ÖCALAN:Beni Yunanistan'dan CIA Uçağı Kaçırdı...

    Öcalan, avukatlarından Yunanistan'a karşı AİHM'de dava açılmasını isterken, Yunanistan'dan çıkarılırken bindirildiği uçağın CIA'ye ait olduğunu belirterek, 'Avrupa Konseyi bugün bunu görmezlikten gelemez' dedi

    Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan, avukatlarından Yunanistan'daki davasını AİHM'e götürmesini istedi. Kendisini Yunanistan'dan çıkaran uçağın CIA'ye ait olduğunu belirten Öcalan, bugün CIA casus uçaklarına Avrupa Konseyi'nin tavır aldığını hatırlattı ve 'Avrupa Konseyi artık bu uygulamaları araştırıyor ve yasadışı kabul ediyor. O zaman görmezlikten gelen Avrupa Konseyi ve Mahkemesi, bugün bunu görmezlikten gelemez' dedi. Öcalan, kendisini suçlayan İsmail Beşikçi'ye de sert yanıt vererek, 'Benim devletle işbirliği yapmam, savaş kararı almam kocaman bir yalandır. Bunu söyleyen Beşikçi, ucuz Kürt milliyetçiliği yapıyor' dedi.




    Geçen çarşamba günü avukatları ve kardeşi Mehmet Öcalan'la görüşen Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan, yeniden yargılama, kendisine gelen mektuplar, sağlık sorunları gibi çeşitli konulara ilişkin görüşlerini açıkladı. İki-üç haftadır gelişmelerden haberdar olmadığını dile getiren Öcalan, 'Getirdiğiniz gazeteler verilmiyor. Ya da önemli haberler kesilerek veriliyor. Hatta 8 ya da 9 Mart tarihli Milliyet gazetesinin 10 sayfası yoktu. Sadece gazetelerin reklam, ilan, spor, magazin sayfalarını veriyorlar. Böyle olacaksa hiç vermesinler. Bu gazeteler Hürriyet, Milliyet gibi gazeteler... Söylediğim gibi gazeteleri sansürleyerek veriyorlar' şeklinde konuştu. Avukatlarının bu konuda savcılık ile görüşmesini isteyen Öcalan, mektuplarının da sansürlendiğine dikkat çekti. Mektupların bir cümle halinde verildiğini söyleyen Öcalan, 'Zaten büyük bir kısmı verilmiyor. Son zamanlarda iki telgraf ve beş on tane mektup aldım. Çoğu sansürlenmişti' dedi.

    Mektupların çoğunun cezaevlerinden geldiğini ifade eden Öcalan, şunları dile getirdi: 'Mesela Aysel Doğan'dan ve bir iki arkadaştan mektup aldım. Arkadaşlar bana mektup yazabilirler. Bu mektuplara seviniyorum. Mektup yazan arkadaşlara selamlarımı iletirsiniz. Mektuplarda beni övdükleri gerekçesi ile sansür uygulanıyor. Bir cümlelik olarak veriliyor. Buna gerek yok. Biz bu şekilde kendi kendimizi sansürlemiş oluyoruz. Benim övülmeye ihtiyacım yok. Mektup yazan arkadaşlar 'Öcalan arkadaş' diye yazabilirler. İçerik olarak da beni övmeye gerek yok. Arkadaşlar, felsefi, edebi, sosyal ve doğa çevre konularına ilişkin derin şekilde yazabilirler. Ben bunu İnfaz Hakimliği'nden yazılı olarak sordum. Bana bu konularda yazışabileceğim şeklinde cevap geldi. Arkadaşlar bu konularda yazabilirler. Bu arada bana 2000 yılından beri mektup yazan herkese selamlarımı söyleyin.'

    Yazışmalarına hukuka aykırı bir şekilde müdahale edildiğini de ifade eden Öcalan, avukatların bu konuda gerekenleri yapmasını isteyerek, 'Öcalan'ın ifade özgürlüğünün sınırı nedir' diye İnfaz Hakimliği'ne başvurmalarını talep etti.

    Yargılama için bilgi lazım

    Öcalan, AİHM'de devam eden 3 davası olduğunu, bunlara cevap verebilmesi için sağlıklı bilgi alması gerektiğini belirterek, 'Zaten görüşmeler İnfaz Hakimliği'nce daha sonra inceleniyor. Daha önce bir görüşme nedeniyle haksız bir şekilde, yasal çerçevenin dışına çıkıldığı gerekçesi ile hücre cezası verilmişti. Avukatlarım bu konuda gerekli itirazları yapmışlar ama, burada sonuç alamayınca davayı AİHM'e taşımışlar. Yeniden yargılama süreci başladı. Bu konuda ben yapmam gerekenleri yaptım. Artık 11. Ağır Ceza Mahkemesi'nin kararını bekleyeceğiz. Karar olumsuz olursa Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi ile Türkiye hükümeti karşı karşıya gelecektir' diye konuştu.

    'Avrupa, hukukunu çiğniyor'

    Savunmaya hazırlandığını belirten Öcalan, savunmayı Ortadoğu'daki sömürülen milliyetçilik üzerine yapacağını ve bunun kazandırmadığını işleyeceğini söyledi. Yoğunlaşmasının sürdüğünü anlatan Öcalan, 'Şu anda savunmaya hazırlanıyorum. Yoğunlaşıyorum. Aldığım o beş defterin hepsini kullanarak savunmamı Ortadoğu'daki sömürülen milliyetçilik üzerine yapacağım ve bunun kazandırmadığını işleyeceğim. Bunun üzerine demokrasi kavramının güçlendirilmesini savunacağım. Daha önce de savunmamın Ortadoğu'da demokrasi kültürü üzerine olacağını söylemiştim. Tabii başta hukuki savunmamı da yapacağım. Bu konuda en önemli nokta şudur; avukatlarımın da bilmesini ve üzerinde durmasını istiyorum. Avrupa topraklarından yasadışı olarak çıkarıldığım için, öncelikle bu nedenle mahkemenin beni yargılama yetkisinin olmadığını belirteceğim' şeklinde konuştu.

    Avukatların İmralı ve AİHM'deki davalarda bu noktayı iyi işleyip ortaya koyamadığını ifade eden Öcalan, şunları belirtti: 'Benim komplo ile Türkiye'ye teslim edilişim, Yunanistan'dan çıkarılışım hukuksuzdur, yasadışıdır. Türkiye'de yeniden yargılama başlayınca mahkemede ilk söyleyeceğim şey burada hukuksuz olarak tutulduğum noktasıdır. Avrupa kendi hukukunu çiğnemiştir. Beni Yunanistan'dan çıkaran uçak CIA uçağı idi. Hiçbir resmi kaydı yoktur. O zaman bunu düşünemediğimizi daha önce de söylemiştim. Herkesin bildiği gibi şimdi Avrupa Konseyi CIA'nin casus uçaklarını tartışıyor. İnsanlar bu uçaklarla yasa dışı olarak Avrupa topraklarından kaçırılıp sorgulanıyorlar. Avrupa Konseyi artık bu uygulamaları araştırıyor ve yasadışı kabul ediyor. Bu nedenle Avrupa Konseyi ABD'ye karşı tavır aldı. İşte bu uygulama ilk defa bana karşı gerçekleştirilmiştir. O zaman Avrupa Konseyi ve mahkemesi bu noktayı görmezlikten gelmişti. Artık bugün görmezlikten gelemez. Bu noktanın savunmalarda çok iyi işlenmesi lazım. Çünkü başlangıç hukuksuz olunca benim burada tutulmamın da hukuksuz olduğu ortaya çıkacaktır.'

    Yunanistan'a dava açılsın

    Yunanistan'daki davasının önemine dikkat çeken Öcalan, 'Bu dava sona erince, avukatlarım Yunanistan aleyhine benim yasadışı şekilde Yunanistan'dan çıkarıldığıma dair AİHM'de dava açmalıdır. Yunanistan'daki mahkeme benim Yunanistan'a girişimin yasadışı olmadığına karar vermişti ama, benim Yunanistan'dan çıkarılışım yasadışıdır. Yunanistan da Avrupa Birliği'ne üye olduğu için ben Avrupa topraklarından yasadışı bir şekilde çıkarıldım. Ayrıca Yunanistan'da iltica başvurum da vardı. Hatta İtalya'da iltica başvurum kabul edilmişti. İtalya'ya karşı da dava açabilirdik ama, İtalya'dan çıkarken imzalı mektup vermiştim. Oradaki dostları zor durumda bırakmak istemedik. Türkiye'de yeniden yargılama başlayınca hukuki savunmamızın en önemli noktalarından birisi Avrupa topraklarından yasadışı bir şekilde çıkarılmam olacaktır.'

    'Savunmalarım kimliğimdir'

    Arkasındaki büyük halk desteğinin gerçek olduğuna vurgu yapan Öcalan, devletin olaya 'terör meselesi' olarak baktığına işaret ederek, 'Oysa biz her fırsatta barışı ne kadar istediğimizi, elimizden gelen her şeyi yapmak istediğimizi söylüyoruz. Benim varlığım, dilim, kültürüm kabul edilmiyor. Ben savunmamda bu konulara da değineceğim. Savunmamda benim kimliğimi, siyasal kişiliğimi, kültürel haklarım ile savunma hakkımı tanımayıp, avukat görüşümü engelleyen, yasal olarak yayınlanan bir gazeteyi dahi sansürleyerek bana veren, beni tecrit eden, beni tanımayanı ben de tanımıyorum diyeceğim' diye konuştu. Hukuki olarak durumunun Zana'ların durumuna benzediğini de belirten Öcalan, 'Örgüt üyeliğinden ceza verilebilir. Çünkü biliyorsunuz silahlı eylemim söz konusu değil. Benim sadece ifade özgürlüğü çerçevesinde görüş belirtme durumum vardır. Geçmişteki çatışmalar da meşru müdafaa olarak değerlendirilebilir. Çünkü varlığımız, dilimiz, kimliğimiz kabul edilmiyor. Savunmalarımı açıkladığım tüm bu hususlar çerçevesinde yapmayı düşünüyorum' şeklinde konuştu.

    Sağlık sorunları devam ediyor

    Sağlık sorunlarına ilişkin de bilgi veren Öcalan, durumuna ilişkin şunları belirtti: 'Cildimde yaşadığım kaşıntı sorununa ilişkin olarak cilt doktorlarının sorduğu bazı hususlar vardı. Kaşıntı özellikle bacaklarda var, karın kısmında ve kafamda var. Geceleyin pijamaları giyerken hava ile temas olunca kaşıntı oluyor. Kasıklarımda da çok yoğun bir şekilde var fakat mantar olduğunu söylemişlerdi. Son altı ayda herhangi bir tahlil yapılmadı. Gece-gündüz farkı yok. Kaşıntı yüzünden uykudan uyanma oluyor. Nefessizlik yüzünden geceleri uyuyamıyorum. Havasızlık ve idrara çıkma yüzünden geceleri sık sık uyanıyorum, çok az uyku uyuyabiliyorum. İştah sorunum yok. Kaşıntı olan yerlerde kanama, kabuklanma, yara yok ama küçük kızarıklıklar var. Tüy dökülmesi yok. Bacaklarıma dokunur dokunmaz şiddetli bir kaşıntı başlıyor.'

    Bugüne kadar hiçbir cilt doktorunun gelmediğine değinen Öcalan, bir cilt doktoruna görünmesi gerektiğini belirterek, bu konuda girişimlerde bulunulmasını istedi. Avukatların Adalet Bakanlığı'na bu konuda başvuruda bulunduğunu da hatırlatan Öcalan, bir ara doktorların geldiğini fakat detaylı bir incelemenin olmadığını belirterek, 'Gelen doktorlar içinde cilt doktoru gelmemişti zaten' dedi. Öcalan şunları dile getirdi: 'Esas genzimde eskiden beri devam eden sorun beni çok zorluyor. Tıkanma yapıyor, akıntı yapıyor, ağzımda acımsı bir tat ve kılçıklanma yaratıyor. Zaten burada dayanmak için çok güçlü bir irade ve amaç, güçlü bir zihinsel inanç gerekiyor. Çok disiplinli olmak gerekiyor. Maneviyatın çok güçlü olması gerekir. Burada kendimi bırakırsam üç gün bile dayanamam. Fiziksel olarak vücudum çürüyebilir ama güçlü bir zihinsel dünyam var.'

    'Beşikçi ucuz Kürt milliyetçiliği yapıyor'

    Bir gazetede İsmail Beşikçi'nin kendisiyle ilgili değerlendirmelerinin olduğuna işaret eden Öcalan, Beşikçi'ye cevaben şunları söyledi: 'Devletin güdümünde olduğumu, bu nedenle özgür hareket edemeyeceğimi, dışarıdakilerin konuşması gerektiğini,hatta benim devletle anlaşarak savaş kararı verdiğimi söylemiş sanırım. Bu bana açıkça bir saldırıdır. Yalan, yalan, yalan. Bunları nasıl söyleyebilir? Bunlar bana yapılan saldırılardır. Bana hakaret ediliyor. İşte bunlara karşı kendimi savunmam gerekir. Bu aslında devlete karşı da bir saldırıdır. Bu nasıl olabilir? Bunlarla gerekirse konuşulmalı, dava açılmalı. Çarpıtmasınlar. Benim devletle işbirliği yapmam, savaş kararı almam kocaman bir yalandır. Bunu söyleyen Beşikçi, ucuz Kürt milliyetçiliği yapıyor. Kendisinin arkasında devletler var. Kürt milliyetçiliğini kullanmak isteyenlerin başları dışarıdadır, biliyorum. Ama bilsinler ki bu ilkel milliyetçiliğin ipliği pazara çıkmıştır. İlkel milliyetçilikle, şoven milliyetçilik karşı karşıya getirilmek isteniyor. Bu çok tehlikeli bir oyundur. Halkımız aç kalsa da bu oyuna gelmemelidir. Bu husus çok önemlidir. Herkes mümkün olduğu kadar bu milliyetçiliklerden kaçınmalıdır.'

    Lenin devlet kurarak devrimi bitirdi

    Çözümlerinin devlet hedefleyen ilkel milliyetçi çözüm olmadığına dikkat çeken Öcalan, 'Daha Az Devlet Daha Çok Toplum' adlı kitabı daha önce de önerdiğini, okunursa görüşlerinin anlaşılmasına yardımcı olacağına vurgu yaptı. Öcalan, 'Bu kitaptaki görüşler benim görüşlerime çok uyuyor. Lenin devletle, devrimi bitirmiştir. Yine Latin Amerika'daki demokrasi hamlesi devlet ulusalcılığını aşmadığı sürece kalıcı olması mümkün olmaz. Benim demokrasi anlayışım Batı burjuvazisi demokrasisi de değildir. Halkçı demokrasidir. Bunu daha önce defalarca açıklamıştım. Bizim için önemli olan demokrasinin toplumun her kesiminde her aşamada binlerce örgütlenmesidir' diye konuştu.

    Sezer'e cevap: Biz şiddetten yana değiliz

    Radyodan Cumhurbaşkanı Sezer'in açıklamasını dinlediğini belirten Öcalan, ' 'İşte terör ulusumuzun birliğini bozuyor' demişti. Oysa biz ister üniter devlet, ister ulus devlet olsun demokratik seçeneğin bunlarla çelişmeyeceğini ve sorunların bu çerçevede çözülebileceğini hep söyledik. Şiddetten yana değiliz, toprak ayırmak gibi bir amacımız yok, dedik. Rus bir yazarın çok önem verdiğim Çeçenistan sorununa ilişkin bir sözü var. Şöyle diyordu; 'Sorun ne Çeçenistan'ın bağımsızlığı sorunu ne de Rusya'nın toprak bütünlüğü sorunudur. Sorun Rusya'nın demokratikleşmesi sorunudur.' Bu çok önemlidir. Biz de aynı şeyi Türkiye için söyledik ve sorunun Türkiye'nin demokratikleşmesi sorunu olduğunu söyledik' şeklinde konuştu.


    http://www.rojaciwan.com/modules.php?name=News&file=article&sid=9466




    Re: GÖRÜŞME NOTLARI_ 2006_28.12.2006

    dersim -

    Öcalan: Erdoğan'ı uyarıyorum!



    Öcalan: Erdoğan'ı uyarıyorum!


    Yol ağzına gelindiği kesin. Erdoğan’a yazdığım mektupta bir yol ağzında olunduğunu belirttim. Altı yedi yıldır baraj kapağının önünde durdum dedim. Bu görüşlerim devlete gitti. Devlet biliyor. Görüşler geri alınamaz. Ben bu biçimiyle bundan sonra artık barajın önünde duramam dedim. İstesem de bunu önleyemem dedim. Devlet tartışıyor tabii. Bu sözün ne anlama geldiğini bilir. Daha önce açıkladığım dört ilkeden dolayı bu durumu daha fazla sürdüremem. Psikolojik ve fiziki durumum, etik anlayışım, toplumsal mantığım gereği artık sürdüremem demiştim. İdamdan, şundan bundan korktuğum için değil, doğru bulduğum için bu tavrı sürdürmüştüm.

    Not: Bu yazı 19.01.2005 tarihli görüşme notlarından alınmışdır.





    Mektubumda belirttiğim tarihi durum şu: 1948’de İsrail Devleti kurulurken ortaya tarihi bir durum çıktı. Arap aleminde muazzam bir tarihsel kırılma yaşandı. Bu durum altmış yıldır sürüyor. İkinci büyük kırılma şimdi Kürdistan’da ortaya çıkıyor. Siyonist milliyetçilik İsrail Devletini doğurdu. ABD ve İngilizlerin el atmasıyla Arap milliyetçiliği Filistin Devletini doğuruyor. O neye yol açtı? Ortadoğu’da kan deryasının akmasına yol açtı, maddi ve manevi değerler muazzam büyük darbe yedi. Çok geriye gitti. Şimdi ikinci büyük kırılma Kürdistan, Arap ve Acem üçgeninde ortaya çıkan çatışmalı Kürt milliyetçi oluşumu kritik bir aşamayı yaşıyor. İlkel milliyetçilik, modern milliyetçiliğe dönüşecek. Bu Kürt milliyetçiliği devletleşmek durumunda. Arap, İran ve Türk’e karşı savaştıracaklar. Bu Kürt hakim işbirlikçi tabaka ABD, İngilizler ve hatta Avrupa’ya da dayandırılarak devletleştiriliyor.



    ABD bunu niye istiyor? Bir iki cümleyle tarihi geçmişe değineceğim. ABD Ermenilere el attı, Ermeniler bitti. İngilizler İyonyalılara el attılar, onlar da yok oldular. Yine İngilizler Asurilere el attılar, onları da bitirdiler. Buna benzer pek çok örnek verilebilir. Anadolu halklarının sonu getirildi. Bu halkların üç bin yıllık tarihleri vardı. Sonra ne oldu? İngiliz ve Fransız burjuvazisine pazar doğdu. İngiliz ve Fransız emperyalizminin ticari çıkarları uğruna üç bin yıllık kültürler yok oldu. İşte bu nedenle istiyorlar.



    Katliamcı deyip sadece Türkleri suçlayamayız. Ermenilerin Türklerle bin yıllık ilişkisi vardı. 1915’e kadar jenosit olmadı. Ermenilerin durumu iyiydi. Çünkü Osmanlı Türk Sultanının iradesi vardı. Batı işin içinde olmadığı için katliam olmadı. Halklar kardeşçe yaşıyorlardı. Hatta iktidarda Rum ve Ermeni bakanlar da vardı. Ne zaman Batı bu halklara el attı, peşi sıra katliamlar geldi. Ne zaman Ortadoğu’yu devletler paylaşmak istediler, sonuç felaket oldu.

    Kürtleri de kullanmak istediler. Ama Kürtler daha çok sultanın yanında yer aldılar. Çok zarar da görseler de, yok olacak kadar bir katliama uğramadılar. Kürtler, seksen yıl sosyal ve kültürel gelişmelerden tecrit edilerek günümüze kadar gelebildiler.



    PKK buna isyan etti. Sonuçta devreye tekrar ne girdi? Bugün Güney’de bir Kürt devleti doğuyor. Arkasında ABD ve Batılılar var. Bu devletin ideolojisi milliyetçidir. Bu milliyetçilik yerinde durmayacak. İran’dan, Türk’ten, Arap’tan, şundan bundan bir şey isteyecek. Bu da katliamları getirecek. Bunlar yaygınlaşacak.



    Bu milliyetçi cephe beni de çekmeye çalıştı. Dolaylı olarak hissettirdiler, “Gel bu cephede yer al” dediler. Uyardılar, “Gelmezsen her türlü pisliği yapacağız” dediler. Benim için Kürt feodalitesine, milliyetçiliğine sığınmak ilke ihanetidir. Hayat felsefemde, dünya görüşümde bu yoktur. Ben ilkelerim gereği, ilkel milliyetçiliğe teslim olmam. İttifak olabilir, ancak ilkel milliyetçiliğe sığınmak olmaz. Hiçbir güce teslim olmadım, gidip ilkel milliyetçiliğe de teslim olmam. Olmadığım için 90’larda İngilizlerin yardımıyla PKK’yi bitirme temelinde Türk devleti ile anlaştılar. Mehmet Ali Kışlalı’nın kitabında vardı. Güreş, “İngilizler bize yeşil ışık yaktı” diyordu. Gazetelerde okudum.



    Gelelim Kürt devletine. Bu ekip Kürt devletini destekledi. Karşılığında ise benim kellemi istediler. Biliyorsunuz, bana karşı pek çok kez suikast girişimi oldu. Bu Kürt devletinin oluşumunda Türk devletinin katkısı var. Kürt devleti Türk işbirlikçisi mi, ben buna karışmam, bunu bilmem. Ama bunun karşılığında PKK’yi ve beni yok etme vardı. 90’dan sonra Çiller’le başladı ve Erdoğan’a kadar geldi. Belki kısmen asker-sivil anlaşmış da olabilir. Bütün devlet anlaştı diyemem. PKK’yi tamamen bitirme karşılığında Barzani’yi ve Talabani’yi yanlarına çekmek, beni de bitirmek istediler. Bu bir çizgidir. Biz özgücümüzle direndik, bugüne kadar geldik. Doğacak Kürt devleti şüphesiz İsrail-Filistin durumunu bize hatırlatacaktır. Kürt devletinin sonu, Filistin-İsrail gibi olur. Ortadoğu’da dört milliyetçilik var. Arap, Türk, Kürt ve Acem milliyetçiliği; çelişki giderek şiddetlenecek, bu yaratıldı. 1958’de El Fetih kuruldu. 69’da Arafat El Fetih’in Başkanı oldu. Arafat’ın çok çabası oldu. Yarattığı çok şey de oldu. Ama ben onun tarzını da benimsemedim.



    Kürdistan’da kavga yeni başlıyor. İran’a ve Türkiye’ye yönelik tarihi yeni bir dönem başlıyor. ABD, İngiliz ve Batı el attı. Ortadoğu ne petrolüne sahip çıkabilir, ne de demokratikleşebilir. 1806’da temeli atılan Kürt milliyetçiliği üçlü aşamadan geçerek devletleşiyor. İki yüz yıl önce Süleymaniye’de Abdurrahman Paşa ile Kürt milliyetçiliğinin temeli atıldı. 1945’te örgütlenme aşamasına geçti ve KDP’ler kuruldu. Ve gelinen üçüncü aşama devletleşmedir. Kürt milliyetçiliği ayağı yere bastığında, Ortadoğu’da adamakıllı direnir. Nüfusu İsrail’den fazladır. Toplam elli milyon Kürt nüfusu var. Bir de Kürt tipi var, dağ Kürt’ü var. Kerkük petrolü ile birleşti mi tamamdır. Muazzam bir savaş çekirdeği doğuyor. Bu savaş çok kanlı gelişir, kan deryası akar. Bütün Ortadoğu kan deryası olur. Elli yıl daha bu güçle savaşı götürebilir. Bütün Ortadoğu Irak gibi olur. Hem çatışır, hem uzlaşırlar. Ama halklara rahat yüzü vermezler. Arap halkları, Kürt halkı inim inim inletilecek. Bir yüz yıl daha bunu götürmek isteyecekler.



    Bizim tavrımız neydi? Türk, Arap ve Acem devleti benim dediklerimi anlamak zorunda. Anlamazsa ne olur? Ortadoğu kan deryasına döner; kültürü, işi gücü yok olur. Hayır gelmez. Bir Latin Amerika’ya, Güney Afrika’ya döner. Benim buna karşı tavrım ilkelidir. Çizgi savaşımımı doğru buluyorum. Ben ne yaptım? Demokratik sosyalist anlayışımı geliştirdim. Savaş-barış anlayışımı geliştirdim. Günümüze kadar geldim. Bu konuda Savunmalarım, görüşlerim ortada, açamıyorum, bol bol alıntı yaparsınız. Toplumsal özgürlük anlayışımı, Ortadoğu halklarının özgürlük savaşımını nasıl ele aldığımı Savunmamdan alıntılarla zenginleştirin. Belki görüşmeler olmaz. Ayda bir ya olur ya olmaz. Hava durumu engeli falan diyorlar. Tarihi günlerdir, yol ağzındayız dedim. Bundan sonrası önemli. Türkiye, Suriye, İran anlar veya anlamaz, benim için önemli değil. Benim bütün tasavvurum Kürdistan’ı kan deryasına dönüştürmemek.



    Benim Kürdistan özgürlük mücadelem sürüyor. Geliştirdiğim Kürdistan özgürlük mücadelesinden vazgeçmem. Kesindir, bu sonuna kadar gidecektir. Zaten özgürlük savaşımımım yedi yaşından beri sürüyor. Kürdistan özgürlük mücadelesi anlayışım şu: Devletleşme ile özgürlük getirilemez. Devletleşerek Kürtlerin özgürleşeceğine inanmıyorum. Hem felsefi olarak ve siyasi olarak, hem de mevcut güncel siyasi koşullar itibariyle Kürdistan için devletleşmeyi istemek hazin sonuçlar yaratabilir. Devlet baskı demektir, baskıyı doğurur. Arafat bütün çabasına rağmen milliyetçiliği aşamadı. Ama ben öyle bir milliyetçi savaşçı olamam, olmayacağım. Benim çözümüm netleşti.



    Geçende söyledim: Ortadoğu ve hatta bütün dünya halkları için geçerli çözüm demokratik konfederalizmdir. Demokratik konfederalizm devlet olmayan, demokratik ulus örgütlenmesidir. Demokratik konfederasyon azınlık örgütlenmesidir; kütür örgütlenmesi, dini örgütlenme, hatta cins örgütlenmesi ve buna benzer örgütlenmelerdir. Buna demokratik ulus ve kültür örgütlenmesi diyorum. Her köyde demokratik bir komün çıkar. Her kültürel örgütlemenin, bunların tümünün birleştirilmesi konfederasyondur. Çizgi olarak yansıtılmalı. Buna devlet olmayan demokratik konfederasyon diyorum.



    Bunun tarihi örnekleri de var. Daha önce Atina demokrasisi vardı. Sümerlerde de benzer bir örgütlenme vardı. Savunmamda bunları açmıştım. Avrupa konfederalizmi doğuyor. Ortadoğu konfederalizmi de olabilir. Kürtler için de Ortadoğu’da Kürt konfederalizmi uygundur. İsrail ve Filistin kendi aralarında demokratik konfederalizmi oluşturabilirler. 22 Arap devleti, kendi arasında demokrasiyi gözeten demokratik konfederalizm olabilir. Türkler kendi aralarında Türk demokratik konfederalizmi kurabilir. Bütün Türkleri tek devlet bayrağı altında toplayamazsınız. Çünkü hepsi milli devletlerdir. Ancak kendi aralarında demokratik konfederalizm olabilir.



    Kürtler için de bu uygundur. Kürtler kendi içinde, sınırlara dokunmadan, kendi aralarında Kürt demokratik konfederalizmini kurabilirler. Bütün Kürdistan parçaları, sınırlara dokunmadan, sınırları engel yapmadan, sınırları bir köprü olarak görüp demokratik konfederalizmi geliştirebilirler. Kürtler kendi aralarında siyasi, kültürel ve politik ilişkiyi sağlarlar. Sınırları yıkmak değil, köprü yapmaktır. Bunun kimseye zararı yoktur. Bu yapılmazsa kan deryasına döner. Kürtler kanlı bir süreçten ancak böyle kurtulabilirler. Kansız Kürt demokrasisi böyle gelişir. Aksi halde Filistin-İsrail benzeri kanlı süreç yaşanır. Bu çözüm Kürt milli devleti etrafındaki boğazlaşmayı önler. Bunun için ulus devletlerin demokrasiye açık olmaları tek şarttır. Kürtlerin demokratik bir ulus olmalarına karışmayacak, uzlaşacak. Bu muazzam kazandırır. Türkiye, İran, Suriye ve hatta Kürt devletçiği de buna engel olmamalıdır.



    Türkiye demokratik bir devletim diyor. Demokratik duyarlılık gösterirse bütün problemler çözülür. Aksi halde “Demokratik ulus şansını vermeyeceğiz, tasfiye edeceğiz, PKK’yi boğacağız, Barzani ve Talabani yardımcı olacak, İran’la anlaştık, şununla bununla anlaştık, ortadan kaldırırız” derlerse felaket olur. PKK boğulursa Kürt milliyetçiliği mutlak hakim olur. Devlet kendini kandırıyor. “PKK zayıf düştü, parçalandı, Kongra Gel bitti” diyorsa yanılıyor. Öyle kolay kolay bitmez. PKK aşılırsa Kürt Hizbullahı hortlar, Kürt milliyetçiliği egemen olur, Kürt dinciliği ve Nakşibendiciliği gelişir. Bu ikisi birleşirse, asıl felaket o zaman olur. Dışarıda Türklerin düşmanları var. Hepsi Kürt milliyetçiliğinin arkasına sığınır, her şey yapmak isterler. Anadolu halklarına çektirecekler.



    Şu anki hükümetin katkısı ile oluyor bunlar. Erdoğan bunu anlamıyor. Erdoğan’ı bir kez daha uyarıyorum. Ya uzlaşmaya gelirsiniz ya da Kürt milliyetçiliğini durduramazlar. Elli milyonu bir de Dolarla besledin mi, füze verdin mi, nasıl durduracaksınız? Emperyalizm bunu yapacak. Burada kıyamet koparıyorum. Gidin söyleyin, kendini parçalıyor deyin. Kardeş kanı akmasın diyor. (Masaya vurarak) Bu adam bağırıyor deyin. Bu milliyetçi gelişme felaket getirir. Bu milliyetçi oyun içinde Kürtler başarılı olursa Türkler, Türkler başarılı olursa Kürtler yok olur. Realite buna doğru götürür. Fransızlar Ermenilerin, İngilizler de İyonya’lıların arkasına geçip bu halkları yok ettirdiler.



    Ortadoğu’da ABD bunu istemiyor da olabilir. Ama objektif durum buna gidiyor. ABD istese de altından çıkamaz. Çeçenistan’ı bile önleyemiyorsunuz, bunu nasıl önleyeceksiniz? Benim Sayın Erdoğan’a son uyarımdır. Demokratik Kürt Hareketine karşı üçlü toplantılar yapıyorsunuz, “PKK’yi imha ederim” diyorsunuz. PKK kolay kolay imha olmaz. Benim görüşlerim budur. APO savaş başlatıyor deniliyor. “Hayır, APO savaş istemiyor. Elli yıl sürecek savaşın önüne geçmek istiyor. Kardeşçe, onurluca demokratik birlik istiyor” deyin.

    Ben şu an özgürlük savaşçılarına hitap ediyorum. Eğer bu imha politikası devam ederse, Kürt işbirlikçilerini devreye sokmaya çalışırlarsa, size düşen de korkunç direnmedir. İki ay böyle devam ederler. İmha ve inkar politikaları ile üzerlerine bitirme temelli gelinirse, diplomatik siyasi yollarla sizi imha etmek için sıkıştırırlarsa, size düşen korkunç bir direnmedir; kendi halkınızın özgürlük ve onurunu korumaktır. Bunlar anlamıyorlar, halen imha siyasetinin peşindeler. Ben Arap, Türk ve İran halklarının kardeşliğini savunduğum ve sevdiğim için bunları söylüyorum. İran, Suriye ve Irak devletine düşen demokratik diyalog geliştirmeleridir. Aksi halde oyuna geliyorsunuz.



    İran’dan ricam şudur: Kürtlerin özgürlük taleplerini demokratik uzlaşı çerçevesinde kabul ederek diyalog geliştirin. Suriye için de aynı şeyi söylüyorum. Türkiye’yi de uyarıyorum. Cumhuriyet de gidiyor. Türkiye’ye şunu söylüyorum: Sen üç beş milyon silahım, bilmem ne kadar uçağım var diyorsun. Bütün bunları ABD verdi. Kürtlere de aynısını verir. Tehlike budur. Geçenlerde bir Türk milliyetçisi gidip Sarıkamış’ta doksan bin askerin anmasını yaptı. Enver milliyetçiliği doksan bin askeri toprağa gömdü. Allah bunu kabul eder mi? Müslümanlıkta, yurtseverlikte bu var mı? Erdoğan’a söylüyorum: Özal ve Erbakan kadar olsun. Bu görüşlerime dikkat etsin. Yapmayın diyorum.



    PKK zayıf değil. Kongra Gel zayıf değil. İki ay içinde uygun adımlar atılmazsa, bu siyaset devam ederse, bütün Kürt gençlerini dağa çağırıyorum. Yoksa yok olursunuz. Sadece Türkler yok etmez, Araplar insan kesiyor. Buna karşı kendinizi koruyacaksınız. Filistin’de üç bin insan göçmen durumuna düştü. Kürdistan’da üç bin Kürt köyü boşaltıldı. Bu sefer kentlerde boşaltılır.



    Bütün Kürtleri çağırıyorum. Her türlü savunma tedbirlerinizi alırsınız. Savaş gelişirse yalnız köyler boşalmayacak, kentler de boşalacak. PKK direnecek, bitmeyecek. Kan deryasına dönecek. Yanlış yapıyorsunuz. PKK’yi demokratik birlik ve kardeşlik noktasına getirdik. Erdoğan’a diyorum: Sen daha ne istiyorsun? Senden demokratik diyalog istiyoruz. Buna gelmiyorsan, o zaman savaş istiyorsun. Filistinliler, Ermeniler, hatta Saddam bu sonu biliyorlar mıydı? Hayır, bilmiyorlardı. Emperyalizm böyle yapar. Sıra şimdi Kürtlerde. Bu sefer Türkiye çok zarar görebilir. Çünkü arkasında dünya emperyalizmi var.



    Türk halkına sesleniyorum: Türk halkı bana güvensin. Eğer kardeşliğin gereği yapılırsa, tek kurşun sıkmadan bütün PKKlileri dağdan indiririm. İki ay içinde çağrı yapacağım, dağdan inecekler. Demokratik toplumun, demokratik devletin hizmetine sokacağız. Buna gelinmezse, o zaman savaş istiyorsunuz demektir. Türk sağcısına, solcusuna, Türkiye halkına söylüyorum: Kendi hükümetinizin yakasına yapışın. Herkese sesleniyorum: Büyük bir oyun içine sokuluyorsunuz. Beni suçlamayın, benim anadilim yasaklanmış, bir okulum bile yok. Bana saldırmanız, kendinize saldırmanızdır. Bu oyunu bozalım diyorum. Onurlu bir barış gelişir, Kürtlerin özgürlük talepleri, demokratik talepleri kabul edilirse, iki ay içinde gerillayı dağdan indiririm.



    Bu, gazetede manşet olabilir. Demokratik devletle birlik istiyoruz. “Yok, PKK imha olacak” denirse, özgürlük savaşçılarına, Kürt gençlerine, özgürlük savaşınızı geliştirin, kendinizi koruyun derim. Herkes dağa gitsin demiyorum, ama dağa gidebilenlere çağrımdır. Çünkü niyet kötü. Bizi Kürt feodallerine teslim etmek istiyorlar. Bu oyunu bozmak için, iki ay içinde her türlü hazırlıklarını yaparlar. Osman gibileri kaçtı gitti. Onlar inanmış olsalardı kaçmazlardı. Gerilla inançlı savaşçıdır. Tarih benim görüşümü doğruladı. İnananlar kendi mücadelelerini her tarafta geliştirsinler. Yok olmamak, imha olmamak için her türlü meşru savunma tedbirlerinizi alın. Kürt halkını Kürt ağlarına, feodallerine, Mustafa Bayram gibilerinin yönetimine verecekler.

    Kürt kadınına da seslenmek istiyorum. Özgürlük savaşına, özgürlük mücadelesine bağlı kadın yoldaşlarım, dağda, ovada, şehirlerde büyük özgürlüğün garantisi olmalıdırlar. Bunun dışında her şey boştur. Namus, onur halkının özgürlük teminatı olmaktır. Buna da güçleri var.

    Uzlaşma gelişirse, mektubuma yanıt verilirse, bir iki ay içinde uzlaşma ve diyalog denenebilir. Eğer olmazsa, gerilla sayısı elli bin olur. Kürdistan dağları geniştir. Her alana yayılırlar. Halk da her alanda serhildan geliştirir. “Savaşa geçit vermeyeceğiz” sloganı altında serhildan geliştirilebilir. Serhildanlar fazla kanın akmasına da engel olur. Yoksa ikinci bir Ermenistan, Balkanlar durumu doğar. Çeçenistan gibi olur. Erdoğan’a, bir danışmanını gönder dedim. Ona da tenezzül etmiyor. Eğer bunları yapmıyorsa, Erdoğan ya başbakan değil, başka güçlerin elindedir, ya da demokratlıkla ilişkisi yok, İslami kılıf altında tüccar menfaatini sürdürüyor. Kürtlerin demokratik taleplerini tüccar menfaatine kurban ediyor. Şaron kadar bile olmuyor.



    Sonuç nasıl gelişirse gelişsin kabulümdür. Sonuç olarak demokratik uzlaşma ve barış çağrısında bulunuyorum. Yok, bunu tanımıyorsanız, sonuna kadar özgürlük savaşını veririz. Benim bu konuda söyleyeceklerim bitti. Bunu bol bol basın yayında verirsiniz. Televizyon işler. Halk da Avrupa müktesebatına uygun olarak serhildanlarla taleplerini dile getirir. Anadilimi istiyorum, okulumu ve kültürümü istiyorum der. Kanlı olmaması temennimdir. Savaş çağrısını yapmıyorum.

    http://www.rojaciwan.com/modules.php?name=News&file=article&sid=10062



    Re: GÖRÜŞME NOTLARI_ 2006_28.12.2006

    dersim -

    Öcalan: Diyarbakır olayları boşanmanın ilanıdır


    Öcalan: Diyarbakır olayları boşanmanın ilanıdır

    İSTANBUL (19.05.2006)- Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan, avukatlarıyla yaptığı haftalık olağan görüşmesinde önemli açıklamalarda bulundu. Öcalan Türkiye'de devlet krizinin olduğunun altını çizerek, çözüm yöntemlerini ortaya koydu. Diyarbakır olaylarının bir boşanma ilanı olduğunu vurgulayan Öcalan, buna karşın ulusların gönüllü birlikteliği için İspanya'nın Bask modelinin incelenmesi gerektiğini belirtti.

    Avukatlarıyla haftalık olağan görüşmesinde önemli açıklamalarda bulunan Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan, Türkiye'nin kendi ve Kürt gerçeğini görerek, çözüm yollarını geliştirmesi gerektiğini vurgulayarak, 'Cumhuriyet ve laiklik tehlikededir' açıklamalarının gerçeği yansıtmadığını, asıl sorunun devlet krizinin derinleşmesi olduğunun altını çizdi. Öcalan, ABD'nin Türkiye'de çatışma halini sürekli canlı tutmaya çalıştığını kaydederek, bunun krizi derinleştireceği uyarısında bulundu. Öcalan, ayrıca Türkiye'nin İran ile Kürt karşıtlığı üzerinde ittifaklara gitmesinin büyük bir yanılgı olduğuna işaret ederek, İran'ın mevcut politikalarıyla gidici olduğunu vurguladı.


    LAİKLİK DEĞİL, DEVLET KRİZİ VAR

    Avukatlarıyla gerçekleştirdiği görüşmede Öcalan, fikirlerinin Türkiye'nin yararına olduğunu hatırlatarak, "Bizi izleyenler ve diğer birçok kesim bile demokratikleşme fikrini doğru düzgün anlasalar, Türkiye'de çok şey değişir. Benim fikirlerim ne kadar hayata geçiriliyor bilemiyorum, ancak bizimkiler kendilerini yeteri kadar ifade edemiyorlar. Çünkü yeteri kadar birikimleri yok. Oysa önemli lobiler oluşturmak lazım. Her yerde fikirlerimizi anlatmanın yollarını bulabilmeliyiz. Fikirlerimizin bütün Türkiye'nin iyiliğine olduğu, bu konuda çok samimi olduğumuz özellikle Türkiye kamuoyuna iyi anlatılmalıdır" dedi.

    Avukatlarıyla görüşmesinde Türkiye'nin içinde bulunduğu duruma geniş yer veren Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan, CHP'nin "Cumhuriyet ve laiklik tehlikededir" açıklamalarının gerçeği yansıtmadığını vurguladı. Türkiye'de asıl sorunun devlet krizinin derinleşmesi olduğunu kaydeden Öcalan, şunları belirtti: "Biz sorunların çözülmesini istiyoruz. Bu konuda çok samimiyiz, bunun için uğraşıyor, projeler üretiyoruz. Bir insanın kanının dökülmesi bile bize çok acı veriyor. Hatta bu fikirlerimizin devlet içindeki bir eğilimce de benimsendiğini biliyoruz. Fakat ne yazık ki, AKP, ılımlı İslam modelinde, CHP ise 1920'lerin Cumhuriyet modelinde diretmekte. Mustafa Kemal 1923'te Cumhuriyeti kurarken 19. ve 20 yüzyıl yönetim modelini esas almıştır. Ancak cumhuriyet modeli tek başına 21. yüzyıl siyasal modeli olmaktan uzaktır. Bu her iki eğilim de doğru çözüm değil. Türkiye'de CHP'nin iddia ettiği gibi 'cumhuriyet-laiklik' tehlikede değildir. Bu kavramlara herkes sahip çıkıyor. Türkiye'de önemli bir sorun olarak devlet krizinin derinleştirilmesi sorunu var. Çözüm için toplumu ve devleti demokratikleştirmek lazım. Türkiye demokratik dönüşümü gerçekleştirmez ise 1920'li yılların cumhuriyetinde direnirse devlet krizi derinleşir. Başta ABD olmak üzere emperyal güçler Kürtleri yanına çekmek ister. Çünkü önemli bir dinamizm olarak Kürtler vardır."

    ÇATIŞMA HALİ SÜREKLİLEŞİYOR

    ABD'nin Kürtleri sürekli canlı tutarak çatışma durumunun daimi olmasını sağlamak isteyebileceğine dikkat çeken Öcalan, ABD'nin bölgesel politikaları için Kürtlere destek verdiğinin altını çizdi. Güneydeki Kürt oluşumunun şu an kazançlı göründüğünü, ancak ilerki süreçlerde orada bulunan halkların karşı karşıya gelebilmesini kaçınılmaz olarak nitelendiren Öcalan'ın şunları belirtti: "Kürtleri sürekli canlı tutmak isteyerek çatışma durumunun daimi olmasını sağlarlar. Geçmişte de böyle olmuştur. İngilizler 20.yüzyılın başında Şeyh Mahmut Berzenci'ye destek vermişlerdir. Fakat Berzenci Kürdistan devletini kuramamıştır. Bu söyleyeceklerimden Asurilere ve Ermenilere karşı olduğum anlaşılmasın. O topraklarda Kürdistan yerine Ermeni ve Asuri devletleri kurulacaktı. Fakat daha sonra bugünkü statüko oluştu. Şu anda da ABD bölgesel politikaları için Kürtlere destek veriyor. Şimdi Güney'deki Kürt oluşumu şu an kazançlı fakat bir gün bölgedeki dengeler değişirse Kürtler ile Türkler, Kürtler ile Araplar, Kürtler ile Farslar karşı karşıya gelir. Bu çok tehlikelidir. Buna karşı Güneydeki oluşum dar, milliyetçi çerçeveden çıkarak demokrasiyi içselleştirmelidir."

    İRAN GİDİCİDİR

    Bu çerçevede Türkiye'nin kendi gerçeklerini, Kürt gerçeğini ve dünyadaki değişim dinamiklerini doğruca görerek analiz edebilme yeteneğini göstermesi gerektiğine dikkat çeken Öcalan, gerçekleri görmeyerek hareket eden her devletin krize sürüklenmesinin kaçınılmaz olduğunu dile getirdi. Türkiye'nin Kürtlere karşı İran ile hareket etmesinin kendini kandırmaktan öteye gitmediğine dikkat çeken Öcalan, şunları dile getirdi: "Türkiye kendini kandırmasın. İran gidicidir. Çin ve Rusya'ya rağmen İran'ın gitmesini durduramayacaktır. Beyhude bir çabadır. Türkiye halen 'Kürtlere karşı İran ile bir şeyler yapabilirmiyiz?' diye düşünüyor. Hiç bir şey yapamaz. Aksi halde şiddet devam ederse PKK daha da güçlenecek. PKK'yi iyi tanıyorum. Direnme yöntemleri çeşitlidir. Diyarbakır'daki ve bölgede son yaşananlar da göstermiştir ki, PKK'nin genel bir ayaklanma başlatma gücü vardır. Çatışma süreci derinleşirse, böyle bir durumda yeni bir Filistin-İsrail çatışması gibi ortam doğar. Biz bunu istemiyoruz. Binlerce insanın ölümüne sebep olur. Ben burada hiç kimsenin, bir tek insanın bile zarar görmesini istemiyorum, ama maalesef beni yanlış yorumluyorlar. Yanlış biliyorlar." Yaptığı görüşmede ayrıca Demokratik Toplum Partisi (DTP) ile olan ilişkilerinin çarptırılarak yansıtıldığına dikkat çeken Öcalan, "Basında benim DTP ile olan ilişkim konusunda çarpıtmalar var. Bunlar kesinlikle gerçeği yansıtmıyor. Kürt sorununa çözüm ve Türkiye'yi demokratikleştirme iddiasıyla kurulmuş olan DTP'ye ilişkin olarak ben ancak bir sempatizan olarak fikirlerimi beyan edebilirim. İtalya'daki son seçim modeli yeni bir model olarak düşünülebilir. Sola gidilebilir, sol partilerle yeni bir çatı partisi kurulabilir. Bunu değerlendirmek ve tartışmak lazım. Gerekirse AKP ile de görüşülebilir" dedi.

    ULUSLARIN BİRLİKTELİĞİ GÖNÜLLÜ EVLİLİKTİR

    Avukatlarıyla haftalık olağan görüşmesinde önemli açıklamalarda bulunan Öcalan, daha önceki görüşmelerinde dile getirdiği ulus-devlet ve Türkiye'nin demokratikleşme sürecine ilişkin projesine geniş yer verdi. Hayatında dinsel, sınıfsal ve ulusal aşamaların olduğunu hatırlatan Öcalan, düşünsel açıdan büyük bir yoğunlaşmayı yaşadığını dile getirerek, bunun neticesinde ulus anlayışının üzerinde yoğunca durmaya başladığını aktardı. Söz konusu yoğunlaşmanın 25-30 yılını aldığını hatırlatan Öcalan şunları dile getirdi: "Benim hayatımda da dinsel, sınıfsal ve ulusal aşamalar var. Dinsel anlayış 1950 ile 1960'lı yıllardan 1970'li yılların başına kadar yer almıştır. Daha sonra sınıfsal ve sosyalist düşünceye geçiş yapmam büyük bir fikri mücadele ve fikri çile ile mümkün olmuştur. 1970'li yıllarda sosyalizm üzerine çok yoğunlaştığım noktalardır. Çok kitap okudum çok sayıda filozofu inceledim. O dönemlerde düşünsel anlamda büyük yoğunlaşma yaşadım. Daha sonra bunun neticesinde ulusal anlayış üzerine yoğunca durdum. Ulusallaşma, ulusal anlayış meselesi üzerine yoğunlaşmam 25-30 yılımı aldı. Şimdi ise tüm bu anlayışları aşarak yeni bir fikre ulaşmış durumdayım."

    HALKLARA ÖZGÜR BİRLİKTELİK

    Kürt halkının kendi aralarından demoktarik ulus bilincini tartışmaya açması gerektiğine işaret eden Öcalan, Türk halkının da özgür ve adil birlikteliğin nasıl sağlanacağı konusunu önlerine koyması gerektiğine dikkat çekti. Ancak ulusların birbirini kabullenerek ortak yaşayabileceğine işaret eden Öcalan devamlar şunları dile getirdi: "Tabi bu fikirlerim çok sistematiktir. Batı düşünce sistemine çok köklü eleştiriler var. Eski sosyalizm düşüncesinde sınıfsal anlayış hakimdir. Sosyal ve siyasal olaylara, gelişmelere sadece sınıfsal anlayışla bakmanın yanlış olduğunu bu gün artık net olarak görmekteyiz. Dinsel paradigma için de aynı şey geçerlidir. Sınıfsal anlayış yada dinsel anlayışa dayalı bakış açısı, sadece kendini doğru olarak dayatır. Bu bakış açılarıyla siyasal ve toplumsal gelişmelerin en fazla yüzde 10'unu görebilirsiniz. Bu tarz anlayışlar geri kalan gerçeklerin yüzde 90'ının üzerine fırça çeker. Bugün artık bu tarz bir düşünceye saplanmanın yanlış olduğu hepsinin genel doğruların sadece bir uzantısı olduğu ve doğruların sadece bir parçasını oluşturduğu anlaşılmaya başlanmaktadır. İktidar Olmadan Dünyayı Değiştirmek adlı kitap gibi birçok kitabı yazan düşünürler, artık bu gerçekleri görüyor ancak bölük pörçük ve belli bir sistematikten uzaktırlar. Benim bu yönlü düşünüşüm çok derinlemesine ve belli bir sistematikliği arz etmektedir. Bütün Kürtlere önerim; kendi aralarında sık sık demokratik ulus nedir, nasıl oluşur meselesini tartışsınlar. Bu konuyu derinlemesine ve çok yönlü ele alsınlar. Türkler de özgür ve adil birliktelik nasıl olur? konusunu önlerine koyup tartışmalıdırlar."

    ZORLA EVLİLİĞE BASK MODELİ

    Ulusların birlikte yaşamalarını bir tür evlilik olarak nitelendiren ve "ulusların zorla evlilik meselesinde" İspanya Bask modelini örnek gösteren Öcalan, ulus-devlet oluşum sürecinde zayıf ve kendini koruyamayan ulusların yok edildiğini hatırlattı. Öcalan, devamla şunları dile getirdi: "Eski bir deyim vardır; yani ulusların evliliği. Yeri gelmişken söyleyeyim, belki sonra daha fazla zaman bulursak üzerinde dururuz. Örneğin İspanya bu zorla evlilik meselesini Bask modeli ile aşmıştır. Bu bağlamda Diyarbakır olayları bir kıvılcımdır, boşanmanın ilanıdır. Sınıf temelli anlayışta siz binlerce yılın zulüm aracı olan devleti, zora dayalı proletarya diktatörlüğünü kullanarak sosyalizmi getiremezsiniz. Veya bu şekilde gelirseniz orada sosyalizm biter. Onbinlerce insanın kanıyla, umutla kurulmuş Sovyetler Birliği'nin yüzbinlerce insanın hayatına mal olan pratiği ve sonucu ortadadır. Dini anlayışta da birçok doğru bulunmaktadır. Hatta mitolojide de önemli doğrular bulunmaktadır. Ancak bunlar da sadece kendi pencerelerinden bakmakta ve kendi doğrularını görmektedir. Ulusal anlayışta ise sadece kendi ulusunu öne çıkarmak, sadece onun menfaatlerini düşünmek söz konusudur. Bunun sonucunda da uluslara dayalı devletlerin bitmez tükenmez savaşları yaşanmıştır, milyonlarca insan ölmüştür. Ulus-devletlerin oluşum sürecinde zayıf ve kendini koruyamayan uluslar, kültürler yok edilmiştir."

    'ULUSLARIN GÖNÜLLÜ BİRLİKTE YAŞAMALI'

    Sözkonusu konuları dile getirirken, ulusal anlayışı reddetmediğinin de altını çizen Öcalan, sözlerini şöyle sürdürdü: "Tabi ben bunları dile getirirken ulusal anlayışı reddetmiyorum. Sınıfsal anlayışı da tam olarak reddetmiyorum. Söylediklerinden onu bir yana bıraktığım anlaşılmasın. Burada biz şunu diyoruz; dinsel anlayış, sınıfsal anlayış, ulusal anlayış türlerini aşmamız lazım. Halklar nasıl demokratik bir tarzda örgütlenebilir? Kürtler nasıl demokratik bir ulus haline gelir? Devlet ve kurumları nasıl demokratikleştirilir? Bunlar üzerinde yoğunlaşıyorum. Vardığım düşünce dünyada da yeni yeni gelişen bir anlayıştır. Bazıları ulus kavramını kullanmamı ama buna karşılık devlete dayalı bir çözüm istemediğimden hareketle fikirlerimin bir tuzak olduğunu ifade ediyorlar. Hayır bu bir tuzak değildir. Bir 3 yıl önce de devlet iktidarının şiddetle eleştirmiştim. Demokratikleşme sadece iktidar yolunu barındırmamaktadır. Çok çeşitli kanallarla ve yöntemlerle demokratikleşme sağlanabilir. Burada söylemek istediğim devlet olmasın düşüncesi değildir. Devleti yok, ederseniz ona alternatif olarak neyi ortaya koyarsınız? Bunu çok yönlü düşünmek lazım. Bu nedenle devletin demokrasi ve hukukla bağlı hale gelmesi, demokratik ilkelere saygılı bir anlayışa uygun olarak düzenlenmesi ve biraz daha sınırlı kalması önemli hale gelmektedir. Halka düşen ise demokratik bir tarzda kendi kendini örgütlemesidir, binlerce sivil toplum kuruluşunu gerçekleştirerek demokratik ulus bilincinin yerleşmesini sağlamaktır. Bu yöntemle halk, devletin önüne demokratikleşmeyi koymalıdır, devletin kendini demokratikleştirmesini sağlamalıdır. Devlet de bu yönde irade göstermelidir. Bu anlayış bölgeselliği aşan bir anlayıştır, bu anlayış tarafları demokrasi kurallarına çağırır. Halkları zorla bir arada tutma anlayışı da değildir. Zorla bir arada tutmak yanlıştır. Gönüllü ve özgür birliktelik esastır."

    'TÜRKİYE BİLİMDE UZAK'

    Osmanlı Devleti'ndeki durumun bugünden daha iyi olduğunu dile getiren Öcalan, Osmanlı'da Kürtlerden destek istenerek Kürtlerin kendi içinde serbest bırakıldığını hatırlattı. Osmanlı'daki durum bile bugünden daha iyiydi. Yavuz Sultan Selim'le başlayan süreçte dörtyüz yıl boyunca Kürtlerden bölgesel ve genel politikalar için destek istenmiş, bunun dışında onları kendi içinde serbest bırakmıştır. Yani tam anlamıyla zorla bir arada tutma yoktur. Türkiye'deki bilim anlayışını çok geri ve toplumsal olayları doğru analiz etmekten uzun olarak değerlendiren Öcalan şöyle konuştu: "Toplumsal, ulusal sorunları dar bir bakış açısına indirgememek lazım. Benim ulusum, benim devletim, benim bölgem ve benzeri anlayışlar yetersiz ve çatışmacı anlayışlardır. Türkiye'de toplumsal sorunlar konularında siyasal bakış ve analizlerin yanında bilimsel bakış da eksik ve büyük oranda yanlıştır. Türkiye'deki bilim anlayışı pozitivist bilim anlayışına dayanır. Olaylara katı bir olgu ve olgular çerçevesinde bakar, yani sadece olguyu ve olayı görür. Olguların ve olayların arka planını, tarihsel serüvenini, sosyo-kültürel nedenlerini görmez. Bu nedenle Türkiye'deki bilim anlayışı çok geri ve toplumsal olayları doğru analiz etmekten uzaktır. Bu bilim anlayışı basittir ve dogmatizmden daha tehlikelidir. Tabii bunlar hukuki savunmama ilişkin konular. Doğu kavramlarını da kullanmak lazım fakat ben çok inceledim Doğu kültürlerini ve kavramlarını. Mitolojisini ve Sümerleri özellikle çok inceledim. Savunmalarımda da çok dile getirdim."

    YENİDEN YARGILAMA

    Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan'ın avukatlarıyla yaptığı hatalık olağan görüşmesinde Ankara 11. Ağır Ceza Mahkemesi tarafından AİHM'nin verdiği yeniden yargılama kararın reddedilerek temyiz değil, itiraz yolunun açık tutulmasını eleştirdi. Davasının hukuki değil siyasi olduğunu vurgulayan Öcalan, Yunanistan'daki davasının önemine de değindi. Uluslararası bir komplo ile Kenya'dan Türkiye'ye getirilmesine karşı Kenya'da da bir dava açılmasını talep eden Öcalan, görüşmede şunları dile getirdi:

    "Yeninden yargılama kararının reddedilmesinin yanı sıra, bana verilen cezanın uyarlanması konusunda da o zamanki süreçte yürürlükte olan 'Müebbet Hapis Cezası' lehime olduğu için bu cezanın uygulanması gerekir. Ayrıca davaya ilişkin, Yunanistan'daki dava üzerinde durulabilir. Benimle tutuklanan bir arkadaş vardı, o devam ettirebilir. Yunanistan konusunun önemi ortadadır. Aslında işin Kenya boyutuyla da ilgilenilmeli. Kenya bu olayda sorumluluğunun olmadığını söylüyor, ama Kenya'dan zorla çıkarılacağımızı ifade eden dolaylı yoldan tehdit ve hile söz konusuydu. Kaçırılmadan bir gün öncesinde Kenyalı yetkili, 'Çıkmazsanız bulunduğunuz yeri basarız' şeklinde beyanlarda bulunmuştu. Yine o gün uçakla başka bir ülkeye götürüleceğim söylenmişti. Bu konuda Kenya'da bir dava açılabilir aslında. Bu davada istediğimiz gibi bir karar çıkmama ihtimali olsa da bütün bu başvurular ve girişimler AİHM sürecinde dosyaya delil olarak sunulabilir. Güney Afrikalı hukukçu dostlarımızdan bu konuda yardım istenebilir. Orada önemli insan hakları kuruluşları vardır. İtalya'daki dostlarımızla da ilişkiye geçilebilir. İşin hukuki boyutuyla tabii ki ilgilenmek gerekir. Fakat bu davanın siyasi boyutu da var. Bakanlar Komitesi ve diğer Avrupa kurumları ile konunun siyasi çözümü için diplomatik girişimler sürdürülmelidir."

    'YASALAR BİZE GÖRE DEĞİŞTİRİLİYOR'

    Öcalan Türkiye'de son 10 yılda yapılan tüm yasal değişikliklerin kendisinin esas alınarak yapıldığını dile getirerek, şunları söyledi: "Türkiye kendi politikalarını beni baz alarak yapıyor. Hukuk sistemini bile beni göz önünde bulundurarak değiştiriyorlar. Bu anlayış, yasaların demokratikleşmesi önünde engel teşkil etmektedir. Bana endeksli düzenlemeler başka tutukluların, başka insanların mağduriyetine neden oluyor. Bu tabii ki üzücü bir durumdur. Bu arada cezaevlerindeki yoldaşlarımıza selamlarımı gönderiyorum. Sınırlı da olsa birkaç mektupları bana ulaştı. Hepsine cevap yazamıyorum. Adıyaman, Uşak ve diğer bir çok cezaevinden mektuplar geldi. Sosyal, siyasal değerlendirme yapıyorlar. Bu önemli bir gelişme. Hukuk devleti anlayışı bu nedenle hayata geçirilmek istenmemektedir. Türkiye'de neredeyse son 10 yılda tüm hukuk yasaları bizim konumumuza göre düzenlendi. Bu bir suçtur. Bu kişiye bağlı özel düzenlemelerin ceza hukukunda da yeri yoktur. Genel hukuk mantığı ile derin bir çelişki arz etmektedir. Oysa tam aksi olarak benim sahsım, yöntemim, mücadelem temel alınarak Türkiye'deki hukuksuzluk giderilmeli. Türkiye'nin bir hukuk devletine dönüştürülmesi sağlanmalıdır. Burada çok temel bir yanlışlık yapılıyor. Beni kötüleyerek bir şeyler elde etmeye ve politikalar yapmaya çalışıyorlar. Beni okumadan bilmeden değerlendiriyorlar. Ben diyorum ki, beni okusunlar anlasınlar daha sonra benim fikirlerimi yine eleştirebilirler. Yani tanıma ve anlama gerçekleştirildikten sonra eleştiri olmalıdır. Sorunu çözmek istiyorlarsa demokratik projeleri hayata geçirsinler."

    GAZETELER 40 GÜN SONRA VERİLİYOR

    Öcalan'ın sağlık durumu ve içinde bulunduğu ağır tecrit koşullarına ilişkin de avukatlarına bilgi verdiği öğrenilirken, kendisine sadece bir adet kitap verildiğini dile getirdiği aktardı. Günlük gazetelerin ise 40 gün sonra verildiğini belirten Öcalan, şunları dile getirdi:

    "Sağlık durumum geçen hafta anlattığım şekildedir. Problemlerim devam ediyor. Kitap sadece bir adet bulundurabiliyorum odada. Gazeteyi ise daha önce söylediğim gibi kırk gün öncesinin sayısını okuyabiliyorum. Walerstein'in kitabını getirmiştiniz. Onun üçüncü cildi çıkmış galiba getirebilirsiniz. Fruedel'in de Akdeniz Dünyası isimli kitabını getirmiştiniz, onun da ikinci cildi çıkmışsa getirebilirsiniz. İktidar Olmadan Dünyayı Değiştirmek adlı kitap ve daha önce sözünü ettiğim "Daha Az Devlet Daha Çok Toplum" gibi kitaplardaki görüşlerle benim görüşlerim arasında paralellik var. Kısıtlı da olsa benim görüşlerime benziyor. Ama biraz daha dar yaklaşıyorlar, bir noktaya gelince tıkanıyorlar. Fakat ben düşünce sistemimi sadece bu kitaplara dayanarak geliştirmedim. Yılların birikimi, araştırması ve pratik deneyimine dayalı bir düşünce sistemim var. Kimse görüşlerimin sığ ve basit olduğunu düşünmemelidir. Sizinle çok aralıklı görüşebiliyoruz ve görüşme süremiz çok kısıtlı olduğundan yeterince açamıyorum. Fakat hazırlayacağım savunmada bu konuları detaylı bir şekilde işleyeceğim."

    'DÜŞÜNCELERİM ÇARPTIRILIYOR'

    Düşüncelerinin bilinçli birşekilde yanlış yansıtıldığına dikkat çeken Öcalan, son olarak şunları dile getirdi: "Tabi geçen hafta da belirttiğim gibi basında siyasi kişiliğime ilişkin saldırılar da sık sık yer alıyor. Bunlara cevap verme hakkım var. Yaklaşık bir aydır gazeteleri tam takip edemiyorum. Basında bu tür saldırılar devam ediyor sanırım. Bu tür saldırılara karşı hukuki girişimlerde bulunup davalar açılabilir. Benim düşüncelerimi yanlış, eksik yansıtanlara karşı cevap verilmelidir. İşin doğrusu anlatılmalıdır. Şimdiki düşüncelerimizin taktik olmadığını, İmralı süreci öncesinde de bu düşüncelerimizin olduğu, bu düşüncelerimizin samimi ve stratejik olduğu bütün Türkiye kamuoyuna doğru anlatılmalı. Benim boş konuştuğumu söyleyenler bile var. Stalinistlikle suçlayanlar var. Bu konuda geçen hafta da biraz belirtmiştim. Bizim düşüncelerimiz stratejiktir demiştim. Dogmatizme ne kadar karşı olduğumu ve dogmatizmin nelere yol açabileceğine değinmiştim. Batı 300 yıldır aydınlanma dönemini yaşıyor. Aydınlanma döneminden önce insanlar arası ve siyasi iktidarlar arası diyalog ve etkileşimin mantığı dinsel anlayış üzerinedir. Hıristiyanlık, İslamiyet gibi. Daha sonraları bunun yerini ulusal ve sınıfsal anlayış almıştır. Nietzsche Batı fikir sistematiğinde son büyük filozoftur, hatta tabiri caizse peygamberidir. Ta o günden bu günleri görebilmiştir. Onun için ırkçı faşist suçlamasında bulunanlar da var. Ama bence bu iddialar doğru değildir. Gerçi sonradan aklını kaybetmiş, çıldırmıştır. Ama önemli olan onun ta o dönemde bugünleri görebildiği gerçeğidir. Almanya'nın Fransa'yı yenmesinden sonra 19. yüzyılda Alman birliği sağlanmaya başlanmıştır. Alman birliği kurulurken herkes büyük coşku ve sevinci yaşarken Nietzsche büyük bir karamsarlık içine düşmüştür ve kendi devlet birliğinin de içinde bulunduğu siyasal insanlık sistemi için 'Tanrı ölmüştür' demiştir. Michel Foucault da daha sonra buna 'İnsan da öldü' görüşünü eklemiştir. Gerçekten de 19. yüzyılda Alman birliği sağlandıktan sonra 20. yüzyılda insanoğlunun gördüğü en büyük trajedi olan İkinci Dünya Savaşı ve Yahudi katliamı yaşanmıştır. Nietzsche işte bunu önceden görmüştür. Bunlar milliyetçiliğe dayalı devlet ulusçuluğunun nihai çözüm olamayacağını göstermiştir."

    ANF NEWS AGENCY


    http://www.rojaciwan.com/modules.php?name=News&file=article&sid=11216

    ---------------------------------------------------------------------------------------------------

    31 Mayıs 2006 tarihli avukat görüşmesi notları - Abdullah Öcalan


    Boğazımdaki akıntı devam ediyor. Daha önce haftada bir iki defa boğazımda yanma varken şimdi doktorun verdiği bir hap ile her gün boğazımda yanma olmaya başladı. Beyaz berrak jel niteliğinde olan bir sıvı, boğazımı sürekli yakıyor. Beni en çok bu rahatsız ediyor. Bu yakmayı azaltmak için devamlı su içiyorum. Ayrıca vücudumdaki kaşıntı devam ediyor, mantar olduğunu söylediler. Başımda yağ bezesi oluşmuş, bu önemli değil, küçük bir operasyonla alınabilir. Boğazımdaki yanmayı Avrupa’daki uzman, iyi doktorlara sorun. Boğazımdaki yanma sorunu halledilirse buraya uzun süre de dayanabilirim.



    Ocak’ta 20 gün hücre cezası vermişlerdi. Daha önce klima ve yatak sorunundan bahsetmiştim. Gazeteler ise haftada iki gün veriliyor. Bir günde aynı güne ait eski tarihli iki gazete de veriliyor. Bu nedenle gündemi takip edemiyorum. Bütün bu koşullar benim için çok önemli değil, bunları geçin.



    Benimle ilgili yapılan yargılama sürecinde hukuksal sürecin işlemesini istiyorum. Ama bana yapılanlar hukukun çiğnendiğini gösteriyor. Avrupa Birliği ülkesinden hukuk dışı yöntemlerle, kaydı bile olmayan bir uçakla Afrika’ya attılar. Bunu söyleyin, anlatın. Yunanistan Mahkemesi, Yunanistan’a gidişimin hukuka uygun olduğuna dair karar verdi. Bunu yeniden yargılamaya konu yaparken delil olarak sunun. Ben daha önce de söyledim, silahlı hiçbir eylemim yok, gerçekten yok. AİHM kararına göre ben en fazla düşünce suçlusu veya örgüt üyesi olabilirim. Yeniden yargılamaya ilişkin olarak benim durumum Leylalarla aynıdır. Bunu iyi anlatın. Bu konuda biz stratejik olarak hata yaptık, hukuk dışı kaçırılmamı iyi anlatamadık. Simithis Hükümeti alçakça yöntemlerle bu hukuk dışılığı yaptı. Karamanlis Hükümeti şu an yönetimde. Karamanlis Hükümeti daha iyidir, onlarla görüşün, bu hukuk dışılığı onlara anlatın. Yunanistan’daki avukatlarımla görüşün, bu hususu anlatın. Yunanistan’da dava açıp bu durumu ortaya çıkarmak ve bunun belgelerini alıp yeniden yargılama dosyasına sunmak gerekir. AB’nin kıpırdaması, hareketlenmesi iyi oldu. CIA uçaklarının girişine izin vermemesi ve terör listesini vermeyip direnmesi anlamlıdır. Bundan sonraki süreçte AİHM kararlarına da bu tavrını yansıtmalıdır.



    Bakanlar Komitesi süreci önemlidir. Onlarla sürekli görüşüp ilişkide bulunmalısınız. Yirmi günlük tecriti de sunmadıysanız sunun. İtalya’da Prodi Hükümeti şu anda yönetimde. D’Alema da var, Meclis Başkanı da dostumuz. Onlarla ilişkiye geçin, Bakanlar Komitesi nezdinde girişimlerde bulunmalarını sağlayın. Avrupa Birliği veya Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi, Türkiye’yi cesaretlendiren, harekete geçiren yaklaşımlar sergilemeli. Türkiye hukuk dışılığa doğru kayıyor, hukuku çiğniyor. Benim şahsımda hukuk çiğneniyor. Türkiye’de herhangi bir yasal düzenleme yapıldığı zaman “acaba bu Öcalanı da kapsar mı, Öcalan bundan faydalanır mı?” deniliyor. Anayasa’daki eşitlik ilkesi olan 10. madde benim şahsımda çiğneniyor, çifte standart yapılıyor.

    Anayasa’nın 90.maddesi olan “iç hukuk kuralları ile uluslar arası sözleşmeler çeliştiğinde, uluslar arası sözleşmenin uygulanması gerekir” kuralı da ihlal ediliyor. Daha bir çok ihlal edilen madde var, bunları kullanırsınız. Örneğin Ecevitler döneminde çıkan şartlı tahliye yasası, sırf beni kapsamasın diye bir çok hükümlü kapsam dışında bırakıldı. Ben kendimden vazgeçtim, diğer binlerce hükümlü benden dolayı bu yasadan istifade edemedi, onların ne günahı var. Yine bu Terörle Mücadele Yasası’nın 6.maddesi etrafında fırtınalar koparıldı, “6.maddeden Öcalan yararlanacak mı?” diye, benim yüzümden iç siyasette gerilim yaşandı. Sonuçta 6.madde ortada kaldı, ne Hükümet, ne Emniyet ne Genelkurmay kimse sahiplenmeye bile cesaret edemedi. Bu nedenle Türkiye tıkanmış durumda, açılım yapamıyor, hukuk devleti olamıyor. Avrupa’nın bu noktada devreye girerek Türkiye’ye yardımcı olması, hukuk kuralları içinde davranmasını sağlamak gerekir.



    Ben yeni savunmaya hazırlanıyorum. Bu savunmam öncekilerden çok farklı olacak. Çünkü o günkü koşullarla bu günkü koşullar aynı değil. O günkü koşullarda idam baskısı vardı. Zaten AİHM’in dayandığı ihlal noktalarından birisi de buydu. AİHM Büyük Dairesi, Sözleşmenin 3.maddesine göre, uzun süre idam tehditi altında olmam nedeniyle özgür savunma yapmış sayılmayacağımdan, savunma hakkımın ihlal edildiğine dair karar vermiştir. Bu çok önemlidir. Bunu da anlatın ve işleyin. Yeni savunmam sadece siyasi olmayacak. Önceki savunmam sadece siyasiydi, şimdi ise hem hukuki hem de siyasi boyutu olacak. Bu nedenle Bakanlar Komitesi’nin, Avrupa Konseyi’nin bu yeni savunmamı yapmama imkan tanıması ve yaratması gerekir. Ancak şimdiki idam cezasının olmadığı koşullarda özgür savunma yapılabilir.



    Türkiye’de savaş yanlıları ile demokrasi ve barışçıl çözüm yanlıları arasında ciddi bir savaş var. Önümüzdeki bir ay içinde, kimin söz sahibi olacağı belli olacak. Şiddetin tırmandırılmasını isteyenler var. Şemdinli ve Danıştay olayları savaş kliğinin iş başında olduğunu gösteriyor. Bu amaçla TMY çıkarılmak isteniyor. TMY açıkça savaşa davettir. Çocuklar ana dilde eğitim istedikleri için “örgüt propagandası” yaptıkları gerekçesiyle daha on beş yaşında hapsedilebilecekler. TMY yerine Meclis’te demokrasi paketi çıkarılması gerekir. Bizler açılım beklerken TMY ile toplu imha dayatılıyor. Kürt halkı bunu kabul etmeyecektir. Toplu imhaya karşı toplu halk isyanı gündeme gelir. Son Diyarbakır olayları prova niteliğindeydi. Bundan ders çıkarmak lazım. Bir daha böylesi olayların yaşanmaması için herkesin elbirliğiyle TMY’nın çıkarılmasına karşı durması lazım. Ben yıllarca PKK’nin içinde kaldım. PKK’yi çok iyi tanıyorum ve bildiğim için söylüyorum. Amerika, Türkiye ve Irak üçlü ittifakı ile imha dayatılmaya çalışılıyor. Güney’den de ABD zorlanarak operasyon ve imha süreci dayatılırsa Türkiye Irak’laşır. PKK’nin hazırlıklı olduğu, top yekün savunma yapabileceğini tahmin ediyorum. Doğal koşullar ve iklim de buna uygun. Gerilla sayısı belki on bine dayanmıştır, daha da artar. Binlerce genç var. PKK’nin yıllarca içinde olduğum için çok iyi tanıyorum; böyle topyekün bir savaş süreci başlarsa, PKK’nin kontrol edemeyeceği durumlar da gelişebilir. Ne yazık ki geçmişte de bu tür şeyler yaşandı. Bizim istemimiz dışında söz geçiremediğimiz durumlar oldu. Köylerde sivil insanlar öldürüldü. Biz bunlara engel olamadık o dönem. Türkiye Iraklaşırsa, köylerde geçmişte yaşanan kontrol dışı durumların metropollere taşınması gibi korkunç bir tablo ortaya çıkarır. On binlerce insan ölür. Bunu nasıl göremiyor Türkiye, hayret, şaşıyorum. Demin radyoda dinledim, çatışmanın yaşandığını ve beş kişinin öldüğünü duydum. Çok üzüntü verici, yazık…



    Ben daha önce Başbakan olan Güle ve yine Sayın Erdoğan’a mektup yazmıştım. Diyarbakır’daki olaylar sonrasında çocuklar öldü. Onları saygıyla anıyorum. Onlar için güzel mezar yapılabilir. Diyarbakır’daki esnaf ve iş çevreleri dükkanlarının tahrip edilmesinden şikayet ediyorlar, ama bu olayların nedenleri ortadan kaldırılmazsa yarın dükkanlarla beraber çok şey kaybedilebilinir. O nedenle bu sürecin önüne geçmek için herkesin çaba sarf etmesi, demokratik çözüm için seferber olması lazım. Örneğin Diyarbakır’da bu amaçla dört yüz kişilik Şehir Meclisi kurulabilir. Bu yasalara uygun olarak yapılmalı.



    Daha önce de söyledim. Diyarbakır yanında Van’dan Batman’a kadar bütün şehirlerde olabilir. Ayrıca bölgesel mecliste kurulabilir. Burada her türlü sorunlar tartışılabilir. Bölgesel Kalkınma Ajansları kuruluyor. Bu konuda da yoğunlaşılabilir.



    Şimdi çözüme geliyorum. 99’da buraya getirildiğim günden beri savunmalarımda demokratik çözüm ve kalıcı barışı işledim. Bunun için çabaladım. Ve bu süreç sonunda PKK’yi ikna ettim, bu husus çok önemlidir. Halk da PKK de bana bağlı. Bunu biliyorum. Bu bir fırsattır, bu şansı değerlendirmek gerekir. Dört haftadır üst üste görüştürülmem bu anlamda olumludur fakat devamının gelmesi, daha somut adımların atılması gerekir.



    Çözüm için iki aşamalı süreci hayata geçirmek lazım. Bu çok önemli. Basında da işlenmeli. Siyasal Parti de bu konuda üzerine düşeni yapabilir.



    Birinci aşamada TMY derhal geri çekilmelidir. Bunun yerine diyalog yolunun kurulabilmesi için çözüme yönelik olarak İspanya’da Zapetero örneğinde olduğu gibi Parlamento, Erdoğan’a yetki vermeli. İspanya’da da denendi. Bu girişimle birlik ve beraberlik daha da güçlendi ve bu hem Zapetero’ya hem de ülkesine kazandırmıştır. Buna ilişkin olarak Meclis Başkanı’na, Parlamenterlere hatta Cumhurbaşkanı Sezer’e mektup yazacağım. Devlet küçük de olsa böyle bir yeşil ışık yakmalı, bir adım atmalı. Bu önemlidir.



    İkinci aşamada, operasyonlar durdurulsun ve Türk ordusu güçlerini geri çeksin, PKK’de zorunlu meşru savunma haricinde silah kullanmasın, o zaman ben süresiz ateşkes için elimden geleni yaparım. Süreç bu şekilde işlemeye devam ederse güçler sınır dışına çekilir. Daha sonra Türkiye koşulları sağlarsa bu güçler silahları tamamen bırakarak gelip demokratik siyasal hayata katılırlar. Bu sürecin işlemesi önemli. Bunu iyi anlatın. Bu çözüm, üniter yapı ile çelişmez. Üniter yapıya karşı değilim. Çözüm üniter yapı içinde de olabilir federal yapı içinde de olabilir, bizim için önemli olan sorunun çözümüdür.



    Türkiye Cumhuriyeti’ni Kürtler ile Türkler birlikte kurmuştur. O dönemde Kürdistan, Kürt ulusu, Kürt halkı gibi kavramları kullanmak gayet doğaldı. 1920’li ve 30’lu yıllarda bütün dünyada yükselen Nasyonal dalgadan etkilenen kesimler, Kürt halkının çıkarlarını arka plana itmiş, inkar ve imha sürecine geçmiştir. Avrupa’da bu süreç çoktan aşılmıştır. İspanya Hükümeti ile ETA, Bask, Katalan ve İngiltere’deki İskoç, Galler, İrlanda ve yine Belçika’nın benzer sorunları nasıl çözdüğünü uzun uzun anlatmayacağım, biliyorsunuz. Daha bir çok örnek var. Ben demiyorum birebir aynısı olsun, Türkiye’nin koşullarına uyarlanabilir. Geçen hafta da söylemiştim, Zapatero’nun deyimiyle “Çoklu İspanya” modeli Türkiye’de hayata geçirilebilir. Ben bunu “Çoklu Türkiye Demokrasisi” olarak Türkiye’ye uygulanabileceğini söylemiştim. Bunu konuşun, bunu işleyin.



    Sekiz yılı burada olmak üzere 15 yıldır Türkiye’de gerçekçi ve kalıcı barış için çabalıyorum. Barış ve diyalog yolunun hayata geçirilmesi için 1993’te Özal döneminde savaşın durdurulup hareketin siyasal hayata katılması için bize haber gönderildi. Biz de buna uygun adımlar attık ama süreç işlemedi. Sayın Erbakan’ın başbakanlığı döneminde de Suriye üzerinden üç defa mektup gönderildi. Savaşın sona erdirilip siyasi hayata katılmamız için çağrıda bulunuldu. Ama gerekli adımlar atılmadı. Buraya getirildikten sonra da barış ve demokratik çözüm için elimden geleni yaptım. Silahlı güçlerin sınır dışına çekilmesini sağladım. Ve bu süreç yaklaşık beş yıl devam etti. Ecevit’in başbakan olduğu dönemde bazı olumlu şeyler oluyordu. Fakat AKP Hükümeti iş başına geldikten sonra pragmatist ve çıkarcı davrandı. Sayın Erdoğan “Düşünmezseniz eğer Kürt sorunu yoktur” diyerek, hiçbir şey yokmuş gibi, Kürt sorunu yaşanmıyormuş gibi davrandı. Kürt sorununu inkar etti. Tv’de yarım saatlik Kürtçe yayın ile bu sorunu çözeceklerini sandılar. Gerçekçi olmadılar ve bugünkü noktaya gelindi. Şimdi de son birkaç aydır yaşananlar sonucunda AKP’nin artık hükümet olarak bir iradesinin kalmadığı söyleniyor. AKP ve Ordu mutabakata vardı. AKP islami kadrolaşmaya yoğunlaşırken Kürt sorununun çözümü de tamamen orduya havale edildi. Bu işin ordu tarafından çözülemeyeceği açıktır. Çözülseydi yirmi yılda çözülürdü. Çatışmalar yeni şeyleri besler. PKK imha edilmekle bitmez. Bu sorun öldürmekle çözülmez. Ölenlerin yerine yenileri gelir. PKK bölündü, dağıldı söylemleri ile PKK’yi bitmiş gibi göstermeye çalıştılar, fakat böyle olmadığı ortaya çıktı. Kaldı ki PKK’nin İran, Irak ve Suriye’de de güçlü örgütlenmeleri olduğu anlaşılıyor.



    Tüm arkadaşlara selamlar.



    31.5.2006





    Re: GÖRÜŞME NOTLARI_ 2006_28.12.2006

    dersim -

    Öcalan: Kürt sorunu ordu tarafından çözülmez_02.06.2006


    Öcalan: Kürt sorunu ordu tarafından çözülmez

    İSTANBUL (02.06.2006)- Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan, Kürt sorunun ordu tarafından çözülmeyeceğini belirtti. Öcalan ''bu işin ordu tarafından çözülemeyeceği açıktır. Çözülseydi yirmi yılda çözülürdü. PKK imha edilmekle bitmez. Bu sorun öldürmekle çözülmez. Ölenlerin yerine yenileri gelir'' dedi.

    Öcalan son siyasal gelişmelere, yeniden yargılamaya, AKP ile ordunun soruna yaklaşımına ve çözüm konusundaki yaklaşımına ilişkin açıklamalarda bulundu. Şemdinli ve Danıştay olaylarını değerlendiren Öcalan, savaş kliğinin işbaşında olduğunu söyledi. Sorunun çözümü konusunda "Çoklu İspanya" modelini öneren Öcalan, sorunun ordu tarafından çözülemeyeceğini belirtti.



    SAVAŞ KLİĞİ İŞBAŞINDA

    Türkiye'de savaş yanlıları ile demokrasi ve barışçıl çözüm yanlıları arasında ciddi bir savaşın olduğuna dikkat çeken Öcalan, "Önümüzdeki aylarda kimin söz sahibi olacağı belli olacak" dedi. Şiddetin tırmandırılmasını isteyenlerin olduğunu hatırlatan Öcalan, Şemdinli ve Danıştay olaylarının savaş kliğinin iş başında olduğunu gösterdiğini belirterek, "Şemdinli ve Danıştay olayları savaş kliğinin iş başında olduğunu gösteriyor. Bu amaçla TMY çıkarılmak isteniyor. TMY açıkça savaşa davettir. Çocuklar anadilde eğitim istedikleri için 'örgüt propagandası' yaptıkları gerekçesiyle daha 15 yaşında hapsedilebilecekler. TMY yerine Meclis'te demokrasi paketi çıkarılması gerekir. Bizler açılım beklerken TMY ile toplu imha dayatılıyor" şeklinde konuştu.

    'AKP VE ORDU MUTABAKATA VARDI'

    Son birkaç aydır yaşananlar sonucunda AKP'nin artık hükümet olarak bir iradesinin kalmadığının söylendiğini hatırlatan Öcalan, AKP ve Ordu'nun mutabakata vardığını söyledi. AKP'nin islami kadrolaşmaya yoğunlaşırken, Kürt sorununun çözümünü de tamamen orduya havale ettiğine vurgu yapan Öcalan, bu işin ordu tarafından çözülemeyeceğinin açık olduğunu söyledi. Öcalan, "Çözülseydi yirmi yılda çözülürdü. Çatışmalar yeni şeyleri besler. PKK imha edilmekle bitmez. Bu sorun öldürmekle çözülmez. Ölenlerin yerine yenileri gelir. 'PKK bölündü, dağıldı' söylemleri ile PKK'yi bitmiş gibi göstermeye çalıştılar, fakat böyle olmadığı ortaya çıktı. Kaldı ki PKK'nin İran, Irak ve Suriye'de de güçlü örgütlenmeleri olduğu anlaşılıyor" şeklinde konuştu.

    'TÜRKİYE IRAK'LAŞIR'

    Amerika, Türkiye ve Irak üçlü ittifakı ile imha dayatılmaya çalışıldığı tespitinde bulunan Öcalan, şu değerlendirmelerde bulundu:

    "Ben yıllarca PKK'nin içinde kaldım. PKK'yi çok iyi tanıyorum ve bildiğim için söylüyorum. Amerika, Türkiye ve Irak üçlü ittifakı ile imha dayatılmaya çalışılıyor. Güney'den de ABD zorlanarak operasyon ve imha süreci dayatılırsa Türkiye Irak'laşır. PKK'nin hazırlıklı olduğu, topyekün savunma yapabileceğini tahmin edebiliyorum. Doğal koşullar ve iklim de buna uygun. Gerilla sayısı belki on bine dayanmıştır, daha da artar. Binlerce genç var. PKK'nin yıllarca içinde olduğum için çok iyi tanıyorum; böyle topyekün bir savaş süreci başlarsa, PKK'nin kontrol edemeyeceği durumlar da gelişebilir. Ne yazık ki geçmişte de bu tür şeyler yaşandı. Bizim istemimiz dışında söz geçiremediğimiz durumlar oldu. Köylerde sivil insanlar öldürüldü. Biz bunlara engel olamadık o dönem. Türkiye Iraklaşırsa, köylerde geçmişte yaşanan kontrol dışı durumların metropollere taşınması gibi korkunç bir tablo ortaya çıkarır. On binlerce insan ölür. Bunu nasıl göremiyor Türkiye, hayret ediyor ve şaşıyorum. Ben daha önce Başbakan olan Gül'e ve yine Sayın Erdoğan'a mektup yazmıştım"

    'SOMUT ADIMLAR ATILMALI'

    Radyoda zaman zaman haberleri dinleyebildiğini de söyleyen Öcalan, dinlediği bir haberde çatışmanın yaşandığını ve beş askerin öldüğünü duyduğunu belirterek, "Çok üzüntü verici, yazık…"dedi. Öcalan, Diyarbakır'daki olaylar sonrasında çocukların öldüğünü belirterek, "Onları saygıyla anıyorum. Diyarbakır'daki esnaf ve iş çevreleri dükkanlarının tahrip edilmesinden şikayet ediyorlar, yarın bu olaylar engellenemezse dükkanlarıyla beraber hayatlarına da mal olabilir. O nedenle bu sürecin önüne geçmek için herkesin çaba sarf etmesi, demokratik çözüm için seferber olması lazım" şeklinde konuştu. Öcalan konuşmasını şöyle sürdürdü:

    "99'da buraya getirildiğim günden beri savunmalarımda demokratik çözüm ve kalıcı barışı işledim. Bunun için çabaladım. Ve bu süreç sonunda PKK'yi ikna ettim, bu husus çok önemlidir. Halk da PKK de bana bağlı. Bunu biliyorum. Bu bir fırsattır, bu şansı değerlendirmek gerekir. Dört haftadır üst üste görüştürülmem bu anlamda olumludur fakat devamının gelmesi, daha somut adımların atılması gerekir."

    ÇÖZÜM İÇİN İKİ AŞAMALI SÜREÇ

    Çözüm için iki aşamalı sürecin hayata geçirilmesinin gerekli olduğuna dikkat çeken Öcalan, bu çok önemli olduğuna işaret ederek her iki aşamayı şöyle ifade etti:

    "Birinci aşamada TMY derhal geri çekilmelidir. Bunun yerine diyalog yolunun kurulabilmesi için çözüme yönelik olarak İspanya'da Zapetero örneğinde olduğu gibi Parlamento, Erdoğan'a yetki vermeli. İspanya'da da denendi. Bu girişimle birlik ve beraberlik daha da güçlendi. Bu hem Zapetero'ya hem de ülkesine kazandırmıştır. Buna ilişkin olarak Meclis Başkanı'na, Parlamenterlere hatta Cumhurbaşkanı Sezer'e mektup yazacağım. Devlet küçük de olsa böyle bir yeşil ışık yakmalı, bir adım atmalı. Bu önemlidir.

    İkinci aşamada, operasyonlar durdurulsun ve Türk ordusu güçlerini geri çeksin, PKK'de zorunlu meşru savunma haricinde silah kullanmasın, o zaman ben süresiz ateşkes için elimden geleni yaparım. Süreç bu şekilde işlemeye devam ederse güçler sınır dışına çekilir. Daha sonra Türkiye koşulları sağlarsa bu güçler silahları tamamen bırakarak gelip demokratik siyasal hayata katılırlar. Bu sürecin işlemesi önemli. Bunu iyi anlatın. Bu çözüm, üniter yapı ile çelişmez. Üniter yapıya karşı değilim. Çözüm üniter yapı içinde de olabilir federal yapı içinde de olabilir, bizim için önemli olan sorunun çözümüdür"

    'ÇOKLU İSPANYA'MODELİ

    Türkiye Cumhuriyeti'ni Kürtler ile Türkler'in birlikte kurduğunu bir kezdaha hatırlatan Öcalan, "O dönemde Kürdistan, Kürt ulusu, Kürt halkı gibi kavramları kullanmak gayet doğaldı. 1920'li ve 30'lu yıllarda bütün dünyada yükselen Nasyonal dalgadan etkilenen kesimler, Kürt halkının çıkarlarını arka plana itmiş, inkar ve imha sürecine geçmiştir" diye konuştu.

    Avrupa'da bu sürecin çoktan aşıldığını ifade eden Öcalan, İspanya Hükümeti ile ETA, Bask, Katalan ve İngiltere'deki İskoç, Galler, İrlanda ve yine Belçika'nın benzer sorunları nasıl çözdüğüne uzun uzun değinmeye gerek olmadığını söyledi. Daha bir çok örneğin olduğunu söyleyen Öcalan, şunları belirtti: " Birebir aynısı olması şart değil, Türkiye'nin koşullarına uyarlanabilir. Zapatero'nun deyimiyle "Çoklu İspanya" modeli Türkiye'de hayata geçirilebilir. Ben bunun "Çoklu Türkiye Demokrasisi" olarak Türkiye'ye uygulanabileceğini söylemiştim."

    Sekiz yılı İmralı'da olmak üzere 15 yıldır Türkiye'de gerçekçi ve kalıcı barış için çabaladığını vurgulayan Öcalan, o günlere ilişkin şu değerlendirmelerde bulundu: "Barış ve diyalog yolunun hayata geçirilmesi için 1993'te Özal döneminde savaşın durdurulup hareketin siyasal hayata katılması için bize haber gönderildi. Biz de buna uygun adımlar attık ama süreç işlemedi. Sayın Erbakan'ın başbakanlığı döneminde de Suriye üzerinden üç defa mektup gönderildi. Savaşın sona erdirilip siyasi hayata katılmamız için çağrıda bulunuldu. Ama gerekli adımlar atılmadı. Buraya getirildikten sonra da barış ve demokratik çözüm için elimden geleni yaptım. Silahlı güçlerin sınır dışına çekilmesini sağladım. Ve bu süreç yaklaşık beş yıl devam etti. Ecevit'in başbakan olduğu dönemde bazı olumlu şeyler oluyordu. Fakat AKP Hükümeti iş başına geldikten sonra pragmatist ve çıkarcı davrandı. Sayın Erdoğan "Düşünmezseniz eğer Kürt sorunu yoktur" diyerek, hiçbir şey yokmuş gibi, Kürt sorunu yaşanmıyormuş gibi davrandı. Kürt sorununu inkar etti. Tv'de yarım saatlik Kürtçe yayın ile bu sorunu çözeceklerini sandılar. Gerçekçi olmadılar ve bugünkü noktaya gelindi."

    'HUKUKSAL SÜREÇ İŞLETİLSİN'

    Yeniden yargılamaya ilişkin de değerlendirmelerde bulunan Öcalan, yargılama sürecinde hukuksal sürecin işletilmesini istedi. Silahlı hiç bir eyleminin bulunmadığına dikkat çeken Öcalan, "AİHM kararına göre ben en fazla düşünce suçlusu veya örgüt üyesi olabilirim. Yeniden yargılamaya ilişkin olarak benim durumum Leylalarla aynıdır. Ama bana yapılanlar hukukun çiğnendiğini gösteriyor. Avrupa Birliği ülkesi Yunanistan'da hukuk dışı yöntemlerle, kaydı bile olmayan bir uçakla Afrika'ya attılar. Yunanistan Mahkemesi, Yunanistan'a gidişimin hukuka uygun olduğuna dair karar verdi. Bu yeniden yargılama için delildir. Biz stratejik olarak hata yaptık. Hukuk dışı kaçırılmayı iyi anlatamadık" şeklinde konuştu. Yunanistan'dan hukuk dışı şekilde çıkartıldığını hatırlatan Öcalan devamla şunları söyledi: "Simithis Hükümeti alçakça, oportinistçe yöntemlerle beni Yunanistan'dan hukuk dışı şekilde çıkarttı. Karamanlis Hükümeti şu an yönetimde. Karamanlis Hükümeti daha iyidir. Bu hukuk dışılık konusunda Yunanistan'da dava açılıp bu durumun ortaya çıkarılarak belgeleri ile birlikte yeniden yargılama dosyasına ve AİHM'e sunulması önemlidir. Son zamanlarda AB'nin kıpırdaması, hareketlenmesi iyi oldu. CIA uçaklarının girişine izin vermemesi ve terör listesini vermeyip direnmesi anlamlıdır. Bundan sonraki süreçte AİHM, bizimle ilgili kararlarına da bu tavrını yansıtmalıdır."

    Bakanlar Komitesi sürecinin de önemli olduğuna işaret eden Öcalan, İtalya'da Prodi Hükümetinin şuan yönetimde olduğunu hatırlatarak, "D'Alema da var, Meclis Başkanı da dostumuz. Onlar Bakanlar Komitesi nezdinde girişimlerde bulunabilir. Avrupa Birliği veya Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi, Türkiye'yi cesaretlendiren, harekete geçiren yaklaşımlar sergilemeli" dedi. Türkiye'nin hukuk dışılığa doğru kaydığına da dikkat çeken Öcalan, hukukun çiğnendiğini söyledi. Şahsında hukukun çiğnendiğini belirten Öcalan, Anayasa'nın 90.maddesi olan "İç hukuk kuralları ile uluslararası sözleşmeler çeliştiğinde, uluslararası sözleşmenin uygulanması gerekir" kuralının ihlal edildiğini vurguladı. İhlal edilen bir çok maddenin olduğunu, Türkiye'de herhangi bir yasal düzenleme yapıldığında "Acaba bu Öcalanı da kapsar mı, Öcalan bundan faydalanır mı?" denildiğini söyleyen Öcalan, şunları belirtti:

    "Anayasa'daki eşitlik ilkesi olan 10.madde de benim şahsımda çiğneniyor, çifte standart yapılıyor. Örneğin Ecevitler döneminde çıkan şartlı tahliye yasası, sırf beni kapsamasın diye bir çok hükümlü kapsam dışında bırakıldı. Ben kendimden vazgeçtim, diğer binlerce hükümlü benden dolayı bu yasadan istifade edemedi. Yine bu Terörle Mücadele Yasası'nın 6.maddesi etrafında fırtınalar koparıldı, "6.maddeden Öcalan yararlanacak mı?" diye, benim yüzümden iç siyasette gerilim yaşandı. Sonuçta 6.madde ortada kaldı, ne Hükümet, ne emniyet ne genelkurmay kimse sahiplenmeye bile cesaret edemedi. Bu nedenle Türkiye tıkanmış durumda, açılım yapamıyor, hukuk devleti olamıyor. Avrupa bu noktada devreye girerek Türkiye'ye yardımcı olmalı, Türkiye'nin hukuk devleti ilkesine uygun davranması sağlanmalı"

    YENİ SAVUNMA HAZIRLIĞI

    Yeni savunma üzerinde yoğunlaştığını ifade eden Öcalan, "Bu savunmam öncekilerden çok farklı olacak. Çünkü o günkü koşullarla bu günkü koşullar aynı değil. O günkü koşullarda idam baskısı vardı" diyerek, AİHM'in dayandığı ihlal noktalarından birisinin de bu olduğunu belirtti. Öcalan, "AİHM Büyük Dairesi, Sözleşmenin 3.maddesine göre, uzun süre idam tehdidi altında olmam nedeniyle özgür savunma yapmış olamayacağımdan hareketle savunma hakkımın ihlal edildiğine dair karar vermiştir. Bu çok önemlidir. Yeni savunmam sadece siyasi olmayacak. Önceki savunmam sadece siyasiydi, şimdi ise hem hukuki hem de siyasi boyutu olacak. Bu nedenle Bakanlar Komitesi'nin, Avrupa Konseyi'nin bu yeni savunmamı yapmama imkan tanıması ve yaratması gerekir. Hukuka göre ancak şimdiki idam cezasının olmadığı koşullarda yapacağım savunma özgür savunma olabilir" diye konuştu.

    SAĞLIK SORUNLARI SÜRÜYOR

    Sağlık durumuna ilişkin bilgi veren Öcalan, boğazımdaki akıntının devam ettiğini ifade ederek, "Daha önce haftada bir iki defa boğazımda yanma varken, şimdi doktorun verdiği bir hap ile her gün boğazımda yanma olmaya başladı. Boğazımdaki akıntı beyaz berrak jel niteliğinde olan bir sıvı, boğazımı sürekli yakıyor. Beni en çok bu rahatsız ediyor. Bu yakmayı azaltmak için devamlı su içiyorum" diye konuştu. Vücudumdaki kaşıntınında devam ettiğini belirten Öcalan, kaşıntının mantar olduğunun söylendiğini aktardı. Öcalan sağlık sorunlarına ilişkin şunları söyledi: "Başımda gördüğünüz yağ bezesi var ama önemli değil, küçük bir operasyonla alınması gerekebilir. Daha önceki klima ve yatak sorunu devam ediyor. Gazeteler ise haftada iki gün veriliyor. Bir günde aynı güne ait eski tarihli iki gazetede veriliyor. Bu nedenle gündemi takip edemiyorum. Bütün bu koşullar benim için çok önemli değil, boğazımdaki beni çok zorlayan yanma sorunu halledilirse buraya uzun süre de dayanabilirim"

    ..

    ANF NEWS AGENCY


    http://www.rojaciwan.com/modules.php?name=News&file=article&sid=11730


    -------------------------------------------------------------------------------------------------------------


    14.06.2006 tarihli Görüşme Notları -Abdullah Öcalan


    Boğazımdaki akıntı devam ediyor. Hap verdiler, hap kullanıyorum. Ağzımda yine kılçıklanma ve yanma devam ediyor. Bunun dışında öyle kalp gibi önemli ciddi bir hastalığım yok, genetik bir hastalığım da yok, bu anlamda sağlıklıyım, ölümcül bir sağlık sorunum yok yani. Bu koşullara karşı dayanacağımı daha önce söylemiştim. Koşullar ne olursa olsun intihar gibi bir zayıflığa düşmeyeceğim. Burada ölürsem bu kesinlikle benden kaynaklı olmayacaktır. Burada ölümüm de yaşamım da devlete bağlı. Ölürsem sorumluluk kesinlikle devlete aittir.



    Biraz burada zamanımın nasıl geçtiğinden bahsedeyim. Çünkü insanlar burada nasıl yaşayabildiğimi merak ediyorlar. Daha önce de söylemiştim çok güçlü bir irade ve manevi, moral düşünce gücü gerekiyor. Benim çok güçlü bir fikir dünyam var. Sürekli değişik konular üzerinde düşünüp yeni fikirler oluşturuyorum. Üzerine düşünülecek çok konu var. Mesela bir konu alıp iki-üç saat üzerine düşünüyor, fikir üretiyorum. Daha sonra başka konular üzerinde aynı şekilde duruyorum. Burası normal cezaevleri gibi değil. Üretken olmazsam burada dayanılmaz. Buranın koşullarında spor yaparak, oturarak vakit geçirilemez. Çünkü tek başınasın. Fakat yine de ben burada yaşamımla örnek olmak zorundayım. Benim bu zor koşullarımı hiç mi düşünmüyorlar, hiç mi bu yaşamımı örnek almıyorlar. Ben bu kadar olumsuz koşullarda bir şeyler üretiyorum da dışarıdakiler niye özgür olmanın koşullarını değerlendirmiyorlar? Benim söylediklerimi anlamıyorlar mı? Niye bir şey yapmıyorlar, hayata geçirmiyorlar. Söylediklerimi anlamıyorlarsa koşullarımı da mı anlamıyorlar. Beni ciddiye almıyorlar mı? Niye uygulamıyorlar?



    Daha öncede söylemiştim cezaevlerinde zaman zaman özellikle de kadın arkadaşlardan mektuplar alıyorum. Bu mektuplarda güzel değerlendirmeler de var, sorunlardan bahseden şikâyetleri dile getirenler de var. Belki kimi kadın arkadaşlar, evlenip çoluk çocuğa karışma yaşlarının geçtiğini düşünüyorlar. Kurtuluşu kendilerini zavallı bir erkeğe teslim etmekte görüyorlar. Bu, kendini bir aslanın kucağına atmaktan farksızdır. Bu şekilde mi özgürleşecekler ve halkı özgürleştirecekler? Kolay değil, beş bin yıllık şekillenme var. Özgür yaşam bunun tam tersini yapmaktır. Özgür, onurlu ve güçlü şekilde erkekle ilişkilensinler. Ben kadınlarımıza ilişkin daha önce çok uzun değerlendirmeler yaptım. Onları okusunlar kendilerini o konuda geliştirsinler. Kadın sorununda çok hâkimim. Marksizm’in de Liberalizmin de kadın sorununu ele alışını iyi biliyorum ve eleştirisini yapmıştım. A. Catharine MacKinnon’un “Feminist Bir Devlet Kuramına Doğru” adlı kitapta da Marksizm’in ve Liberalizmin kadın sorununu ele alışına ilişkin sorunlar ve eleştiriler var. Benim daha önce de üzerinde düşünüp yoğunlaştığım benzer fikirler bu kitapta da var.



    Yatak daha önce söylemiştim, yayları çıktığı için rahatsız ediyor, uyuyamıyorum. Klima da dışarıdan temiz hava alıp veren anti alerjik bir klima olursa sağlık sorunlarım için iyi olur. Sanırım dilekçeniz üzerine geçen gün müdür gelip yatağı inceledi. Bilemiyorum yatağı siz mi onlar mı alır, gerekirse karşılarsınız.



    Özellikle bana ilişkin çıkarılan özel kısıtlayıcı yasalardan mağdur olanların bu durumlarının AİHM’ taşınması gerekir. Mesela bu Rahşan Yasası denilen şartlı tahliye yasasına ilişkin AİHM’ başvuru yapmamız gerekirdi ama yapmadık. O dönem Mümtaz Soysal da “bu yasa bu haliyle hukuka aykırıdır, herkesi kapsaması gerekir, sadece bir kısmı kapsaması doğru değil, AİHM’e gidilirse AİHM’den döner” demişti. Gerçekten de biliyorsunuz bu yasa benim yüzümden sadece bir kesime uygulandı. Tutukluların çoğu benim de yararlanacağım kaygısıyla bu yasadan yararlandırılmadı. Daha bunun gibi birçok yasa söz konusu. Benim bu şekilde ele alınışım Türkiye’nin demokratikleşmesine de engel oluyor. Yunanistan’a ilişkin olarak da herhalde çalışmalarınız devam ediyordur.



    Dilan nerededir, ne yapıyor? Yunanistan’da benimle birlikte olan ne yapıyor? Ayrı mı hareket ediyor yoksa? Bunlar birçok şeyi biliyorlar, beraberdik ve birçok dost ilişkiyi de biliyorlar. AİHM’e taşıma onlar üzerinde yapılabilir. Biliyorsunuz Yunanistan Mahkemesi’nin kararı önemli. Yunanistan’a girişimizin hukuka uygun olduğuna karar vermişti. Fakat çıkışımızın hukuk dışı olduğuna ilişkin bir tespit yok. Şu anki hükümet Simithis karşıtıdır. Bu durum değerlendirilebilir. Yunanistan’da uçağa binmeden önce kaza yapan şoför, bu şekilde uyarı yapmıştı. Bu da değerlendirilebilir. Beni Yunanistan’dan götüren uçağın kaydı yoktur. CİA uçağıydı. Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisi, ABD’nin yasa dışı CİA uçaklarının uçuşundan Yunanistan’ın da rolü olduğunu söylüyor. Benim durumum da bu kapsamdadır. Kenya’ya ilişkin de Kenya Hükümeti, bu olaydan bir sorumluluğunun olmadığını söylemişti. AİHM de kararında Kenya Hükümeti’nin bu konuda bir açıklaması olmadığı için hukuka aykırılığın tespit edilemediğini belirtiyor. O dönem bizi zor, tehdit ve hile ile “Hollanda’ya götürüyoruz” diye elçilikten çıkarıp uçağa bindiren Kenya Dışişleri Bakanlığı yetkilisinin beş milyon dolar rüşvet karşılığı bunu yaptığı söyleniyor. Bunların ortaya çıkarılması gerekiyor. Siz ve diğer İngiliz avukatın Güney Afrika’daki dostlarla bu olayın üzerine gidebilirsiniz. İtalya’daki D’Allema da benim dostumdur, kendisi ve diğer dostlarla bu konuya ilişkin görüşebilirsiniz.



    Cumhurbaşkanı’na, Meclis Başkanı’na 8 ve 11 sayfalık birer mektup yazdım. Cumhurbaşkanı’na yazdığım mektubun ana fikrini söyleyeyim. Özetle Amasya Tamimi’nin günümüzde güncelleşmesine ilişkindi. Halil İnalcık’ın kitapları vardı daha önce istemiştim bana verilmedi. Onun Amasya Tamimi üzerine de çalışmaları var yanılmıyorsam. Meclis Başkanı’na yazdığım mektupta ise 1919’da Meclis-i Mebus an’da kabul edilen Misak-ı Milli’nin bugüne uyarlanması konusuna değindim. O dönem Cumhuriyet’in kuruluşu için yapılan hamlenin bu gün demokrasinin kurulması için yapılmasına ihtiyaç var. Hatta buna Misak-ı Demokrasi de diyebiliriz. Kaboğlu’nun 1921 Anayasası’na ilişkin bir değerlendirmesi vardı. Buradaki değerlendirmeleri önemli buluyorum. 1921 Anayasası o dönemin ilerici bir anayasası olup Cumhuriyeti kuran anayasadır. Biz bu anayasanın bugün tekrar uygulanmasını istiyoruz. O dönem için geçerli olup da bu gün geri sayılabilecek yönleri hariç. Daha sonra çıkarılan 1924 anayasası Cumhuriyeti kuran anayasa değildir. Bu anayasa ile 1921 anayasasının olumlu yönleri ortadan kaldırılmıştır. Bu mektuplarda Kürt sorununa ilişkin görüşlerimi de açıkladım. Geçmişte Özal zamanında başlayan diyalog ve ateşkes süreçlerini anlattım.



    Erdoğan, Kürt sorununun çözümüne ilişkin olarak İspanya’daki gibi Meclis’ten yetki almalıdır. Başbakan’ın harekete geçip yeşil ışık yakması halinde ben burada elimden gelen her şeyi yapmaya çalışacağımı daha önce de söyledim. PKK halen kontrol edilebilir durumdadır. Bu önemlidir. Çatışmalı süreç uzun sürer ve derinleşirse PKK başka güçlerin kontrolü altına da girebilir. Daha önce soruşturma aşamasında bir komutan gelip benimle konuşmuştu. “Sizinkiler doğru savaşmayı da bilmiyorlar” demişti. Ben de ona haklı olduğu noktaların olduğunu söylemiştim. Kadınların kendilerine bomba bağlayıp eylem yapmalarını tasvip etmediğimi her zaman söylemiştim. Fakat ne yazık ki bu tür şeyler yaşandı. Dışarıdayken yirmi yıl boyunca savaşın düzgün yürütülmesi konusunda elimden geleni yapmaya çalıştım fakat Şemdin gibi kontrol dışına çıkıp kirli savaş yürüten alçaklar da oldu. Eğer bu mektuplarıma bir yanıt verilmezse bir çözüm olmazsa ne olur? Genel bir imha dayatılırsa, açıkça söyleyeyim, gerilla kendini savunur, bütün tedbirlerini alır. Bunun İkinci adımı da genel ayaklanmadır. Ben bunu talimat olsun diye söylemiyorum. Bunun böyle olacağı ortada, biliniyor. Çözüm olmazsa sürecin bu noktaya geleceğini görmek zor değil.



    Gazeteleri aynı şekilde çok geç veriyorlar. Sabah radyoda haber başlıklarını dinledim. Bir gazetede suç duyurusu yaptığınıza ilişkin bir haber vardı.



    2003’te Talabani’nin Ankara ziyareti olmuştu, Erdoğan’la görüşmüştü. İçinde bulunduğum kısıtlı koşullarda bile bazen bir cümleden çok şey çıkarabiliyorum. Talabani o görüşmede Erdoğan’a “Öcalan’ı niye konuşturuyorsunuz?” demişti. Erdoğan da Türkiye’de ifade özgürlüğü çerçevesinde herkesin konuşabileceğini söylemişti. Talabani bu cümlesiyle Kürt sorununun çözümünde Öcalan’ı muhatap almayın diyordu. O zaman ABD’nin PKK’ ye dönük ciddi bir tasfiye planı olduğunu anladım. Osmanlara para, avrat vererek onları partiden kopardılar. Benim yerime bunları muhatap hale getireceklerdi. ABD, Kürt burjuvazisi üzerinden sorunu kendi denetimine alarak, kendi yöntemlerini, kendi politikalarını hayata geçirmek istiyordu. Bunların amacı partiyi dağıtmaktı. Yanlarında götürebildikleri kadar insanı götürmek istediler. Fakat ne parti ne de halk bunlara tenezzül etmedi. Bunların gerçek yüzlerini gördüler. Ve böyle olunca da ABD ve diğerleri bunlardan bir şey çıkmayacağını anladı.



    Burada yine Adalet Bakanı’nın TMY 6. maddeye ilişkin tartışmalar sırasında sarf ettiği bir sözünden de birçok anlam çıkardım. Adalet Bakanı bu tartışmalara ilişkin olarak, “Öcalan yararlanmayacak ama diğer yöneticiler yararlanabilmeli” diyordu. Bu sözden çıkardığım, bu maddenin partiden kaçan yöneticiler için olduğudur. Fakat bu yasa da yine gelip bana takıldı. Çünkü Anayasa’nın eşitlik ilkesi nedeniyle bunun herkese uygulanması durumu ortaya çıkacaktı. Tartışmaların nedeni bu.



    Az önce söylediğim planın başarıyla hayata geçmediği bu şekilde daha iyi anlaşılıyor. Kürt sorunun şiddetle tasfiye ile çözülemeyeceği bir kez daha anlaşılmıştır. Bu anlamda avukatlarımla görüşebilmem de olumludur. Ben mektuplarda üzerime düşeni yapacağımı Sayın Cumhurbaşkanı’na ve Meclis Başkanı’na da anlattım. Bir kez daha söylüyorum Terörle Mücadele Yasa Tasarısı geri çekilmelidir. Bu yasa yürürlüğe girerse bu savaş ilanıdır. Bu toplu imhayı dayatmadır. Etki tepkiyi doğurur. Toplu imhaya karşı PKK de toplu direnişe ve ciddi bir gerilla savaşına yönelebilir. Bu gerginlik gelişirse Türkiye çok ciddi tehlikelerle yüz yüze gelir. Türkiye bizi dikkate almak zorunda. İlle de beni muhatap almaları gerekmez. Halkın seçilmiş temsilcileri var, demokratik kitle örgütleri var. Aksi halde Türkiye de Iraklaşır. Türkiye ekonomisinin daha şimdiden başlayan krizleri daha da derinleşir. Bir ekonomistin çalışmasına göre bu savaş gelişirse Türkiye’ye beş yüz milyar dolar civarında bir borç yükü getirecektir. Türkiye Duyun-u Umumiye zamanındaki hale gelir. Bölgedeki uygulanmak istenen GAP projesi de kandırmaca dan ibarettir. Bu proje ile Kürt halkına oltaya takılacak balık muamelesi yapılıyor. Bir yandan da halk bilinçli işsizlik politikasıyla terbiye edilmeye çalışılıyor. Ilımlı İslam modeli de Türkiye’ye çözüm getirmez. Yaşanan laik-anti laik kamplaşması tehlikelidir. Bu aynı zamanda tüccar sınıfı ile bürokrasinin rant ve iktidar savaşıdır.



    Eşbaşkanlık sisteminin kaldırılmasına kesinlikle hayır. Hukukta de facto (fiili) ve de juere (yasal) diye iki kavram vardır. Eğer çok zorluyorlarsa yasa üzerinden değil de fiili (de facto) olarak yürütülsün.



    Söylediğim gibi, fiili olarak yürütülebilir. Bir erkek bir kadın yine yürütmelidir. İlla bir kişi olacaksa da kadın olsun. Kadınlarımız bunu hak etmiyor mu? Beş bin yıldır erkek egemen sistem devam ediyor. Bunu aşmak kolay değil belki, ama biz aynı zamanda kadının özgürleşmesi mücadelesini de veriyoruz. DTP’nin durumunu beğenmiyorum. Ne yapıyorlar, çalışmıyorlar mı? Belediye Başkanları da kendilerini meclise atma planları mı yapıyorlar? Daha önceki görüşmelerde de söylemiştim, şehir meclislerini hayata geçirebilirler. Yasal engel de yok. İla Kürtler için olacak diye bir şey de yok. Diyarbakır’da olduğu gibi Denizli’de de olabilir. Şehrin insanları toplanıp, 300–400 kişilik bu meclislerde şehrin her tür ekonomik sosyal sorunlarını tartışabilirler. Diyarbakır Belediyesi ne yapıyor? Gençlerin tiyatro ve sinema yapabilecekleri bir merkez kurabilirler. Dil üzerinde durabilirler. Eğer çalışması gerekenler çalışmıyorlarsa kendisine güvenen yetkin yurtseverler bu çalışmaları ve projeleri hayata geçirmeyi üstlenebilirler. Halk da çalışmayan ve de çalışmak isteyenleri engelleyenlerin yüzlerine tükürür. Avrupa’da da yapılan ve çalışmayan temsilcilere çürük meyve ve sebze atma eylemi meşrudur. Ayrıca seçim için de daha önce söylediğim geniş ittifak için çalışmalar devam etmelidir. İtalya’daki zeytin dalı örnek alınabilir. Kendi Prodilerini çıkarsınlar.



    Komala sistemi bütün toplulukların örgütlenip kendilerini ifade edebildikleri bir çatı örgütlenmesidir. Kom kelimesi Aryanca’da grup anlamına gelir, Komala kelimesi ise topluluk anlamına geliyor. Ben bu sistemi üçte üç şeklinde adlandırıyorum. Dünya devletlerinin örgütlenmesi olarak BM’deki yapılanmaya da benziyor. Hukuk, Genel Savunma ve Güvenlik Konseyi, Genel Yönetim. Üçlü sistem bu. Türkiye’nin demokratikleşmesi için de bu üçte üç sistemi uygulanmalıdır. Siyaset, Devlet ve Toplumun demokratik şekilde dönüştürülmesi gerekir. Birinci olarak siyasetin demokratikleştirilmesi için; birey, Siyasi Partiler ve Sivil Toplum Örgütleri üzerinden hareket edilir. Bir kere birey bilinçlenmeli özgürleşmeli. Bu konuda Anarşistler bile incelenebilir. Siyasi Partiler ve Siyasi Partiler Yasası ile Seçim Yasası demokratikleşmeli. Sivil Toplum Örgütleri de devlet ile toplum arasında bir üçüncü alan rolüne sahiptir. Bu aslında siyaset yapmaktır. İkinci olarak Devletin Demokratikleşmesi için; Anayasa Konseyi, Senato ve Temsilciler Meclisi gibi yapılanma olabilir. Anayasa Mahkemesi’nin yetkilerinin genişletilerek bir çeşit Anayasa Konseyi şeklinde örgütlenebilir. Senato üyeleri için seçilmeleri gerekmez, yaşlı ve bilgelerden oluşturulabilir. Yine Duma benzeri Temsilciler Meclisi olabilir. Üçüncü olarak Toplumun demokratikleşmesi için; Ekolojik yaklaşım, kadın özgürlüğü, topluluk ekonomisi. Kadın özgürlüğü için, kadının cins özgürlüğü ayrıca özgür erkek ve özgür kadının yaratılması. Topluluk ekonomisi için de şunu diyebilirim; ne reel sosyalizm ne kapitalizm anlamında ele almıyorum. Sabancı da bir topluluk, Köy ekonomisi de bir ekonomik topluluk.



    İsim önemli değil. KK Kürdistan olabilir buna karşıda değilim. Ama ben milliyetçi değilim. Benim sistemim Irak’ta kurulmaya çalışılan Kürt federe devletine de benzemez. Her ülke için ayrı bir Komala olabilir. Türkiye Komalası, Irak Komalası, Suriye Komalası da olabilir. Bunların içinde bütün etniseteler yer alabilir. İsim konusu kalabilir. Ayrıca Komala adında bir gazete çıkarılabilir. Gündem gazetesindeki değişiklikten sonra durum nasıl, iyi mi kötü mü bilemiyorum. Ama Komala sistemini işlesinler. Benim burada bir parti yönetmem, talimat vermem imkânsız. Sizinle bile çok zor görüşebiliyorum. Ama ben Komala sisteminin ideologuyum, fahri sözcülüğünü yapıyorum. Bunu ilan edebilirsiniz. Walerstain ve Bakun’inin fikirleri benzer ama onlar benim gibi bir sisteme oturtamamışlardır. Ben bunu bir sisteme oturttum.



    Kadınlar özerk yapılarını korusunlar, zaten ayrı örgütlenmeleri var ama Komala Sisteminin çatısı altında onun bütünlüğü içinde hareket etmelidirler.



    Mektuplarımı cezaevi idaresine verdim. Umarım iletilir. Cevap verirler mi vermezler mi bir şey diyemem. Hükümet kalıcı çözüm için irade göstermelidir. Deniz Baykal’ı da hep ana muhalefet lideri gibi düşünüyoruz ama aslında iktidardadır. Bana Siyahî Dergisi’nin Nictzche özel sayısını getirin. Halil İnancık’ın tarih kitaplarını, Cogito Dergisini getirebilirsiniz. Cezaevindeki yoldaşlarıma selam söyleyin.



    Tüm arkadaşlara selamlar.

    14.06.2006



    EK:

    Eş Başkanlık eğer yasalar elvermiyorsa bu sistem fiilen devam ettirilebilir. Bunu söylemek yasal demokratik hakkımdır. Kendi tercihimi yapma hakkım var. Bu partinin kitlesinin yüzde yüzü beni destekleyen kitledir. Ahmet Türk devam edebilir. 60–70 kişi seçilecek herhalde Parti Meclisi’ne? Sen de bu parti de delegesin değil mi?



    Tabii bunun içinde çok nitelikli, birikimli, dürüst, iş yapacak kişiler olmalıdır. Belediyelerin durumu nasıl?



    Mademki böyle şeyler oluyor. Defalarca söyledim, siz ne yaptınız? Partinin yetkili insanları orada ne yapıyorlar? Buna karşı neden tavır almıyorlar? Bu konuda aynı nitelikte aynı içerikte şikâyetleri belirten mektuplar hem cezaevi hem de halktan insanlarımızdan bana gelmiştir. Belediyeler halkın malıdır, kimsenin tekelinde değildir. O halk onları oraya getirmiştir, halka hizmet etmek için oradadırlar. Defalarca uyarı yaptık, herhalde dikkate almıyorlar. Ben gene de şunu demek istiyorum; yapıcı şekilde belediyeler de dâhil demokratik yapı içinde sorunların çözülmesi gerekir. Yılların demokratik kazanımlarını geriletmeye, yok etmeye kimsenin hakkı yoktur. Bu tür şikâyetler iyi değil. Siz, Ankara’dakiler ne yaptılar? Seyirci mi kalıyorlar? Gözlerini mi kapıyorlar? Eğer belediyelerde kaybedersek, tabanımızı kaybederiz, kitlemizi kaybederiz. Sistemin yapmadığını böylece belediyeler yapmış olur. Bir kez daha söylüyorum, kırmadan dökmeden yapıcı şekilde sorunlar çözülmelidir. Eğer bazı yerlerde çözülmüyorsa, direniliyorsa, son aşamada çare kalmıyorsa teşhir edilip partiden ihraca kadar gidilebilir.



    Anti-propagandamı yapanların hesapları derindir, siz bilemezsiniz. Ama DTP kendi dışındaki bazı şahsiyetleri ve partilileri de içine alabilmelidir. Avrupa’daki yapı nasıl?

    Oradaki yapıya, bütün kurumlara, herkese, çalışanlara selam, saygı ve başarılar diliyorum. Güney’de durum nasıl?



    İyi, olumlu bir durumdur. İçte ve dıştaki durum nasıl?



    Herhalde durumları iyidir. Hem İran Kürtleri hem Irak Kürtleri hem de Suriye Kürtlerinin durumunun iyi olduğunu tahmin ediyorum. Ama Türkiye için de ben gerekli mektupları gerekli yerlere gönderdim. Onun sonucuna göre elimizden geleni yaparız. Bu çatışmalar kimseye, Türkiye’ye fayda getirmez.



    Boğazımdaki akıntı kesinlikle genetik değildir. Asla böyle değildir. Herkes bunu iyi bilmelidir ki, benim bu koşullarda tutulmam tamamen siyasi kararların bir ürünüdür. Sağlığım, yaşamım veya ölümüm tamamen siyasi nedenlere bağlı olacaktır. Bu vesileyle şunu kesin olarak belirtiyorum ki koşullarım ne kadar ağırlaştırılıp zorlaştırılsa da ben intiharı asla düşünmem, yaşamayı ve mücadeleyi her zaman tercih ederim. Bu nedenle herkes bilsin ki eğer ileride bir şeyler olursa bunun benden kaynaklanmayacağını ve bunun sorumlusunun ben olmayacağımı kesin olarak belirtiyorum. Yine yarının ne olacağını garanti edemem, o devlete bağlı bir şeydir.



    Kadın ve gençlik ve bütün kesimlere, dostlara, arkadaşlara herkese saygı ve selamlar.



    (Kurdistan-Post sitesinden alınmıştır...)

    http://www.kizilbayrak.net/rss/artikel/178/14062006-tari.html?print=1&no_cache=1&cHash=8922aed07c






    Re: GÖRÜŞME NOTLARI_ 2006_28.12.2006

    dersim -

    Öcalan'dan Sezer ve Arınç'a mektup


    Öcalan'dan Sezer ve Arınç'a mektup

    İSTANBUL: Kürt Halk Önderi Öcalan Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer ve Meclis Başkanı Bülent Arınç'a 8 ve 11 sayfalık birer mektup yazıp cezaevi idaresine teslim etti. Öcalan mektuplarında, diyalog süreci başlatılmasını önerdi

    Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan avukatları ile yaptığı görüşmede önemli açıklamalarda bulundu. Edinilen bilgiye göre Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer ve Meclis Başkanı Bülent Arınç'a 8 ve 11 sayfalık birer mektup yazdığını açıklayan Öcalan, "Mektuplarımı cezaevi idaresine verdim. Umarım iletilir. Cevap verirler mi vermezler mi bir şey diyemem" dedi.

    Öcalan, şöyle devam etti: "Cumhurbaşkanı'na yazdığım mektubun ana fikrini söyleyeyim. Özetle Amasya Tamimi'nin günümüzde güncelleşmesine ilişkindi.

    Meclis Başkanı'na yazdığım mektupta ise 1919'da Meclis-i Mebusan'da kabul edilen Misak-ı Milli'nin bugüne uyarlanması konusuna değindim. O dönem Cumhuriyet'in kuruluşu için yapılan hamlenin bu gün demokrasinin kurulması için yapılmasına ihtiyaç var. Hatta buna Misak-ı Demokrasi de diyebiliriz. Kaboğlu'nun 1921 Anayasası'na ilişkin bir değerlendirmesi vardı. Buradaki değerlendirmeleri önemli buluyorum. 1921 Anayasası o dönemin ilerici bir anayasası olup Cumhuriyeti kuran anayasadır. Biz bu anayasanın bugün tekrar uygulanmasını istiyoruz. O dönem için geçerli olup da bu gün geri sayılabilecek yönleri hariç. Daha sonra çıkarılan 1924 anayasası Cumhuriyeti kuran anayasa değildir. Bu anayasa ile 1921 anayasasının olumlu yönleri ortadan kaldırılmıştır. Bu mektuplarda Kürt sorununa ilişkin görüşlerimi de açıkladım. Geçmişte Özal zamanında başlayan diyalog ve ateşkes süreçlerini anlattım."

    ERDOĞAN'A YETKİ VERİLSİN

    "Hükümet kalıcı çözüm için irade göstermelidir. Deniz Baykal'ı da hep ana muhalefet lideri gibi düşünüyoruz ama aslında iktidardadır" diye konuşan Öcalan, iki hafta önce Erdoğan için yaptığı öneriyi bu hafta da tekrarladı: "Erdoğan, Kürt sorununun çözümüne ilişkin olarak İspanya'daki gibi Meclis'ten yetki almalıdır. Başbakan'ın harekete geçip yeşil ışık yakması halinde ben burada elimden gelen her şeyi yapmaya çalışacağımı daha önce de söyledim. PKK halen kontrol edilebilir durumdadır. Bu önemlidir. Çatışmalı süreç uzun sürer ve derinleşirse PKK başka güçlerin kontrolü altına da girebilir. Eğer bu mektuplarıma bir yanıt verilmezse bir çözüm olmazsa ne olur? Genel bir imha dayatılırsa, açıkça söyleyeyim, gerilla kendini savunur, bütün tedbirlerini alır."

    'ABD PARTİYİ DAĞITACAKTI'

    Erdoğan'ın 2003 yılında Celal Talabani ile yaptığı görüşmeye de değinen Öcalan, sözlerini şöyle sürdürdü:

    "2003'te Talabani'nin Ankara ziyareti olmuştu, Erdoğan'la görüşmüştü. İçinde bulunduğum kısıtlı koşullarda bile bazen bir cümleden çok şey çıkarabiliyorum. Talabani o görüşmede Erdoğan'a 'Öcalan'ı niye konuşturuyorsunuz?' demişti. Erdoğan da Türkiye'de ifade özgürlüğü çerçevesinde herkesin konuşabileceğini söylemişti. Talabani bu cümlesiyle Kürt sorununun çözümünde Öcalan'ı muhatap almayın diyordu. O zaman ABD'nin PKK'ye dönük ciddi bir tasfiye planı olduğunu anladım. Benim yerime kaçanları muhatap hale getireceklerdi. ABD, Kürt burjuvazisi üzerinden sorunu kendi denetimine alarak, kendi yöntemlerini, kendi politikalarını hayata geçirmek istiyorlardı. Osman ve yanındakiler Talabani'nin himayesine, Nizamettin Taş ile Hıdır Sarıkaya da Neçirvan Barzani'nin himayesine girdiler. Bunların amacı partiyi dağıtmaktı. Yanlarında götürebildikleri kadar insanı götürmek istediler. Fakat ne parti ne de halk bunlara tenezzül etmedi. Bunların gerçek yüzlerini gördüler. Ve böyle olunca da ABD ve diğerleri bunlardan bir şey çıkmayacağını anladı."

    TMK KAÇANLAR İÇİN

    Terörle Mücadele Kanunu'na da değinen ve yasayı sert bir dille eleştiren Öcalan, şunları dile getirdi: "Adalet Bakanı'nın TMY 6. maddeye ilişkin tartışmalar sırasında sarfettiği bir sözünden de bir çok anlam çıkardım. Adalet Bakanı bu tartışmalara ilişkin olarak, 'Öcalan yararlanmayacak ama diğer yöneticiler yararlanabilmeli' diyordu. Bu sözden çıkardığım, bu maddenin partiden kaçan yöneticiler için olduğudur. Fakat bu yasa da yine gelip bana takıldı. Çünkü Anayasa'nın eşitlik ilkesi nedeniyle bunun herkese uygulanması durumu ortaya çıkacaktı. Tartışmaların nedeni bu. Bu planın başarıyla hayata geçmediği bu şekilde daha iyi anlaşılıyor."

    TMK SAVAŞ İLANIDIR

    "Kürt sorunun şiddetle tasfiye ile çözülemeyeceği bir kez daha anlaşılmıştır" vurgusu yapan Öcalan, "Ben mektuplarda üzerime düşeni yapacağımı Sayın Cumhurbaşkanı'na ve Meclis Başkanı'na da anlattım. Bir kez daha söylüyorum Terörle Mücadele Yasa Tasarısı geri çekilmelidir. Bu yasa yürürlüğe girerse bu savaş ilanıdır. Bu toplu imhayı dayatmadır. Bu savaş olursa Türkiye'yi çok ciddi tehlikeler bekliyor. Türkiye bizi dikkate almak zorunda. İlle de beni muhatap almaları gerekmez. Halkın seçilmiş temsilcileri var, demokratik kitle örgütleri var. Aksi halde Türkiye de Iraklaşır. Türkiye ekonomisinin daha şimdiden başlayan krizleri daha da derinleşir. Bir ekonomistin çalışmasına göre bu savaş gelişirse Türkiye'ye beşyüz milyar dolar civarında bir borç yükü getirecektir. Türkiye Duyun-i Umumiye zamanındaki hale gelir" şeklinde konuştu.

    GAP KANDIRMACADIR

    GAP projesine de değinen Öcalan, "Bölgedeki uygulanmak istenen GAP projesi kandırmacadan ibarettir" dedi. "Bu proje ile Kürt halkına oltaya takılacak balık muamelesi yapılıyor. Bir yandan da halk bilinçli işsizlik politikasıyla terbiye edilmeye çalışılıyor" diye konuşan Öcalan, ılımlı İslam tartışmalarına da değindi. Öcalan, "Ilımlı İslam modeli de Türkiye'ye çözüm getirmez. Yaşanan laik-anti laik kamplaşması tehlikelidir. Bu aynı zamanda tüccar sınıfı ile bürokrasinin rant ve iktidar savaşıdır" şeklinde konuştu.

    EŞBAŞKANLIK FİİLEN YÜRÜTÜLSÜN

    DTP'de tartışma konusu olan eşbaşkanlık tartışmalarına da değinen Öcalan, eşbaşkanlık sisteminin fiili olarak yürütülmesi önerisi yaptı. Öcalan konuya ilişkin şu hususların altını çizdi: "Eşbaşkanlık, fiili olarak yürütülebilir. Bir erkek bir kadın yine yürütmelidir. İlla bir kişi olacaksa da kadın olabilir. Kadınlarımız bunu hak etmiyor mu? Beş bin yıldır erkek egemen sistem devam ediyor. Bunu aşmak kolay değil belki ama biz aynı zamanda kadının özgürleşmesi mücadelesini de veriyoruz. DTP'nin durumunu beğenmiyorum. Ne yapıyorlar, çalışmıyorlar mı? Belediye Başkanları da kendilerini meclise atma planları mı yapıyorlar.

    MECLİS ÖNERİSİ HAYATA GEÇSİN

    Şehir meclisleri önerisinin hayata geçirilmesini isteyen Öcalan, şöyle devam etti: "Daha önceki görüşmelerde de söylemiştim, şehir meclislerini hayata geçirilebilir. Yasal engel de yok. İlla Kürtler için olacak diye bir şey de yok. Diyarbakır'da olduğu gibi Denizli'de de olabilir. Şehrin insanları toplanıp 300-400 kişilik bu meclislerde şehrin her tür ekonomik sosyal sorunlarını tartışabilirler. Diyarbakır Belediyesi ne yapıyor? Gençlerin tiyatro ve sinema yapabilecekleri bir merkez kurabilirler. Dil üzerinde durabilirler. Eğer çalışması gerekenler çalışmıyorlarsa kendisine güvenen yetkin yurtseverler bu çalışmaları ve projeleri hayata geçirmeyi üstlenebilirler. Halk da çalışmayan ve de çalışmak isteyenleri engelleyenlerin yüzlerine tükürür. Avrupa'da da çalışmayan temsilcilere çürük meyve ve sebze atma eylemi meşrudur."

    Seçime yönelik açıklamalarda da bulunan Öcalan, geniş seçim ittifakı önerisi yaptı. Öcalan, şunları vurguladı: "Seçim için daha önce söylediğim geniş ittifak için çalışmalar devam etmelidir. İtalya'daki zeytin dalı örnek alınabilir. Kendi Prodilerini çıkarsınlar."

    'KİŞİYE ÖZEL YASA OLMAZ'

    Öcalan'ın eleştiri konusu yaptığı bir diğer konu da kendisine yönelik çıkarılan yasal düzenlemeler oldu. "Özellikle bana ilişkin çıkarılan özel kısıtlayıcı yasalardan mağdur olanların bu durumlarının AİHM'e taşınması gerekir" diyen Öcalan, şunları kaydetti: "Mesela bu Rahşan Yasası denilen şartlı tahliye yasasına ilişkin AİHM'e başvuru yapmamız gerekirdi ama yapmadık. O dönem Mümtaz Soysal da bu yasa bu haliyle hukuka aykırıdır, herkesi kapsaması gerekir, sadece bir kısmı kapsaması doğru değil, AİHM'e gidilirse AİHM'den döner demişti. Gerçekten de biliyorsunuz bu yasa benim yüzümden sadece bir kesime uygulandı. Tutukluların çoğu benim de yararlanacağım kaygısıyla bu yasadan yararlandırılmadı. Daha bunun gibi bir çok yasa söz konusu. Benim bu şekilde ele alınışım Türkiye'nin demokratikleşmesine de engel oluyor."

    BENİ CIA UÇAĞI ALDI

    Yunanistan'ın kendisine yönelik düzenlediği uluslararası komploya bu hafta da değinen Öcalan, "Yunanistan'a ilişkin olarak da herhalde çalışmalarınız devam ediyordur" dedi ve şöyle devam etti: "Yunanistan'da Ayfer Kaya vardı. Bunlar bir çok şeyi biliyorlar, beraberdik ve bir çok dost ilişkiyi de biliyorlar. AİHM'e taşıma onlar üzerinde yapılabilir. Biliyorsunuz Yunanistan Mahkemesi'nin kararı önemli. Yunanistan'a girişimizin hukuka uygun olduğuna karar vermişti. Fakat çıkışımızın hukuk dışı olduğuna ilişkin bir tespit yok. Şu anki hükümet Simithis karşıtıdır. Bu durum değerlendirilebilir. Yunanistan'da uçağa binmeden önce kaza yapan şoför, bu şekilde uyarı yapmıştı. Bu da değerlendirilebilir. Beni Yunanistan'dan götüren uçağın kaydı yoktur. CİA uçağıydı. Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisi, ABD'nin yasa dışı CİA uçaklarının uçuşundan Yunanistan'ın da rolü olduğunu söylüyor. Benim durumum da bu kapsamdadır. Kenya'ya ilişkin de Kenya Hükümeti, bu olaydan bir sorumluluğunun olmadığını söylemişti. AİHM de kararında Kenya Hükümeti'nin bu konuda bir açıklaması olmadığı için hukuka aykırılığın tespit edilemediğini belirtiyor. O dönem bizi zor, tehdit ve hile ile, Hollanda'ya götürüyoruz diye elçilikten çıkarıp uçağa bindiren Kenya Dışişleri Bakanlığı yetkilisinin beş milyon dolar rüşvet karşılığı bunu yaptığı söyleniyor. Bunların ortaya çıkarılması gerekiyor. Siz ve diğer İngiliz avukatın Güney Afrika'daki dostlarla bu olayın üzerine gidebilirsiniz. İtalya'daki D'Allema da benim dostumdur, kendisi ve diğer dostlarla bu konuya ilişkin görüşebilirsiniz."

    'KOMALA ÇATI ÖRGÜTLEMESİDİR'

    Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan, bu hafta da Komala sistemi önerisinin ayrıntılarına girdi ve sisteme yönelik aydınlatıcı açıklamalarda bulundu. Öcalan, şunları dile getirdi: "Komala sistemi bütün toplulukların örgütlenip kendilerini ifade edebildikleri bir çatı örgütlenmesidir. Kom kelimesi Aryanca'da grup anlamına gelir, Komala kelimesi ise topluluk anlamına geliyor. Ben bu sistemi üçte üç şeklinde adlandırıyorum. Dünya devletlerinin örgütlenmesi olarak BM'deki yapılanmaya da benziyor. Hukuk , Genel Savunma ve Güvenlik Konseyi, Genel Yönetim. Üçlü sistem bu. Türkiye'nin demokratikleşmesi için de bu üçte üç sistemi uygulanmalıdır."

    BİREY ÖZGÜRLEŞMELİ

    Komala sistemini ayrıntılantılandıran Öcalan, şöyle devam etti: "Siyaset, Devlet ve toplumun demokratik şekilde dönüştürülmesi gerekir. Birinci olarak siyasetin demokratikleştirilmesi için; birey, Siyasi Partiler ve Sivil Toplum Örgütleri üzerinden hareket edilir. Bir kere birey bilinçlenmeli özgürleşmeli. Bu konuda Anarşistler bile incelenebilir. Siyasi Partiler ve Siyasi Partiler Yasası ile Seçim Yasası demokratikleşmeli. Sivil Toplum Örgütleri de devlet ile toplum arasında bir üçüncü alan rolüne sahiptir. Bu aslında siyaset yapmaktır. İkinci olarak Devletin Demokratikleşmesi için; Anayasa Konseyi, Senato ve Temsilciler Meclisi gibi yapılanma olabilir. Anayasa Mahkemesi'nin yetkilerinin genişletilerek bir çeşit Anayasa Konseyi şeklinde örgütlenebilir. Senato üyeleri için seçilmeleri gerekmez, yaşlı ve bilgelerden oluşturulabilir. Yine Duma benzeri Temsilciler Meclisi olabilir. Üçüncü olarak toplumun demokratikleşmesi için; Ekolojik yaklaşım, kadın özgürlüğü, topluluk ekonomisi. Kadın özgürlüğü için, kadının cins özgürlüğü ayrıca özgür erkek ve özgür kadının yaratılması. Kadınlar da özerk yapılarını korurlar, zaten ayrı örgütlenmeleri var, ama Komala sisteminin çatısı altında onun bütünlüğü içinde hareket etmelidirler. Topluluk ekonomisi için de şunu diyebilirim; ne reel sosyalizm ne kapitalizm anlamında ele almıyorum. Sabancı da bir topluluk, Köy ekonomisi de bir ekonomik topluluk."

    MİLLİYETÇİ DEĞİLİM

    Milliyetçi olmadığını bir kez daha vurgulayan Öcalan, milliyetçilik ve Güney'e ilişkin de şu açıklamalarda bulundu: "Ben milliyetçi değilim. Benim sistemim Irak'ta kurulmaya çalışılan Kürt federe devletine de benzemez. Her ülke için ayrı bir komala olabilir. Türkiye Komalası, Irak Komalası, Süriye Komalası da olabilir. Bunların içinde bütün etniseteler yer alabilir. Ayrıca Komala adında bir gazete çıkarılabilir. Komala sistemi basında iyi işlenebilir. Benim burada bir parti yönetmem, talimat vermem imkansız. Avukatlarımla bile çok zor görüşebiliyorum. Ama ben Komala sisteminin ideoloğuyum, fahri sözcülüğünü yapıyorum. Bu ilan edilebilir. Wallerstein ve Bakunin'in fikirleri benzer ama onlar benim gibi bir sisteme oturtamamışlardır. Ben bunu bir sisteme oturttum."

    'BU KOŞULLARA DAYANACAĞIM'

    Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan avukatları ile yaptığı görüşmede sağlık problemlerine de değindi. Edinilen bilgiye göre boğazındaki akıntının devam ettiğini ifade eden Öcalan, şu açıklamalarda bulundu: "Hap verdiler, hap kullanıyorum. Ağzımda yine kılçıklanma ve yanma devam ediyor. Bunun dışında öyle kalp gibi önemli ciddi bir hastalığım yok, genetik bir hastalığım da yok, bu anlamda sağlıklıyım, ölümcül bir sağlık sorunum yok yani. Bu koşullara karşı dayanacağımı daha önce söylemiştim. Koşullar ne olursa olsun intihar gibi bir zayıflığa düşmeyeceğim. Burada ölürsem bu kesinlikle benden kaynaklı olmayacaktır. Burada ölümüm de yaşamım da devlete bağlı. Ölürsem sorumluluk kesinlikle devlete aittir."

    BENİ NİYE UYGULAMIYORLAR?

    İmralı Cezaevi'nde geçirdiği zamandan da bahseden Öcalan, "Çünkü insanlar burada nasıl yaşayabildiğimi merak ediyorlar" dedi ve şunları ekledi: "Daha önce de söylemiştim çok güçlü bir irade ve manevi, moral düşünce gücü gerekiyor. Benim çok güçlü bir fikir dünyam var. Sürekli değişik konular üzerinde düşünüp yeni fikirler oluşturuyorum. Üzerine düşünülecek çok konu var. Mesela bir konu alıp iki-üç saat üzerine düşünüyor, fikir üretiyorum. Daha sonra başka konular üzerinde aynı şekilde duruyorum. Burası normal cezaevleri gibi değil. Üretken olmazsam burada dayanılmaz. Buranın koşullarında spor yaparak, oturarak vakit geçirilemez. Çünkü tek başınasın. Fakat yine de ben burada yaşamımla örnek olmak zorundayım. Benim bu zor koşullarımı hiç mi düşünmüyorlar, hiç mi bu yaşamımı örnek almıyorlar. Ben bu kadar olumsuz koşullarda bir şeyler üretiyorum da dışarıdakiler niye özgür olmanın koşullarını değerlendirmiyorlar. Benim söylediklerimi anlamıyorlar mı? Niye bir şey yapmıyorlar, hayata geçirmiyorlar. Söylediklerimi anlamıyorlarsa koşullarımı da mı anlamıyorlar. Beni ciddiye almıyorlar mı? Niye uygulamıyorlar."

    'EVLİLİK ASLANIN KUCAĞIDIR'

    Öcalan'ın avukatları ile yaptığı görüşmede ele aldığı bir diğer konu da aldığı mektuplar oldu. Cezaevlerinden zaman zaman özellikle de kadın siyasi tutuklulardan mektuplar aldığını kaydeden Öcalan, şöyle devam etti: "Bu mektuplar da güzel değerlendirmeler de var, sorunlardan bahseden şikayetleri dile getirenler de var. Belki kimi kadın arkadaşlar, evlenip çoluk çocuğa karışma yaşlarının geçtiğini düşünüyorlar. Kurtuluşu kendilerini zavallı bir erkeğe teslim etmekte görüyorlar. Bu, kendini bir aslanın kucağına atmaktan farksız değildir. Bu şekilde mi özgürleşecekler ve halkı özgürleştirecekler. Kolay değil beşbin yıllık şekillenme var. Özgür yaşam bunun tam tersini yapmaktır. Özgür, onurlu ve güçlü şekilde erkekle ilişkilensinler. Ben kadınlarımıza ilişkin daha önce çok uzun değerlendirmeler yaptım. Onları okusunlar kendilerini o konuda geliştirsinler. Kadın sorununda çok hakimim."

    ..

    ANF NEWS AGENCY

    http://www.rojaciwan.com/modules.php?name=News&file=article&sid=12252



    Re: GÖRÜŞME NOTLARI_ 2006_28.12.2006

    dersim -

    Öcalan: Muhatap halkın temsilcileridir



    Öcalan: Muhatap halkın temsilcileridir

    KKK Önderi Abdullah Öcalan, Kürt sorununun çözümü için halkın seçtiği temsilcilerin muhatap alınabileceğini söyledi. Öcalan, herhangi bir savaş durumunda Türkiye’yi ciddi tehlikelerin beklediğine dikkat çekti.

    Kürdistan Demokratik Konfederalizm Önderi Abdullah Öcalan, Kürt sorununun çözümünde halkın seçilmiş temsilcilerine işaret etti. Türkiye’de bir savaşın ciddi tehlikeler yaratacağına dikkat çeken Öcalan, “Türkiye bizi dikkate almak zorunda. İlle de beni muhatap almaları gerekmez. Halkın seçilmiş temsilcileri var, demokratik kitle örgütleri var” dedi.

    Öcalan, Çarşamba günü avukatları ile yaptığı görüşmede Kürt sorununun çözümüne ilişkin önemli açıklamalarda bulundu...

    Türkiye Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer’e ve Meclis Başkanı Bülent Arınç’a 8 ve 11 sayfalık mektuplar yazdığını belirten Öcalan, Hükümetin kalıcı çözümler için irade göstermesi gerektiğini kaydetti.

    Kürt sorununun şiddetle, tasfiye ile çözülemeyeceğinin bir kez daha anlaşıldığını vurgulayan Öcalan, yazdığı mektuplara ilişkin şunları söyledi: “Ben mektuplarda üzerime düşeni yapacağımı Sayın Cumhurbaşkanı’na ve Meclis Başkanı’na da anlattım. Bir kez daha söylüyorum; Terörle Mücadele Yasa Tasarısı geri çekilmelidir. Yasanın yürürlüğe girmesi savaş ilanıdır. Bu toplu imhayı dayatmadır.”

    Böylesi bir savaşın yaşanması durumunda Türkiye’yi ciddi tehlikelerin beklediğine dikkat çeken Öcalan, “Türkiye bizi dikkate almak zorunda. İlle de beni muhatap almaları gerekmez. Halkın seçilmiş temsilcileri var, demokratik kitle örgütleri var. Aksi halde Türkiye de Iraklaşır. Türkiye ekonomisinin daha şimdiden başlayan krizleri daha da derinleşir” dedi.

    ‘Demokrasi hamlesine ihtiyaç var’

    KKK Önderi Abdullah Öcalan yazdığı mektupların içeriğine ilişkin ayrıca şunları da söyledi: “Cumhurbaşkanı’na yazdığım mektubun ana fikrini söyleyeyim. Özetle Amasya Tamimi’nin günümüzde güncelleşmesine ilişkindi. Meclis Başkanı’na yazdığım mektupta ise 1919’da Meclis-i Mebusan’da kabul edilen Misak-ı Milli’nin bugüne uyarlanması konusuna değindim.”

    O dönem Cumhuriyet’in kuruluşu için yapılan hamlenin bugün demokrasinin kurulması için yapılmasına ihtiyaç olduğunu vurgulayan KKK Önderi Öcalan, “hatta buna Misak-ı Demokrasi de diyebiliriz. Kaboğlu’nun 1921 Anayasası’na ilişkin bir değerlendirmesi vardı. 1921 Anayasası o dönemin ilerici bir anayasası olup Cumhuriyeti kuran anayasadır. Biz bu anayasanın bugün tekrar uygulanmasını istiyoruz. O dönem için geçerli olup da bugün geri sayılabilecek yönleri hariç. Daha sonra çıkarılan 1924 anayasası Cumhuriyeti kuran anayasa değildir. Bu anayasa ile 1921 anayasasının olumlu yönleri ortadan kaldırılmıştır” dedi. Mektuplarda Kürt sorununa ilişkin görüşlerini de açıkladığını belirten Öcalan, Türkiye eski Cumhurbaşkanı Turgut Özal zamanında başlayan diyalog ve ateşkes süreçlerini anlattığına dikkat çekti.

    ‘Erdoğan meclisten yetki almalı’

    Başbakan R. Tayyip Erdoğan’ın Kürt sorununun çözümüne ilişkin olarak İspanya’daki gibi Meclis’ten yetki alması gerektiğini kaydeden Öcalan devamla şunları söyledi: “Başbakan’ın harekete geçip yeşil ışık yakması halinde ben burada elimden gelen her şeyi yapmaya çalışacağımı daha önce de söyledim. PKK halen kontrol edilebilir durumdadır. Bu önemlidir. Çatışmalı süreç uzun sürer ve derinleşirse PKK başka güçlerin kontrolü altına da girebilir.” Mektuplarına yanıt verilmemesinin çözümsüzlük anlamına geldiğini belirten Öcalan, imhanın dayatılması durumunda HPG güçlerinin tüm tedbirlerini alarak kendini savunacağını vurguladı.

    ‘TMY 6.maddesi örgütten kaçanlar için’

    Terörle Mücadele Yasası’nın yürürlüğe girmesinin savaş ilanı anlamına geleceğini belirten Öcalalan, yasa tasarısı’nın geri çekilmesini istedi. Öcalan “ bu yasa savaş ilanıdır. Toplu imhayı dayatmadır” diye konuştu. Yasa’nın 6.maddesine ilişkin de görüş belirten Öcalan, ilgili maddenin örgütten kaçanlar için tasarıya konduğunu belirtti. YNK lideri Talabani’nin 2003 yılında yaptığı Ankara ziyaretini ve Erdoğan’a ‘Öcalan’ı niye konuşturuyorsunuz’ diye sorduğunu anımsatan Öcalan sözlerini şöyle sürdürdü; “Talabani bu cümlesi ile Öcalan’ı muhatap almayın diyordu. O zaman PKK’ye dönük ciddi bir tasfiye planı olduğunu anladım. Benim yerime kaçanları muhatap hale getireceklerdi. ABD kürt burjuvazisi üzerinden sorunu kendi denetimine alarak, kendi yöntemlerini, kendi politikalarını hayata geçirmek istiyorlardı. Osman ve yanındakiler Talabani’nin himayesine, Nizamettin Taş ile Hıdır Sarıkaya da Neçirvan Barzani’nin himayesine girdiler. Bunların amacı partiyi dağıtmaktı. Yanlarında götürebildikleri kadar insanı götürmek istediler. Fakat ne parti ne de halk bunlara tenezzül etmedi. Bunların gerçek yüzlerini gördüler. Böyle olunca ABD ve diğerleri de bunlardan birşey çıkmayacağını anladı.”

    Adalet Bakanı Cemil Çiçek’in TMY’nin 6.maddesine ilişkin “Öcalan yararlanmayacak ama diğer yöneticiler yararlanabilmeli” şeklindeki ifadesinden de bu maddenin örgütten kaçanlar için olduğu sonucunun çıktığını dile getiren Öcalan, “Bu sözden anladığım, bu maddenin partiden kaçan yöneticiler için olduğudur. Fakat bu yasa da yine gelip bana takıldı. Çünkü Anayasa’nın eşitlik ilkesi nedeniyle bunun herkesi uygulanması durumu ortaya çıkacaktı.”

    ‘GAP kandırmacadan ibarettir’

    Çözüm için ortaya atılan projelerle çözümsüzlüğün daha da derinleştirildiğini belirten Öcalan, GAP projesinin de bunlardan biri olduğunu kaydetti. GAP projesinin kandırmacadan ibaret olduğunu vurgulayan Öcalan, “Bu proje ile Kürt halkına oltaya takılacak balık muamelesi yapılıyor. Bir yandan da halk bilinçli işsizlik politikasıyla terbiye edilmeye çalışılıyor” dedi. Ilımlı İslam modelinin de Türkiye’ye çözüm getirmeyeceğini ifade eden Öcalan şunları söyledi: “Yaşanan laik-anti laik kamplaşması tehlikelidir. Bu aynı zamanda tüccar sınıfı ile bürokrasinin rant ve iktidar savaşıdır.”

    Komala çatı örgütüdür

    Komala sistemi üzerine de değerlendirmede bulunan Öcalan, “Komala sistemi bütün toplulukların örgütlenip kendilerini ifade edebildikleri bir çatı örgütlenmesidir. Kom kelimesi Aryanca’da grup anlamına gelir, Komala kelimesi ise topluluk anlamına geliyor” dedi. Dünya devletlerinin örgütlenmesi olarak BM’deki yapılanmaya da benzediğine dikkat çeken Öcalan Komala sistemine ilişkin şunları söyledi: “Hukuk, Genel Savunma ve Güvenlik Konseyi, Genel Yönetim. Üçlü sistem bu. Türkiye’nin demokratikleşmesi için de bu üçte üç sistemi uygulanmalıdır. Siyaset, Devlet ve Toplumun demokratik şekilde dönüştürülmesi gerekir. İlk olarak siyasetin demokratikleştirilmesi için; birey, siyasi partiler ve STÖ’ler üzerinden hareket edilir. Bir kere birey bilinçlenmeli özgürleşmeli. Bu konuda Anarşistler bile incelenebilir. Siyasi Partiler ve Siyasi Partiler Yasası ile Seçim Yasası demokratikleşmeli. İkinci olarak devletin demokratikleşmesi için; Anayasa Konseyi, Senato ve Temsilciler Meclisi gibi yapılanma olabilir. Anayasa Mahkemesi, yetkileri genişletilerek bir çeşit Anayasa Konseyi şeklinde örgütlenebilir. Senato üyeleri için seçilmeleri gerekmez, yaşlı ve bilgelerden oluşturulabilir. Yine Duma benzeri Temsilciler Meclisi olabilir. Üçüncü olarak, toplumun demokratikleşmesi için; ekolojik yaklaşım, kadın özgürlüğü, topluluk ekonomisi. Kadın özgürlüğü için, özgür erkek ve özgür kadının yaratılması. Kadınlar da özerk yapılarını korurlar, zaten ayrı örgütlenmeleri var, ama Komala Sisteminin çatısı altında onun bütünlüğü içinde hareket etmelidirler.”

    Milliyetçi olmadığını vurgulayan Öcalan, bu sistemin Irak’ta kurulmaya çalışılan Kürt federe devletine benzemediğini belirtti. Her ülke için ayrı bir “komala” olabileceğini kaydeden Öcalan, “Türkiye Komalası, Irak Komalası, Suriye Komalası da olabilir. Bunların içinde bütün etniseteler yer alabilir” dedi. Komala adında bir gazetenin de çıkarılabileceğini ifade eden Öcalan, bu sistemin basında iyi işlenmesi gerektiğini söyledi. Komala sisteminin ideoloğu olduğunu ve fahri sözcülüğünü yaptığını belirten Öcalan, “bu ilan edilebilir. Wallerstein ve Bakunin’in fikirleri benzer ama onlar benim gibi bir sisteme oturtamamışlardır. Ben bunu bir sisteme oturttum” dedi.

    ‘Tek başkan olursa kadın olsun’

    Öcalan, Demokratik Toplum Partisi (DTP)’ndeki eşbaşkanlık tartışmalarına ilişkin de görüşlerini ortaya koydu. Eşbaşkanlığın fiili olarak yürütülebileceğini belirten Öcalan, “bir erkek bir kadın yine yürütmelidir. İlla bir kişi olacaksa da kadın olabilir. Kadınlarımız bunu hak etmiyor mu?” dedi.

    DTP’nin içinde bulunduğu durumdan rahatsız olduğunu vurgulayan Öcalan şunları söyledi: “DTP’nin durumunu beğenmiyorum. Ne yapıyorlar, çalışmıyorlar mı? Belediye Başkanları da kendilerini meclise atma planları mı yapıyorlar? Daha önce de söylemiştim, şehir meclislerini hayata geçirilebilir.” Şehir meclisleri için yasal engelin olmadığını kaydeden Öcalan, “illa Kürtler için olacak diye bir şey yok. Diyarbakır’da olduğu gibi Denizli’de de olabilir. Şehrin insanları toplanıp 300-400 kişilik bu meclislerde şehrin her tür ekonomik sosyal sorunlarını tartışabilirler” dedi. Diyarbakır Belediyesi’nin çalışmalarını da eleştiren Öcalan, “Belediye ne yapıyor? Gençlerin tiyatro ve sinema yapabilecekleri bir merkez kurabilirler. Dil üzerinde durabilirler. Eğer çalışması gerekenler çalışmıyorlarsa kendisine güvenen yetkin yurtseverler bu çalışmaları ve projeleri hayata geçirmeyi üstlenebilirler. Halk da çalışmayan ve çalışmak isteyenleri engelleyenlerin yüzlerine tükürür” diye vurguladı. Halkın bu tepkisi için Öcalan, Avrupa’da çalışmayan temsilcilere çürük meyve ve sebze atma eylemlerini hatırlattı.

    Seçim için geniş ittifak çalışmalarının devam etmesi gerektiğini belirten Öcalan, İtalya’daki zeytin dalını örnek vererek, “Kendi Prodilerini çıkarsınlar” dedi.

    ‘Moral gücüyle dayanıyorum’

    KKK Önderi Abdullah Öcalan sağlık sorunlarına ilişkin de açıklamada bulundu. Boğazındaki akıntının devam ettiğini belirten Öcalan, “bunun dışında öyle kalp gibi önemli ciddi bir hastalığım yok, genetik bir hastalığım da yok, bu anlamda sağlıklıyım, ölümcül bir sağlık sorunum yok. Koşullar ne olursa olsun intihar gibi bir zayıflığa düşmeyeceğim. Burada ölürsem bu kesinlikle benden kaynaklı olmayacaktır. Burada ölümüm de yaşamım da devlete bağlı” dedi.

    İmralı koşullarında yaşayabilmek için çok güçlü bir irade, manevi ve moral gücünün olması gerektiğini vurgulayan Öcalan şunları söyledi: “Benim çok güçlü bir fikir dünyam var. Sürekli değişik konular üzerinde düşünüp yeni fikirler oluşturuyorum. Bir konu alıp iki-üç saat üzerine düşünüyor, fikir üretiyorum. Daha sonra başka konular üzerinde aynı şekilde duruyorum. Burası normal cezaevleri gibi değil. Üretken olmazsam burada dayanılmaz.”

    ‘Zavallı bir erkeğe teslim olmak kurtuluş değil’

    Cezaevlerindeki kadın tutuklulardan mektuplar aldığını belirten Öcalan, “bu mektuplarda güzel değerlendirmeler de var, sorunlardan bahseden, şikayetleri dile getirenler de var. Belki kimi kadın arkadaşlar, evlenip çoluk çocuğa karışma yaşlarının geçtiğini düşünüyorlar. Kurtuluşu kendilerini zavallı bir erkeğe teslim etmekte görüyorlar. Bu, kendini bir aslanın kucağına atmaktan farksız değildir. Bu şekilde mi özgürleşecekler ve halkı özgürleştirecekler. Kolay değil beşbin yıllık şekillenme var. Özgür yaşam bunun tam tersini yapmaktır. Özgür, onurlu ve güçlü şekilde erkekle ilişkilensinler” dedi. Kendisine ilişkin çıkarılan özel kısıtlayıcı yasalardan mağdur olanların bu durumlarını AİHM’e taşıması gerektiğini belirten KKK Önderi Abdullah Öcalan, “Benim bu şekilde ele alınışım Türkiye’nin demokratikleşmesine de engel oluyor” dedi.

    HABER MERKEZİ

    http://www.rojaciwan.com/modules.php?name=News&file=article&sid=12305



    Re: GÖRÜŞME NOTLARI_ 2006_28.12.2006

    dersim -

    Öcalan’dan 4. ittifak önerisi_23.06.2006


    Öcalan’dan 4. ittifak önerisi


    İSTANBUL (23.06.2006)- Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan, avukarlarıyla yaptığı haftalık olağan görüşmesinde Kürt sorununun çözümü amacıyla 3 temel çözüm önerisini içeren Demokratik Eylem Planı sundu. Kürtler ve Türkler’in 3 kez stratejik ittifak yaptıklarını hatırlatan Öcalan “4. Türk-Kürt Demokrasi ittifakı sağlanarak tehlikeli durum aşılır” dedi.

    Avukatlarıyla haftalık olağan görüşmesini gerçekleştiren Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan'ın Kürt sorununun çözümüne ilişkin önemli tespitlerde bulunduğu öğrenildi. Öcalan görüşmede geçen hafta Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer ve TBMM Başkanı Bülent Arınç'a gönderdiği mektupların içeriğini açıklayarak Demokratik Eylem Planı çerçevesinde Kürt sorununun çözümünü içeren 3 temel öneri sundu.







    Öcalan dile getirdiği çözüm önerilerinde şunları belirtti: "Kürt sorununa ilişkin çözüm önerilerimi burada vermeye çalışıyorum ve devam edeceğim. Bu hafta demokratik bir eylem planı da açıklayacağım. Cumhurbaşkanı ve Meclis Başkanına yazdığım mektupta da çözüm önerilerimi belirtmiştim. Bugüne ilişkin Bir Demokratik Eylem Planı hayata geçirilebilir. Şehir ve Bölge Meclisleri artık hayata geçirilmelidir. Bu hedefi hayata geçirmek için çalışma yürütülmeli. Bunu sadece Kürtler'in yoğunlukta yaşadığı bölgeler için söylemiyorum.

    Türkler de bu meclislere katılmalıdırlar. Şehir ve bölge meclisleri oluşturulur. Sonra bu meclisler halkın sorunlarını tespit eder. Örneğin Kürtlerin dil, kültür, kimlik talepleri bu meclislerde tartışılır, incelenir. Daha sonra bunlar bir rapor haline getirilip sorunlar ve çözüm önerileri halkın talepleri olarak TBMM'ye iletirler. Böylelikle meclisten bu sorunlarını çözmelerini isterler. Bu konuda DTP'ye ise büyük bir görev düşmektedir."

    ‘DTP DEMOKRASİ PLATFORMU KURMALI’

    Kürt sorununun demokratik yöntemle çözülmesi konusunda Demokratik Toplum Partisi (DTP)'ye çok önemli görevler düştüğüne dikkat çeken Öcalan DTP'nin görevlerini şöyle sıraladı:

    "Bütün DTP'liler demokratik aşkla dolu olmaları gerekir. Gittikleri her yeri bir demokrasi platformuna çevireceklerse görev alsınlar. Öyle koltuk veya başka şeyler için görev alacaklarsa yapmasınlar. Eş başkanlık kurumu gerekli ve önemli bir konudur. Yasal engel varsa de facto uygulanabilir. Yasal olarak biri bildirilir fiili olarak iki kişi tarafından yürütülür. Kimin bildirileceği önemli değil, önemli olan eşbaşkanlık kurumunun fiili olarak yürütülmesidir.

    Ben burada Türkiye'nin sorunlarının çözümü için fikirlerimi dile getiriyorum. Bunlardan herkes istifade edebilir. Kürtler öyle akılsız değiller. Özgürlüğü biliyorlar artık. Ben özgürlük alanındaki boşluğu ve önemi bildiğim için özellikle kadın ve gençlik alanında müthiş bir kişilik yaratımına önem verdim. Bu konuda çok yoğunlaştım. Ve çok önemli bir düzeye ve geri dönülemeyecek bir noktaya geldik. Kürtler artık özgürlüğü bırakmazlar. Bu öyle parayla kıyaslanabilecek bir durum ve kavram değildir. İşte kaçanların durumu ortadadır. Beş yüz dolar ve bir kadın için kendilerini ne hale getirdiler. Benim kadın sorununa yönelik çözüm önerilerim herkes tarafından, bütün dünya tarafından bilinmekte. Kadına verdiğimiz bu önem herkesin dikkatini çekmekte. Hatta zaman zaman bu konu aleyhime dönderilmeye çalışılıyor."

    “ALEVİLİK VE TÜRBAN SORUNUNA DA ÇÖZÜM”

    Alevilerin Türkiye'de önemli bir topluluk olduğunu hatırlatan Öcalan, Alevilerin kendi sorunlarını “Demokratik Eylem Planı” çerçevesinde kurulacak şehir ve bölge meclislerine götürerek oradan da TBMM'ye çözüm talebi için sunabileceklerini dile getirdi. Türban sorununa da değinen Öcalan, "Mesela türbancılar cemaati de önemli ve büyük bir topluluktur. Türban sorunu da Türkiye'nin önemli bir sorunudur. Onlar da kendi sorunlarını bu şekilde meclise iletebilirler çözüm isteyebilirler. Benzer bir sistem Kürtler’in yaşadığı diğer ülkelerde de oluşturulabilir" dedi.

    Çözüm önerileri arasında İran komalası, Suriye komalası, Irak komalası, Türkiye komalası kurularak sorunların birlikte ele alınması gerektiğini dile getiren Öcalan, sözlerini şöyle devam etti:

    "Referandum sonucunda üç milyon iki yüz bin imza Avrupa konseyine iletildi sanırım. Benzer başka referandum çalışmaları da yapılabilir. Bu fikirleri ciddiye almak gerekiyor. Bu şekilde şehir ve bölge meclisleri oluşturulup tabandan katılım sağlanırsa, tepeden inmeci siyaset anlayışının aşılması sağlanabilir. Her zaman vurguladığım tabandan demokrasi bu şekilde pratikte hayata geçirilebilir. Küreselleşmenin yarattığı sorunlara karşı küresel demokrasiyi geliştirerek cevap verilebilir. Ben burada küresel demokratik toplumculuk fikrinin öne sürülmesi gerektiğini dile getiriyorum. Devletin de yeniden küresel anlamda tanımlanmaya ihtiyacı var. Benim devlet tanımım şudur; devlet siyasi tecrübenin ve uzmanlığın en üst düzeydeki organizasyonudur. Benim devlet tanımım ne etnik, ne de dinidir. Başka referanslara yer yoktur, modern devlet tanımıdır."

    ‘İRAN'DAN SONRA SIRA TÜRKİYE’YE GELEBİLİR’

    Türkiye’nin sorunlarına gerçekçi yaklaşmaması ve sorunlarını demokratik bir çerçevede çözmemesi halinde İran'dan sonra sıranın kendisine geleceğine dikkat çeken Öcalan devamla şunları söyledi:

    "Türkiye’de bu vahşetle karşı karşıya kalacaktır. Bu gerçekliği görmek gerekir. Ahmedinejat muhafazakar ve içe kapanmacı politika uyguluyor. Anti demokratik uygulamaları var. Irak'tan sonra sıra İran'a gelecek. Ortadoğu'da yarın ne olacağı belli olmaz. Saddam da eskiden ABD'nin desteğini almıştı. Şu anda Irak'ın ve Saddam'ın hali ortadadır. Ortadoğu'nun bu tablosu ortada iken Türkiye bu tehlikelerle karşı karşıya iken; Türkiye'de Kızıl elmacılar denen koalisyon Kürt düşmanlığı merkezli bir siyaset yürütüyor ve bölünme paranoyasını sürekli canlı tutarak AB'ye karşı çıkıyor.

    Türkiye'de Kürt karşıtı bir linç ortamı yaratmaya çalışıyorlar. Gazetelerde okudum kaç yerde buna benzer olaylar yaşanmış. Bu olayların arkasında sadece MHP yok, hatta biraz daha geri planda sayılabilir. Deniz Baykal politikalarıyla bu ortamın oluşmasına hizmet ediyor. Avrasyacılar AB yerine; Türkiye'nin yönünü Doğu'ya çevirmesi gerektiğini Rusya ve Çin ile ittifaklar yapması gerektiğini söylüyorlar. Şanghay Beşlisi gibi oluşumlar içinde yer almalı diyorlar. Bunlar göremiyorlar mı? Çin ve Rusya da kontrol altında. Çin mi Türkiye'yi kurtaracak? Öncelikle Uygur Türklerini rahat bırakmalarını sağlasınlar. Çin, Kırgızistan'la sorunlarını halletsin. Rusya mı Türkiye'yi kurtaracak? Rusya'daki Ermeni lobisini hesaba katmıyorlar mı? ABD'ye de hangi lobilerin hakim olduğu bellidir.

    “ABD KARADENİZ’E KADAR AL DESE BEN ‘HAYIR’ DERİM”

    Türkiye'nin içinde bulunduğu durumu değerlendiren Öcalan, sözlerini şöyle sürdürdü: "Bunlar kendilerine çılgın Türkler diyorlar. Çılgın Türkler kitabının yazarı ile Deniz Baykal aynı apartmanda oturuyorlar. Hatta kitabı muhtemelen birlikte hazırlamışlardır. Bazı senaryolar hazırlıyorlar. Türkiye'de 17 milyon işsiz insan var. Ekonomik kriz var. Güney’de Kürt oluşumu var, güneyin 300 bin kişilik ordusunun olduğu biliniyor. Bu yarın 500 bine çıkmaz mı? Çıkar. Yeterince silah alacak kadar paraları da var. ABD silah veriyor mu? veriyor. Yarın daha fazlasını verecek. Bir de yarın öbür gün PKK'yi de yanlarına alırlarsa peki ne yapacaksın? Nasıl kurtaracaksın çılgın Türk? Yarın ABD bana silah ve imkan verip; Karadeniz'e kadar al dese, ben yine de ABD'ye hayır derim, çünkü sorunun bu şekilde çözülemeyeceğini, sorunun ancak demokrasi kültürünün yerleşmesi ile çözülebileceğini biliyorum.

    Eğer PKK kötü niyetliyse, Türkiye'yi bölüp parçalamak istiyorsa devlet başta beni de olmak üzere PKK'yi imha etsin. Ama artık durumun böyle olmadığını ben biliyorum. Orduda da ve devlette de bir kesim artık bunu görüyor. PKK demokratik bir Türkiye için mücadele ediyor. Aynı kesim bu anlamda PKK'nin şu anda kontrol edilebilir bir durumda olduğunu ve benim ölümüm halinde büyük bir belirsizliğin ve kontrol edilemez bir PKK'nin ortaya çıkacağını da görüyor. Avrupa Birliği ve ABD biliyorsunuz Kongra Gel'i terör örgütleri listesine almış durumda. Ama neden kimse bunu düşünmüyor, PKK savaşın yoğun olduğu dönemde bu devletlerden en üst düzeyde destek alıyordu, daha sonra stratejisini değiştirip demokratik çözüm için legal siyaset yapmak istediğini açıklayıp, Türkiye çatısı altında bir çözüm için mücadeleye başladığında terör örgütleri listesine alındı. Bu nokta üzerinde iyi düşünmek gerekiyor.

    Beni Türkiye'ye teslim eden komplocu güçlerin kim olduğunun net bilgisi elimdedir. Onların planına göre 'Apo kaba bir direniş gösterir' diye düşünüyorlardı; ya da ‘burada fazla uzun yaşayamaz’ diye düşünüyorlardı. Bunun sonucunda Türkiye'nin bir iç çatışmayla kaybedeceğini hesaplıyorlardı. Ben bu durumu gördüm. Bu nedenle insanların ölmemesi, kayıpların artmaması için kendimi yaşatmam gerekiyordu. Ve yaşamaya çalıştığım koşullarım ortadadır. Fakat direnmeye ve yaşamak için çaba göstermeye devam edeceğim. Tarihi konulara ilişkin daha çok değerlendirme yapılabilir. Sorunun çözümüne dönük güncel olarak yapmamız gerekenleri önümüze koymamız gerekiyor.

    'ULUS DEVLET DİNLEŞTİRİLDİ’

    Ulus devletin aşılmasından korkulmaması gerektiğine dikkat çeken Öcalan, dünyada ulus devletlerin nasıl alışıldığını ve aşamayan ülkelerde yaşanan tıkanıklığı ise şöye aktardı:

    "Ulus devleti aşmaktan korkulmamalıdır. Ulus devlet artık bir din haline getirilmiştir. Müthiş tutuculuk söz konusudur. Ulus devletin alt yapısını oluşturan milliyetçilik de bir dindir. Hatta laikçilik de bir din haline getirilmiştir. Ulus devlet üç yüzyıl önce inşa edilmeye başlandı. Hitler faşizmiyle de taçlandırıldı. Ben bu konulara, daha önce geniş belirttiğim için sadece düşüncelerime giriş yapmak için kısaca değineceğim. 2. Dünya Savaşı milyonlarca insanın ölümüne sebep oldu. Avrupa, ulus devleti AB projesiyle aşmaya çalışıyor. İspanya Franco faşizminden sonra cesur davranarak ulus devleti aştı. Demokratikleşme konusunda halen ilerliyor ve toplumdaki refah seviyesi yükseliyor. Yine aynı şekilde Almanya Hitler ulus devleti anlayışını aştıktan sonra bugünkü noktaya geldi. İngiltere'deki durumu da biliyorsunuz, orada da çoklu bir yapı söz konusudur. Bu İngiltere'yi zayıflatmamıştır. İngiltere için 'Üzerinde Güneş Batmayan İmparatorluk' deniyor. Halen de böyledir. AB içinde bir tek Fransa ulus Devlet'i tam anlamıyla aşamamıştır. Bugün AB'nin yaşadığı ciddi krizlerin temelinde Fransa'nın ulus devleti ve milliyetçiliği aşamamış olması vardır."

    ‘İTTİFAK BELGELERİ YAKILDI’

    Dile getirdiği çözümlemeler çerçevesinde Türkiye'ye gerçek anlamda demokrasinin gelmesi için Sivas ve Erzurum Kogrelerinin incelenmesini öneren Öcalan devamla şunları söyledi:

    "Benim görüşlerimi dile getirirken Mustafa Kemal'i sık sık gündeme getirmemin anlamı vardır. Bazıları bu durumu eleştiriyor ve yanlış anlıyor. Beşikçi ve Melik Fırat bana kızmasınlar. Mustafa Kemal'in güncelleştirilmesi gerekiyor. Bu durum önemlidir. Okuduğum dört bin kitap incelenirse ne demek istediğim daha iyi anlaşılır. Mustafa Kemal Kurtuluş Savaşı’nda Kürtlerle stratejik ittifakın önemini çok iyi kavramıştır ve bu ittifakı gerçekleştirmiştir. Bunun gereği olarak Erzurum ve Sivas Kongrelerini gerçekleştirmiştir. Benim bir süredir önerdiğim Şehir Meclisleri ve Bölgesel Meclisler Türkiye'ye gerçek anlamda Demokrasinin yerleşmesini sağlamak açısından Erzurum ve Sivas Kongrelerinin oynadığı rolü oynayabilir.

    O dönemki Misak-ı Milli havasının bugün demokrasinin yerleşmesi için yakalanması gerekiyor. Kurtuluş Savaşı’nı ve o süreçte Kürtlerle yapılan ittifakı sağlayan Mustafa Kemal'i önemsemek gerekir. Mustafa Kemal öyle Kürt karşıtı birisi değildir. Hatta Türkiye'nin ilk anayasası da bu anlamda daha demokratik bir anayasaydı. İbrahim Kaboğlu da 1921 anayasası hakkında değerlendirmelerde bulunmuştu. Olumlu buluyorum. 1921 anayasası daha demokratiktir. Ancak en kısa ömürlü anayasa da bu olmuştur.

    İbrahim Kaboğlu ve Baskın Oran'ın bu konudaki görüş ve kitapları incelenebilir, tartışılabilir. Bu dönemde Mustafa Kemal'in Kürtlere geniş muhtariyet verilmesi gerektiği yönünde düşünceleri olmuştur. Bu düşünceleri içeren çok sayıda mektuplar ve benzeri belgeler bulunmaktadır. Ancak bu belgelerin çoğu Kemalist olduklarını iddia eden bürokratların da içerisinde yer aldığı bazı kesimlerce yakılarak imha edilmiştir. Atatürk'ün Kürtlere yönelik olumlu düşünceleri olduğu böylelikle sansürlenmeye çalışılmıştır."

    ‘TÜRKLER KÜRTLER İLE 3 KEZ STRATEJİK İTTİFAK YAPTI’

    Tarihte Kürtler ve Türkler’in 3 kez stratejik ittifak yaptıklarını hatırlatan Öcalan, devamla şunları söyledi: "Tarihte üç kez Türklerle Kürtler stratejik ittifak yapmışlardır. Kurtuluş Savaşı’ndaki ittifakın sonucunda Kürt ve Türk halkının elde ettiği ortak başarısının yanı sıra Yavuz döneminde ve 1071 tarihinde Alpaslan döneminde de stratejik ittifak yapılmıştır. 1071'de Alpaslan Roma İmparatoru Romen Diyojen'e karşı Kürtlerle ittifakı yaparak Anadolu'ya girmiştir. Alpaslan Silvan taraflarına gelerek, Mervani Kürt kalıntıları ve geri kalan Kürtlerle işbirliği yapmıştır. Bunun neticesinde Kürtler 10 bin asker ile destek vererek Alpaslan'ın savaşı kazanmasını sağlamıştır. Aynı şekilde Yavuz döneminde de benzer şekilde Yavuz, Kürt ittifakını sağladıktan sonra Ortadoğu'ya girebilmiştir. Bugünkü Türkiye- İran sınırı o dönemde şekillenmiştir. Yavuz ittifakı sağladıktan sonra Çaldıran, Mercidabık, Ridaniye savaşlarını kazanarak Suriye, Arabistan, Mısır yani Ortadoğu'ya egemen olabilmiştir. Yavuz o dönemde, Kürt beylerinin kendi aralarında bir lider seçmesini istemiştir. Ancak Kürt beyleri arasında çelişkiler, rahatsızlıklar var. Yavuz akıllı adamdır. Kürt beylerine mühürlü boş sayfalar göndererek kendi isteklerini tek tek yazmalarını istemiştir."

    ‘ORTADOĞU’DA DEMOKRATİK FETİH’

    Bugün de tarihtekilere benzer 4. Türk-Kürt Demokrasi ittifakı sağlanarak bu güç ve tehlikeli durumdan kurtulmanın sağlanabileceğini belirten Öcalan, şunları belirtti:

    "Bu durumdan ancak Kürt-Türk kardeşliği temelinde bütün Ortadoğu da 'Demokratik Fetih' yapılarak kurtulunabilir. Bu anlamda Erdoğan'ın İspanya Başbakan'ı ile yürütmek istediği Medeniyetler İttifak'ı devam ettirebilir ve bununla da sınırlı kalınmamalıdır. Israrla vurguladığım gibi Türk-Kürt ittifakı da sağlanıp Ortadoğu'ya Demokrasi kültürü yerleştirilmelidir. Yavuz döneminde yapılan ittifak ile Ortadoğu feodal bir şekilde fethedilmişti. Yapılacak yeni ve demokratik bir ittifak ile Türkiye demokratikleşebilir ve bu demokrasi kültürü bütün Ortadoğu'ya taşınabilir.

    Daha önce de söylediğim gibi; Ortadoğu'da ciddi demokrasi kültürü eksikliği var. Ortadoğu'da siyasetin ve toplumun demokratikleşmesi gerekir. Egemenler geçen yüzyıl başında Ortadoğu'ya despotik devlet anlayışları dikte etti, 20. yüzyılı kaybettik, Ortadoğu demokratikleşmezse bir yüzyıl daha kaybederiz. Ortadoğu'ya demokrasi ne ABD tarzı savaş ile, ne de Ortadoğu'daki mevcut direniş anlayışıyla mümkündür. Böyle bir direniş olmaz. Bu bir metod haline getirilmeye çalışılıyor. Irak'ta tam bir vahşet ve çılgınlık yaşanıyor, Arap oldukları halde Sunni ve Şiiler her gün birbirlerine acımasızca saldırıyorlar, birbirlerini öldürüyorlar, birbirlerinin kafa ve boğazlarını kesiyorlar. Bu tür bir direnişten bir halt çıkmaz. Günümüzde İslam adına mücadele ettiklerini ileri süren İslami kişiliklerin çoğu Amerikan beslemesidir.

    ‘İTTİFAK BÖLÜNMEYİ ENGELLEDİ’

    Kurtuluş Savaşı döneminde Kürtler ve Türkler arasında yaşanan ittifakın önemine değinen Öcalan şu hususlara dikkat çekti:

    "Kurtuluş Savaşı dönemi iyi incelenirse, o sürece büyük emperyalist devletlerin tam hakim olduğu görülür. Ortadoğu'nun şekillenmesiyle ilgili plan söz konusu büyük devletler tarafından hazırlanmıştı. Bu söyleyeceklerim Ermeniler tarafından yanlış anlaşılmasın. Ben hiçbir halka ve haklarına karşı değilim. Mustafa Kemal'in öncülüğünde Kürtler ve Türkler arasındaki ittifak sağlanmamış olsaydı, Kürtlerin yaşadığı Kürdistan coğrafyası bugün daha çok parçaya bölünmüş olurdu. Bugün doğudaki toprakların çoğu, Erzurum, Van, Diyarbakır gibi iller, Ermenistan sınırlarında kalacaktı.

    Irak tamamen Araplaşacaktı, Suriye'nin kuzeyinde Asuristan gibi küçük bir devlet kurulacaktı. Kürtlere de Şırnak, Hakkari, belki Siirt illeri verilecekti. Türklere de Konya, Niğde, Nevşehir gibi İç Anadolu'ya sıkışmış küçük bir alan kalacaktı. Bu şekilde oluşacak küçük devletler bağımsız olamayacak, Fransız ve İngiliz emperyalizminin egemenliği altında olacaklardı. Bu küçük devletlerin bugünkü Kürt Federe Devletinden pek farkı olmayacaktı. Ermeniler ve Pontuslar o zamanki Emperyalistlere güvenerek onların oyununa gelmişlerdir ve kaybetmişlerdir. Soykırıma uğramışlardır. Çünkü egemen güç olan Osmanlı 'sen beni öldüreceğine ben seni öldüreceğim' mantığıyla hareket etmiş ve bu acı tablo ortaya çıkmıştır. Belirttiğim gibi asıl belirleyici güç İngiliz emperyalizmidir. Cumhuriyeti kuran ve yaşatmaya çalışan Mustafa Kemal sonuçta ihtilalci bir kişiliğe sahiptir ve emperyalizm tehlikesini de görmüştür. Bu nedenle de o ve ekibi 1925'ten sonra cumhuriyeti koruma içgüdüsüyle hareket etmiştir."

    ‘MUSTAFA KEMAL KARŞITLARINI EZDİ'

    Aynı zamanda Mustafa Kemal'in o dönem cumhuriyete karşı gelişebilecek bütün hareketlere karşı sert önlemler alarak karşıtlarını ezdiğine de işaret eden Öcalan, sözlerini şöyle sürdürdü:

    "Fransız ihtilaliyle ortaya çıkan jakoben anlayıştan etkilenen tüm ihtilalci kişilikler gibi o da karşıtlarını yok etmiştir. Bu jakoben kişilikleri akademik kafa anlamayabilir. Gerçi Türkiye'de öyle bilimsel akademik bir düşüncenin olduğu da tartışılır. Mustafa Kemal o dönemde cumhuriyete karşı geliştirilebilecek bütün hareketlere karşı sert önlemler almış ve karşıtlarını ezmiştir. Mesela; Cumhuriyetin ilk yıllarında Kürt önderlerinden Seyit Abdulkadir'e iki ajan yollanıyor. Şimdi de Kürtler içerisinde on binlerce ajan var. Seyit Abdulkadir dönemin Şura-i Devlet yöneticiliğini yapmıştır. Bunlar Seyit Abdulkadir'e kendilerini İngiliz olarak tanıtıyorlar, İngiliz devleti adına tekliflerde bulunuyorlar. Ve Abdulkadir bu oyuna geliyor. Sonuçta idam ediliyor. 1925'teki Şeyh Sait isyanında söylenildiği gibi İngiliz parmağı da yoktur, ancak İngilizler bu durumdan yararlanmak istemişlerdir. Netice itibariyle Kerkük ve Musul İngilizlere bırakılmak zorunda kalınmıştır."

    ‘SICAK PARA İŞGALDEN TEHLİKELİ’

    Türkiye'nin içinde bulundğu ekonomik çıkmazada değinen Öcalan, şöyle konuştu:

    "Bazı kesimler Kerkük ve Musul'un verilmesinin büyük bir taviz olduğunu söylüyorlar. Aslında bu küçük bir tavizdir. Asıl büyük taviz İzmir İktisat Kongresi ile Türkiye Cumhuriyeti ekonomik olarak kendi kapitalist sistemleri içerisine alınmasıyla verilmiştir. Daha önce Rusya ile olan ilişkileri bu şekilde sona ermiş ve tercihini bu şekilde kullanmak zorunda kalmıştır. Türkiye batının kapitalist sistemine bu şekilde girmiş, 50'li yıllarda bu ekonomik ilişkiler daha da gelişerek perçinleşmiştir. Bu da bir çeşit işgaldir. Askeri işgalden daha tehlikelidir. Sıcak para eşittir işgal demektir. Finans sermayenin işgalidir. Artık Türkiye bu sistemden kopamayacak bir duruma getirilmiştir.Bunlar basında işlenebilir.

    Türkiye'nin bu sistemden kopması çok zordur. Türkiye kendi yapısal sorunlarını çözemediği için içinde bulunduğu bu durumundan batılı ülkeler taviz koparmak suretiyle ekonomik olarak yararlanmaktadırlar. Bir gazetede okudum bir Ermeni de söylüyordu; Fransa Ermeni Soykırımını sürekli gündemde tutarak her yıl soykırımın yıldönümünde meclise tasarılar getirmekte, Türkiye'ye baskı uygulamakta, bunun sonucunda Türkiye'den tavizler koparmaktadır. Hatta son yılda Türkiye ile Fransa arasındaki ticaret hacminde Fransa lehine yüzde yirmi civarında bir artış olduğu söyleniyor. Günümüzün işgali eşittir sıcak para. Siz Yunanlıları iki-üç yılda attınız ama sıcak parayı kolay kolay atamazsınız."

    ..

    ANF NEWS AGENCY

    http://www.rojaciwan.com/modules.php?name=News&file=article&sid=12609




    Re: GÖRÜŞME NOTLARI_ 2006_28.12.2006

    dersim -

    Öcalan'dan referandum önerisi_30.06.2006


    Öcalan'dan referandum önerisi

    İSTANBUL (30.06.2006)- Avukatları ile yaptığı görüşmede üç aşamalı demokratik çözüm önerisinde bulunan Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan, önerinin Meclis'te reddedilmesi halinde referanduma gidilmesini istedi. Öcalan, seçimlere bağımsız adaylarla da girilebileceğini söyledi. Öcalan görüşmesinde ayrıca Güney Kürtleriyle doğru temelde ittifakın yapılabileceğini vurguladı.

    Referanduma gidilmesini isteyen Öcalan'ın önerilerini şöyle sıraladı: Türkiye'nin her tarafında Demokratik Çözüm ve Barış Arayışı Konferansları yapılsın. Altı ay boyunca her şey tartışılsın tartışılır. değişik toplum kesimleri katılır. Konferans sonuçları Meclis'e sunulsun. Meclis soruna bir çözüm getirsin Meclis bir çözüm bulamazsa, üçüncü aşamaya geçilsin. Sonuçlar referanduma sunulsun.

    Eğer ayrılık çıkarsa bizi ayrılıkçılıkla damgalasınlar. Kürtler için önerim, ayrılıkçılık değil demokratik özerkliktir

    Bu hafta 8. kez avukatları ile gören Öcalan, kamuoyuna önemli mesajlar verdi. Edinilen bilgiye göre, Öcalan, görüşmede avukatlarına 8 hafta boyunca görüştürülmesini "diyalog ve iletişimin sürmesi" açısından önemli bulduğunu söyledi.

    25 Haziran'da gerçekleştirilen DTP 1. Kongresi'ne değinen Öcalan, coşkulu geçen kongrenin olumlu hava yaratması temennisinde bulundu. Öcalan, şunları dile getirdi: "Sanırım DTP Kongresi iyi geçmiş, kırk bin civarında bir katılım olmuş. Kongre'nin coşkulu geçmesi umarım olumlu bir hava yaratır. Orhan Doğan'ın röportajın da bahsettiği şeyler vardı, bazen böyle şeyler söyler ama hayalcilik yapmamak lazım, gerçekçi olmak lazım. PKK ile mesafe konusu sanıyorum siyasallaşma anlamında söylenmiştir. Bu anlamda doğrudur. Kreschmer bizi anlamamış görünüyor, benim düşüncelerimin ona da aktarılması gerekir."

    ÖNERİLER MECLİS'E SUNULSUN

    Abdullah Öcalan'ın avukatları ile yaptığı görüşmede çözüm önerilerine de değindiği öğrenildi. Edinilen bilgiye göre, "Ben çetecilere ve darbecilere karşı demokratik çözüm ve demokratik birlik öneriyorum" diyen Öcalan, üç aşamalı çözüm önerisinde bulundu: Öcalan'ın çözüm önerileri şöyle:

    "1. aşamada Demokratik Çözüm ve Barış Arayışı Konferansları yapılır. Altı ay boyunca her şey tartışılır. Bu Konferanslarda etnik sorun, Kürt sorunu, Türk sorunu, her sorun tartışılır, konuşulur. Türkiye'nin her tarafında bu konferanslar yapılır, akademisyenler, sivil toplum örgütleri, değişik toplum kesimleri katılır. 2. aşamada konferans sonuçları Meclis'e sunulur. Meclis'in bir çözüm getirmesi beklenir. Eğer Meclis bir çözüm bulamazsa, üçüncü aşamaya geçilir. 3. aşamada Meclis'in çözüm getirmemesi nedeniyle sonuçlar referanduma sunulur. Eğer ayrılık çıkarsa o zaman bizi ayrılıkçılıkla damgalasınlar. Benim Kürtler için önerim, ayrılıkçılık değil demokratik özerkliktir."

    'YANIT VERİLSİN'

    Çeşitli çevrelerde kendisi aleyhine yürütülen propaganda faaliyetlerine de değinen Öcalan, bir broşür hazırlanarak yöneltilen saldırılara yanıt verilmesini istedi. Nizamettin ve Osman grubunun kendisine yönelttiği eleştirileri hatırlatan Öcalan, "Sağda solda benim için konuşuyorlardı, ama biraz duruldu sanıyorum. Benim bunları bilme ve cevap verme hakkım var. Bir broşür hazırlanarak şahsıma karşı yapılan saldırılara cevap olunabilinir" şeklinde konuştu.

    Öcalan, Türkiye sağ cenadından kendisine yöneltilen eleştiriler için de şunları dile getirdi: "Yaşar Okuyan'ın gazetedeki demecini okudum. 'Atatürk'ten sonra başta ben olmak üzere hepimiz hata yaptık, şimdi de bu hataları düzeltmeliyiz' diyor. Çok şaşırdım. Onlar da gördü ama milliyetçilik temelinde yaklaşıyorlar. Muhsin Yazıcıoğlu benim için 'idam edilmeliydi' diyor. Bu çok tehlikelidir. Böyle olursa her şey kontrolden çıkar. 3 milyonu aşkın insanın beni desteklediği söyleniyor. Aslında bu on milyondur. Onlara teşekkür ediyorum. Benim idam edilmem durumunda savaş hızlı gelişir ve binlerce insan ölür."

    Bu hafta da cumhuriyetin demokratikleştirilmesi konusuna değinen Öcalan, konuyla ilgili şu hususların altındı çizdi: "Cumhuriyeti demokratikleştirmeden olmaz. Fransa Cumhuriyeti kurdu ama tam demokratikleştiremediği için şimdi krizde. Fransız düşünürler örneğin Saint Simon'da da eşitlik ve özgürlük düşünceleri vardı. Fransız Devrimi düşüncelerini bunlara dayandırdı, ama Cumhuriyet demokratikleşmeyince bu düşünceler ütopya olarak kaldı. Sonra Proudhon, Marks gibi düşünürlerle de aynı düşünceler devam etti. Ben bu konuda daha ayrıntılı çalışma yapıyorum. Rusya'daki deneyim de demokratikleşmeyince çöktü. Üç yüz yıllık Cumhuriyet düşüncesi, uygulaması nihayetinde demokratikleşemeyince başarılı olamadı."

    'KOMALA SİSTEMİ ÖNEMLİ'

    Ulus-devlet konusundaki fikirlerinin belli olduğunu hatırlatan Öcalan, "Benim ulus-devlet konusundaki fikirlerim belli. Avrupa için Avrupa Konfederasyonunu, Ortadoğu için Ortadoğu Konfederalizmi, BM için de yeniden yapılanması konusundaki düşüncelerimi daha önce tartışmıştım. Bu düşünceler kavranıyor mu, gazete ve televizyonda tartışılıyor mu bilemiyorum. Kürtler için de Komala sistemi önemlidir. Komala örgütlenmesi, şirket, kooperatif gibi topluluk örgütlenmelerine benzer şekilde toplumun demokratik örgütlenmesidir. Bugün Güney'de olan oluşumun ideolojisi milliyetçilik, örgütlenmesi devlettir. Halbuki ben Komala sisteminde toplumun demokratik örgütlenmesini öneriyorum" diye konuştu.

    Her hafta anlaşılmamasını eleştiren Öcalan, bu haftada bu konuya değindi. Öcalan, bir kez daha şu hususların altını çizdi: "Benim demokratik çözüme dönük düşüncelerimin samimiyetini tartışıyorlarsa, bunlar delidir, beni anlamıyorlar. Beni dar milliyetçi olarak göstermek istediler. Gidip baksınlar. 1975'te ADÖD (Ankara Demokratik Öğrenci Derneği) başkanıydım. O zamanki konuşmalarıma baksınlar. Ben o zaman da Türklerin ve Kürtlerin ittifakını savunuyordum. Bu konuda önceki ve devam eden süreçlerdeki konuşmalarım ortada, derli toplu incelense anlaşılır. Ama o zaman Türk Solu bile bizi anlamadı, dar yaklaştılar. PKK'nin kurucuları Haki Karer, Kemal Pir ve hala Duran Kalkan Türk değil mi? Biz bu arkadaşlarla bu konuları çok konuşuyorduk. Ben Kürtlerin 1071'de ve Çanakkale Savaşı'nda Türklerle birlikte yaşama eğilimini ortaya koyduğunu söylemiştim. Benim bu türden ve devam eden demokratik çözüm düşüncelerim biliniyor."

    GÜNEYLE DOĞRU TEMELDE İTTİFAK

    Öcalan, bu görüşmede geçmişte Güney Kürdistanla ilişkilere dikkat çekerek, Güneydeki Kürtlerle doğru temelde ittifak yapılabileceğini söyledi.

    Öcalan, şöyle dedi: "ABD Kürtler içinde gelişen milliyetçi ulusçuluğa beni engel gördüğünden tasfiye kararı aldı. Çünkü benim ideolojim milliyetçilik değil, demokratik birliktir. Bu süreçte Avrupa Birliği de Kemal Burkay, İbrahim Güçlü gibilere olanak sağlayarak ABD'nin tasfiyesine güç verdi. Geçmişte Türkiye de, Güney'deki Kürtler'le bize karşı ittifak yaparak bizi tasfiye etmeye çalıştılar. Türkiye bu konudaki hatasını anladı. Bugün Güney'deki Kürtlerle doğru temelde ittifak yapılabilir. Ama bizi tasfiye etmeye kalkarlarsa sonuna kadar mücadele edecek gücümüz var. ABD şimdi Ortadoğu'daki despotik ulus devletlerden desteğini çekti. ABD 50 yıldır despotik ulus devletleri desteklediği için hata yaptığını söyledi. Bush, 'Çağımızın Hitler'i Ahmedinecattır' diyor. Doğrudur. İslamın ılımlısı radikali olmaz.Türk-islam sentezi de olmaz. İran da Şia milliyetçiliği var. Suriye'de de BAAS milliyetçiliği var. Biliyorsunuz Irak'ta despotik ulus devlet yıkıldı."

    SAVAŞIN ÖNÜNE GEÇMEK İSTİYORUM

    "Türkiye'deki Kürtler içinde ulusçuluk gelişirse Suriye, İran veya ABD de desteklerse yapılacak bir şey kalmaz" diyen Öcalan, "İşte Irak'ta bir avuç Kürt'le Saddam rejimini yerle bir ettiler. Demokratik çözüm yerine savaş gelişirse Türkiye'deki Kürtleri de kullanmak isterler. Ben savaşın önüne geçmek istiyorum. Çünkü savaş devam ederse benim de kontrol edemeyeceğim durumlar ortaya çıkar. Böyle bir savaşta halklar kaybeder" şeklinde konuştu.

    Öcalan şöyle devam etti: "Almanlar Osmanlı İmparatorluğu'nda İttihat ve Terraki'yi destekleyerek parçalanmasına neden oldular. Batı, Ermeniler, Süryaniler ve Asuriler'le ticaret yaptı, bunlar da milliyetçi ulusçuluğu geliştirdi. Sonra da Ermeniler ve Süryaniler katledildi, Kürtler de kullanıldı. Mustafa Kemal, kurtuluşun milliyetçilikle olamayacağını gördü, ayrıca kurtuluş savaşında hiçbir yabancı güce de dayanmadı. Kürtlerle ve diğer halklarla ittifakı esas aldı. Mustafa Kemal "Özgürlük benim karakterimdir" demişti. Özgürlük benim de karakterimdir. İkinci Cumhuriyet demokratik cumhuriyettir. Ben de bunu savunuyorum."

    'ABD İSTERSE DARBE OLUR'

    Türkiye'nin bir darbecilik geleneği olduğunu vurgulayan Öcalan, ABD'nin istemesi halinde darbe olacağını söyledi.

    Öcalan, "Türkiye'de bir darbecilik geleneği var. Türkiye'de ABD isterse yarın darbe olur. Şu anda ABD bir darbe olmasını istemiyor. Ama olmaz demiyorum, ben kahin değilim. Türkiye'deki bütün darbelerde ABD'nin rolü vardır. 27 Mayıs'ta Adnan Menderes Moskova'ya gitti bir hafta sonra darbe oldu. 12 Mart ve 12 Eylül'de de benzer süreçler yaşandı. 28 Şubat sürecini dahi Çevik Bir üzerinden ABD yönetti. Şangay beşlisi ile Çin ve Rusya'ya dayanarak darbe yapamazlar. Devlet içindeki çeteler ciddi bir şekilde darbe yapmak istiyor ama ABD istemiyor" dedi.

    'RAHŞAN KURTARAMAZ'

    Son günlerde sağda ve solda yürütülen siyasal ittifak çalışmalarının ülkeyi kurtarmayacağını vurgulayan Öcalan, şöyle devam etti: "İşte şimdi Rahşan Ecevit sağa sola koşuyor. Bu yöntemlerle cumhuriyet kurtarılamaz. Mesut Yılmaz'ın da siyasete döneceği söyleniyor. Bunlar alternatif olamazlar. Demokrasiyi inşa etmek gerek. Baykal ve Erdoğan siyasetinin başarılı olamayacağı görüldü, yeni alternatifler yaratmaya çalışıyorlar."

    SEÇİMLERE BAĞIMSIZ DA GİRİLEBİLİR

    Sol ittifak konusuna da değinen Öcalan, "Türkiye'de geniş demokratik güçlerle ittifak yapılarak sonuç alınmalıdır" dedi ve şöyle devam etti: "Bu konuda İtalya örneğini vermiştim. Eğer böyle bir demokratik ittifakın geliştirilmesi hususunda sonuç alınamazsa, meclise bağımsız adaylarla girme de olabilir."

    Son günlerde artış eğrisi gösteren çatışmalara da değinen Öcalan, çatışmaların ciddi boyutta olduğunu bilmesi halinde bazı açıklamalarda bulunabileceğini kaydetti. Öcalan,"Şu anda da çatışmaları radyodan dinliyorum. Her yerde ve yoğun çatışmalar var. Bugün de radyoda çatışma haberi vardı. Kayıplar galiba karşılıklıdır. Basın kayıplar konusunda sınırlı rakam veriyor. Kayıplara üzülüyorum. Eğer çatışmalar ciddi boyutta ve tırmanmış durumdaysa, ortam da çok gerginse bazı açıklamalar yapabilirim" şeklinde konuştu.

    'ÇÖZÜMSÜZLÜK KRİZ ÜRETİR'

    Türkiye'de yaşanan ekonomik ve siyasi krize de değinen Öcalan, şu görüşleri dile getirdi: "Türkiye'nin ekonomisi de siyaseti de oldukça kötü durumda. Kürt sorunu da burada bir manivela görevi görüyor. Kürt sorunu çözülmediği müddetçe ekonomi ve siyasetteki kriz devam eder. Türkiye'nin bir çok şeyini sattılar, daha da satacaklar. Zaten mevcut borcu da Duyun-u Umumiye'den daha fazladır. Ekonomi ve siyasette çok ciddi bir manüpülasyon var. Bu bir mekanizmadır. Düğmeye basıldığında kriz devreye girer. Oysa demokratikleşme ve Kürt sorunun çözümü ile birlikte çetecilik ve krizler aşılır."

    'OSMAN ÇETE'

    Öcalan, görüşmede devlet ve PKK içindeki çeteleşme olgusuna da değindi. Öcalan konuya ilişkin şu hususların altını çizdi: "Türkiye'nin demokratikleşmesi gerekir. Oysa bizde de devlette de çok büyük çeteleşme var. Devletteki çeteler 'devlet biziz' diyorlar. Bizdeki çeteler ise 'PKK biziz' diyorlar. İşte görülüyor ki devletin her tarafını çeteler sarmış; Sauna Çetesi, Susurluk çetesi, Şemdinli çetesi....., işte Danıştay baskını. Daha büyük baskınlar da olabilir, Bab-ı Ali baskını gibi. Mahir kaynak da Mit Müsteşarı da söylüyor, Cumhuriyet'in tehlikede olduğunu ben de söylemiştim. Botan-Nizamettin, Şemdin, Çürükkaya kardeşler gibiler var. Osman da biraz böyle. Bunu nasıl söylüyorlar bilmiyorum, ama çılgınlıktır bu. Bunlar kendilerini daha kötü duruma düşürmemeliler. Kendilerini affettirmenin yollarını bulmalılar. Kendisini affettirmek isteyen herkes affedilebilir."

    MEKTUPLARA DEĞER VERİYORUM

    Cezaevlerinden çok sayıda mektup aldığını anlatan Öcalan, sözlerini şöyle sürdürdü: "Cezaevi'nden bana gelen mektuplara çok değer veriyorum. Öncelikle Veysel Avcı'nın gönderdiği mektup, değişik ve iyi bir çalışma. Midyat Cezaevi'nden iki bayan arkadaşımız Şadiye ve Ferdal'dan gelen mektuplar da iyi yazılmış. Kandıra'dan Suat Gökalp'ten gelen bir mektup da var. Çalışmalarına değer veriyorum bu temelde çalışmaya devam etmeliler. Daha iyi günlerde görüşmek dileğiyle."

    ..

    ANF NEWS AGENCY

    http://www.rojaciwan.com/modules.php?name=News&file=article&sid=12964



    Re: GÖRÜŞME NOTLARI_ 2006_28.12.2006

    dersim -

    Öcalan: Saldırılara karşı hazırlıklı olunsun_14.07.2006


    Öcalan: Saldırılara karşı hazırlıklı olunsun



    İSTANBUL (14.07.2006)- Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan, avukatlarıyla yaptığı haftalık olağan görüşmede, TMY sonrasında halka yönelim olması ihtimaline karşı hazırlıklı olunması uyarısında bulundu. Öcalan, demokratik çözüm programının bir an önce çıkartılması gerektiğini de söyledi.

    Boğazındaki acımsı-yakıcı akıntının hala devam ettiğini ifade eden Öcalan, avukatların bu konuyu savcılıkla görüşebileceğini, iyi bir uzman hekimin gelmesinin iyi olacağını belirterek, uzmanlara göstermek üzere bu akıntıdan bir örnek almayı savcılıktan talep edebileceklerini dile getirdi.



    IRAKLI GÜÇLER ÇÖZÜM İÇİN DEVREYE GİREBİLİR

    Irak Dışişleri Bakanı Hoşyar Zebari'nin Ankara'ya geldiğini hatırlatan Öcalan, PKK'nin kendi denetimlerinde olmadığını belirttiğini, daha önce Celal Talabani ve Mesut Barzani'nin söylediklerini tekrar ederek, Türkiye'nin sorunu kendi topraklarında demokratik-siyasal yöntemlerle çözmesi gerektiğini dile getirdiğini belirterek, "Bunlar aynı şeyi söylüyorlar son zamanlarda. Bizi daha önce de imha etmeye çalıştılar. Bu şekilde sonuç alamayacaklarını anladılar" dedi. Leyla Zana ve Eşbaşkanların da yaptığı görüşmede benzer şeyleri söylediklerini belirten Öcalan, radyodan kısmen de olsa takip edebildiğini, çözüm konusunda samimi iseler onların da devreye girebileceğini söyledi. Öcalan, "Zamanında onlarla çok mücadele ettik, çok savaştık. Öyle kolay kolay imha edemezler. Türkiye'de devletin tavrı nasıl şekillenecek. Bir çözüm umudu doğar mı? Kısa vadede belli olur" diye konuştu.

    'PKK VE BENİ TASFİYE ETME PLANLARI YAPTILAR'

    PKK ve kendisini tasfiye etme planları yaptıklarına dikkat çeken Öcalan, bu konuda gizli anlaşmaların olduğunu belirterek, şöyle konuştu: "Bunu iyi anlamak lazım. 91 Körfez savaşıyla birlikte ABD, Talabani-Barzani ile tasfiyemiz üzerine ilişkiler başlıyor. '92'de Avusturya'da Talabani ve Hikmet Çetin'in gizli anlaşması var. Ardından bize saldırdılar. '95'te Çiller ile birlikte Avrupa'ya PKK'nin terörist ilan edilmesi karşılığında 'siz PKK'ye karışmayın biz size Türkiye'yi açarız' dediler. Gümrük Birliği anlaşması bu temelde oldu ve böylece Türkiye'yi tamamıyla Avrupa'ya açtılar." Gümrük Birliği'nden kaynaklı 70 milyar dolar kayıp olduğunun altını çizen Öcalan, bu konunun araştırılıp, işlenerek ortaya konulabileceğini söyledi. Öcalan, Almanya ile Türkiye arasında artan ticaret hacmini bu anlaşmanın sonucuna bağlayarak, "Bu anlaşma ile bizi Almanya'ya terörist ilan ettirdiler" dedi.

    'AĞAR'IN HABERİ OLMAYABİLİR'

    '96'da Suriye'de imha edilmeye çalışıldığını, basında Mehmet Ağar'ın 96 suikastine ilişkin açıklaması olduğunu belirten Öcalan, "Bana kimin haber verdiğini bildiğini, fakat kanıt olmadığından açıklamadığını belirtiyor. Mehmet Ağar'ın da bilmediği hususlar olabilir. Birçok kesimin bundan haberi yoktu. Mehmet Ağar'ın da haberi olmayabilir. Özel savaş kliği bunu planlamıştı" diye konuştu. Öcalan, Radikal'de Bülent Orakoğlu'nun bir yazısı olduğunu ve cevap vermesi gerektiğini de ifade ederek, "Benimle işbirliği yapan devlet yetkilileri olduğunu ve bunu ileride açıklayacağını söylüyor. Bunların kim olduğunu, varsa öyle bir şey şimdi açıklamalıdır" dedi.

    TASFİYE WASHİNGTON ANLAŞMASIYLA BAŞLADI

    Tasfiye sürecinin '98 Washington Alaşması’nın ardından başladığını belirten Öcalan, askeri olarak da Güneyli güçlerle imha edilmeye çalışıldıklarını hatırlattı ve yaşanan sürece ilişkin şunları söyledi: "Bizden bin, onlardan üç bin civarında kayıp oldu. Daha sonra da benim Suriye'den çıkarılış sürecim başladı. Bütün bu gizli anlaşmalar bizim imhamız temelinde yapıldı. Yunanistan sözde kendi akıllarınca bizi teslim karşılığında Kıbrıs, Ege sorunlarını çözeceklerdi. Güneydeki federe Kürt Devleti yine bu anlaşmalar sonucunda şekillenmiştir. Bizim tasfiyemiz şartıyla güneyde bu devlet kurulacak, kuzeyde ise Abdulkadir Aksu, Çelik ve onun gibi diğer Kürt milletvekilleri aracılığı ile Kürt sorunu sözde çözülmüş olacaktı. Daha sonra İmralı sürecinde de bu tasfiye planını işlettiler. Osman'ı ve onunla birlikte bir grubu yanlarına karı ve para vererek kopardılar. Kolay değil bunlar yüzünden 250 civarında kadro da gitti. Bunlar on yıl boyunca beni de çağırdılar. Adeta yalvardılar. Ama kabul etmedim, etmem de. Burada böyle çürümeyi tercih ederim. Sorun bu şekilde çözülmez. Ben çözüm şeklini mektuplar da anlatmıştım."

    Radyo da TRT-1'de bir tartışma programı dinlediğini ifade eden Öcalan, buraya katılan Emekli General Armağan Kul’un, Kürtlerin siyaset yapmasına izin verilmemesi, Kürt siyasetinin yok edilmesini istediğini aktardı. Öcalan, programa katılan Sedat Laçiner’in de şunları söylediğini aktardı: "Amerika dahil Ortadoğu'da siyaset yapmak isteyen bütün güçler bir şekilde Kürtlerle ittifak yapıyorlar, Kürtleri kullanmak istiyorlar. Biz ise yüzlerce yıldır Kürtlerle beraber yaşıyoruz neden Kürtlerle işbirliği yapmayalım, neden akılcı davranmayalım?"

    Mahir Kaynak'ın da buna benzer görüşleri olduğunu dile getiren Öcalan, bunların kendi görüşlerine yakın olduğunu, ilk tartışmacının (Armağan Kul) görüşlerinin özel savaş kliğinin görüşlerini yansıttığını söyledi. İbrahim Kaboğlu, Baskın Oran gibi görüşlerinin örtüştüğü başka aydınların olduğunu da belirten Öcalan, Kürtlerin sürülmesi gerektiğini söyleyecek kadar ileri gidenlerin olduğuna da dikkat çekti ve şunları söyledi:

    "Mesela Gündüz Aktan, Kürtlerin Irak'a sürülmesi gerektiğini söylüyor. Bu nasıl olacak? 25 milyon Kürdü nereye süreceksin? Sadece bana bağlı milyonlarca Kürt var. Böyle bir şey büyük bir katliama yol açar, imkansızdır. Bu çözüm olabilir mi? Bunlar barış istemiyorlar mı? Demokratik bir Türkiye istemiyorlar mı? Sadece PKK'nin demokratik siyaset yapmasının önünün açılması yeterlidir. Başka bir şey istenmiyor. Legal siyaset yapılarak, sorunlar tartışılarak demokratik bir şekilde çözülür. Zaten bu koşullar sağlanırsa silahlı çatışma sona erdirilip, gelip yasal siyaset yapabilirlerse silahsız olunacaktır. Eğer o zaman biz yanlışsak zaten silahsız oldukları için istediklerini yapabilirler, tutuklayabilirler. Özel savaş kliğinin politikalarını benimseyenler 'Öcalan neden daha önce bunları söylemiyordu da içerde iken söylüyor?'diyorlar. Eğer samimi olmadığımız ortaya çıkarsa benim de burada boynumu kesebilirler. Biz barış istiyoruz, demokratik çözüm istiyoruz."

    DTP HALKI KOŞULLARA GÖRE HAZIRLAMALI

    Terörle Mücadele Yasası'nın Meclis’ten geçmesinin iyi olmadığını belirten Öcalan, halktan bir çok tutuklamanın olduğunu, hatta eşbaşkanlar hakkında davanın açıldığını hatırlatarak, yasanın yürürlüğe girmesiyle halk üzerinde baskı sürerse, tutuklama furyası devam ederse, DTP'nin halkı bu koşullara göre hazırlaması gerektiğini söyledi. DTP'nin demokratik çözüm planlarını hazırlamasını ve hükümete sunmasını isteyen Öcalan, "İki ay içinde bunu yapsınlar. Süre önemlidir. İki ay içerisinde demokratik çözüm ve barış süreci gelişmezse genel bir tutum almalılar. Böyle bir tehlike var. Herkes ona göre hazırlık yapmalıdır. Koşulları iyi değerlendirmek gerekir. Suriye'de çok zor koşullarda siyaset yaptım. Biliyorsunuz Esad'a 'aslan' diyorlar. Yirmi yıl aslanın ensesinde, dengeleri kollayarak yürüttüm. Kimse bunu doğru anlamadı. Birçoğu 20 yıl sırtlarını bana dayayarak bir şeyler yaptılar. Ben şimdi buradayım. Hala da sırtlarını bana dayayarak bir şeyler yapmaya çalışıyorlar. Ben kalp krizi geçirip yarın ölebilirim, bundan sonra ne olacak? Barışın da savaşın da kararını kendi öz iradeleriyle versinler. Beni Önder kabul edip savaşan gençler, beni iyi anlamalıdırlar. Her zaman bilinçli hareket etsinler" diye konuştu.

    BÜTÜN MİLLİYETÇİLER VE SOLCULAR BİRLEŞTİ

    Bu özel savaş kliğinin çözümsüzlüğü dayatan politikalarına hizmet eden grubun çok ilginç bir oluşum olduğunu söyleyen Öcalan, bütün milliyetçilerin ve solcuların birleştiğini, hatta bunun biraz Doğu Perinçek'in şahsında olduğunu belirterek, şöyle devam etti: "Oysa bunların ne solculukları solculuk, ne sağcıları sağcılık, ne komünistlikleri komünistlik, ne de İslamcılıkları İslamcılıktır. Ben Doğu'ya da sesleniyorum, gerçekleri biraz görsünler. Bugün bunların yaptığı Türkçülüğün aslında Türklükle alakası yoktur, çok ilginç bir Türkçülük. Bu konuda Prof. Mümtazer Türköne'yi okumuştum. Kendisi de milliyetçi bir akademisyen. Türkiye'deki nerdeyse bütün milliyetçilerin Türk soylu olmadıklarını belirtiyor, 'Türk olmayanların Türkçülüğü' ile ilgili bir yazısını okumuştum. Benim yaptığım tespitlere çok uyuyor. Nihal Atsız da Türk olmayan Türkçülerden bahsediyor. Ama onun milliyetçiliği Hitler milliyetçiliğidir. Hitler hayranıdır. Türkçülük kurulurken teorisyenliğini yapanların hiç biri Türk soylu değil"

    İnsan Hakları Komisyonu Raporu'nun açıklandığı toplantıda Baskın Oran'a Türkçülükle saldıranın da Türk olmadığını ve Baskın Oran'ın da kendisine saldırana "sen Türk değilsin" dediğini dile getiren Öcalan, bunun yapay bir Türkçülük olduğunu söyledi. Öcalan, "Bunlar 'kendini Türk hisseden herkes Türktür' diyor. Bu doğru değil. Oysa Türklerin kültürü, yemekleri, mutfağı var, kahramanlıkları var. Bir ırktırlar. Orta Asya'dan geliyorlar. Fakat bu yapay Türkçülük anlayışı Osmanlı'nın yıkılması sürecinde ortaya çıkmıştır. Osmanlı yıkılırken Osmanlı Devleti'nin üst düzey bürokrasisinde yer alan ve sermayeyi elinde bulunduran bu kesimler paniklediler. Bu statülerini korumak için devletçiliğe ve milliyetçiliğe sarıldılar. Bunlar Balkan kökenli Boşnaklar, Bulgarlar, Arnavutlar. Kafkas kökenliler, Çerkezler ve Yahudiler. Hatta dikkat edilirse İttihat ve Terrakicilerin dört kurucusu da Kürttür. Abdullah Cevdet ile Ziya Gökalp bunlardandır. Bunların hepsi Türk olmayan Türkçülerdi. Bu Türkçülük ideolojisini benimseyen ittihatçılar, bu ideoloji adına Ermeni katliamına da imza atmışlardır. Ermeniler'i bu şekilde Kürtlerin de eliyle hallettikten sonra Kürtleri de Türkleştirerek eritme politikasını devreye soktular" diye konuştu.

    Mustafa Kemal'in Cumhuriyeti kurarken bunlarla da mücadele ettiğini anlatan Öcalan, bunların Mustafa Kemal'i kendilerine tehdit olarak gördüğünü söyledi. Öcalan, şöyle konuştu: "Mustafa Kemal onların yapay Türkçülük anlayışıyla değil, Kürtlerle ittifak yaparak çözüme ulaşabileceğini biliyordu. Ki böyle de yaptı. Kürtlere muhtariyet verilmesinden bile söz ediyordu. Mustafa Kemal bu ittihat ve terakkicileri tasfiye edip cumhuriyeti kurduktan sonra da bunlar mücadelelerini sürdürdüler. Ancak Mustafa Kemal'in de bunlara gücü yetmedi, bunları tam anlayamadı, çözemedi. Bu süreç nedeniyle daha sonra Kürt isyanları başladı. İngiliz emperyalizminin de devreye girmesiyle birlikte Mustafa Kemal inisiyatifi elden kaçırdı. 1960'tan sonra Kürt inkarı had safhaya ulaştı. Bunun neticesinde PKK direnişi ortaya çıktı."

    ÇÖZÜME GİDİLMEZSE OLAYLAR ÇIKAR

    Bugünkü özel harp kliğinin bu gelenekten geldiğine dikkat çeken Öcalan, Şemdinli olayına da bu açıdan bakmak gerektiğini vurgulayarak, davadaki müdahil avukatların bazı açıklamalarını dinlediğini ve yüzeysel olduğunu söyledi. Öcalan, "Danıştay'ı taradılar, bir çok çete ortaya çıktı. Bu klik, ABD ve AB destek verse darbe yaparlar. Buna hazırlar, güçleri de var. Böyle bir istekleri de var. Bu özel kliğin politikalarından biri de Kürt çocuklarının aç bırakılıp, büyük şehirlere gelip suça karışmalarıdır. Bunlar hepsi kirli savaş, özel savaş politikalarıdır.

    Öte yandan da adeta sadaka vererek Kürtler'i kandıracaklarını sanıyorlar. Diyarbakır milletvekili Aziz Akgül'ün projesine göre Kürtlere mikro kredi adı altında küçük küçük paralar vererek sözde kalkındıracaklar. Yine bazı Kürt ailelerine rant sağlayarak bunlara Türkçülük yaptırılıyor. İtirafçılar, korucular var. Bunlar devleti batırıyorlar. Türkiye ekonomisi daha önce söylediğim gibi dışa bağımlılık açısından Duyun-u Umumiye'den daha kötü duruma gelmiştir. Zeydanlar’ın gelini yirmi kilo altının altından kalkamazken öbür taraftan çevredeki halk aç. Bu ne büyük ahlaksızlık. Bunların Türklere hiçbir faydaları olamayacağı gibi Kürtleri de kurtarmaz. Bunun gibi yüz aile var. Bu aileler de artık bu politikalardan vazgeçmeliler. Eğer çözüme gidilmezse Diyarbakır benzeri olaylar çokça yaşanır, daha büyükleri yaşanır bu zenginlik onlara kalmaz." dedi.

    'BAYKAL ÖZEL SAVAŞ EKİBİNDEN'

    Deniz Baykal'ın Tayip Erdoğan'la yaptığı görüşmeye de işaret eden Öcalan, iki tarafın da politikalarıyla oy kaybettiklerini anlayınca görüşmeye başladıklarına dikkat çekerek, aslında muhalefet diye bir şeyin olmadığını, bunların yaptıklarının danışıklı dövüş olduğunu söyledi. Deniz Baykal'ın özel savaş ekibinden olduğunu belirten Öcalan, şöyle dedi: "Cumhuriyet iyi bir yönetimdir. Atatürk'ün cumhuriyeti kurarken ilan ettiği ilkeler Fransa'dan alınmıştır, onlar da iyi ilkelerdir fakat yeterli değildir, bugüne uyarlanması gerekir. Biz bunu söylüyoruz. Deniz Baykal, Erdoğan Atatürkçü olduklarını söylüyorlar, onlara sesleniyorum, eğer Atatürkçü iseler bu ilkeleri uygulasınlar. MHP'ye, Muhsin'e de sesleniyorum. Bu gizli anlaşmalar içinde o da var. İdamımı savunuyordu. Türkiye'yi seviyorlarsa, Türkiye'nin çıkarlarını düşünüyorlarsa bizi dikkate alsınlar, bu özel savaş kliğinin politikalarının önüne geçsinler"

    Demokratik çözüm ve barış için komiteler kurulması çağrısını yineleyen Öcalan, bu komitelere her kesimin katılımının önemli olduğunu, Türkler, azınlıklar herkes yer alabilmesi gerektiğini söyledi. AİHM'in Carlos hakkında kararını verdiğini hatırlatan Öcalan, "Onun yakalanışı ve içinde bulunduğu koşullar benimkiyle benzerlikler taşıdığına, kaldığı koşulları tecrit olarak değerlendirmediğine karar vermiş. Onun yakalanışı ile benim yakalanışım farklı. Avrupa topraklarından yasa dışı bir şekilde çıkarıldım. En son Yunan Elçiliği'nden zorla çıkarıldım. Yunanistan'a yasal yoldan girmiştim fakat yasa dışı şekilde çıkarıldım. Carlos ise Sudan'da yakalanmıştı. Davanın Yunanistan boyutu üzerinde durmak gerekir" dedi.

    ..

    ANF NEWS AGENCY


    http://www.rojaciwan.com/modules.php?name=News&file=article&sid=13370



    Re: GÖRÜŞME NOTLARI_ 2006_28.12.2006

    dersim -

    Öcalan: Ateşkes çağrısı yapabilirim_11.08.2006


    Öcalan: Ateşkes çağrısı yapabilirim



    İSTANBUL (11.08.2006)- Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan, hükümet ve devlete "Yeter artık, bu kanı durdurabiliriz" çağrısı yaparak, "Devlet ve hükümetin samimi yaklaşımları olursa ateşkes çağrısı yaparım, çatışmalar durur" dedi.

    'SORUŞTURMA AÇILDI'

    Bir ay aradan sonra avukatları ile görüşme olanağı bulan Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan, kamuoyuna önemli mesajlar verdi. Edinilen bilgiye göre Öcalan, görüşmede avukatlarına hakkında soruşturma açıldığını, bir aylık görüş yasağının soruşturmayla ilgili olabileceğini söyledi.

    Öcalan, şunları söyledi: "Hakkımda bir soruşturma açılmış. Sizin de gelmeyişiniz bir ayı buldu. Sanırım bu soruşturma ile ilgilidir...

    Soruşturmada avukatlarla yaptığımız son görüşmede örgüte talimat verdiğim, propagandasını yaptığım ve halkı isyana teşvik ettiğimden bahsedilerek ifademe başvuruldu. Oysa ki bu doğru değil. Konuşmalarım tamamen düşünce ve ifade özgürlüğü çerçevesinde barışçıl beyanlardan ibarettir. Bu konuda gereken özeni gösteriyorum. Yasal sınıra dikkat ediyorum. Aynı şekilde sizler de dikkat ediyorsunuz. ıki veya üç hafta görüşmeye gelememeniz durumunda soruşturma neticesinde alınmış bir hücre cezası olduğu şeklinde yorumlanabilir. Ancak henüz soruşturmanın sonucuyla ilgili herhangi bir tebligat yapılmadı."

    'TALİMATIM OLMADI'

    "Örgüte talimat verdiği ve halkı isyana teşvik ettiği" iddialarının doğru olmadığını ifade eden Öcalan, "Bu mümkün de değildir. Maksadım da bu değildir. Ben bu olanları da istiyor değilim. Ben PKK'yi çok iyi tanıyorum, yapısını iyi biliyorum. Bu nedenle sadece olabilecekleri söylüyorum. ıfade özgürlüğü çerçevesinde düşüncelerimi açıklıyorum, uyarıyorum. Bunun iyi anlaşılması gerekir ama hücre cezası verirler mi vermezler mi bilmiyorum" dedi.

    "Kalıcı bir çözüm için gerekli olan demokratik diyalogtur" diye konuşan Öcalan, "Bunu tekrar söylüyorum. Sayın Başbakan Erdoğan ve Muhalefet liderinden rica ediyorum. Sorunun çözümü diyalogtan geçer. Kan dökerek bir yere varılamaz. Öyle ABD'ye yalvarmakla, İran ve Suriye ile işbirliği yapmakla da PKK'yi imha edemezsiniz sorunu da çözemezsiniz. PKK bu şekilde bitmez" şeklinde konuştu.

    İNDİRME PLANINI ELEŞTİRDİ

    Öcalan'ın avukatları ile yaptığı görüşmede son günlerde tartışmaya açılan PKK'nin dağdan indirilmesi planının da sorulduğu öğrenildi. "Bu tür planlarla bu sorun çözülmez, bir yere varılmaz" diye konuşan Öcalan, şöyle devam etti: "PKK dış güçlere dayanılarak dağdan indirilemez. Çözümü biz dışarıdan beklememeliyiz, kendi içimizde geliştirmeliyiz. Bunun için demokratik diyaloğun önemini bir kez daha vurguluyorum. Kaldı ki bu halkın seçilmiş temsilcileri de var. Kıyamet kopmaz. Türkiye için daha iyi olur. Ekonomi bu dar boğazdan çıkar, toplum nefes alır. Kürtler ile Türkler demokratik birliği sağlarlarsa bütün Ortadoğu'ya örnek olurlar, demokrasi kültürünü Ortadoğu'ya yayarlar. Böylelikle Ortadoğu'ya esenlik getirirler."

    TALEPLERİ SIRALADI

    Çözüm için gerekli olan zemini de sıralayan Öcalan, devlet ve hükümetten beklentilerini şöyle sıraladı: "Bizim istediğimiz şeyler bellidir. Son derece meşrudur. Çocuklarımızın ana dilleriyle eğitim görmeleri, radyolarını televizyonlarını dinlemeleri, izlemeleri, gazetelerini okumaları gerek. Bunlar en doğal insani haklarıdır. Bunların tanınması ve yasal güvenceye alınması gerekir. Kürtler bu haklarından vazgeçmez. Bir halkı tanımamak, inkar etmek, yok etmeye çalışmak nerede vardır, bu durum kardeşliğe de sığmaz, ıslam dininde de yoktur. ıslamda halkların birbirine üstünlüğü yoktur. Hz. Muhammet de, 'Arab'ın Acem'den üstünlüğü yoktur" demiştir. Osmanlı'da da halkların birbirinden üstünlüğü ve birinin diğerini inkarı yoktu."

    'MİLLİYETÇİ DEĞİLİM'

    Her görüşmede milliyetçilik konusunda önemli mesajlar veren Öcalan, son görüşmede de milliyetçiliğin birbirini yok etme mantığı içerdiğini vurguladı. Öcalan, konuya ilişkin şu hususların altını çizdi:

    "Osmanlıyı parçalamaya götüren ve son darbeyi vuran da işte bu ıttihat Terraki'nin yarattığı milliyetçilik anlayışıdır. Türkiye'deki bugünkü milliyetçilik de aynı milliyetçiliktir. CHP bunu laiklik ile takviye etmiştir, AKP ise bu milliyetçiliği ılımlı ıslam adı altında yürütüyor. Aslında her ikisi de milliyetçiliktir ve de tehlikelidir. Eğer ısrar edilirse Osmanlı’yı parçalayan bu milliyetçilik Türkiye'yi de parçalayacaktır. Çünkü milliyetçilik eşittir savaştır. Geçmişte Hitler milliyetçilikle kendi ülkesini maceraya sürükledi, neticesinde yüz binlerce insanın hayatına mal oldu. Milliyetçiliğin insanlığa neler kaybettirdiğine Hitler en canlı örnektir. Ben milliyetçi değilim. Milliyetçilik anlayışı “Senin değil benim olacak” esasına dayanır. Milliyetçilikte sadece 'ben haklıyım' vardır. Birbirini yok etme vardır. Bu ikisinin ortası yoktur. Mesela ısrail-Filistin sorununda olan budur. Her iki taraf da 'Kudüs senin değil benimdir' dediği için sürekli çatışma vardır. Milliyetçilik engellenemezse Kudüs'te yaşanan bu durum yarın Kerkük'te de yaşanabilir. Çünkü milliyetçilikte sağduyu yoktur, kimse kimseyi dinlemez, demokratik diyaloğa kapalıdır."

    'OPERASYONLAR SONUÇ DOĞURMAZ'

    Türkiye'nin Güney'e yönelik operasyon tasavvurunu da değerlendiren Öcalan, "Türkiye'de olması gereken demokratik çözümdür. Türkiye'de Güney'e operasyon tartışılıyor. Amerika da Güney'e müdahaleye izin vermez. Türkiye Güney'e giremez. Ancak girerse de büyük kayıpla çıkabilir. Ve hiçbir şey de elde edemez. Bunların olacağını bildiğim için söylüyorum, uyarıyorum" şeklinde konuştu.

    "Bu kadar insan kaybına yazık değil mi?" diye soran Öcalan, son gelişmeleri şöyle değerlendirdi: "Türkiye İsrail'in rehin alınan 2 askeri için o kadar girişimde bulunuyor. Bölgeye elçiler gönderek bu savaşın durdurulması için aracılık yapmaya çalışıyor. Sürekli ısrail ve Lübnan'a bu amaçla uçaklar gönderiyor. Hükümet, Halit Meşal ile görüşüyor, israil'e diyalogla sorunu çözme çağrısı yapıyor. Peki sormak gerekmez mi kendi topraklarında ölen bu kadar asker can değil mi? Hiç mi kıymetleri yok? Bunlar ve olası ölümler için neden bizlerle diyaloga geçilmiyor? Bu kayıpların, ölümlerin hepsinin sorumlusu hükümet olacaktır."

    'KANI DURDURALIM'

    Öcalan, şöyle devam etti: "Hükümet ve Devlet bunu mu istiyor? Umurlarında değil mi? Bu kanı durdurmak mümkündür. Samimi bir yaklaşımla işe başlanılabilir. Ben daha önce defalarca söyledim, çağrılar yaptım. Yeter artık, bu kanı durdurabiliriz. PKK üzerinde ne kadar etkim olduğunu bilmiyorum ama beni dinleyeceklerini tahmin ediyorum. Devlet ile Hükümetin Samimi yaklaşımdan sonra biz de üstümüze düşeni yaparız. Ateşkes çağrısı yaparım, çatışmalar durur. Sonrasında pratik adımlar atılır, güvenceler verilir. Bunun üzerine silahlı güçler Irak veya başka bir ülke parçasına çıkabilirler. Bizler de çözüm yoluna böylelikle gireriz. Son aşamada yasal güvence ile birlikte silahlar tamamen bırakılır."

    DEMOKRATİK DİYALOG ÇAĞRISI

    Öcalan, çatışmaların sona ermesi, yeni bir dönem başlaması için de şu düşünceleri dile getirdi: "Söylediğim gibi demokratik diyalog olmalıdır. 1 Eylül bir fırsattır değerlendirilmelidir. Bir demokratik çözüm programı geliştirilebilir. Diyalog olmazsa çatışma derinleşir. Askeri kayıpların yanında ekonomik olarak da var olan dört yüz milyar dolar borca bir dört yüz milyar dolar borç daha eklenir. Demokratik çözüm ve diyalog gelişmezse bu tehlikelerin yanı sıra daha önce söylediğim gibi daha büyük halk isyanları gelişir. Ben böyle olmasını istediğim için değil. Hayır, tam tersine uyarmak için ifade özgürlüğü çerçevesinde söylüyorum. Buna nasıl isyana teşvik denilmez. ılla da böyle değerlendireceklerse değerlendirsinler, isyansa isyan ne diyeyim."

    'KENDİMİ KURTARMIYORUM'

    Öcalan, şöyle devam etti: "Oysa benim burada yıllardır önerdiğim çözümler Türkiye'nin ve Ortadoğu'nun yararınadır. Bu görülmeli, iyi anlaşılmalıdır. Erdoğan ve Baykal beni terörist ve Türkiye'ye zararlıymışım gibi göstermesin. Ben öyle iddia edildiği gibi Türkiye ve Türk kültürünün düşmanı değilim. Netice itibariyle ben de Türk kültürü ile büyüdüm. Ben öyle basit biri de değilim. Bu sınırlı cezaevi koşullarına rağmen sürekli okuyorum, araştırıyorum, kendimi geliştiriyorum. Bana iki ay dayanmaz, sekiz ayda biter demişlerdi ama ben sekiz yıldır direniyorum. Burada dile getirdiklerim yanlış ise çürütsünler, yanlış desinler. Kesinlikle kendimi kurtarma gibi bir kaygım yok. Halkların yararına olan çözümleri sunuyorum."

    "ABD'ye yalvararak, ıran ve Suriye ile işbirliği yaparak PKK'yi yok edeceklerini sanıyorlar" diye konuşan Öcalan, "Ne olacak o zaman? Kürtleri iradesiz, zayıf ve zavallı mı görüyorlar? Kürtler bütün halklar gibi onuruna sahip çıkar. PKK'yi yok edince Türkiye homojen-tamamen aynı tek bir ulus haline mi gelecek? Bu mümkün değil" dedi.

    Öcalan, şöyle devam etti: "Zaten Cumhuriyet'in ilk yıllarından sonra düştükleri hata da buydu. Kürtler zayıftır, eritiriz, bitiririz, tek bir millet yaratırız düşüncesine kapılmışlardı. Ama öyle olmadığı ortaya çıktı. Kürtler onurlarına sahip çıktı. Onurlu bir barış mücadeleleri sürüyor. Tek devlet, tek millet, tek dil, tek, tek, tek.. Herşey tek, tekçi. Bu mümkün mü? Bu anlayış, bu felsefe dünyanın en geri kalmış felsefesidir. Hürriyet gazetesi hala 'Türkiye Türklerindir' yazısı ile çıkıyor. Peki Türkiye'de yaşayan Kürtler, Araplar ve diğer halklar ne olacak? Bu tekçilik anlayışı kökenini eski Yunan felsefecilerinden birinden alır, son derece geri ve basit bir felsefedir."

    'UZUN İÇİN ÇOK ÜZGÜNÜM'

    Öcalan, avukatları ile yaptığı görüşmede, kanser hastalığına yakalandıktan sonra Diyarbakır'a gelen Mehmet Uzun'un durumuna da değindi. Öcalan, şunları söyledi: "Mehmet Uzun da sanırım hasta ve Diyarbakır'a gelmiş. Çok üzgünüm. Sanırım durumu Mahmut Baksi gibi. Umarım kısa zamanda sağlığına kavuşur. Kaybı halinde halkımız Mahmut Baksi gibi ona da aynı özeni gösterecek ve aynı yere defnedecektir. Sürekli kalbimizde yeri olduğunu bilsin. Kendisine acil şifalar diliyorum. ıyi niyet dileklerimi iletiyorum."

    'TÜRKÇÜLÜK YAPAYDIR'

    Türkiye'de "İslamcıyız" diye geçinenlerin hiç birinin ıslamla alakası olmadığını kaydeden Öcalan, sözlerine şöyle devam etti: "Bunlar paracı, rantçıdır ve insanların kanını emiyorlar, yoksul halkın sırtından geçiniyorlar. Halkın durumu hiç umurlarında değil" dedi. Bugünkü Türkçülük anlayışının ne derece yapay, Türklükten, Türk kültüründen ne kadar uzak olduğunu daha önce belirttiğini hatırlatan Öcalan, "Bu Türkçülük Osmanlı dağılırken işsiz kalan bürokratların kendi menfaatleri doğrultusunda oluşturdukları bir ideolojidir. Bunların bir kısmı Türk kültürünün bir parçası olan Orta Asya kültüründen bile habersizdirler. Bunların çoğu zaten Türk de değildir. ıttihat-Terraki kurucularının arasında neredeyse Türk yoktur. Mesela dört kurucusu Kürt'tür. ıçlerinde özellikle Çerkezler ve diğer unsurlardan da vardır. Mümtazer Türköne de –ki kendisi bir Türk milliyetçisidir- böyle demektedir" şeklinde konuştu.

    Öcalan, Türkçülük tartışmalarına ilişkin sözlerini şöyle sürdürdü: "Nihal Atsız bile bu durumun böyle olduğunu, bugün Türkiye'deki Türkçülük akımının yapay olduğunu, aslında Türk kültürüyle, gelenekleri, görenekleri ile alakasının olmadığını belirtmiştir. ıttihat Terakki milliyetçiliği kökenini Türklük dışındaki diğer unsurlardan almaktadır. Cumhuriyet öncesinde Yahudiler Selanik'te bir koloni kurmayı düşünmüşler ve bu düşüncelerini Mustafa Kemal'e götürmüşlerdir. Mustafa Kemal'den Selanik'i de almasını istemişlerdir. Mustafa Kemal bu öneriyi kabul etmemiştir. Biliyorsunuz daha sonra 2. Dünya Savaşı'nın bitimi ile bugünkü yerde ısrail Devleti kurulmuştur. Yanlış anlaşılmasın ben Yahudi düşmanı, anti-semitik değilim. Yahudi halkının da diğer Ortadoğu halkları gibi birlikte barış içinde yaşamaya hakkı vardır."

    İslamcılık konusuna da değinen Öcalan, "Türkiye"de şu anki ıslamcılık anlayışı eşittir milliyetçiliktir" diye konuştu. Öcalan, şöyle devam etti: "Bu gün Türkiye'de milliyetçilik yapanların sosyolojik ve kültürel açıdan Anadolu Türklüğü ile hiçbir alakaları yoktur. Mustafa Kemal milliyetçiliği bunlardan farklıdır. Ancak Mustafa Kemal'in asıl mirası Cumhuriyettir. Bunu bir çok konuşmasında dile getirmiştir. Okumalarını inceledim ve 1923'e kadar Cumhuriyetten açıkça bahsetmemiştir ama kafasında bu tasavvur hep vardır. Cumhuriyeti uzun süre planlamıştır ve uygun koşulları beklemiştir. Fransız cumhuriyetçilerinden etkilenmiştir ve bir çırpıda Cumhuriyeti ilan etmiştir. Bu da O'nun Cumhuriyetçi yönünün ne kadar baskın olduğunu göstermiştir. Mustafa Kemal'in düşüncesinin yüzde 95'i cumhuriyetçilik ise yüzde 5'i ancak milliyetçiliktir. Laiklik gibi ilkeler zaten sonradan anayasaya girebilmiştir."

    'RAYDYOYA EL KOYDULAR'

    Yeniden yargılama ile ilgili 14. Ağır Ceza Mahkemesi'nin verdiği red kararını da değinen Öcalan, "Bu kararı derhal AıHM'e götürür dava açarız. Daha önce belirttiğim hususlar çerçevesinde yapılabilir. Avrupa Konseyi CIA uçaklarının yasa dışı yollardan insanları kaçırmasını hukuk dışı değerlendiren bir karar verdi. O karar da bu sefer kullanılır. Çünkü benim Yunanistan'dan çıkarıldığım uçak da CIA uçağıydı. Bu tamamen hukuka aykırıdır" dedi. "Türkiye, kendi koyduğu hukuk kurallarına bile uymuyor" diyen Öcalan, "Mesela radyo dinleme hakkım var, küçük bir kablo arızası vardı. Fakat üç haftadan beridir giderilemiyor ve bana verilmiyor. Dünyadaki tek iletişim kaynağım da kesilmiş durumda. Acele bir şekilde savcılık yoluyla büyük veya orta pilli uygun olan bir radyo ulaştırılırsa iyi olur. Gazeteleri sınırlı da olsa veriyorlar. Klima da iyi değil. Günde bir defa açıyorum. Ama sorun yapmıyorum, idare ediyorum şimdilik" şeklinde konuştu.

    'DERİN DEVLET DARBECİDİR'

    Derin Devlet isimli bir kitap okuduğunu, kitapta bazı gerçeklerden bahsediğini, ama tam olarak gerçeklere değinilmediğini ifade eden Öcalan, şöyle devam etti: "Gerçekdışı birçok iddialar da var. Kitapta güya ben 84'e kadar Türkiye yanlısıymışım da o tarihten sonra ABD'nin güdümüne girip, Türkiye karşıtı olmuşum. Yine Uğur Mumcu'nun tam da benim MıT'le bağlantılarıma ulaştığı esnada öldürüldüğü gibi saçma iddialara da yer veriliyor olsa da, Mahir Kaynak bazı gerçekleri görüyor, çırpınıyor ama elinden fazla bir şey gelmiyor. MıT'in ideologlarındandır. Kendisi de açıkça iki devletin olduğunu söylüyor. Mesela Emekli MıT yetkilisi Cevat Öneşi de önemli şeyler söylemişti. Derin Devletin kökeni Yıldırım Beyazıt dönemindeki Yeniçeri'lere kadar uzanır. Biliyorsunuz Yeniçeriler'in de büyük bölümü Türk değil devşirmedir. Derin devletin darbeci geleneği ta buralara kadar götürülebilir. ABD de bu milliyetçilik anlayışını 1950'lerden itibaren Sovyet tehlikesine karşı desteklemiştir. Sovyetler'in Afganistan müdahalesinden sonra ise ıslamcılığı ön plana çıkarıp destekledi ve bunu yeşil kuşak olarak adlandırdı."

    'SİSTEMİMİZ KAVRANIYOR'

    Cezaevinden kendisine yazılan mektupları değerlendiren Öcalan, "Veysel Güneş, Suat Gökalp isimli iki kişi, kendilerini tanımıyorum ama bana çok güzel, detaylı yazılar göndermişler. Belli ki yoğun bir araştırmanın sonucu. Gönderdikleri yazıları kitaplaştırarak yayınlayabilirler. Bu konuda onlara yardım edilebilir. Bu arada cezaevinden de bayağı sayıda, yaklaşık 14 mektup aldım. Çok memnun oldum. Oldukça güzel ve doyurucu yazılar yazmışlar. Erzurum, Midyat, Mardin, Buca, Sivas ve başka cezaevlerinden gelmiş. Dilek Kurt, Aysel Doğan, şadiye Manap vd. göndermişler. Bu tür yazıları yazmaya devam edebilirler. Sanat üzerine de yazabilirler. Demek ki yeni paradigmamız, düşünce sistemimiz kavranıyor. Mektubu ulaşan arkadaşlara selamlarımı iletiyorum. Haydar Ergül'e de selamlarımı iletiyorum" şeklinde konuştu.

    'KURAN BARIŞÇILDIR'

    "Evrenin zıtlıklara dayalı diyalektik üzerine kurulu" olduğunu kaydeden Öcalan, "Bilimsel olarak da bü durum böyledir. Bunu ispatlayabilirim. Bu tekçi anlayış, tanrı-kral, firavun ve Nemrutların oluşmasını beraberinde getirmiştir. Sonrasında da tek tanrılı dinlerin doğuşunda etkili olmuştur. Artık krallar, yöneticiler, elçiler bir yerde tek tanrının yeryüzündeki gölgesi haline gelmişlerdir. Zaten tek tanrılı dinlerin çoğu birbirine benzer, birbirinden etkilenmiştir. Kuran'a baktığınız zaman dörtte üçüne yakın Tevrat ile benzeşir. ıslam da diğer tek tanrılı dinlerin sonuncusudur ve onlar gibi başlangıçta toplumsal yaşamı düzenlemek için getirilmiştir. Barışçıldır. Dinde halkların inkarı yoktur. Hz. Muhammet Hudeybiye barışından sonra Kendisini arkadan vurmaya çalışan Yahudilere yönelmek zorunda kalmıştır. Sonrasında üzüntüsünden Kudüs'e yönelerek günlerce namaz kılmıştır. Bu yönelişinde Yahudi düşmanlığı yoktur. Fakat daha sonraları bazı akılsızlar bunu Yahudi düşmanlığına çevirdiler. Zamanla din milliyetçilikle özdeşleşti. Bunun sonucunda şiddet kültürü hakim hale geldi. Bakın Irak'ta din adına yaşananlar ortada, insan kesiyorlar. Avrupa'da 300 yıl din savaşları yapıldı. Yüzbinlerce insan ölümüne neden oldu." diye konuştu.

    'GÜNDEM'DEN KORKTULAR

    Öcalan Özgür Gündem gazetesinin kapatılması kararını ise şöyle değerlendirdi: "Gerçeklerin yazılmasından ve hukuksuzlukların açığa çıkmasından korktukları için Gündem gazetesini de kapatmışlar. Bu tür uygulamalara giriyorlar. Söylediklerimin halk tarafından öğrenilmesini istemiyorlar. Ben Kürtçü değilim, Bir Kürt ulus devletinin çözüm olacağına inanmıyorum. Böyle bir devlet kurup, buyur başına geç deseler, kabul etmem. Çünkü bu benim felsefeme dünya görüşüme aykırıdır. Çözümün Türkiye sınırları içerisinde demokratik birlikle olacağını defalarca söyledim. Biz demokratik cumhuriyeti, birlik beraberliği savunduğumuz halde gazete ve dergiler kapatılıyor. Oysa federasyon düşüncesini savunan şerafettin Elçi gibi kişilikler devreye sokulmaya çalışılıyor. Elçi, 'bütün dünya bizi destekliyor' diyor. Halk sormaz mı, kırk yıldır neredeydin diye. Nihayetinde halkla evlenilir. Dış güçlere dayanılarak bir yere varılamaz. Benim arkamda halkım var, bu da bana yeter."

    Yasal uyarı: Fırat Haber Ajansı (ANF) sayfasında bulunan özel haberler, dosyalar ve ropörtajlar izni alınmadan yayımlanamaz... Bu ürünleri sadece abone olanlar değerlendirebilir...

    Copyright 2006
    ..

    ANF NEWS AGENCY

    http://www.rojaciwan.com/modules.php?name=News&file=article&sid=14454



    Re: GÖRÜŞME NOTLARI_ 2006_28.12.2006

    dersim -

    Öcalan: Akan kanı durduralım_09.09.2006



    Öcalan: Akan kanı durduralım


    İSTANBUL (09.09.2006)- Bir ay aradan sonra avukatları ile görüşme olanağı bulan Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan, kamuoyuna önemli mesajlar verdi. Barış çağrılarının isyan olarak değerlendirilip kendisine cezalar verildiğini vurgulayan Öcalan, yıllardır söylediği barışçıl demokratik çözümün gelişmemesi halinde önlemeye çalıştığı bir Türk-Kürt savaşının gelişeceği uyarısında bulundu. Toplumda bir anti-Kürt dalgası geliştirilmeye çalışıldığını kaydeden Öcalan, "Aslında bunları yapanların da Türklükle bir ilgisi yoktur" dedi. Öcalan, "Gerçekten ant-i Kürt olanların toplam sayısı yüzbini geçmez. Bu kesim devletin içerisinde bazı bürokratik ve diğer önemli mevki ve noktaları ele geçirmiş, bunu korumak için Ant-i Kürtlük yapıyorlar" diye konuştu....

    Bu haberin kürtçesini okumak için tıklayın >>





    Bir ay aradan sonra avukatları ile görüşme olanağı bulan Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan, kamuoyuna önemli mesajlar verdi. Edinilen bilgiye göre Öcalan, görüşmede uzun bir süredir gelişmelerden haberdar olmadığını, gazetelerin dahi verilmediğini, 45 gün de radyosuna el konulduğunu söyledi. Kendisi ile ilgili gelişmeleri soran Öcalan, KKK'nin 23 Ağustosta yayınladığı deklarasyona değindi. Öcalan, deklarasyonu şöyle değerlendirdi: "PKK bir deklarasyon yayınlamış demek ki. Başlayacak bu süreç iyi değerlendirilirse Cumhuriyetin Demokratik Kuruluşu haline getirilebilir. O ilk kuruluştaki coşku, heyecan, dinamizm ve birlik yakalanabilir."

    ERDOĞAN'A MESAJ GÖNDERDİ

    Her görüşmede Başbakan Erdoğan'a mesaj gönderen Öcalan, bu görüşmede de direk Erdoğan'a seslendi. Öcalan, Erdoğan'a şu mesajı gönderdi: "Başbakanın bir sözü vardı. O sözünü önemsemiştim. Türkiye'yi bütün Ortadoğu'ya model olabilecek farklı bir ülke haline getireceğiz demişti. Bizim de amacımız budur. Eğer düşüncelerimiz dikkate alınırsa, barışı sağlarsak Türkiye her açıdan atılım yapar, ekonomisi düzelir, Ortadoğu siyasetinde itibarı artar, Ortadoğu’ya örnek olur. Sayın Erdoğan’dan rica ediyorum. Eğer samimi ise, onun dediği gibi Türkiye’yi kendi koşullarına özgü bir şekilde Ortadoğu’ya model olacak bir ülke haline getirebiliriz. Ortadoğu'da barış, ancak Türklerin ve Kürtlerin demokratik birliği ile sağlanır. Bunun esasını ancak kendi içimizde sağlayabiliriz.

    'PKK GÜÇLÜ KONUMDA'

    PKK'nin durumuna da değinen Öcalan, PKK'nin durumunun güçlü olduğunu tahmin ettiğini, PKK'nin Ortadoğu boyutunda bir güç olduğunu vurguladı. PKK ve uluslararası güçler arasında ilerde ortaya çıkabilecek ilişkileri irdeleyen Öcalan, "Daha önceki görüşmelerde hep söylüyordum. Uluslararası güçlerin PKK'yi kullanmak isteyebileceğini daha önce de belirtmiştim. Çözüm süreci gelişmezse Türkiye'yi sıkıştırmak isteyen uluslararası güçler PKK'yi adeta bir sopa gibi kullanmak isteyeceklerdir. Bir Kürt-Türk savaşı gelişirse belki de Türkler 40 milyon Kürtle savaşmak zorunda kalacaktır. Bu savaşın öncülüğünü de PKK'ye yaptırma ihtimali vardır. Kürtler zaten dağ halkıdır. Dağ ile ilişkilerinin kökeni tarihten gelir" dedi.

    'TÜRK-KÜRT SAVAŞI GELİŞİR'

    Türk-Kürt ilişkilerini değerlendiren Öcalan, yıllardır söylediği barışçıl demokratik çözümün gelişmemesi halinde her zaman tehlikesine işaret ettiği ve önlemeye çalıştığı bir Türk-Kürt savaşının gelişeceğini bildirdi. "Ben yıllardır bunu önlemeye çalışıyorum" diyen Öcalan, şöyle devam etti:

    "Benim siyasi tecrübem çok derindir. Bu derin siyasi tecrübeme dayanarak söylüyorum. Ortadoğu'da siyaset nasıl yapılır, çok iyi biliyorum. Hangi güçlerin amacı nedir, kimin kimle ilişkisi vardır, ne durumdadır iyi bilirim. Devlet de benim bildiklerimin bir kısmını bilmeyebilir, Hükümet ise zaten bildiklerimin çoğunu bilmez. Onların çoğu şeyden haberi yoktur. Bu yüzden bildiklerim ve söylediklerim önemlidir. Hükümetler günlük siyasete kaptırmışlardır kendilerini. Hükümetlerin hepsinin durumu böyledir. Arazi, ihale peşindeler. Halkı pek düşündükleri yok. Yarına dair planlar da yapmazlar" diye konuştu.

    'ÇÖZÜM DEMOKRATİK ÖZERKLİKTİR'

    "ABD Suriye'ye veya İran'a bir müdahalede bulunursa bütün dengeler değişir" diye konuşan Öcalan, bu durumun yaratacağı olası tehlikeleri şöyle değerlendirdi:

    "Böyle bir durumda çözüm yoluna girilmemiş olursa yüzyıl sürebilecek bir Kürt- Türk savaşı doğar. İşte Filistin'in durumu ortada. Bir türlü çözülemiyor. Anladığım kadarıyla PKK şu anda kendini iyi geliştirmiş durumda. Gücü yerinde. Fakat yanlış anlaşılmasın, PKK'nin güçlü ya da zayıf olması benim görüşlerimi değiştirmez. Bunu çok açık söylüyorum. Emrimde zafere giden bir ordu bile olsa, onu bile durdururum. Çünkü sorunun bu şekilde çözülemeyeceğini biliyorum. Ulus devlet demek çatışma demek. Güneydeki Federe yapı, bir Ulus Devlet yolunda ilerliyor. Yarın öbür gün tam bir Ulus Devlet olacaklar. O zaman ne olacak iki Ulus Devlet. Türkiye ve orası? Ulus devletin doğası gereği, menfaatleri söz konusu olunca çatışmayı öne alırlar. Az önce söylediğim süreç böyle bir durumda hızlanır. Oradaki Kürtler ulus devlet de isteyebilirler, olabilirler de. Sorunları esas olarak çözecek olan bizim geliştirdiğimiz Demokratik Özerkliktir."

    'HÜKÜMETLERE GÜVENMİYORUM '

    Öcalan, Türkiye'de kurulan hükümetleri eleştirerek, "Ben özellikle Hükümetlere güvenemiyorum. Bunlar için varsa yoksa koltuk. Bir oy için her şeyi yaparlar. Barış, ölen insanlar umurlarında değil" dedi.

    Devlet ile rant ilişkisi geliştiren Kürtleri de eleştiren Öcalan, şunları söyledi: "Devleti ele geçirenler ki bunun içinde Kürt aileler de var, devletten ne koparırsak kardır diyorlar. O ihale senin bu ihale benim diyorlar. Her şeye rant gözüyle bakıyorlar. Bu durumun böyle gidemeyeceği de açık. Ben defalarca buradan çağrıda bulundum. Hatta Başbakana, Cumhurbaşkanına, Meclis Başkanına mektuplar gönderdim. Demokratik diyalogun çok önemli olduğunu özellikle vurguladım. Ortadoğuda yarın ne olacağı belli değil. Hep uyardım ama devlet bunları örgüte talimat olarak değerlendirdi. Eğer barış için bir şeyler yapılmazsa çatışmalı süreç derinleşir."

    Türkiye'nin uluslararası arenada sürekli sıkıştırılmaya devam edildiğini anlatan Öcalan, "Sık sık Ermeni katliamı gündeme getirilip, çeşitli parlamentolarda soykırım kararları alınıyor ya da alınmaya çalışılıyor. Bunlar Türkiye'nin başını çok ağrıtacak şeylerdir" dedi. Anlattığı kuşatmanın bir de Hıristiyanlık boyutu olduğunu kaydeden Öcalan, "Katliamlardan geçen Hıristiyan olan bu halkların hesabı sorulmak istenmektedir. Amaç Türkiye'den intikam almaktır. Bu açıktır. Türkiye işte bütün bu tehlikeleri atlatmak ve kuşatmayı bertaraf etmek için söylediğim gibi Kürtlerle stratejik ittifakı, demokratik birliği esas almalıdır" diye konuştu.

    TÜRKLÜK RANTÇILIK MIDIR?

    Öcalan, her görüşmede olduğu gibi son görüşmede de ulus-devlet olgusunu analiz etti. "Üç yüz yıllık ulus-devlet sürecini iyi kavramak, analiz etmek lazım" diyen Öcalan, "Az felsefe bilgisi, az tarih bilgisi olan bile olayı kavrar. Ama bu hükümetler anlamıyorlar" dedi. "Hükümetler felsefe ve tarih bilgisinden yoksundur" diyen Öcalan, "Bunlar arazi ve ihale peşindeler. Bu mudur Türklük? Türklük rantçılık mıdır?" diye sordu. Öcalan, şöyle sürdürdü sözlerini: "Bunlar Mustafa Kemal'i anlamıyorlar, Mustafa Kemal'e de Çılgın Türk diyorlar. Bu Mustafa Kemal'e hakarettir, çirkinliktir. Mustafa Kemal hiç de çılgın değildir. Tam tersine tamamen rasyonel ve gerçekçidir. O dönemin koşulları nasıl hareket etmeyi gerektiriyorsa öyle hareket etmiştir. Akıllı hareket etmiştir. Mustafa Kemal'in siyaseti, yöntemi, ortadadır, bellidir. Bugün yaşasaydı nasıl hareket edeceğini Atatürkçü geçinenler kendilerine sormalıdırlar. Cumhuriyeti, Atatürk'ü seviyoruz diyorlar fakat O'nun yaptıklarını veya yapacaklarını yapmıyorlar. Atatürk yaşasaydı yapacakları belliydi" diye konuştu.

    'ANTİ-KÜRT DALGASI VAR'

    Toplumda bir anti-Kürt dalgası geliştirilmeye çalışıldığını kaydeden Öcalan, "Aslında bunları yapanların da Türklükle bir ilgisi yoktur" dedi. Öcalan, şöyle devam etti: "Gerçekten ant-i Kürt olanların toplam sayısı yüzbini geçmez. Bu kesim devletin içerisinde bazı bürokratik ve diğer önemli mevki ve noktaları ele geçirmiş, bunu korumak için Ant-i Kürtlük yapıyorlar. Ordu da olayları bilimsel analiz edemiyor. Ordudaki olaylara yaklaşım tarzı, pozitivisttir. Biliyorsunuz pozitivist düşünce sistemi Aguste Comte’nin 19.yüzyıl bilim felsefesine dayanır. Olgucudur. Ordu, bir Kürt hareketi ile karşılaştığında paniklemekte, hemen bununla savaşmakta ve bunu da bir olgu olarak kabul etmekte, savaş dışında sorunun nedenleri ile nasıl çözüme kavuşacağı üzerinde hiç düşünmemektedirler. Oysa pozitivist bilim felsefesinden sonra bilimsel düşünce sistemi muazzam derecede ilerledi. Ama bunlar halen 19.Yüzyıldan kalma düşünce sistemiyle hareket ediyorlar."

    'BEN MİLLİYETÇİ DEĞİLİM'

    Sık sık milliyetçi olmadığına, milliyetçiliğin yaratacağı tehlikelere vurgu yapan Öcalan, son görüşmede de "Ben milliyetçi değilim. PKK de özünde milliyetçi bir hareket değildir" dedi.

    Öcalan, şöyle devam etti: "Ben Kürt milliyetçiliğine de Türk milliyetçiliğine de prim vermem. Kürtler'in de diğer halklar gibi en doğal demokratik hakları vardır. Sorun buradadır. Yoksa benim Türkiye karşıtlığım falan söz konusu olamaz. Daha önce de söylediğim gibi üniter yapı içinde sorunlarımızı halledebiliriz. Bu savaşın kimseye yararı yoktur. Bu savaş devlete de yaramaz. Devletin içindeki çok az bir kesimdir savaşı isteyen. İşte Şemdinli’deki gibi birkaç subay olabilir. Rütbelerinin yükselmesini isteyenler, afyon trafiğinden nemalananlar gibi. Kürtler zaten savaş istemezler, demokratik bir ülkede barış içinde yaşamak isterler. Bunu çok iyi biliyorum. Biz federasyon ya da ayrı bir devletin çözüm olmadığını söylemiştik. Kürtlerin demokratik haklarının karşılanması gerekir. Kürtler anadilde eğitim ve yayın gibi kültürel haklar, siyasi-ekonomik örgütlenme hakları vb. diğer alanlarda örgütlenme haklarının önünün tıkanması doğru değildir. Yapılması gereken, Kürtlerle Türklerin demokratik birliğini sağlamaktır."

    'KANI DURDURALIM'

    Son dönemde aydınlar ve DTP'den gelen ateşkes çağrılarına da değinen Öcalan, konuya ilişkin şu açıklamayı yaptı: "Bir süreden beridir Türkiye’de aklı-selim kesimler, gruplar, demokrasi yanlıları acil bir barış ihtiyacını dile getirmektedir. Bu kanın durdurulması gerekmektedir. Eşbaşkanlarla, seçilmiş ve legal temsilcilerle de görüşebilirler. Koşullarım ağır. Türkiye’de belki de kimse bu koşullarda değildir. Ancak ben barış çabalarımı sürekli devam ettirdim, sürekli uyardım. Olabilecekleri söyledim fakat beni halkı isyana kışkırtmakla suçladılar. Hücre cezası verdiler. Buna sinirleniyorum. Gerçekler böyle değil. Ben kimseyi isyana davet etmiyorum, kimseye talimat vermiyorum. Bu kanın durmasını ve Türkiye’nin demokratikleşmesini istiyoruz. On yılı aşkın süredir barış çabalarımız devam ediyor fakat gelinen nokta ortada. Kan akmaya devam ediyor. Bütün barış çabalarıma rağmen benim samimi olmadığımı düşündüler, hep Apo kötüdür diye lanse ettiler. Beni adeta lanetli bir insan haline getirdiler. Ama buna rağmen ben çabalarımı ısrarla sürdürdüm. Patlayan bombalar var, bunları kimler yapıyor bilmiyorum ama tasvip etmiyorum."

    'LÜBNAN, İTİBAR GETİRMEZ'

    Türkiye'nin Lübnan'a göndereceği bin kişilik askeri güce de değinen Öcalan, gönderilecek askeri gücün Türkiye'nin itibarını arttırmayacağını vurguladı. Öcalan, şöyle devam etti:

    "Bu şekilde itibar artmaz. İç sorunlarını hal edip barışı sağlarsan itibarın artar. Yıllardır buradan bu çağrıları yapıyorum zaten. Fakat bir türlü de iki tarafa yaranamadım. Ne devleti samimi olduğum konusunda ikna edebildim, ne de bizimkilerin, Kürtlerin bir kısmını ikna edebildim. İsmail Hoca gibileri devletle işbirliği yaptığımı, bu koşullarda artık konuşmamam gerektiğini söyleyenler oldu. İşte benim kendimi kurtarmak için taktik yaptığımı ileri sürenler oldu. Ama benim temel gayem bu zor koşullarda çözüm için bir şeyler yapmak oldu. Onun için bugüne kadar direndim. Şu anda bile hücre cezam devam ediyor. Benden önce onlarca yıldır cezaevinde olan binlerce yoldaşımız var. Sorunun çözümsüzlüğü onların da Cezaevlerinde o koşullarda kalmasına yol açıyor. Dağdakiler zaten yıllardır o zor koşullarda direniyorlar."

    Cezaevi koşullarında örgütü yönetmesinin mümkün olmadığını kaydeden Öcalan, "Örgüt kendi kendini yönetiyor zaten. İçinde bulunduğum durumda örgütü yönetmem mümkün değil. Ben sürekli barış çağrısı yapmama rağmen bu çağrılarımı örgütü yönetmek olarak algılayıp tekrar hücre cezası verdiler. İki defa verildi, ben her seferinde söyledim böyle bir şeyin mümkün olmadığını. Barış çağrıları yaptım, barış için çabaladığımı söyledim. Benim yaptığım bu tespitler isyana çağrı olarak değerlendirildi ve cezalar verildi" diye konuştu.

    'TESLİM EDİLMEM TUZAKTI'

    Kendisinin Türkiye'ye teslim edilmemdeki asıl amaın bir Türk-Kürt savaşı yaratmak olduğunu vurgulayan Öcalan, "O süreçte ben de kötü niyetli davranabilirdim, barış yanlısı bir tutum sergilemeyebilirdim. Fakat böyle yapmadım. O zor günlerde zor koşullarda yaşayarak, ayakta kalarak ve barışa dönük projeler uygulayarak Türk-Kürt savaşı planını boşa çıkardım ve hala da çıkarıyorum" şeklinde konuştu.

    Cezaevinde bulunduğu koşulları da değerlendiren Öcalan, "Buradaki koşullara ve buranın havasına herkes dayanamaz. Kim olsa burada bir süre sonra ölüme kurtuluş gözüyle bakardı ve ondan sonrasını da düşünmezdi. Ama ben sorumlu davrandım, kişisel davranmadım. Toplumu düşünerek hareket ettim. Yoksa benim buradaki duruşum, buradaki sıkışıklığım yüzünden değildir. Asıl Türkiye'nin sıkışıklığını aşabilmek içindir. Türkiye'yi yönetenler bunu kavrayamadıkları için beni günah keçisi ilan ettiler. Her şeyin sorumlusu, suçlusu olarak ilan ediyorlar ve bana çok kızıyorlar" vurgusu yaptı.

    İngilizlerin de takındığı pozisyona çok kızdığını anlatan Öcalan, "Komploda onların rolü çok büyüktür. İngiltere'nin her zaman kendi menfaatleri doğrultusunda Ortadoğu'ya dönük planları, politikaları olmuştur. Bu duruşumla onların Ortadoğu'ya dönük kapsamlı planlarını boşa çıkarmış oldum. Beni Yunanistan'dan götüren uçak İngilizlere aitti. Aslında o süreçte çok ilginç, heyecanlı romanlara konu olabilecekler şeyler yaşadık. Bu süreç önemli detaylarla doludur. Heyecanlı romanlara konu olabilir. Bu tür çalışmalar yapan kalemi güçlü arkadaşlara bu öneri yapılabilir. Bu konuda romanlar yazabilirler. Romancı hayallerini, roman güçlerini kullanabilirler" şeklinde konuştu.

    'İMRALI'DA KENDİMİZİ GELİŞTİRDİK'

    İmralı Adası'na konulduğu 1999 yılından bu yana düşüncelerini açık bir şekilde söylediğini ifade eden Öcalan, şu hususların altını çizdi: "Doğru olduğuna inandığım şeyleri söyledim. On yıl öncesine kadar bizim amacımız bir ulus-devlet kurmaktı. Leninist bir örgütlenmeydik. Ulusların kendi kaderini tayin hakkı temel şiarımızdı. O zamanki koşullarda da bundan başkası düşünülemezdi. O şekilde eğitilmiştik, dünya görüşümüz öyle şekillenmişti 70'li yıllardan beri. Dünyada koşullar böyleydi. Varsa yoksa Fransa tipi bir ulus devlet hedefliyorduk. Daha sonra ve özellikle de İmralı süreciyle kendimizi geliştirmeye devam ettik. Sürekli okudum, inceledim. Örneğin ABD'nin 18. yüzyıldaki kuruluşu model alınabilecek demokratik bir kuruluştur. Fransız siyaset bilimci Tochivelli bizzat ABD'ye gidip yeni kurulan bu devleti yerinde inceleyip bunu Avrupa'ya model olarak sunuyor. Mustafa Kemal'in de kurmaya çalıştığı demokratik bir cumhuriyettir aslında. Hedefi Cumhuriyetin çağdaşlaşması hatta çağın önüne geçmesidir. Daha önce belirtiğim birçok nedenden dolayı bu hedefe ulaşılamamıştır. Osmanlının son dönemlerinde geliştirilen Türk kültürüyle iligisi olmayan yapay Türkçülük anlayışı -ki bu akımın öncülerinin çoğu Türk değildir, Boşnak, Çerkes hatta Kürt vs.dir- bugün için Kürt sorunun çözümü önünde engeldir."

    'İNGİLİZ KIZGINDI'

    İngiltere'nin Ortadoğu'daki politikalarını irdeleyen Öcalan, Mustafa Kemal'in döneminde İngilizlerin Ortadoğu politikalarını ve amaçlarını iyi görerek boşa çıkardığını vurguladı. Mustafa Kemal'in İngilizlerin emperyalist-sömürgeci politikalarını temelden sarsarak bu konuda öncülük yaptığını anlatan Öcalan, şöyle devam etti: "Bu nedenle İngilizler, Mustafa Kemal'e kızgındılar. Zaten Mustafa Kemal de bu nedenle tedbir açısından yurt dışına çıkmamıştır. İngiltere Kralı Türkiye'ye gelmiş ama kendisi hiç yurt dışına çıkmamıştır. Yine İngilizlerle ilişkisinden şüphe ettiği kesimleri de tasfiye etmiştir. Hatta bir dönem İsmet Paşa'nın da İngiliz yanlısı olabileceğini düşünerek ona karşı da ihtiyatlı davranmıştır. Bu hükümetler, bu ülkeyi yönetenler ne yazık ki bunları bile bilmiyorlar, tarihlerini bile bilmiyorlar. O yüzden bunlardan dersler de çıkaramıyorlar" dedi.

    'KOMPLODA İNGİLİZ PARMAĞI'

    Mustafa Kemal'in 1. Dünya Savaşı sonrasında, İngilizlerin Sykes-Picot anlaşmasıyla Ortadoğu'ya dönük geliştirmek istedikleri planlarını, Kürtlerle yaptığı ittifak ile boşa çıkardığını anlatan Öcalan, fakat İngilizlerin bölgeye dönük planlarının sona ermediğini belirtti.

    Öcalan, şöyle devam etti: "Benim komployla Suriye'den çıkarılıp Türkiye'ye teslim edilmemde CİA ile birlikte İngilizlerin de parmağı vardır ve asıl amaç o gün gerçekleştiremedikleri politikalarını bugün gerçekleştirmekti. Benim duruşumla bir Türk-Kürt savaşı engellenmemiş olsa, çıkacak bu savaşla İngilizler haritaları yeniden çizip planlarını yürürlüğe koyacaklardı. Zaten Ortadoğu'ya yeniden şekil veriliyor, bütün Ortadoğu yeniden şekillendirilecek. Benim Suriye'den çıkarılışımdaki asıl amaç, benim ve benim önderliğimdeki PKK'nin bu planlara engel oluşumuzdu. Türkiye belki anlayamamış olabilir ama benim teslim edilmemden sonra bu planların yürürlüğe konulması için Güney'de gerekli yapı da oluşturuldu. Türkiye'nin zaten tarihi düşmanları var, kuşatılmış durumda. Ermenistan'ı var, Yunanistan'ı zaten var. Gürcistan bile buna dahil edilebilir. Benim komployla Türkiye'ye teslim edilmemdeki amaç bu kuşatmanın Kürt ayağını oluşturmaktı. Fakat ben bu planları zaten biliyordum ve gördüm, ona göre tutum belirledim ve daha önce Mustafa Kemal'in yaptığını bugün yaparak bir ölçüde bu planları boşa çıkardım. İngilizler bu nedenle bana da kızgındırlar."

    Türklerin hep Kürtlerle stratejik işbirliği yaparak bu topraklarda yaşayabilmişlerini kaydeden Öcalan, Türklerin hep Kürtlere dayandığını vurguladı. Öcalan, Mustafa Kemal yönelik de şu değerlendirmeyi yaptı: "Evet Mustafa Kemal devrimcidir, ihtilalcidir, sonradan Kürt isyancılarını ezmiştir ama akıllıdır da. Gerektiğinde Kürtlerle işbirliği yapmış ve cumhuriyeti de zaten bu temelde kurmuştur. Kürtlerle ittifak yaparak kurmuştur. Ancak daha sonra Devletin Kürtleri inkarı ile Kürt isyancılarının hataları Kürt sorununu çözümsüz hale getirdi."

    OSMANLI İÇ İŞLERE KARIŞMADI

    Öcalan, Türk-Kürt ilişkilerine yönelik sözlerini şöyle sürdürdü: "Cumhuriyetin kuruluşundaki bu stratejik birliktelik çok eskilere taa Alparslan'a kadar dayanır. Daha önce bu konulara çok değindim. Yavuz da Ortadoğu'ya Kürtlerle ittifak yaparak açılabilmiştir. Hatta Kürt beylerine boş imzalı kağıtlar vermiştir. Nasıl yaşamak istiyorsanız belirtin demiştir. Bu stratejik işbirliği kapsamında Kürtlerin taleplerini dinlemiştir. Bir çeşit Kürt Krallığına doğru gidilmiştir, Kürtlerin iç işlerine karışmamıştır. Daha sonra Palu, Genç gibi yeni birkaç beylik de ortaya çıkmıştır. Türkler’in bu topraklarda yaşayabilmesi Kürtlerle ittifak sağlamasına bağlıdır. Kürtler de onlara dayanır, onların gücünden yararlanır."

    'MEHMET UZUN'UN BİZİM İÇİN ÖZEL BİR YERİ VAR'

    Abdullah Öcalan, son görüşmede de Yazar Mehmed Uzun'un durumunu sordu. "Mehmed Uzun'un durumu nasıl?" diye soran Öcalan, "Ona geçmiş olsun dileklerimizi iletmiştik. Bizim için özel bir yeri olduğunu söylemiştik. Ona tekrar geçmiş olsun diyorum. Selamlarımı gönderiyorum. Mehmet Uzun'dan ricamız, onun bir akrabası gerillaydı, ismi Yılmaz’dı. hayatını kaybetmişti. Sağlık durumu tam nasıldır, bilemiyorum ama müsaitse O'nun hakkında bir yazı yazabilir mi? Bu çok anlamlı olur" dedi. Suat Gökalp ve diğer cezaevlerinde kalan arkadaşlara selam gönderdiğini ifade eden Öcalan, "Kendilerini daha da geliştirsinler. Gerekirse çalışmalarını kitaplaştırsınlar, bunlar yayınlanabilir" diye konuştu.

    ..

    ANF NEWS AGENCY


    http://www.rojaciwan.com/modules.php?name=News&file=article&sid=15576



    Re: GÖRÜŞME NOTLARI_ 2006_28.12.2006

    dersim -

    Öcalan: Tehlikeli bir süreçten geçiyoruz!_23.09.2006


    Öcalan: Tehlikeli bir süreçten geçiyoruz!


    İSTANBUL (23.09.2006)- Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan, önemli açıklamalarda bulundu. Öcalan ''Şu anda çok önemli ve aynı zamanda tehlikeli tarihi bir süreçten geçiyoruz'' dedi.

    Bir hafta aradan sonra avukatları ile görüşme olanağı bulan Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan, önemli açıklamalar yaptı. Edinilen bilgiye göre Öcalan, "Burada hayatımı kaybettiğime dair söylentiler yayılmış. Bunların kaynağı nedir? Kim çıkarıyor bu tür şeyleri? Bilinçli olabilir. Benim burada dört-beş gündür yaşadıklarımla bağlantılı olabilir. Öyle bir şey olursa çok tehlikeli olur" dedi...



    "Şu anda çok önemli ve aynı zamanda tehlikeli tarihi bir süreçten geçiyoruz" vurgusu yapan Öcalan, İsrail'in Ortadoğu'ya yönelik politikalarını da irdeledi: "İsrail'in Ortadoğu'ya dönük çok tehlikeli oyunları var. Hatta birçok planından ABD'nin bir kısmının da haberi olmayabilir. Şu anda Türkiye'de en büyük ve etkili lobi ABD'den sonra, ikinci büyük lobi İsrail lobisidir. Başta söyleyeyim, yanlış anlaşılmasın ben kesinlikle ant-i semitist değilim. Yahudi karşıtı da değilim. Yahudilerin Ortadoğu'da bir İsrail Devleti kurma hakkı vardır. Fakat bu devlet diğer halkların haklarına saygı duymalı ve Filistinlilerle demokratik çerçevede bir diyalog geliştirmelidir." İsrail'in Türk ordusu üzerinde de büyük bir etkisi olduğunu vurgulayan Öcalan, "Erbakan hükümeti döneminden 96 yılından beri, ordunun İsrail'le büyük askeri işbirliği var. Bu anlaşmalar biliniyor. Benim şöyle bir iddiam yok" diye konuştu.

    'PKK SALDIRILARI PÜSKÜRTÜR'

    İsrail'in PKK'ye yaklaşımını da irdeleyen Öcalan, "İsrail ile PKK'yi tasfiye etme konusunda bir anlaşma varsa, açık söyleyeyim bu çok tehlikeli olur ve sonuç alınamaz" dedi. Öcalan şöyle devam etti: "Şimdi Türkiye'ye, orduya şunu söylüyor olabilirler: 'Biz Güney'i hallediyoruz, Barzani ve Talabani PKK'yi sıkıştıracak, PKK'ye yönelecek, siz de Türkiye'den gerekli askeri operasyonları yapın.' Kendi hesaplarına göre bu şekilde Kürt sorunu halledilmiş olacak. Ama bu böyle olmaz. PKK Güney'de kendi üzerlerine gelirlerse çok müthiş bir şekilde kendini savunur. Saldıranlar püskürtülürler, pişman olurlar. Daha önce defalarca denendi, bu yolla Kürt sorunu çözülemez. Böyle bir oyun varsa bu felaket getirir. Kürt halkı daima varolacaktır. Kürtler böyle yok edilemez.

    'BOMBA RANTÇILARIN İŞİ'

    Diyarbakır'da 8'i çocuk 10 kişinin ölümüne neden olan bombalı patlamaya da değinen Öcalan, "Diyarbakır'a atılan bomba var. Bu da o karanlık grupların, barışı istemeyen kesimlerin işi olabilir. Emekli general Altay Tokat, memurları hizaya sokmak için bomba attırdığını söylüyordu. Bunu yapan sıradan biri değil, bir general. Bu tür şeyler gelişebilir, bunlar her şeyi yapabilirler, patlayan bomba da bunların işi olabilir, burada bana bile yönelebilirler" diye konuştu. Öcalan, "Diyarbakır olayı ortada. Bir provokasyon olma ihtimali yüksektir. Bizimkiler tarafından bu tür şeylerin gelişeceğini sanmıyorum. Savaştan beslenenler var. İçlerinde korucu ailelerin de bulunduğu yüze yakın Kürt ailesi var. Bunlar inkara dayanan sisteme sırtlarını dayamış durumdalar. Özellikle korucu ailelerinin bu savaştan rant elde ettikleri açıktır. Halkın yiyecek ekmeği yokken işte Zeydan’ın beş gelinine yüz kiloya yakın altın takıyorlar. Bu rantın kesilmesini istemeyebilirler" şeklinde konuştu.

    'DİYARBAKIR SON ÇIRPINIŞLARI'

    Milliyetçiliğin Ortadoğu için ne tür felaketlere yol açabileceğini her zaman söylediğini vurgulayan Öcalan, "Burada adeta feveran ediyorum, nasıl görmüyorlar bu oyunları? Bu ülkeyi yönetenler, ordudakiler bu tehlikeleri görmüyorlar mı? Şu an çevremizde tehlikeli olan dört milliyetçilik akımı var. Türkiye'de İttihat Terrakki devamı olan milliyetçilik, Güney'deki ilkel Kürt milliyetçiliği, Sünni-Baas milliyetçiliği, Şia milliyetçiliği. Eğer Kürt sorunu demokratik şekilde çözüme kavuşturulmazsa bu milliyetçilikler eninde sonunda çatışacaktır. İşte görüyorsunuz Irak'ta neredeyse istisnasız her gün insanlar kesiliyor, onlarca insan ölüyor ve bu durum yavaş yavaş kanıksanıyor. İran milliyetçiliği, Kürt sorunun çözmek yerine işte görüyorsunuz sürekli saldırıyor, top atıyor. Türkiye de hakeza aynı. Şimdiye kadar askeri yöntemlerle sonuç almaya çalıştı. Bu şekilde sonuç alınamaz. Fakat açıkça söylüyorum bu yaşananlar milliyetçiliklerin son çırpınışlarıdır. Bunlar da tasfiye olacaktır. Diyarbakır'da atılan bomba da son çırpınışlarıdır."

    OYUN VAR ÇOK TEHLİKELİ

    Öcalan, şu hususların altını çizdi: "Erciş'teki operasyonda bir asker, bir korucu ve altı gerilla hayatını kaybetmiş. Bir yandan imha amaçlı operasyonlar düzenleniyor öte yandan da ateşkes isteniyor. Bir yandan orada operasyonlarla onların üzerine gidiliyor, mikropları yok edeceğiz deniliyor; öte yandan da burada da dört-beş gündür az önce belirttiğim şekilde benim üzerime geliniyor. Eğer bu yukarıda belirttiğim gibi İsrail’in planı ise ortada bir oyun vardır. Bu çok tehlikelidir."

    On yılı aşkın bir süredir demokratik süreci başlatmaya çalıştığını kaydeden Öcalan, şöyle devam etti: "Bunun için çabalıyorum. Her konuşmamda çok samimi bir şekilde inandığım her şeyi söylüyorum. Zamanında ulus-devlet arayışımız olduğunu da söyledim. Ama işte daha sonra sürecin, gelişmelerin nasıl bugüne kadar geldiğini anlattım. Halkımız ve kadrolarımızın, kurumlarımızın da bu yeni paradigmamız, düşünce sistemimizi özümsediği anlaşılmaktadır. Özellikle son sekiz yıldır, bütün görüşmelerimde savunmalarımda bunları işledim. Tekrar dile getirmek istiyorum; bu sorunu kendi kendimiz üniter devlet yapısı içerisinde demokratik yollarla çözebiliriz. Avni Özgürel'in son iki yazısını gazeteler verilince okudum, benimle ilgiliydi. Yazılarında gerçekçi bir çizgiye sahip. Benim ne kadar olumlu olduğumu, çözüm için ne kadar istekli olduğumu görüyor ve adeta yetkililere de bunu görün diye çağrıda bulunuyor. Kendisi de asker çocuğudur. Az çok devlet geleneğini, siyasi ilişkileri bilir."

    'SAVUNMAMDA AÇILIMLARI YAZACAĞIM'

    "Geldiğimiz aşama itibariyle Kürtlerin demokratik ve kültürel haklarının verilmesi gerekir" diyen Öcalan, "Devlet içinde de benim gibi düşünenler vardı. Askerlerden de sivillerden de vardı. 99'da buraya ilk geldiğimde, buraya gelip benimle görüşen subaylar, Kıvrıkoğlu adına konuştuklarını söylüyorlardı. Ondan önce Sayın Erbakan üç defa mektup yollamıştı. Özal ile olan diyalogumuz zaten biliniyor. Onun yapmak istedikleri hayatına mal oldu. Öyle ya da böyle karanlık bir şekilde öldü. Bu sorunun ancak demokratik çerçevede çözülebileceğini defalarca söyledim, bu konuda daha fazla açılımı ileride savunmamda da belirteceğim, daha önce de çok değinmiştik. Bu nedenle şimdi çok fazla bu konuya değinmek istemiyorum" şeklinde konuştu.

    Öcalan, son günlerde cezaevinde maruz kaldığı uygulamaları aktardı: "Mesela çay meselesi yüzünden gerginlik çıkarıyorlar. Yine örneğin yemekle beraber kavun ya da karpuz verdikleri zaman bir dilimin dörtte birini veriyorlar. Dalga geçer gibi. Yani tamamen iradesiz olmamı istiyorlar. Ben ne kadar olgun davranmaya çalışsam da nereye kadar kabul edebilirim bunu? Bu tür şeylere itiraz edince de isyana teşebbüsten rapor tutacaklarını söylüyorlar. Ben Müdür veya idare bu tür şeyi teşvik ediyor diyemiyorum, itiraz ettiğimde 'bize söylenenleri yapıyoruz' diyorlar. Ben iradeli bir insanım, nefsime hakimim, bir kuru ekmek de karnımı doyurmam için yeter, istemiyorum, çay, ya da kavun ya da her neyse işte istemiyorum diyorum ama aynı şeyi inatla sürdürüyorlar."

    'RAHATSIZ EDİYORLAR'

    Cezaevindeki ekibin sürekli değiştiğini, kısa bir süre önce de cezaevine yeni bir ekip geldiğini ifade eden Öcalan, "Aslında bu görevlilerin büyük çoğunluğu saygılıdır, öncekiler de şimdikiler de ama bazen bu tür şeyler yapıyorlar. Mesela bazıları kapıdaki mazgaldan beni gözetlerken bu işi çok rahatsız edici bir şekilde yapıyorlar. Ben zaten üç yerden sürekli, yirmi dört saat izleniyorum, kamera yirmi dört saat çekiyor. Mazgaldan bakmasınlar demiyorum ama gürültü çıkararak sürekli açıp kapatıyorlar. Geceleyin doğru dürüst uyuyamıyorum tam uyuyacağım esnada mazgalı gürültü ile açıp kapatıyorlar. Yine gündüz kitap okurken aynı şeyi yapıyorlar, yoğunlaşmamı engelliyorlar. Yapmayın etmeyin diyorum, ama yapmaya devam ediyorlar. Özellikle dört beş gündür böyle" şeklinde konuştu.

    "Bu nereye varacak yani?" diye soran Öcalan, sözlerini şöyle sürdürdü: "Ben sorumlu davranmasam çatışma çıkacak. Belki de kendimi tutamayacam, nereye kadar gidecek? Benim yerime başkası olsa ne yapar, dayanamaz. Tabi ben sorumlu davranmaya çalışıyorum, bugüne kadar da öyle davrandım. Ama şimdi karşı çıkarsam ne olacak? Burada her şey olabilir. İşte bu öldüğüme dair çıkarılan söylentiler, dört-beş gündür yaşadığım bu şeylerle bağlantılı olabilir. Öyle ölümcül bir rahatsızlığım şu anda yok. Bir şey olursa sorumluluk devlete aittir. Daha önce de bunu söylemiştim."

    'YAŞADIKLARIM PLANLI'

    Öcalan, kendisinin maruz kaldığı uygulamaları ise şöyle yorumladı: "Muhtemelen size anlattığım bu dört beş gündür yaşadığım şeyler planlıdır, yukarıdan söylenmiştir. Gerçi ben idarenin can güvenliği konusunda sorumlu davrandığını düşünüyorum. Ama ne olacağı belli olmaz. Radyodan dinledim, İlker Başbuğun açıklaması vardı, sonuna kadar imha edeceğiz diyordu, birkaç mikrop var hepsinin kökünü kazıyacağız, yirminci terörist saldırıyı da ezeceğiz diyordu. Neden yirmi kez isyan çıktı? Zorla bastırmak çözüm olsaydı yirmi kadar isyan olur muydu? Bu isyanların devamı da gelir. Siz PKK’yi şiddetle yok edemezsiniz." "Biz milyonlarız" diyen Öcalan, "Sadece beni siyasi bir irade olarak kabul eden üç milyonu aşkın insan var. Toplanan milyonlarca imzanın Avrupa Birliği kurumlarına sunulduğunu herkes biliyor" dedi.

    ZO ZO'LAR BİTTİ, SIRA LO LO'LARDA

    Türkiye'de yirmi milyon Kürt olduğunu kaydeden Öcalan, "Nasıl yok edeceksiniz bu kadar insanı?" diye sordu. Öcalan, şunları söyledi: "İttihat Terakki döneminde Ermeni katliamı yapıldı. İttihat Terakki mantığını o zamanlardaki şu ünlü söz çok güzel özetliyor; 'Zo Zo'ların işini bitirdik şimdi sıra Lo Lo'lara geldi.' Onların mantığına kalsa Kürt sorununu da benzer şekilde inkar ve imha ile çözümsüzlüğe terk edecekler. Şimdi de İttihat Terakki mantığına sahip olanlar var. Mustafa Kemal'in milliyetçiliği kesinlikle ittihat terakki milliyetçiliğinden farklıdır. Mustafa Kemal, milliyetçiliği bir araç olarak kullanmıştır, yararlı olduğu yerde kullanmış, yararlı değilse atmıştır. Tam bir pragmatist önderdir. Ancak Mustafa Kemal'in milliyetçiliği 1950'lerden itibaren ABD'nin de yardımıyla gerilemeye ve yerini İttihat Terakki milliyetçiliğine bırakmaya başlamıştır. Bugüne kadar da bu zihniyet hakimdi. Kırk yılda bir Kürtçe şarkıya bile izin vermediler."

    'TÜRKÜZ DEMEKLE TÜRK OLMAYIZ'

    "Açıkçası Kürtlükten vazgeçmemiz isteniyor, bu mümkün müdür?" diye soran Öcalan, sözlerini şöyle sürdürdü: "Biz nasıl Kürtlükten vazgeçeriz! Hatta toplum olmaktan vazgeçmemiz isteniyor. Bakın dikkat edin, toplum olmaktan diyorum. Türk olmamız dayatılıyor, Türk'ten başka bir şey yok, her şey Türk, Türk, Türk… Sosyolojik olarak da bu mümkün değil. Biz Kürdüz nasıl Türk olalım? Türküz demekle Türk olunmaz ki? Afrikalı bir futbolcu Türk oldu, dediler, nasıl olur, Afrikalı birisi nasıl Türk olur? Olursa da gerçek Türk olamaz. O Afrikalı bir millettendir. Bunları Türkleri küçümsemek anlamında söylemiyorum. Türkler soylu bir halktır, yedi bin yıllık tarihleri var, kültürel ve devlet özellikleri olan bir millettir."

    'ŞANSI ISKALAMAYALIM'

    Türk vatandaşı olan Fenerbahçeli Airello'nun durumunu da değerlendiren Öcalan, şu hususlara dikkat çekti: "Airello Türk olamaz ancak Türkiye Cumhuriyeti Vatandaşı olabilir. Vatandaşlık ayrı bir konu ama Türklüğün dayatılması mümkün değil, olmaz. Daha önce de bu Türklüğü dayatanların ve milliyetçilik yapanların Türkiye'de küçük bir azınlık olduğunu belirtmiştim. Bugün İttihat Terakki tarzı Ermeni katliamı gibi bir katliam Kürtlere uygulanamaz. Artık bu zamanda mümkün değil, uluslararası güçler de izin vermez. ASAM eski Başkanı Gündüz Aktan, Güney'deki Türkmenler'in Güneydoğu ve Doğu Anadolu’ya getirilmelerini, buradaki Kürtler'in de oraya sürülmesini öneriyordu. Ben bunları uydurmuyorum, gazetelerde yer aldı. Böyle düşünenler var. Bir de geçmişte Büyükelçilik yapmış birisi olarak bunları dile getiriyor. Böyle bir şey mümkün olabilir mi, yirmi milyon Kürdü nasıl süreceksiniz? Kürtler kabul eder mi? Farzedelim ki böyle bir şey gelişti, işte o zaman Kürt-Türk savaşı başlar. Güney'deki Kürt devleti ve Türkiye'deki Kürtler, diğer İran ve Suriye Kürtleri, Türkiye ile savaşabilirler. O zaman PKK'yi de kullanmak istemeyecekler mi? Tabii ki kullanacaklar. PKK gibi bir gücü boş mu bırakacaklar? Belki şimdi bile kullanıyorlardır. Böyle bir durumda tüm yirmibirinci yüzyıl Türk-Kürt savaşı ile geçer. Yüzbinlerce insan ölür. Yirminci yüzyılda barış şansını ıskaladık, yirmibirinci yüzyılı da ıskalamayalım. Bakmayın şimdi siz Yunanistan’ın dost gibi geçinmesine, böyle bir savaş gelişirse, onlar da Türkiye’ye karşı taleplerini dayatacaklardır."

    'İSRAİL GÜNEY'İ KULLANMAK İSTEYECEK'

    Güney Kürdistan'daki gelişmelere de değinen Öcalan, "Güney'de bir çeşit Ermenistanvari Kürdistan kurulma planları vardır. İsrail kendi amaçları doğrultusunda bu devleti kullanmak isteyecektir. Kendi güvenliği için gerekirse Araplara karşı saldırtacaktır" dedi.

    Öcalan, Güney Kürdistan'da PKK bürolarının katapılmasına ilişkin de, "Irak Devleti, Irak’da bulunan Kürt kurumlarını kapatıyor, PKK’yi de terörist örgüt ilan ediyor. Bu o kadar önemli değil, bir parti kapatılır, diğeri açılır. Kurumların yerine yenileri her zaman açılabilir" diye konuştu.

    AB KÜRTLERİ GÖRMEZDEN GELİYOR

    Newyork Times gazetesinde ABD'nin Kürt sorununu demokratik yollarla çözülmesini istediği, 99 sürecinin iyi değerlendirilemediği, esas itibariyle Kürt sorunununun AB'ye ve AB sürecine havale edildiği şeklinde yazılar çıktığını aktaran Öcalan, AB'nin Kürtlere yönelik yaklaşımını şöyle değerlendirdi: "AB, bir avuç Kıbrıs için, Yunanlıların ufak bir talebini karşılamak için Kürt sorununu görmezden geliyor. Sekiz yıldır Kürt sorunu için herkesi oyalıyorlar. Hiçbir şey yapmadılar, Kürt sorununu adeta dondurdular. Komplo içinde bazı Avrupa devletleri ve Yunanistan'ın da olduğunu hep söyledim."

    ABD YANLIŞ YÖNTEM KULLANIYOR

    ABD'nin Büyük Ortadoğu politikasını da değerlendiren Öcalan, "ABD'nin Büyük Ortadoğu Projesi, ilk tartışıldığında, bu projenin öyle basit ve kısa süreli olmayacağını, muhakkak ABD'nin bu projeyi uzun vadeli düşündüğünü ve projenin bir yönünün hep kalıcı olacağını belirtmiştim. Fakat ABD burada ciddi hatalar yaptığı için bir çıkmaza giriyor. Benimle ABD adına buraya getirilmeden önce görüşmeye gelen Fuller'e çok açık bir şekilde siz hata yapıyorsunuz dedim. Ve yaptıkları hataları tek tek söyledim. Beni iyi dinlemişti. ABD, Ortadoğu halklarını yeteri kadar tanımıyor. Bu nedenle yanlış politikalarla Büyük Ortadoğu Projesini gerçekleştirmeye çalışıyor. ABD'nin nihai amacı Ortadoğu'ya demokrasi yerleştirmek olabilir ama kullandığı yöntemin yanlışlığı ortada" diye konuştu.

    ..

    ANF NEWS AGENCY


    http://www.rojaciwan.com/modules.php?name=News&file=article&sid=16323



    Re: GÖRÜŞME NOTLARI_ 2006_28.12.2006

    dersim -

    Öcalan’dan PKK’ye ateşkes çağrısı_28.09.


    28.09.2006

    Öcalan’dan PKK’ye ateşkes çağrısı

    İSTANBUL (28.09.2006) - Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan, avukatları ile yaptığı haftalık olağan görüşmesinde, PKK’ye ateşkes çağrısında bulundu. Öcalan, "Gelin hep birlikte Türkiye'de ve Ortadoğu'da silahı sonsuza dek sonuç alma yöntemi olmaktan çıkaralım. Silahları gömelim" dedi.

    İmralı Özel Tip Kapalı Cezaevi'nde bulunan Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan, avukatları aracılığıyla açıklama yaparak, silahların susması çağrısında bulundu. 1993 yılından beri, Kürt sorununun şiddet dışı barışçıl ve demokratik çözümüne yönelik duyulan ihtiyaca sürekli cevap olmak istediklerini belirten Öcalan, bunun için 4 defa tek taraflı ateşkes yaptıklarını ancak hiçbir sonuç alamadıklarını hatırlattı.



    Yaklaşık 10 yıldan beri, silahla, şiddetle bir noktaya kadar gidilebileceğini; bunun dışında nihai bir çözüme ulaşılamayacağını, en fazla devletin yıkılabileceğini bildiklerini, bu nedenle ateşkes süreçlerinin gereklerine inandıklarını belirten Öcalan, "Gerçekten de kan akıyordu. Her iki taraftan da sayısız insan ölüyordu, fakat çözüm yolu görünmüyordu. Ateşkes süreçlerindeki çabalarımızı bütün kamuoyu biliyor. İlan ettiğimiz ateşkes süreçlerini uzun uzun anlatmayacağım. Ama bunların hepsi boşa çıkarıldı. Hem bizim içimizden hem devletten kaynaklı sebeplerden bir yere varılamadı, yazık oldu" dedi.

    ‘BÜYÜK TEHLİKELER HALKLARI BEKLİYOR’

    Aydınlar, sivil toplum örgütleri ve siyasi partilerin ateşkes ve barış çağrılarına işaret eden Öcalan, akan kanın durdurulması ve barışa bir şans daha verilmesi gerektiğini vurguladı.

    Öcalan, Türkiye'de atılacak demokratik adımlarla gelişecek demokratik çözümün Kürt sorunu olan diğer devletlere de örnek olacağını ve Türkiye'nin bütün Ortadoğu'da model olabilecek bir demokrasi gücü haline geleceğini belirtti. Bu durumun Ortadoğu halklarının yararına olacağını vurgulayan Öcalan, şunları aktardı:

    "Ortadoğu'da çok şiddetli çatışmalar yaşanmakta, büyük tehlikeler halkları beklemektedir. Bu durum ancak demokrasi kültürünün yerleşmesiyle aşılabilir. Ülkemizde güçlü bir demokrasi kültürünün gelişmesi için önemli bir şans olan böyle bir süreçle, Türk ve Kürtler arasında bir demokratik birliğin, ittifakın sağlanması, halklarımızın geleceği açısından son derece büyük önem taşımaktadır. Bu süreçle birlikte demokratik diyalogun yolu da açılacaktır."

    PROVOKASYON UYARISI

    Demokratik diyalogun yolunun açılması ve barış için üzerine düşeni yaptığını belirten Öcalan, PKK'ye ateşkes çağrısında bulundu. Ateşkes sürecinin önemine işaret eden Öcalan, asıl önemli olanın ateşkes sürecinin ardından yapılması gerekenler olduğunu belirtti. Ateşkes sürecinin sürdürülmesi gerektiğine vurgu yapan Öcalan, provokasyonların çıkartılabileceği uyarısında bulunarak, şöyle devam etti:

    "Bu süreçte provokasyonlar olabilir, PKK tarafından olacağını sanmıyorum, olursa da bu tür şeyleri aşmak, bunları sorun yapmamak gerekir. İki tarafın da bunlara prim vermemesi ve bu süreci karşılıklı samimiyet temelinde sürdürmeleri gerekir."

    ATEŞKES ZAAF DEĞİL

    Öcalan, ordunun büyük operasyonlar yapmayacağını umduğunu ancak yine de meşru savunmanın kutsal bir hak ve görev olduğunu belirterek, "Bu temelde üzerlerine imha amaçlı gelinmedikçe PKK, kesinlikle silah kullanmayacaktır. Sürecin iyi işlemesi için gerekli sorumlu çabanın gösterilmesi oldukça önemlidir. Bu ateşkesin, önceki ateşkes süreçlerindeki gibi bir zaaf olarak algılanmaması, gerçekten toplumsal barışa olan acil ihtiyaçtan kaynaklandığının herkesçe bilinmesi gerekir" dedi.

    Bu süreçte özellikle Kürtlerle Türklerin demokratik birliğini sağlamak gerektiğine dikkat çeken Öcalan, "Başlayacak bu süreç iyi değerlendirilirse Cumhuriyetin Demokratik Kuruluşu haline getirilebilir. O ilk kuruluştaki coşku, heyecan, dinamizm ve birlik yakalanabilir" dedi.

    Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın, "Türkiye'yi bütün Ortadoğu'ya model olabilecek farklı bir ülke haline getireceğiz" sözünü hatırlatan Öcalan, devletin üst düzey yetkililerine seslenerek, şunları dile getirdi:

    "Türkiye'yi kendi koşullarına özgü bir şekilde Ortadoğu'ya model olacak bir ülke haline getirebiliriz. Gelin bunun gereklerini hep birlikte yerine getirelim. Çünkü Ortadoğu'da barış, ancak Türklerin ve Kürtlerin demokratik birliği ile sağlanır. Bunun esasını ancak kendi içimizde sağlayabiliriz. Bunun için herkesle görüşülmelidir. Türkiye'deki bütün kesimlerle, basınla, tüm siyasi partilerle, sivil toplum örgütleriyle, ilgili ve duyarlı herkesle görüşülmeli, sürece katkı sunmaları sağlanmalıdır. Demokratik çözüm, barış ve diyalog herkese kazandırır. Biz bu konuda iyi niyetliyiz, devletin de iyi niyetli olmasını bekliyoruz. Eğer düşüncelerimiz dikkate alınırsa, barışı sağlarsak, Türkiye her açıdan atılım yapar; üzerindeki büyük kamburdan kurtulmuş olur, ekonomisi düzelir. Ortadoğu siyasetinde itibarı artan örnek bir Ortadoğu ülkesi haline gelir."

    AB VE ABD SÜRECE KATKI SUNMALI

    Öcalan ayrıca, Avrupa Birliği ülkeleriyle, Güneyli güçlerin de sürece katkısının olması gerektiğini belirtti. Acemler ile Irak ve Suriye yetkilileri ile görüşüp onların da demokratik yoldan Kürt sorununu çözmeleri teşvik edilmesi gerektiğini vurgulayan Öcalan, "Bu sürece AB ile ABD'nin de destek ve katkı sunması, en azından, sürecin önünü tıkamamaları gerekir" dedi.

    Çağrısının dikkate alınması gerektiğini vurgulayan Öcalan, aksi halde geri dönülemez bir noktaya gelineceği uyarısında bulunarak, "Bir sonuç elde edilemezse, bundan sonra ne ben bir çağrı yapabilir, o gücü kendimde bulabilirim ne de PKK beni dinler. Bu yüzden, bu ateşkes süreci çok önemlidir ve çok iyi değerlendirilmelidir" dedi.

    Öcalan ateşkes sürecinin büyük bir fırsat olacağını yineleyerek, şöyle devam etti:

    "Ortadoğu'da demokrasi kültürünün yerleşmesi için, Kürt-Türk ittifak ve birlikteliğinin sağlanması için, yaşanılan acıları onurlu bir barışa ve mutluluğa çevrilmesi için ve özgür bir yaşam için, halklarımızın acı çekmemesi için, kaybettiklerimizin onlarca katını kazanmak için, karşılıklı sevgi ve hoşgörünün gerçekleşmesi için, herkesi sorumluluğa ve üzerine düşeni yapmaya çağırıyor; bu sürecin büyük bir fırsat olduğuna inanıyor, ateşkesin bu temelde hayırlı ve iyi bir başlangıç olmasını diliyorum."

    ..

    ANF NEWS AGENCY


    http://www.rojaciwan.com/modules.php?name=News&file=article&sid=16589



    Re: GÖRÜŞME NOTLARI_ 2006_28.12.2006

    dersim -

    Önderliğin 27.09.2006 tarihli ateşkes çağrısı


    Önderliğin 27.09.2006 tarihli ateşkes çağrısı

    1993 yılından bu yana Kürt sorununun şiddet dışı barışçıl ve demokratik çözümüne yönelik duyulan ihtiyaca sürekli cevap olmak istedim. Bunun için bugüne kadar dört defa tek taraflı ateşkes yaptık. Ama hiçbirinden sonuç elde edemedik. On yıldan bu yana silahla, şiddetle bir noktaya kadar gidilebileceğini; bunun dışında nihai bir çözüme ulaşılamayacağını, en fazla devletin yıkılabileceğini, fakat yıkılan bu çatı altında hem bizim hem de devletin kalacağını düşünerek ateşkes süreçlerinin gereklerine inandık. Gerçekten de kan akıyordu. Her iki taraftan da sayısız insan ölüyordu, fakat çözüm yolu görünmüyordu. Ateşkes süreçlerindeki çabalarımızı bütün kamuoyu biliyor. İlan ettiğimiz ateşkes süreçlerini uzun uzun anlatmayacağım. Ama bunların hepsi boşa çıkarıldı. Hem bizim içimizden hem devletten kaynaklı sebeplerden bir yere varılamadı, yazık oldu. Ancak bir süreden beridir Türkiye’de aklı-selim kesimler, gruplar, demokrasi yanlıları ve çeşitli çevreler acil bir ateşkes ve barış ihtiyacını dile getirmektedir. Bu duyarlılıklardan hareketle, gelinen noktada bu kanın artık durdurulması ve barışa bir şans daha verilmesi gerekir.


    Türkiye’de bu temelde atılacak demokratik adımlarla gelişecek demokratik çözüm, Kürt Sorunu olan diğer devletlere de örnek olacaktır. Türkiye böylece bütün Ortadoğu’da model olabilecek bir demokrasi gücü haline gelecektir. Bu Ortadoğu Halklarının yararınadır. Çünkü Ortadoğu’da çok şiddetli çatışmalar yaşanmakta, büyük tehlikeler Halkları beklemektedir. Bu durum ancak demokrasi kültürünün yerleşmesiyle aşılabilir. Ülkemizde güçlü bir demokrasi kültürünün gelişmesi için önemli bir şans olan böyle bir süreçle, Türk ve Kürtler arasında bir demokratik birliğin, ittifakın sağlanması, halklarımızın geleceği açısından son derece büyük önem taşımaktadır.
    Bu süreçle birlikte demokratik diyalogun yolu da açılacaktır.
    Gelin hep birlikte Türkiye’de ve Ortadoğu’da silahı sonsuza dek sonuç alma yöntemi olmaktan çıkaralım. Silahları gömelim.
    Bütün bunların yapılması için, ben üzerime düşeni yapıyor ve PKK’ye Ateşkes çağrısında bulunuyorum. Bu çağrıma PKK’nin uyacağını umuyor ve sonuç alınacağına inanıyorum.
    Başlayacak bu ateşkes süreci önemlidir, fakat yeterli değildir. Asıl bu aşamadan sonra yapılması gereken çok şey vardır.
    Her şeyden önce bu sürecin sürdürülmesi gerekir. Bu süreçte provokasyonlar olabilir, PKK tarafından olacağını sanmıyorum, olursa da bu tür şeyleri aşmak, bunları sorun yapmamak gerekir. İki tarafın da bunlara prim vermemesi ve bu süreci karşılıklı samimiyet temelinde sürdürmeleri gerekir.
    Devlet olmanın gereği olarak Ordu, güvenliğe ilişkin bazı şeyler yapabilir, bu anlayışla karşılanabilir ama büyük operasyonlar yapmayacağını umuyorum. Diğer taraftan birçok kere değindiğim gibi meşru savunmanın kutsal bir hak ve görev olduğu bilinmektedir. Bu temelde üzerlerine imha amaçlı gelinmedikçe PKK, kesinlikle silah kullanmayacaktır.
    Sürecin iyi işlemesi için gerekli sorumlu çabanın gösterilmesi oldukça önemlidir. Bu ateşkesin, önceki ateşkes süreçlerindeki gibi bir zaaf olarak algılanmaması, gerçekten toplumsal barışa olan acil ihtiyaçtan kaynaklandığının herkesçe bilinmesi gerekir.
    Bu süreçle birlikte yapmamız gereken, Kürtlerle Türklerin demokratik birliğini sağlamaktır. Başlayacak bu süreç iyi değerlendirilirse Cumhuriyetin Demokratik Kuruluşu haline getirilebilir. O ilk kuruluştaki coşku, heyecan, dinamizm ve birlik yakalanabilir.
    Başbakanın bir sözü vardı; sözünü önemsemiştim. “Türkiye’yi bütün Ortadoğu’ya model olabilecek farklı bir ülke haline getireceğiz”. Bizim de amacımız budur. Şu an devletin en üst düzeyine hitaben aynı içtenlikle sesleniyorum; Türkiye’yi kendi koşullarına özgü bir şekilde Ortadoğu’ya model olacak bir ülke haline getirebiliriz. Gelin bunun gereklerini hep birlikte yerine getirelim. Çünkü Ortadoğu’da barış, ancak Türklerin ve Kürtlerin demokratik birliği ile sağlanır. Bunun esasını ancak kendi içimizde sağlayabiliriz. Bunun için herkesle görüşülmelidir. Türkiye’deki bütün kesimlerle, basınla, tüm siyasi partilerle, sivil toplum örgütleriyle, ilgili ve duyarlı herkesle görüşülmeli, sürece katkı sunmaları sağlanmalıdır. Demokratik çözüm, barış ve diyalog herkese kazandırır.
    Biz bu konuda iyi niyetliyiz, devletin de iyi niyetli olmasını bekliyoruz. Eğer düşüncelerimiz dikkate alınırsa, barışı sağlarsak, Türkiye her açıdan atılım yapar; üzerindeki büyük kamburdan kurtulmuş olur, ekonomisi düzelir. Ortadoğu siyasetinde itibarı artan örnek bir Ortadoğu ülkesi haline gelir.
    Avrupa Birliği ülkeleriyle, Güneyli güçlerin de katkısı olmalıdır. Acemlerle, Irak ve Suriye ile görüşüp onların da demokratik yoldan Kürt sorununu çözmeleri teşvik edilmelidir.
    Bu sürece AB ile ABD’nin de destek ve katkı sunması, en azından, sürecin önünü tıkamamaları gerekir.
    Umarım bu çağrımı ilgili ve sorumlu tüm kesimler dikkatle değerlendirir ve bu süreç de öncekiler gibi boşa harcanmaz. Çünkü bu son şansımız olabilir. Eğer bu süreç de doğru ve samimi bir şekilde işlemezse, artık geri dönülemez bir noktaya gelinir. Bir sonuç elde edilemezse, bundan sonra ne ben bir çağrı yapabilir, o gücü kendimde bulabilirim ne de PKK beni dinler. Bu yüzden, bu ateşkes süreci çok önemlidir ve çok iyi değerlendirilmelidir.
    Bu temelde; Ortadoğu’da demokrasi kültürünün yerleşmesi için, Kürt-Türk ittifak ve birlikteliğinin sağlanması için, yaşanılan acıları onurlu bir barışa ve mutluluğa çevirmek için, özgür bir yaşam için, halklarımızın acı çekmemesi için, kaybettiklerimizin onlarca katını kazanmak için, karşılıklı sevgi ve hoşgörünün gerçekleşmesi için, herkesi sorumluluğa ve üzerine düşeni yapmaya çağırıyor; bu sürecin büyük bir fırsat olduğuna inanıyor, ateşkesin bu temelde hayırlı ve iyi bir başlangıç olmasını diliyorum. Selam ve saygılarımla. 27.09.2006


    İmralı
    Abdullah ÖCALAN


    http://www.rojaciwan.com/modules.php?name=News&file=article&sid=16752



    Re: GÖRÜŞME NOTLARI_ 2006_28.12.2006

    dersim -

    Öcalan: Mayıs'a kadar adım atın_29.10.2006



    29.10.2006

    Öcalan: Mayıs'a kadar adım atın


    İSTANBUL (29.10.2006)- Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan avukatlarıyla yaptığı görüşmede, Koma Komalên Kurdistan'ın tek taraflı ilan ettiği ateşkes sürecini değerlendirerek, hükümetin Mayıs ayına kadar çözüme yönelik adım atılması gerektiğini kaydetti. Bu ateşkesin son şans olduğunu vurgulayan Öcalan, "Önemli olan ateşkes sürecinin sürdürülmesi değil, başarıya ulaştırılmasıdır. Bu son şanstır. Her şeyin bir sınırı vardır, ben ancak altı ay bu ateşkes üzerinde etkili olabilirim. Ondan sonra etkili olmak istesem de olamam. Ne PKK beni dinler ne de ben bir şey yapabilirim" dedi.

    Üç hafta aradan sonra geçtiğimiz cuma günü avukatlarıyla görüşen Abdullah Öcalan, açıklamalarda bulundu.

    Kürt sorununun çözümü için ateşkes sürecinin sürdürülmesi değil, başarıya ulaştırılmasının önemli olduğuna vurgu yaptı. Her şeyin bir sınırının olduğunu ifade eden Öcalan, "Operasyonlarla imha amaçlı üzerlerine giderlerse, doğal olarak savunma hakkı doğar. Eğer bu şans da kullanılamazsa, zaten her şeyin bir sınırı vardır, ben ancak beş-altı ay bu ateşkes üzerinde etkili olabilirim. Ondan sonra etkili olmak istesem de olamam. Çünkü bu süreç de değerlendirilmezse ne PKK beni dinler artık, ne de ben bir şey yapabilirim. Bu son şanstır. Önümüzdeki Mayıs'a kadar, çözüme yönelik adım atılması gerekir. Bu sosyolojik olarak da böyledir. Eğer çözüm için adım atılmazsa önümüzdeki altı aylık sürenin sonunda süreç değişecektir" şeklinde uyarıda bulundu.

    PKK için "Düz ovada siyaset yapsınlar" diyen DYP Genel Başkanı Mehmet Ağar'a değinen Öcalan, "Kesin olarak söylemiyorum ama Ağar çözüm için samimiyse ve bir rol oynarsa bu önemlidir. Ağar'ın geçmişi ortadadır, Ağar konusunda şu an kesin konuşmak istemiyorum" dedi. Hükümetin Nisan-Mayıs ayına kadar adım atması gerektiğini ifade eden Öcalan, devletin içinde bulunduğu durumu şöyle özetledi: "Öyle anlaşılıyor ki devlet içindeki çelişki ve çatışmalar çok şiddetli bir şekilde devam ediyor ve Cumhurbaşkanlığı seçimiyle de bu sona ermeyecek. Bir belirsizlik var. Cumhurbaşkanlığını AKP istiyor, öyle olursa var olan sıkışıklıkları daha da artacak. Aslında buna gerek yok."

    ÖCALAN’SIZ BU İŞ OLMAZ

    "Benim ne yapmaya çalıştığım ortada. Bunlar neden hâlâ benden çekiniyorlar? Barış ve demokratik çözüm istediğim için mi tehlikeli oluyorum?" diyen Öcalan, şunları kaydetti: "Aslında bazı kesimlerin benden rahatsız olduklarını ve çekindiklerini biliyorum. Öcalan denilince 'bu iş olmaz' diyorlar. Oysa bunun başka yolu yok. Öcalansız bu iş olmaz. Çünkü beni halk istiyor. Herkes bıraksa da beni halk bırakmaz. Zaten benim önerdiğim çözüm dışında mantıklı ve makul bir yol ve çözüm öneren de yok. Beni burada bir şekilde tecrit, fiziken veya zihnen imha etseler bile bu işi başka şekilde çözemeyecekleri çok açık. Fikirlerim halkımızca benimsenmiştir ve ben olmasam da fikirlerim hep var olacaktır. Bizim çözüm önerilerimiz yok sayılırsa, dikkate alınmazsa, bir başka olasılık olarak Kürdistan'da radikal İslamcılık akımının gelişme olasılığı vardır."

    Herkesin bütün gücüyle çalışması ve sürece katkı sunması gerektiğini vurgulayan Öcalan, "Bizimkiler ne yapıyor? Barışa ne kadar katkı sunuyor? Boşa zaman harcamasınlar, birbirleriyle uğraşmasınlar. Daha önceki süreçlerde bazıları koptular, şimdi onların durumları ortada, rezil olmuşlar. Bazı cezaevlerinde, halktan ve çeşitli çevrelerden mektuplar alıyorum. Yazan çizenler vardır, gelen mektuplarında beni sevdiklerini söylüyorlar. Bu yetmez, sevgi tek başına bir şey değiştirmiyor, sevgi büyük mücadele gerektirir. Beni sevenler sevgisini var gücüyle demokrasi, barış ve kimliğinin tanınması uğruna mücadele ederek kanıtlayabilirler. Sevgiyi böyle ele alıyorum."

    ÖNCE DEMOKRASİ VE BARIŞ

    Seçim ve seçim barajına kısaca değinen Öcalan, şunları kaydetti: "Bana verilen gazetelerden takip ediyorum. Tek dertleri baraj gibi görünüyor. Kendilerini kandırmasınlar. Onlarca Belediye kazansan da on-onbeş milletvekili meclise koyarsan neye yarar, bir şey değiştirmedikten sonra. Çünkü senin kimliğin tanınmadığı müddetçe belediye başkanı, milletvekili olmak çok önemli değil. Olanlar ne yaptı ki! Önce, demokrasiyi, barışı ve kimliğini kazanmalılar. Bu olduktan sonra makam bir anlam ifade eder. Burada bu koşullarda ben günde birkaç defa kendimi değerlendirip irademe sahip çıkmaya çalışıyorum."

    Ateşkes sürecini dikkate almayan güçlerin olduğuna dikkat çeken Öcalan, şunları dile getirdi: "Sadece askerler değil, Baykal onların bile önündedir, başka görünmeyen güçler de vardır. Tabii ki demokrasiyi istemeyen kişiler ve kurumlardır bunlar. Sorunun çözülmesini istemeyenleri daha önce de ifade etmiştim, küçük bir azınlıktır. Bu azınlığın içinde bir kısım Kürtler de var. Bunlar adeta devleti ele geçirmişler ve ellerindeki güçleri kaybetmekten korkuyorlar. Mustafa Kemal, akıllı davranarak, yetmiş yaşındaki bir Kürt büyüğünün elini öpmüştü, Yavuz Selim Kürt beylerine kendi isteklerini beyan etmeleri için imzalı boş sayfalar göndermiş ve onyedi Kürt beyliğini kurdurtmuştu. Alparslan, Malazgirt savaşına gitmeden önce 16 Mayıs'ta Silvan'daydı. Mervani Kürt beyleriyle ve diğer Kürt aşiretleriyle görüşmeler yapmış ve onların desteğini kazandıktan sonra gidip zafer elde edebilmiştir. Tarihe dikkat edin 16 Mayıs diyorum. Herkes iyi araştırsın bunları."

    'TÜRKİYE’Yİ YIKMAK İSTİYORLAR’

    Öcalan, azınlıkta olan bu kesimi şu benzetmeyle değerlendirdi: "Bahsettiğim azınlığın durumu, güzel bir kadını seven kaba bir adamın haline benzer. Kaba adam güçlü kollarıyla yapışmış kadına, fiziki gücüyle onu elde etmeye çalışıyor. Bu kaba adam bu haliyle 'ben aşığım' diyor. Aslında farkında değil ki kadını boğarak öldürmek üzeredir. Bu azınlığın Türkiye'ye yaptığı bu. Bunlar aynı Envercilerin, ittihatçıların Osmanlı'ya yaptığı gibi Türkiye'yi yıkmak üzeredirler, farkında değiller. Atatürk gibi ciddi bir devlet adamı olsaydı veya Türkiye tarihinde bazı ciddi devlet adamları gibi kişiler olsaydı bu sorunu şimdi çözerdi."

    Geçtiğimiz günlerde kan şekeri düşerek hastaneye kaldırılan Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'a geçmiş olsun dileklerinde bulunan Öcalan, "Başbakan'ın yaşadıklarını anlamak zor, hasta mıdır? Kendisine de geçmiş olsun diyorum. Bu azınlık, küreselleşmeyle birlikte bazı egemenlik yetkilerini koruyamayacaklarını anladıkları için Kızılelmacılar koalisyonu adı altında toplanmış ve devleti yönetmeye çalışıyorlar. Sağ-sol kavramları iç içe geçmiş bunlarda. Bunlar Atatürk'ün otuzlarda söylediği bir sözün ebediyete kadar geçerli olacağını sanıyorlar, aynen Kuran'ın bir ayeti gibi. Boşuna dememiştim bunların laikçiliği, daha doğrusu laisizmi adeta din haline getirdiklerini. CHP'nin laikçiliği en az AKP'nin dinciliği kadar tehlikelidir demiştim. Laisizm, en az dini tutuculuk kadar hatta ondan daha tehlikelidir" şeklinde ifade etti.

    Öcalan, Genelkurmay ile diğer komutanların açıklamalarına cevaben şunları söyledi: "Mustafa Kemal'in kendisi bu kadar dogmatik değildi. O'nun işaret ettiği muasır medeniyet seviyesine bu tutuculukla, bu zihniyetle ulaşılamaz. Bu günlerde bir Mustafa Kemal'in cesurca ortaya çıkmasına ihtiyaç vardır. Bu süreci zorlayanlar ulus-devlet zihniyetinden bir türlü kurtulamayanlardır. Bunlar aynı zamanda ulus-devlet anlayışının geri planındaki pozitivist düşünce sistemini de bir türlü aşamıyorlar. Ortaçağ ve sonrasının devlet modeli mutlakiyetlerdir. Daha sonra gelişen ulus-devlet anlayışı, 17, 18, 19. yüzyılda hakim düşüncedir. Ve arka planda onu besleyen o zamanki bilim felsefesi ise pozitivizmdir. Pozitivizm, dogmatik bir düşüncedir. Günümüzde geçerliliğini yitirmiştir. Bugünkü demokrasi sistemini yaşayan devletler, bu düşünce sistemini aşarak bu noktaya gelmişlerdir."

    SORUN ULUS DEVLET ANLAYIŞINDA

    Bu sürecin insanlığa pahalıya mal olduğunu kaydeden Öcalan, "Ulus-devlet anlayışı ancak iki cihan harbinden sonra aşılabilmiştir. Etkileri bugün bile sürmektedir. Bugünkü Avrupa Birliği'nin yaşadığı yapısal krizlerin temelinde de bazı üye devletlerin ulus-devlet zihniyetini tam bırakamamış olmaları yatmaktadır. İngiltere, kendisini bundan kurtardı. ABD'de aynı şekilde bu yönüyle ulus-devlet anlayışını aşmıştır, tutucu değildir. Cihan imparatoru olmasının nedeni sadece güçlü ekonomisi ve silahından değil, onun gerisindeki felsefesindendir. Aslında Türkiye'de bugün bir İngiltere ya da Almanya olabilirdi. Neden Türkiye bir Almanya ya da İngiltere olamadı sorusu üzerinde düşünmeye değer. Fakat Cumhuriyet kurulduktan sonra sorunlarına köklü çözümler getirmek yerine parçalanma paronayasıyla ulus-devlet anlayışında ısrar etmiştir. Bu durum da Türkiye'yi bugünkü tıkanma noktasına getirmiştir. Her açıdan Türkiye tıkanmış vaziyettedir. Ekonomik açıdan kabaca söylüyorum işte her ay dört milyar dolar faiz ödendiği söyleniyor" şeklinde konuştu.

    İçinde bulunulan durumun Birinci Dünya Savaşı sonrası döneme benzediğini ifade eden Öcalan, o dönemi şöyle özetledi: "O zaman ittihatçılar yanlış politikalarıyla Osmanlı'nın çöküşüne neden oldu. Şimdi de bu zihniyetin temsilcileri, Türkiye'yi parçalanmaya doğru götürmektedir. Birinci Dünya Savaşı sonrası süreçte Mustafa Kemal, İttihat ve Terrakicileri tasfiye etmiş, akılcı davranıp Kürtlere dayanarak Cumhuriyeti kurabilmiştir. Bugün de Türkiye'nin Kürtlere dayanmaktan başka şansı yoktur. Ben bunları çok önceden beri söylüyorum. Fakat artık Türk milliyetçisi olduğu bilinen bazı isimler de, örneğin Avni Özgürel, Mümtaz Türköne gibileri de aynı tehlikelere dikkat çekmektedirler. Bunların da mı samimiyetine inanmıyorlar. Bunların bahsettiğim yapay Türkçülük akımına ilişkin de benzer önemli tespitleri olmuştur."

    "Beni burada bitirme, Kürt güçlerini de dağda bitirme hesabını yapıyorlarsa PKK bitse bile ben onların yakasını bırakmam" diyen Öcalan, şunları kaydetti: "Biz devletin demokratikleşmesini istiyoruz. Öyle devleti üç-beş çapulcuya bırakmam. Cumhurbaşkanı'na, Başbakan'a, Meclis Başkanı'na Türkiye'nin demokratikleşmesi ve sorunlarının çözümü için mektup yollamıştım. Bunlar tenezzül edip mektubu bile okumuyorlar. Sorunların çözümü için ciddi devlet adamı olmak lazım."

    'ABD GÜNEY’E YERLEŞECEKTİR’

    Türkiye'de asıl bölücülüğü Türkçülerin yaptığına vurgu yapan Öcalan, Türkçülük akımı ve ABD ilişkilerini ile Bölge'deki değişimi şöyle açtı: "Türkçülük anlayışının Türkiye'nin toplumsal yapısına uymadığını, 1950'li yıllardan itibaren Türkçülük akımının ABD tarafından desteklendiğini daha önce söylemiştim. O yıllarda Türkeş ve bazı kişiler, ABD'de Florida'da eğitimden geçirilmişlerdi. Altemur Kılıç'ın yanılmıyorsam hâlâ Florida'da evi var. ABD'yi hâlâ eski ABD sanıyorlar fakat bilmeleri gerekir ki artık ne ABD eski ABD ne de bölgedeki koşullar eskisi gibidir. ABD artık politikaları gereği Kürtlerin arkasındadır. Güney'deki Kürtler'in Şiilerle bir ittifak yapmaları da gündemdedir. Irak'taki gidişat böyle bir yapılanmayı getirmektedir. Bir Kürt-Şii ittifakı oluşuyor. ABD de buna göz yumabilir. Ama hâlâ bunu bile göremiyorlar. Yavuz Selim zamanında İran'la çizilen beşyüz yıllık sınırlar değişiyor. PKK de doğal olarak bu gelişmelere göre hareket edecektir. ABD'nin hazırladığı bazı haritalar da basına yansımış, gündeme gelmiştir. Amerika Güney'e yerleşecektir."

    TÜRK-KÜRT SAVAŞI

    "Bütün bu veriler bir Kürt-Türk Savaşı'nın habercileridir" diyen Öcalan, Kürt-Şii ittifakından sonra bir Türk-Kürt savaşı gelişirse PKK'nin de bu ittifaka dahil edilmesi ihtimal dahilinde olduğunu ifade etti. Türkiye'deki demokratik dönüşüme engel olan kesimlerin bu tehlikeleri görmesi gerektiğine dikkat çeken Öcalan, şunları ifade etti:

    "İşte Irak'taki durum ortada, aynı ırktan oldukları halde Şiilerle Suniler birbirlerini kesiyorlar. Türkiye'de faşizm böyle körüklenirse, sorun çözümsüz kalırsa daha tehlikeli şeyler yaşanır. İttihatçıların Ermenilere yaptığı gibi, Kürt katliamını Türkiye'nin kaldıramayacağını ifade edenler var. Ermenilere ilişkin tasarılar bazı Avrupa devletlerinin parlamentolarında kabul ediliyor. Pontus, Süryaniler de sırada. Şimdi soruyorum; böyle bir durumda Türkiye kime dayanacaktır? İran'a mı? Zaten söylediğim gibi Kürtlerle ittifak geliştirme çabası var. Türkiye'nin İran ile tarihten gelen mezhep ve ırk kaynaklı çelişkiler biliniyor. Rusya mı? Durumu ortada. Çin mi? Uygur Türkleri ile ilgili çelişkileri bile hâlâ aşmış değiller."

    ..

    ANF NEWS AGENCY


    http://www.rojaciwan.com/modules.php?name=News&file=article&sid=17940



    Re: GÖRÜŞME NOTLARI_ 2006_28.12.2006

    dersim -

    Öcalan’dan sivil toplum konfederasyonu önerisi_30.


    30.10.2006

    Öcalan’dan sivil toplum konfederasyonu önerisi


    İSTANBUL (30.10.2006)- Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan bir aylık ateşkes sürecinden sonra ilk kez avukatlarıyla yaptığı görüşmede, ulus-devlet ve küresel finansal güçlere karşı, üçüncü yol olarak Sivil Toplum Konfederasyonu'nu önerdi. Demokratik Konfederalizm kavramının yeterince anlaşılamadığını kaydeden Öcalan, "Biraz bulanık kaldı. Bunun yerine Sivil Toplum Konfederasyonu kavramı kullanılabilir. Ben esas olarak toplumun bütünü için Sivil Toplumu öneriyorum. Sivil Toplum Örgütleri, güçlerini birleştirebilirler" dedi.

    Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan, yeni bir örgütleme modeli önerdi. Üçüncü yol olarak tanımladığı örgütleme sistemine ilişkin Öcalan, şunları vurguladı: "Daha önce üçüncü yol demiştim. Bunu biraz daha açmak istiyorum.

    Ulus-devlet anlayışıyla reel sosyalizmi bir süre önce hızla terk ettim. Belki 2000'e kadar ben de halen bunların etkileri mevcuttu fakat ikisini de hızla terk ettim. Açıkça belirtiyorum; ulus-devlet anlayışı ve modeli kandan başka bir şeyle sonuçlanmaz. Reel sosyalizm de modernizmin bir parçasıdır. Bunların hepsi kapital modernizminin parçaları, kavramları ve sistemleridir. Bugünkü dünyanın yapısını ve toplumunu analiz eden yazılar ve ipuçları var, fakat derli toplu formüle edilmiş değildir. Şimdi ben formüle ediyorum. Bunları ileride geniş bir şekilde açıklayacağım."

    Bugünkü dünyanın yapısal durumunu üçe ayıran Öcalan, "Birincisi, ulus-devlet ve onun etrafındaki güçler. İkincisi, küreselleşmenin etkisiyle küresel finans kaynakları. Uluslararası hatta daha doğrusu ulsalarüstü büyük şirketler. Bugünkü dünyayı esas olarak küresel finans güçleri yönetiyor. Bu güç, ulus-devlet üzerinde çok etkililer ve onları yönetiyorlar. Davos'ta, Bildenberg benzeri yerlerde bir araya gelip dünya ile ilgili kararlar alıyorlar. Birleşmiş Milletlerden de daha güçlüdür. BM, çeşitli ulus-devletlerin bir araya gelip kurduğu bir kuruluştur. Küresel finans kadar gücü yoktur."

    HERKES İÇİN SİVİL TOPLUM

    Üçüncüsünün ise mağdurların, mazlumların, ezilen kesimlerin ve halkların oluşturduğu sivil toplum yapısı olduğuna vurgu yapan Öcalan, yeni sistemi şöyle formüle etti: "Ben bunlara Sivil Toplum Konfederasyonu diyorum. Ve bu şekilde örgütlenmeleri gerektiğini öneriyorum. Daha önce üçüncü yol, Demokratik Konfederalizm, demiştim. Şimdi de Sivil Toplum Konfederasyonu diyorum. Bu kavramların hepsi aynı gerçekliği ve sistem modellerini anlatan değişik ifade tarzlarıdır. Demokratik Konfederalizm kavramı yeteri kadar anlaşılamadı, biraz bulanık kaldı. Bunun yerine Sivil Toplum Konfederasyonu kavramı kullanılabilir. Ben esas olarak Sivil Toplumu öneriyorum. Toplumun bütünü için öneriyorum. Sivil Toplum Örgütleri, güçlerini birleştirebilirler. Birlikte kullanabilirler. Böylece daha çeşitli ve güçlü hale gelebilirler."

    Öcalan, sistemin durumunu şu örnekle izah etti: "Türkiye'de herkesin sırtındaki tüpte ya oksijen var ya da hidrojen. Ama kimsenin aklına bu hidrojenle oksijeni bir tüpte uygun şekilde birleştirip su oluşturmak gelmiyor. Artık tüplerimizin içindekini birleştirme zamanı gelmiştir. İhtiyacımız olan suyu oluşturup kana kana içmeliyiz. Bunu başarabilirsek hepimiz susuzluktan kurtulabiliriz."

    'HERKESİN BİR KOMÜNÜ OLMALI’

    Öcalan, Sivil Toplum Konfederasyonu kavramının Kürtçe formülasyonu için düşüncelerini şöyle kaydetti: "Komalya veya Komalya Civakan kullanılabilir. Sivil Toplum Konfederasyonu kavramına karşılık gelebilecek uygun bir Kürtçe formülasyon yapılabilir. Kom kelimesi Aryan kökenli bir kelimedir. Kürtçede var olan ve kullanılan bir kelimedir. Bu gruptaki dillerin çoğunda vardır. Komünizm, komün kelimeleri de muhtemelen aynı kökene dayanır. Kürtçe'deki Kom kelimesi bir çeşit komün anlamındadır. Şimdi toplum çeşitli komünlerden oluşur. Herkes kendisini bir komünde ifade edebilmeli, herkesin bir komünü olmalıdır. Yine değişik meslek grupları veya bir amaç için bir araya gelenlerin bir komünü olmalıdır."

    "Komünü olmayan kişi veya kişilerin benimle arkadaş olması söz konusu olmaz" diyen Öcalan, "Ben böyle arkadaşlığı kabul etmem. Mesela, birisi diyor ki ben beş bin sayfa yazı yazdım, yani işin teorisyenliğini yapmış. Bu önemlidir, fakat bu kadar yazı yazacağına bir tane de komün kur. Amargi Dergisi çevresi ve benzeri çevreler daha geniş bir şekilde örgütlenebilirler, komünler kurabilirler. Sivil Toplum Konfederasyonu çatısı altında ilerici demokrat, Türkiye'nin dönüşümünden yana olan tüm çevreci, feminist, çeşitli siyasi düşüncelere sahip partiler, dernekler, kurumlar, çevreler, kişiler yer almalıdır" şeklinde öneride bulundu.

    'DTP BAŞINI ÇEKMELİ’

    Öcalan, TUSİAD, TOBB ve bunların etkisindeki sivil toplum kuruluşlarıyla Türkiye'nin demokratik dönüşümünden yana olmayan siyasi partiler dışındaki bütün kurum ve kuruluşların bu çatı altında gücünü birleştirmesi ve ittifak kurması gerektiğine dikkat çekti. Türkiye'nin demokrasiye ihtiyacı olduğunu düşünen tarikatların da bu yapılanmada yer alabileceğini ifade eden Öcalan, şöyle devam etti: "İtalya'daki zeytin dalı hareketi bu yapılanmayı kısmen uyguladı ve başardı. Yine İspanya'da da kısmen benzeri oluşuma gidilmişti. Bu başarılırsa seçime bu yönlü bir çalışmayla gidilmelidir. DTP bu projede üzerine düşen rolü oynamalı, hatta başını çekmelidir. Öyle barajın yüzde beşe indirilmesini falan beklemesinler. Çünkü anladığım kadarıyla DTP'yi engellemek için ellerinden geleni yapıyorlar. Seçim barajını düşürmek bir yana başka yeni engeller çıkarıyorlar. Barajı düşünmeden bahsettiğim projeyi gerçekleştirerek Türkiye'deki bütün devrimci-demokrat ilerici güçleri bir araya getirerek seçime hazırlanmaları gerekmektedir."

    ALEVİ VE ÊZİDİLERE SELAM

    Öcalan, hukuksal durumuna ilişkin de şu talepte bulundu: "Yunanistan'la ilgili komploya ilişkin yeni bilgiler ortaya çıkmışsa, bu durumu AİHM'de değerlendirirsiniz, şartları varsa Avrupa Adalet Divanı'na da götürürsünüz. Bildiğim kadarıyla PKK davası da burada görülmeye başlanacakmış." Êzidi ve Aleviler mesaj gönderen Öcalan, şunları dile getirdi: "Avrupa'da yaşayan Ezidilere teşekkür ediyorum ve onların selamını çok anlamlı buluyorum. Onların büyük direnişleri var. Onları, yüzyıllardır süren bu anlamlı direnişleri temelinde selamlıyorum. Aynı şekilde Alevileri de selamlıyorum. Alevilerin de yüzyıllardır önemli bir kültür direnişleri vardır. Hepsini selamlıyorum."

    DEPREMİ HİSSETTİM

    Geçtiğimiz günlerde merkez üssü Gemlik olan deprem ilişkin şunları söyledi: "Gemlik depremini hissettim. Yetkililere de söyledim. Biliyorsunuz önceki depremde bu binada birtakım çatlaklıklar oluşmuştu.

    ..

    ANF NEWS AGENCY


    http://www.rojaciwan.com/modules.php?name=News&file=article&sid=17982



    Re: GÖRÜŞME NOTLARI_ 2006_28.12.2006

    dersim -

    Öcalan: Devlet ateşkese cevap versin_(10.11.2006)


    (10.11.2006)

    Öcalan: Devlet ateşkese cevap versin

    İSTANBUL (10.11.2006)-Avukatları ile haftalık olağan görüşmesini gerçekleştiren Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan Türkiye'nin bahara kadar PKK tarafından ilan edilen tek taraflı ateşkese net bir cevap vermesini istedi. Öcalan eğer adım atılmazsa, ‘’arkadaşlardan özür dileyeceğim. Biz elimizden geleni yaptık ama olmadı diyeceğim’’ dedi.

    Avukatları ile 8 Kasım Çarşamba günü haftalık olağan görüşmesini gerçekleştiren Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan, DTP ve çeşitli aydınların katılımıyla gerçekleştirilen barış toplantısında ateşkes sürecini destekleme kararı alındığını hatırlatarak, bir süre sonra daha geniş katılımlı aydın ve yazarların da içinde olduğu bir Barış Konferansı'na ihtiyaç duyulduğunu söyledi.

    Söz konusu konferansa 8 Aralık Girişimi ve diğer aydın ve barış girişimlerinin hepsini kapsayacak geniş katılım sağlanması gerektiğini belirten Öcalan, toplumsal ve kalıcı barışın sağlanması için Hakikatleri Araştırma ve Adalet Komisyonu'nun kurulmasını gündeme almalarını önemsediğini kaydetti. Öcalan, "Bu her zaman yapılan konferanslar gibi olmamalı. Konferansı yapıp bir karar metni çıkarıp oturmamalılar. İhtiyaç olan Güney Afrika'dakine benzer bir Hakikatleri Araştırma ve Adalet Komisyonu'nun gündeme getirilmesidir. Bu konferans böyle bir çalışmanın alt yapısını oluşturabilir. Çünkü Türkiye'ye en çok benzeyen durum Güney Afrika'nın durumudur" dedi.

    HAKİKATLERİ ARAŞTIRMA VE ADALET KOMİSYONU

    DTP ve Türkiye'deki barışsever aydınların ve diğer sol partilerin Hakikatleri Araştırma ve Adalet Komisyonu çalışmasına katkı sunmaları gerektiğini ifade eden Öcalan, kalıcı bir barışın sağlanması için hükümetin de bu çalışmalara destek sunması gerektiğini kaydetti. Söz konusu komisyonun bütün savaş süreci boyunca her iki tarafın da işlediği suçları ortaya çıkarması gerektiğini vurgulayan Öcalan, "Devletin yaptığı birçok hukuksuzluk olduğu gibi bizim tarafın da hukuksuzlukları oldu. Önemli olan komisyonun bu gerçekleri ortaya çıkarıp bu suçları işleyenlerin kendilerini topluma affettirmelerinin, özür dilemelerinin sağlanmasıdır" diye konuştu. Hakikatleri Araştırma ve Adalet Komisyonu Projesi'nin, süreli ve belli bir işlevle sınırlı olduğunu ifade eden Öcalan, komisyonun misyonunu tamamladıktan sonra sona ereceğini dile getirdi.

    SİVİL TOPLUM KOORDİNASYONU

    Hakikatleri Araştırma ve Adalet Komisyonu ardından ikinci adımın Sivil Toplum Konfederasyonu olduğunu ifade eden Öcalan, "Bu proje Hakikatleri Araştırma ve Adalet Komisyonu gibi geçici ve süreli değildir. Bu bir çeşit ilerici derin demokratik koalisyondur" dedi. Söylediklerini anlamayanlar olduğunu ifade eden Öcalan, imkânlar ve sürenin kısıtlı olmasından düşüncelerimi yeterince açamadığını kaydetti. Türkiye'de binlerce parçalı sivil toplum örgütü olduğunu hatırlatan Öcalan, tüm sivil toplum örgütlerinin tek çatı altında biraraya gelmesiyle Sivil Toplum Konfederasyonu'nun oluşacağını söyledi. Bütün çevreci, feminist örgüt ve kurumların, dergi çevrelerinin, sendikaların siyasi partilerin, kadın ve gençlik hareketlerinin demokrasi ilkeleri çerçevesinde bir araya gelmesi gerektiğine işaret eden Öcalan, "Hatta bu ilkelere saygı duyan Türkiye'nin demokrasiye ihtiyacı olduğunu düşünen dindar kesimler de katılabilmeli. Ayrı hareket eden diğer Kürt örgütleri ve şahsiyetleriyle de görüşülmeli, onların da bu çalışmalara katılmaları sağlanmalı. Önceki seçim ittifaklarında yer alan EMEP, SDP, SHP vb. partilere de selamlarımı gönderiyorum" diye konuştu.

    DİYARBAKIR TARİHİ ROLÜNÜ OYNADI

    Diyarbakır'ın önemli bir role sahip olduğunu vurgulayan Öcalan, "Şimdiye kadar Diyarbakır kendisine düşen tarihi görevi oynamıştır ama bundan sonra da demokrasi mücadelesi için bu rolünü oynamaya devam edecektir" dedi. Diyarbakır'a, Diyarbakır halkına, Diyarbakır'daki sivil toplum kuruluşlarına ve örgütlere çok iş düştüğünü ifade eden Öcalan, Diyarbakır halkına da selam söyledi. Diyarbakır Barosu'na üye hukukçuların bu konuda öncülük yapabileceğini ifade eden Öcalan, şöyle konuştu. "Diyarbakır'da 50'ye yakın sivil toplum örgütünün tek çatı altında toplanması muazzam bir güç doğuracaktır. Bu sadece Diyarbakır'la sınırlı kalmamalı, Türkiye'deki bütün sivil toplum örgütlenmeleri de tek çatı altında birleşebilmelidir."

    DTP'nin de Sosyalist Enternasyonal'e üye olmasının ve AB'nin benzer örgütlenmelerine girmesinin yararlı olacağına dikkat çeken Öcalan, Sivil Toplum Konfederasyonu Projesi'ne DTP'nin öncülük edebileceğini söyledi. Projeye basit yaklaşılmaması uyarısını yapan Öcalan, "İtalya'dakine benzer bir birlik oluşturup iktidar hedeflenebilir" diye konuştu. Öcalan projenin Türkiye için hayati önem taşıdığını, DİSK ve benzeri sendikaların da bu çatı altında yer alabileceğini kaydetti. Projenin bir parti adı altında olabileceği gibi, gerekirse bağımsız adaylarla da olabileceğine değinen Öcalan, "Bütün katılanlar bağımsız adaylarını da belirleyebilirler. İtalya'daki Zeytin Dalı örneği iyi incelenmelidir. Türkiye'de de bu başarılabilir. Sol'un ve demokrasi güçlerinin böyle bir proje ile iktidara gelmesi imkansız değildir" dedi.

    ‘KADINLARI BİR ULUS OLARAK GÖRÜYORUM’

    Fikirlerini sadece Türkiye için değil, tüm Ortadoğu için söylediğini vurgulayan Öcalan, Türkiye için tek bir demokratik ulus yaratmanın da mümkün olduğunu belirtti. Herkese Türklüğün dayatılmasının doğaya ve sosyolojinin kurallarına aykırı olduğunu ifade eden Öcalan, 'Türkiye'deki herkesin etnik olarak Türk olması mümkün değildir. Bunların politikaları tek ulus yaratmaz aksine ulusu parçalar. Klasik etnik milliyetçi değilim. Kadınları da bir ulus olarak görüyorum. Ben demokratik Türkiye ulusu demiştim. Fuat Keyman da benim düşüncelerimle örtüşen şeyler söylüyor. Ortak bir vatandaşlık tarifini bulmak mümkün. Türk, Kürt, Laz, Çerkez ve diğer bütün etnik kimlikler, Türkiyelilik kimliği içinde kendilerini ifade edebilir. Anayasal vatandaşlık olarak hukuki bağ kurulabilir. Türkler gibi Kürtler ve diğer etnik kimlikler kendi kültürlerine göre serbestçe örgütlenebilirler, kendi dillerini serbestçe her alanda kullanabilirler. Bunlar doğal olarak yasal güvenceye alınmalıdır. İsviçre, Britanya, İspanya ve ABD bunu yapmıştır. Bizim istediğimiz Türkiye'yi parçalayacak ve imkansız talepler değil, asgari, makul ve demokratik taleplerdir. Bizim istediğimiz Türkiye'nin Avrupa Birliği standartlarını yakalamasıdır"

    ‘KÜRT SORUNUN ÇÖZMEYEN TÜRKİYE AB’YE ALINAMAZ’

    Avrupa Birliği'nin (AB) Kürt sorununu çözmemiş gerekli kriterlerini yerine getirmemiş bir Türkiye'yi kabul etmesinin mümkün olmadığını dile getiren Öcalan, bir halkın kültürel, sosyal ve siyasal haklarının AB kriterleri çerçevesinde güvenceye alınmasını istedi. Anadilde eğitim hakkına yeniden vurgu yapan Öcalan, sözlerini şöyle sürdürdü: "Ben bu yüzden evliliğe bile karşıyım. Kadınlarımızın alınmasını istemiyorum ama kendi kültürüyle yetiştiremeyeceğim bir çocuğumun olmasını düşünemiyorum. Bu bana onursuzluk gibi geliyor. Kendi çocuğunuza kendi ismini veremeyeceksiniz, kendi dilini konuşamayacaksa, kendi dilinde eğitim göremeyecekse, hiç olmasın daha iyi. Onun için bu tür evlilik, çocuk gibi şeyleri düşünmedim. Türk aydınları biraz empati kurduklarında bunun ne kadar zor olduğunu anlayacaktır. Türkiye bu zihniyetle bu sorunları çözmeden Avrupa Birliği'ne girebilir mi? Bu şekilde Türkiye'de kalıcı barış sağlanabilir mi?"

    ‘AĞAR DE CLARK ROLÜ OYNAYABİLİR’

    Türkiye'de Kürtlerle Türklerin durumunu Güney Afrika'daki siyahlarla beyazların durumuna benzeten Öcalan, Doğru Yol Partisi (DYP) Genel Başkanı Mehmet Ağar'ın Kürt sorununun çözümü konusunda yaptığı değerlendirmelere ilişkin yorumda bulundu. Güney Afrika'da siyahların sömürüldüğünü, beyazların ise sömürdüğünü vurgulayan Öcalan, bu sürecin yıllarca devam ettiğini, daha sonra ülkenin yönetiminde olan beyazların, ülkeyi bu şekilde yönetmeye devam edemeyeceklerini anladıklarını dile getirdi. O zaman Apartheid yönetiminin Başbakanı De Clark'ın en akılcı ve mantıklı yolun bir uzlaşma olacağını gördüğünü ifade eden Öcalan, şöyle konuştu: "Ve Mandela yıllarca kaldığı hapisten 1990'lı yıllarda serbest bırakıldı. Mandela da olgun davrandı. İntikamcı yaklaşmadı. Böylece karşılıklı olarak bir uzlaşmadan sonra Mandela, ilk seçimde iktidara geldi. Ağar'ın açıklamaları, eğer devamı gelirse ve gerçekten samimiyse De Clark benzeri bir rolü Türkiye'de de oynayabilir. Ki De Clark de Güney Afrika'da siyahlara yapılan bütün kötü muamelelerin, apartheid politikasının sorumlusuydu. Ağar'ın da "90'lı yıllarda yaptıklarını bütün kamuoyu, hepimiz biliyoruz. Ben buradan Ağar'ın ne yapmaya çalıştığını tam bilemem ama De Clark'in oynadığı rolü oynarsa bu Türkiye için önemli olacaktır. Bu nedenle Hakikatleri Araştırma ve Adalet Komisyonu'nun kurulması önemlidir."

    AKP’YE ‘AĞAR’ ELEŞTİRİSİ

    Ağar'ın yaptığı açıklamaların hiç olmazsa bir tartışma başlattığını belirten Öcalan, AK Parti Hükümeti'ni de Ağar kadar cesur ve biraz inisiyatifli olmaya çağırdı. Dışişleri Bakanı Abdullah Gül'ün bazı olumsuz açıklamalarının olduğunu ve bunu doğru bulmadığını aktaran Öcalan, "Biz daha ne yapalım? Ateşkes süreci dendi, bu süreç başladı. Ben de üzerime düşeni yaptım. Hala da ateşkesi sahipleniyorum. PKK'nin de üzerine düşeni yaptığını sanıyorum. Yeni süreci onlar da sahiplenmiştir. Şimdi süreç başladı diye hiç kimse rehavete düşmemelidir. Biz üzerimize düşeni hep yapıyorduk. Bu ateşkes sürecinde de yaptık, yapmaya devam ediyoruz. Kürtler artık ulus-devlet milliyetçiliği yapmıyorlar. PKK'yi milliyetçilikten uzaklaştırdık" dedi.

    FAŞİZM UYARISI

    Ulus-devlet milliyetçiliğini Barzani'nin yürüttüğünü ve Kuzey Irak'ta ABD eliyle oluşturulan devletçiğin, adım adım ulus-devlet olma yolunda ilerlediğini kaydeden Öcalan, KDP eliyle İran, Suriye ve Türkiye'den partileşmeye gitme çalışmaları olduğunu söyledi. Oluşturulacak bu devlette de zenginlikleri şimdi elinde bulunduran ailelerin daha da zenginleşeceklerini ve halk üzerindeki sömürünün devam edeceğini kaydeden Öcalan, "Bu söylediklerimi önemsiyorum. Türkiye'de de ulus-devletin üst aşamasına gelinmiş olup, ulus-devlet de ısrar bu aşamadan sonra faşizmi getirecektir. İspanya ve Almanya'da aynen bu süreç yaşanmıştır ve Franko ile Hitler zamanındaki felaketleri bütün insanlık hatırlamaktadır. Ancak milyonlarca insan öldükten sonra ulus-devlet ve onun son aşaması olan faşizm aşılabilmiştir. Türkiye'de de bazı emperyalist güçler ve farkında olarak ya da olmayarak onlara hizmet edenler, yani ulus-devleti savunanlar, Türkiye'nin bu yola girmesine katkı sunuyorlar. Deniz Baykal ne yaptığını bilmiyor. Ulus-devletçiliğin çözüm olmadığına en yakın örnek Filistin-İsrail ihtilafıdır. Çatışmalar bitiyor mu burada? Her gün insanlar ölüyor, barış sağlanabiliyor mu? Bu nedenle ulus-devlet modeli Ortadoğu'daki yapısal sorunlara çözüm olamaz" diye belirtti.

    GÜNEYDE Şİİ-KÜRT FEDERASYONU

    Güney'de bir Şii-Kürt ittifakı olduğunu ve Talabani'nin bu ittifaka öncülük ettiğini vurgulayan Öcalan, Güney'de fiili bir Şii-Kürt federasyonu olduğunu söyledi. İran'ın bu gücü doğal olarak destekleyeceğini, Çin ve Rusya'nın desteklemesinin muhtemel olduğunu dile getiren Öcalan, şöyle devam etti: "Bütün bu gelişmeler bölge için tehlikelidir. İçinden çıkılmayacak bir kaos oluşabilir. Yavuz döneminden bu yana süren 500 yıllık Kürt-Türk ittifakı, yerini Şii-Kürt ittifakına bırakmaya başlamaktadır. Zemin kaymaktadır. Bunu göremiyorlar mı? Ulus-devletçilikle ne Suriye, ne İran, ne de başka bir devlet ABD ile baş edemez. Irak'ın hali görülüyor. Saddam ABD'ye kafa tuttu, ne hale geldiği ortada. Irak'taki direniş adına yapılanların da bir başarısı olacağını düşünmüyorum. ABD'nin gücü her şeye yeter diye hiçbir şey yapmamak da doğru olmaz. ABD'nin bölgedeki gücü ve politikaları göz önünde bulundurulmalıdır. Benim önerim, Sivil Toplum Konfederasyonu ile ulus-devlet milliyetçiliğinin önüne geçilmesidir."

    AVRUPA ADALET DİVANI YOLU AÇILABİLİR

    Yeniden yargılama sürecine ilişkin de yorumlarda bulunan Öcalan, Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi'nin yeniden yargılanmayı ele alacağını hatırlatarak, davanın Türkiye'de açılmasının imkansızlaşması halinde Avrupa Adalet Divanı'nda görülmesinin gündeme gelebileceğine işaret etti. Koşulların oluşması durumunda kendi davasının bir ilk olabileceğine vurgu yapan Öcalan, Yunanistan'ın da kendi hukukunu ve AB hukukunu çiğnediğini söyledi. Bu durumun ortaya çıkarılması gerektiğine değinen Öcalan, "Eğer Yunanistan'da da sonuç alınamazsa, bu konu ile ilgili de Avrupa Adalet Divanı'na dava açılma yoluna gidilmeli. Avrupa Birliği'nin Yunanistan'ın Avrupa hukukunu çiğnediğini görmesi gerek" dedi.

    Ateşkes'ten sonra Ekim ayı boyunca operasyonlar olduğunu ve hayatını kaybeden insanlar bulunduğunu belirten Öcalan, "Ben bir tek insanın ölmesini istemiyorum. Bu operasyonların orduya da bir faydası olmaz. Bu şekilde çözüme gidemezler. PKK'yi çatışarak yok etmek imkansız" dedi. Türkiye'nin bahara kadar PKK tarafından ilan edilen tek taraflı ateşkese net bir cevap vermesi gerektiğini belirten Öcalan, şunları söyledi: "Ondan sonrasına ben karışamam. Buradan açıkça söylüyorum; Şimdiden söylüyorum, o tarihe geldiğimizde olumlu adımlar atılmazsa, bütün arkadaşlardan özür dileyeceğim. Onlara sizden özür diliyorum diyeceğim. Biz elimizden geleni yaptık ama olmadı diyeceğim. Ve ondan sonra ne yapacaklarına kendileri karar vereceklerdir. Kimse benim sorumlu olduğumu iddia etmesin. İmha dayatılırsa doğal olarak onlar da kendilerini savunmak için savaşacaktır. Gerçekten çözüm isteniyorsa ve gerekli adımlar atılırsa, o zaman biz PKK'yi dağdan indirmek için elimizden geleni yaparız. Çözüm için adım atılmazsa ben ne yapabilirim ki? Süreç tıkanırsa, işlemezse, işte o zaman komplo var derim. Zaten Kürt-Türk savaşını isteyen iç ve dış güçler var. Bunu doğrulamış olurlar."

    KİM KİMİ AFFEDECEK?

    Kürt sorununun tek başına bir genel afla da çözülmeyeceğine vurgu yapan Öcalan, "Af demokratik çözümün gerçekleşmesini sağlayacak gerekliliklerden sadece biri olabilir" dedi. Daha önce yayınladıkları 10 maddelik çözüm deklarasyonunu hatırlatan Öcalan, "Af bu 10 maddeden sadece biriydi. Kim kimi affedecek? Daha önce de söylemiştim affedeni kim affedecek? Hatta onların daha çok affa ihtiyacı olacak. Adalet ve Hakikati Araştırma Komisyonu'nu bunu açığa çıkaracaktır. O zaman gerçek suçlular karşılıklı olarak hatalarını kamuoyuna açıklayacaklar, özür dileyeceklerdir. Kalıcı toplumsal barış ancak bu şekilde sağlanabilir" dedi.

    AFETSEZELERE BAŞSAĞLIĞI

    Bülent Ecevit'in vefatına da çok üzüldüğünü belirten Öcalan, Ecevit'in Türkiye için kayıp olduğunu söyleyerek, başsağlığı diledi. İzmir ve Ege'ye selam söyleyen Öcalan görüşmenin sonunda cezaevindeki tutuklu ve hükümlüler ile kendisine mektup gönderenlere teşekkür etti. Bir haftadır radyosunun bozuk oluduğunu bu nedenle de haberleri alamadığını aktaran Öcalan, daha önce avukatlarının savcılığa verdiği radyonun da kendisine ulaşmadığını belirtti. Bölgede sel felaketi yaşandığını da yeni öğrendiğini belirten Öcalan, çok üzgün olduğunu belirterek, hayatını kaybedenler için başsağlığı diledi.

    ..

    ANF NEWS AGENCY

    http://www.rojaciwan.com/modules.php?name=News&file=article&sid=18353



    Re: GÖRÜŞME NOTLARI_ 2006_28.12.2006

    dersim -

    Öcalan: Baykal özel görevli_(17.11.2006)


    (17.11.2006)

    Öcalan: Baykal özel görevli


    İSTANBUL (17.11.2006)- CHP lideri Deniz Baykal'ı eleştiren Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan, 'Ona sıradan yaklaşmamak lazım, tehlikelidir. Özel görevli olduğunu düşünüyorum. Menderes'e attığı tokadı unutmamak lazım' dedi.

    Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan, ateşkes sürecinin sağlıklı yürümediğini vurgulayarak, "Uygulamaların barışa hizmet etmediği açık. Operasyonlar da devam ediyor. Bunun bir oyun olma ihtimali her zaman var" diye konuştu.

    1 Ekim tarihinden itibaren yürürlüğe giren ateşkesten sonra üçüncü kez avukatlarıyla görüşebilen Öcalan, önemli mesajlar verdi. Edinilen bilgiye göre, Öcalan görüşmede yeniden yargılanma konusuna değindi.

    Avrupa Adalet Divanı'nda, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'nde ya da Roma'daki mahkemeye benzer özel bir mahkemede yeni dava açmak gerektiğini söyleyen Öcalan, "Çünkü Türkiye yeniden yargılama ile ilgili tavrını netleştirdi. Ankara'daki mahkemenin son kararı da kesinleşti. Artık Türkiye'de hukuki olarak yapılacak bir şey yok. Yunanistan davası da önemlidir ve bu davanın da aynı şekilde Avrupa mahkemelerine taşınması gerekir" dedi.

    DAVAM BİR HALKIN DAVASIDIR

    Yeniden yargılanmasının Türkiye'de kesin reddi nedeniyle Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi'nin görevinin önem kazandığını vurgulayan Öcalan, "Benim yargılamam bireysel bir yargılama değildir, milyonlarca insanın, bir halkın davasıdır. Sıradan bir dava gibi ele almamaları gerekir. Türkiye'nin yaşadığı birçok sorunun özellikle Kürt sorunun çözümü bu dava ile bağlantılıdır. Bu davamızın olumlu sonuçlanması bu sorunların çözümüne de katkı sunacaktır. Bakanlar Komitesi üzerinde iyi durulmalı bu konu basite alınmamalıdır" şeklinde konuştu.

    Türkiye-AB ilişkilerini de değinen Öcalan, AB-Türkiye ilişkilerinde bir gerginlik olduğunu, özellikle Kıbrıs ile ilgili sorunlar yaşandığını, AB'nin Kürt sorunun çözümünde samimi olmadığını söyledi. Öcalan, şöyle devam etti:

    "Türkiye'ye teslim edilmem karşılığında Kıbrıs, Ege ve diğer bazı finansal konularda taviz peşindeler. Gerginlik bizimle ilgilidir. Teslim edilmem karşılığında verilen sözlerin yerine getirilmemesi nedeniyle yaşanan bir gerginliktir. Bence bu konuda Türkiye ile AB arasında bir anlaşma var. PKK'nin tasfiyesi, Öcalan'ın da bu AİHM kararı ile zamana yayılarak oyalanması ve benim burada İmralı'da tutulmam konusunda anlaşılmış görünüyor. Bu plana göre bir yandan Kıbrıs sorununda Denktaş vb. ulusalcı-milliyetçiler devre dışı bırakılacak; öte yandan biz de Kürt milliyetçisi bir hareket olarak değerlendirilerek devre dışı bırakılıyoruz. Ama bizim milliyetçilikle yakından uzaktan ilgimizin olmadığı nettir. Bu konudaki görüşlerimiz biliniyor. Kendilerine göre her iki taraftaki milliyetçi kesimler devre dışı bırakılıp TÜSİAD gibi kurumların destek verdiği çözümler ön plana çıkarılıyor."

    GAP İSRAİL’E SATILDI

    Doğan Güreş'in 1991-92 yıllarında İngiltere'ye gidip yaptığı anlaşmadan söz eden Öcalan, şunları söyledi: "İşte Türkiye'nin Kürt sorununu şiddetle bastırmasına göz yumulacak, karşılığında İngiltere'nin talepleri yerine getirilecekti. O zaman yaşanan kirli savaş sürecini herkes biliyor. Bu sürecin Türkiye'ye kaybettirdiği kesin. Şu anda da benzer bir süreç yaşıyoruz. Örneğin şu an Türkiye'nin yarısına yakınının satıldığı söyleniyor. İngilizlerle ticari ilişkiler kuran Türkiye'deki bazı kesimler, Türkiye'nin kıyılarında bulunan emlakların çoğunu İngiltere'ye satmıştır. Yine GAP projesi ile birlikte İsrail, Atatürk barajı bölgesindeki toprakların yarısından fazlasını satın almıştır ama bunlar kamuoyunca bilinmemektedir. Çünkü görünürde Türk şirketleri almış gösteriliyor ancak bunların arkasında İngiltere ve İsrail bulunmaktadır. Bu konuda Ecevit'in de bazı bilgileri vardı, bunu detaylı açıklamaya ömrü yetmedi. Rahşan Ecevit de bu konuda bir şeyler söylemeye çalışıyor ama tam ifade edemiyor."

    TÜRKİYE SEVR KISKACINDA

    Türkiye üzerinde Sevr benzeri bir plan bulunduğunu ifade eden Öcalan, "Türkiye üzerinde aslında Sevr demek istemiyorum, yanlış anlaşılabilir ama Sevr benzeri bir plan var" dedi. Öcalan, "Birinci Dünya Savaşı öncesinde Ortadoğu'da Sykes-Pichot anlaşması ile yapılmak istenilenler biliniyor. Şu an için Türkiye üzerindeki emperyalist planda Kıbrıs ile ilgili hesaplar var, Ermeni katliamı ile ilgili hesaplar var, Güney Kürdistan’daki gelişmeler var. ABD'nin de burada rolü vardır" diye konuştu.

    Güney Kürdistan'daki oluşumu değerlendiren Öcalan, bu hafta da Güney'e geniş yer ayırdı. Öcalan, konuya ilişkin şunları vurguladı: "Kurulmak istenen oluşum, Kuveyt, Birleşik Arap Emirliklerine benzer aileler, hanedanlar tarafından yönetilen dış güçlere bağlı bir oluşumdur. Bu tür devletleşmeler ant-i demokratiktir. İşte son olarak Afrika'da Zulular'ın yaşadığı bölgede kurulan yapay devleti örnek olarak verebiliriz. Plana göre sınırdaki bazı bölgeler de bu oluşuma katılacak. Resmen sınırlar değişmese bile fiilen böyle bir durum yaratılacak. Halihazırda da Güney Kürdistan’daki oluşumu yöneten ailelerin bu bölgelerdeki halk ile ilişkileri vardır. Bunların birbirleriyle aşiretsel bağları da vardır. Türkiye'de de bazı kesimler buna destek veriyor. Türkiye'deki kamuoyu hatta devletin bazı kesimlerinin de bilmediği şeyler var."

    AĞAR’IN TAVRI OLUMLU

    Mehmet Ağar'ın tavrının olumlu olduğunu vurgulayan Öcalan, "Daha önce de söylemiştim De Clark'ın oynadığı rolü oynayabilir. Avni Özgürel de yukarıda bahsettiğim tehlikeleri çok iyi tespit etmiş, bu konuda adeta yırtınıyor. Fikret Bila'nın köşesinde yazdıklarını okudum. Herkes kendi çözüm projesini ortaya koysun diyor. Ama hala beni tam anlayamamış. Hala federasyon talep ettiğimizi düşünüyor. Düşüncelerimi yanlış anlamış. Oysa ben projemi daha önce de ortaya koymuştum. Demokratik Konfederalizm, en son Sivil Toplum Konfederasyonu demiştim. Bu proje Demokratik Komünalizm olarak da adlandırılabilir. Bizim projemiz budur" şeklinde konuştu.

    Kendi projelerine göre ulus-devletin demokratikleştirileceğini kaydeden Öcalan, şöyle devam etti: "Çünkü mevcut ulus-devlet modelinin çözüm olamayacağı ortada. İşte Filistin-İsrail örneğini hep veriyorum. Kalıcı bir çözüm bir türlü geliştirilemiyor. Irak'ta yaşananlar ortada. Her gün onlarca yüzlerce insan yaşamını yitiriyor. Yaklaşık üçyüz yıldır ulus-devletlerin kuruluş süreçlerinde ve kendi aralarındaki savaşlardan dolayı çarpıcıdır yüzeli milyona yakın insan hayatını kaybetmiştir. Ve sonuçta bu modelin bugünkü dünyanın içinde bulunduğu krizi çözmediği görüldü. Bundan çıkışın yolları aranıyor. İşte dünyanın önde gelen sosyologları bu krizi aşma çabası içindeler. Bunlardan Anthony Giddens'in Üçüncü Yol olarak adlandırdığı tez ile kapitalizm adına bu krizden çıkmanın çarelerini ortaya koymaktadır. İngiltere Başbakanı Tony Blair bu tezi uygulamaya çalışmaktadır. Yine İmmanuel Wallerstein bu yöntemle bu krizden finans kapitalizmin daha erken bir çözüm üreterek çıkabileceği tehlikesini belirtiyor. Wallerstein ezilenlerin, halkların, sivil toplumun kapitalistlerden daha hızlı davranması yönünde fikirleri var. Ben bunu sistemleştirdim. Süre kısıtlı olduğu için düşüncelerimi yeterince açamıyorum. Ama fırsatım olursa bu tezlerimi çok ayrıntılı bir şekilde hazırlayıp sunabilirim. Bu hazırlığa sahibim. Şimdiye kadar belirttiğim görüşlerim, evrensel çapta Dünyaya, Ortadoğu’ya ve Türkiye'deki krizlere çözüm üreten fikirlerdir."

    DEVLET KÜÇÜLMELİ

    "Bizim bahsettiğim projemizin devletin üniter yapısına da bir zararı olmayacaktır" diyen Öcalan, "21 yüzyılda devletin artık minimal düzeye çekilmesi, küçülmesi gerekiyor. Yine her şeyi devletten beklememek gerekiyor. Devletten maaş alarak, devletin sorunları çözmesini beklemek abesle iştigaldir. Klasik sol söylemle artık devleti ele geçirerek toplumu dönüştürmenin gerçeği yansıtmadığı ortaya çıkmıştır. Devlete rağmen toplumu demokratikleştirmek gerekiyor. Bunun yolu da her konuda bütün toplumsal sorunlarla ilgili örgütlenmelerdir. Benim kom ya da komün dediğin örgütlenmeler bunu ifade ediyor. İşte kadın sorunu ile ilgili, çevre sorunları ile ilgili, azınlıklarla ilgili vb. akla gelebilecek her toplumsal olay ve olgu ile ilgili komün şeklinde örgütlenmeler olmalı. Tarımsal komünler, köy komünleri, mahalle komünleri vb. çoğaltılabilir. Yine basit bir örnek gibi görünebilir ama örneğin Meşe ağacını koruma, çoğaltma dernekleri kurulabilir. Her köyde yüzlerce meşe ağacı dikmek çok önemli ve faydalı olabilir. Bütün doğamızı ormanlaştırabiliriz. Tüm bu sivil örgütlenmeler Sivil Toplum Konfederasyonu veya Demokratik Komünalizm çatısı altında birleştiğinde muazzam bir demokrasi gücü açığa çıkar" diye konuştu.

    ABD'NİN IRAK POLİTİKASI DEĞİŞMEZ

    ABD'de Irak ile ilgili çok şeyin değişeceğini zannetmediğini kaydeden Öcalan, "Demokratlar ile Cumhuriyetçiler'in Irak politikaları konusunda farklı hareket edebileceklerini düşünmüyorum" dedi. Irak'taki gelişmelerle ilgili olarak da Barzani'nin iyiniyetli açıklamaları olduğunu ifade eden Öcalan, "Bunu görüyorum. Dostluk ve Kürt ulusal birliği konusunda ilişkiler kurulmalıdır. Onlara şu söylenmeli; Irak'taki güçlerimiz oradaki Kürtleri koruma amaçlıdır. Oradaki halkımız üzerinde tehlike devam ediyor, belirsizlikler vardır. Irak'ın durumunun ne olacağı belli değildir. Bu tehlikeler karşısında Irak'ta kalacak güçler savunma amaçlı kalacaklardır. İran'daki güçler İran'daki halkımızı, Türkiye'deki güçler Türkiye'deki halkımızı, Suriye'dekiler de Suriye'deki halkımızı savunmakla görevlidir. Yine özellikle Mahmur Kampı'nın güvenliğine dikkat edilmelidir. Talabani ve Barzani bu konuda halkımız için imkan yaratmalıdır. Türkiye ve İran'da tehlike altında olabilecek halktan insanlarımız da güvenli kamplara yerleştirilebilir. Mahmurdaki halkımıza selamlarımı iletiyorum, KKK'nin sivil modeli burada uygulanabilir. Buradaki halkımız için anadilde eğitim, kültür çalışmaları sürdürülmelidir. Burası bir komün olarak ele alınıp Demokratik Komünalizm burada en iyi şekli ile uygulanabilir" şeklinde konuştu.

    SÜRECİ SAĞLIKLI GÖRMÜYORUM

    Öcalan, bu haftada ateşkes sürecini değerlendirdi. Öcalan, konuya ilişkin şu değerlendirmeyi yaptı: "Şu anki süreci sağlıklı görmüyorum ancak dört-beş ay daha üzerimize düşeni yapmaya çalışacağız. Fakat işte bir radyoyu bile bana çok görüyorlar. Yine mektuplar verilmiyor veya nadiren verilse de içinde bir iki cümlelik olan mektupları veriyorlar. Bu uygulamaların çözüme, barışa hizmet etmediği açıktır. Öte yandan operasyonlar da devam ediyor. Bunun bir oyun olma ihtimali her zaman var. Diyarbakır'daki karanlık patlamayı biliyorsunuz. Hala devletin içerisinde barışı istemeyenler var. AKP de bu konuda üzerine düşeni yapmıyor. Cumhurbaşkanlığı seçimi karşılığında bu süreci bir pazarlık aracı olarak kullanabilir. Bu tehlike göz önünde bulundurmalıdır."

    ATEŞKES DEĞERLENDİRİLMELİ

    Öcalan, yeni sürecin oyun olmasının anlaşılması halinde tavırlarının şu şekilde olacağını ifade etti: "Bu sürecin bir oyun olduğu anlaşılırsa, şayet imha amaçlı yeni bir yönelim ortaya çıkarsa yine milyonlarca insanımızın yerinden sürüleceği bir süreç başlarsa o zaman ben de devre dışına çıkar ve Kürt halkına derim ki, bunun karşısında ne yapacağınıza kendiniz karar verin. Topyekün direnme mi olur veya Güney'e mi ya da Doğu'ya İrana mı göçersiniz buna siz kendiniz karar vereceksiniz. Bu konuda benim sorumluluğum olmayacaktır. Bu nedenle bu ateşkes süreci son şanstır ve iyi değerlendirilmelidir. Başarısı için herkes çalışmalıdır. DTP, aydınlar, bizimkiler herkes bu sürece sorumlu yaklaşmalıdır. Daha önce önerdiğim Güney Afrika deneyimine benzer Hakikatleri Araştırma ve Adalet Komisyonu gündeme alınmalıdır. Kalıcı barış ve çözümün sağlanması bu temelde olacaktır."

    KÜRT DİLİ ÖNEMLİ

    Öcalan, sözlerini şu şekilde tamamladı: "Daha önce de pek çok kez söylemiştim. Kürt dili ile ilgili kurumlaşmaların olması gerekir. Bir Kürt Dil Kurumu şimdiye kadar oluşturulmalıydı. Atatürk bile ilk iş olarak hemen Türk Dil Kurumunu kurmuştu. Kürtler de buna benzer bir kurumlaşmaya gitmelidirler. Kürt dili üzerindeki baskılar ateşkes, demokratik çözüm ve barış sürecinde son bulması gereken uygulamalardır ama devam ediyor. Bu uygulamalar devlettin politikasından bağımsız değildir. Diyarbakır'a Diyarbakır halkına selamlarımı söyleyin. Diyarbakır'ın rolü önemlidir. Demokratik Komünalizmin uygulanmasında gençliğin rolü önemlidir, gençliği selamlıyor ve çalışmalarında başarılar diliyorum. Herkese selamlar."

    BAYKAL TEHLİKELİ

    Kürtlerin Güney'e sürülmesini dillendirenler bu plana destek verenler olduğunu hatırlatan Öcalan, şu hususlara vurgu yaptı: "Gündüz Aktan ve Ümit Özdağ gibi ASAM'cılar daha önce bu konu ile ilgili fikirlerini açıklamışlardı. Milyonlarca Kürdün Güney'e sürülmesini savunmuşlardı. Bu konuda Baykal'a da dikkat etmek lazım. O da benzer tehlikeli fikirleri savunuyor. Ona sıradan yaklaşmamak lazım, tehlikelidir. Özel görevli olduğunu düşünüyorum. Menderes'e attığı tokadı unutmamak lazım. Bir Başbakan'a tokat atmak görevli olmayan bir kişinin yapabileceği bir şey değildir. Fakat bunların fikirlerinin hayat bulması mümkün değildir. Daha önce de dört milyona yakın Kürt yerlerinden edildi, büyük şehirlere sürüldü. Şimdi de İkinci Ermeni tehcirine benzer bir plan Kürtler için tartışılıyor. Bu durum Ermeni katliamına benzer bir tablo ortaya çıkaracaktır. Devletten bazı yetkililerin de söylediği gibi günümüzde böyle bir planı uygulamak mümkün değildir. Şia-Kürt ittifakından bahsetmiştim. İran buna destek verecektir. Rusya, Çin de bu oluşuma destek verecektir. Böylece Türkler'in Orta Anadolu'ya sıkışacağı bir süreç başlayacaktır. Sevr benzeri plan dediğim budur. Bu gelişmelerden Türkler, Kürtler ve Ortadoğu'daki bütün halklar zarar görecektir. Eski Genelkurmay Başkanı Hilmi Özkök de bu tehlikeli gelişmeleri biraz görmüştü. Döneminde yaptığı olumlu ve demokratik açıklamalar biraz da bu nedenleydi. PKK'yi ve bizi bu planlara engel gördükleri için tasfiye etmeye çalıştılar. Osman ile Botan gibiler bu planı gördüler, bunun çözüm olacağı yanılgısına düştüler, bu oyuna geldiler. Hemen biri YNK'ye biri de KDP'ye sığındılar. Burada onlara imkanlar da tanındı. Yanlarına birer kadın, ev, para verdiler. Bunlar bine yakın kadromuzun da ayrılmasına neden oldular ancak zavallı hale geldiler."

    GELİŞMELERİ TAKİP EDEMİYORUM

    Öcalan, görüşmede kendisine verilen yeni radyo yayınını izleyemediğini belirterek, şunları söyledi: Radyo bana ulaştı ama TRT-1 yerine sadece müzik yayını yapan bir kanalı zor da olsa çekiyordu. Bu nedenle tamir etmek üzere tekrar aldılar. Ben bunun bilinçli olduğunu düşünüyorum. Roj Tv'nin bölgede engellenmesi gibi bir durum söz konusu. Tamir edeceğiz diyorlar haftalarca vermiyorlar. Bu engellenme dışarıdan yapılıyor. Devlet içindeki bir kesimin işi olabilir. Radyo dinleme hakkım yasal bir haktır. Bana gelen mahkeme kararında da radyo dinleme hakkım olduğu belirtiliyor. Bu engellemeyi bilecek olan da devlettir. İki haftadır radyomla ilgili belirttiğim sorun nedeniyle gelişmeleri takip edemiyorum.

    REEL SOSYALİZM ÇÖZÜM GETİRMEZ

    "Reel sosyalizmin ve milliyetçi yaklaşımların günümüz dünyası sorunlarına çözüm getirmediği görülmektedir" vurgusu yapan Öcalan, şunları söyledi: "Dönüşüm Dergisi'nde Mahir Sayın'ın yazısını okuduğumu söylemiştim. İşte bizim demokratik komunalizm projemizi liberallerin bakış açısı olarak değerlendiriyor. Bu yanlıştır, ucuz eleştiridir. Bunlar Liberalizmden de anlamıyorlar aslında. Kendisine Lenin ile Kropotkin arasındaki tartışmaları okumasını tavsiye ediyorum. Kropotkin Lenin'e Sovyet örgütlenmesi bürokratikleşirse büyük bir yozlaşma ortaya çıkar demişti. Kropotkin ile Lenin arasındaki diyaloglardan yararlanabilirler. Ancak Kropotkin'in görüşleri veya anarşizmi de sorunları çözmeye yetmez." Birikim Dergisi ve benzeri sol adına hareket eden çevrelerin otuz yıldır sadece tartışma yürüttüğünü, ancak bu tartışmalardan Türkiye'nin temel meselelerine dönük bir çözüm üretemediklerini ifade eden Öcalan, "Artık somut çözüm önerileri neyse onu ortaya koymalıdırlar. Sadece tartışmalarla olmaz. Siyaset, günün yirmidört saatinde yoğunlaşarak, düşünerek çözümler üretme sanatıdır. Önemli olan çözüme götüren bir sentez yaratılmasıdır. AKP gibi bir parti iki yılda kurulmasına rağmen sağladığı başarıyı bunlar otuz yıldır başaramadılar. Bunlar kendi çevreleri ile sınırlı dar gruplardır. Reel Sosyalizmin etkilerinden kurtulamadıkları için başarılı olamıyorlar. Milliyetçi ve Totaliter devletçi zihniyetin insanı ve toplumu körleştirdiği açıktır. Benim bahsettiğim komünal örgütlenme ile toplum ve bireyin zihni, beyni, gözü ve gönlü açılacak, gürül gürül akacaktır. Bu komünal örgütlenmeye katılacak olanların da yüreği ve cesaretinin olması gerekir" dedi.

    ..

    ANF NEWS AGENCY


    http://www.rojaciwan.com/modules.php?name=News&file=article&sid=18603



    Re: GÖRÜŞME NOTLARI_ 2006_28.12.2006

    dersim -

    KKK Önderi Abdullah ÖCALAN: Son karar halkın_18 Kasim 2006


    KKK Önderi Abdullah ÖCALAN: Son karar halkın

    18 Kasim 2006

    Avukatlarıyla haftalık olağan görüşmesini gerçekleştiren Kürdistan Demokratik Konfederalizm Önderi Abdullah Öcalan, KKK tarafından ilan edilen tek taraflı ateşkes sürecinin şu anda sağlıklı görünmediğini, ancak 4-5 ay sonra devletten beklenen yanıtın alınmaması ve Kürtlere karşı imha amaçlı yeni bir yönelimin ortaya çıkması durumunda devre dışına çıkarak, Kürt halkına kendi kararını kendisi vermesi çağrısı yapacağını söyledi.

    1 Ekim tarihinde yürürlüğe giren ateşkesten sonra üçüncü kez avukatlarıyla görüşebilen Öcalan, son siyasal gelişmelere ilişkin önemli mesajlar verdi.




    SÜRECİ SAĞLIKLI GÖRMÜYORUM

    Ateşkesin şu ana kadar ki gidişatını değerlendiren Öcalan, “Şu anki süreci sağlıklı görmüyorum ancak dört-beş ay daha üzerimize düşeni yapmaya çalışacağız.

    Fakat işte bir radyoyu bile bana çok görüyorlar. Yine mektuplar verilmiyor veya nadiren verilse de içinde bir iki cümlelik olan mektupları veriyorlar. Bu uygulamaların çözüme, barışa hizmet etmediği açıktır. Öte yandan operasyonlar da devam ediyor. Bunun bir oyun olma ihtimali her zaman var. Diyarbakır’daki karanlık patlamayı biliyorsunuz. Hala devletin içerisinde barışı istemeyenler var. AKP de bu konuda üzerine düşeni yapmıyor. Cumhurbaşkanlığı seçimi karşılığında bu süreci bir pazarlık aracı olarak kullanabilir. Bu tehlike göz önünde bulundurmalıdır” dedi.

    ATEŞKESİN BAŞARISI İÇİN HERKES ÇALIŞMALI

    Abdullah Öcalan, yeni sürecin oyun olmasının anlaşılması halinde tavırlarının şu şekilde olacağını ifade etti: “Bu sürecin bir oyun olduğu anlaşılırsa, şayet imha amaçlı yeni bir yönelim ortaya çıkarsa yine milyonlarca insanımızın yerinden sürüleceği bir süreç başlarsa o zaman ben de devre dışına çıkar ve Kürt halkına derim ki, bunun karşısında ne yapacağınıza kendiniz karar verin.

    Topyekün direnme mi olur veya Güney’e mi ya da Doğu’ya İran’a mı göçersiniz buna siz kendiniz karar vereceksiniz. Bu konuda benim sorumluluğum olmayacaktır. Bu nedenle bu ateşkes süreci son şanstır ve iyi değerlendirilmelidir. Başarısı için herkes çalışmalıdır. DTP, aydınlar, bizimkiler herkes bu sürece sorumlu yaklaşmalıdır. Daha önce önerdiğim Güney Afrika deneyimine benzer Hakikatleri Araştırma ve Adalet Komisyonu gündeme alınmalıdır. Kalıcı barış ve çözümün sağlanması bu temelde olacaktır.”

    DAVAM BİR HALKIN DAVASIDIR

    Yeniden yargılanmasının Türkiye’de kesin reddi nedeniyle Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi’nin görevinin önem kazandığını da vurgulayan Öcalan, “Benim yargılamam bireysel bir yargılama değildir, milyonlarca insanın, bir halkın davasıdır. Sıradan bir dava gibi ele almamaları gerekir. Türkiye’nin yaşadığı birçok sorunun özellikle Kürt sorunun çözümü bu dava ile bağlantılıdır. Bu davamızın olumlu sonuçlanması bu sorunların çözümüne de katkı sunacaktır. Bakanlar Komitesi üzerinde iyi durulmalı bu konu basite alınmamalıdır” diye konuştu.

    Türkiye-AB ilişkilerini de değinen Öcalan, AB-Türkiye ilişkilerinde bir gerginlik olduğunu, özellikle Kıbrıs ile ilgili sorunlar yaşandığını, AB’nin Kürt sorununun çözümünde samimi olmadığını söyledi. Öcalan, şöyle devam etti: “Türkiye’ye teslim edilmem karşılığında Kıbrıs, Ege ve diğer bazı finansal konularda taviz peşindeler. Gerginlik bizimle ilgilidir. Teslim edilmem karşılığında verilen sözlerin yerine getirilmemesi nedeniyle yaşanan bir gerginliktir. Bence bu konuda Türkiye ile AB arasında bir anlaşma var. PKK’nin tasfiyesi, Öcalan’ın da bu AİHM kararı ile zamana yayılarak oyalanması ve benim burada İmralı’da tutulmam konusunda anlaşılmış görünüyor. Bu plana göre bir yandan Kıbrıs sorununda Denktaş vb. ulusalcı-milliyetçiler devre dışı bırakılacak; öte yandan biz de Kürt milliyetçisi bir hareket olarak değerlendirilerek devre dışı bırakılıyoruz. Ama bizim milliyetçilikle yakından uzaktan ilgimizin olmadığı nettir. Bu konudaki görüşlerimiz biliniyor.

    Kendilerine göre her iki taraftaki milliyetçi kesimler devre dışı bırakılıp TÜSİAD gibi kurumların destek verdiği çözümler ön plana çıkarılıyor.”

    GAP İSRAİL’E SATILDI

    Doğan Güreş’in 1991-92 yıllarında İngiltere’ye gidip yaptığı anlaşmadan söz eden Öcalan, “İşte Türkiye’nin Kürt sorununu şiddetle bastırmasına göz yumulacak, karşılığında İngiltere’nin talepleri yerine getirilecekti. O zaman yaşanan kirli savaş sürecini herkes biliyor. Bu sürecin Türkiye’ye kaybettirdiği kesin. Şu anda da benzer bir süreç yaşıyoruz. Örneğin şu an Türkiye’nin yarısına yakınının satıldığı söyleniyor. İngilizlerle ticari ilişkiler kuran Türkiye’deki bazı kesimler, Türkiye’nin kıyılarında bulunan emlakların çoğunu İngiltere’ye satmıştır. Yine GAP projesi ile birlikte İsrail, Atatürk barajı bölgesindeki toprakların yarısından fazlasını satın almıştır ama bunlar kamuoyunca bilinmemektedir. Çünkü görünürde Türk şirketleri almış gösteriliyor ancak bunların arkasında İngiltere ve İsrail bulunmaktadır. Bu konuda Ecevit’in de bazı bilgileri vardı, bunu detaylı açıklamaya ömrü yetmedi. Rahşan Ecevit de bu konuda bir şeyler söylemeye çalışıyor ama tam ifade edemiyor.” diye konuştu.

    DEMOKRATİK KOMÜNALİZM

    Mehmet Ağar’ın tavrının olumlu olduğunu vurgulayan Öcalan, “Daha önce de söylemiştim De Clark’ın oynadığı rolü oynayabilir. Avni Özgürel de yukarıda bahsettiğim tehlikeleri çok iyi tespit etmiş, bu konuda adeta yırtınıyor. Fikret Bila’nın köşesinde yazdıklarını okudum. Herkes kendi çözüm projesini ortaya koysun diyor. Ama hala beni tam anlayamamış. Hala federasyon talep ettiğimizi düşünüyor. Düşüncelerimi yanlış anlamış. Oysa ben projemi daha önce de ortaya koymuştum. Demokratik Konfederalizm, en son Sivil Toplum Konfederasyonu demiştim. Bu proje Demokratik Komünalizm olarak da adlandırılabilir. Bizim projemiz budur” dedi.

    Kendi projelerine göre ulus-devletin demokratikleştirileceğini kaydeden Öcalan, şöyle devam etti: “Çünkü mevcut ulus-devlet modelinin çözüm olamayacağı ortada. İşte Filistin-İsrail örneğini hep veriyorum. Kalıcı bir çözüm bir türlü geliştirilemiyor. Irak’ta yaşananlar ortada. Her gün onlarca yüzlerce insan yaşamını yitiriyor. Yaklaşık üçyüz yıldır ulus-devletlerin kuruluş süreçlerinde ve kendi aralarındaki savaşlardan dolayı çarpıcıdır yüzeli milyona yakın insan hayatını kaybetmiştir. Ve sonuçta bu modelin bugünkü dünyanın içinde bulunduğu krizi çözmediği görüldü. Bundan çıkışın yolları aranıyor. İşte dünyanın önde gelen sosyologları bu krizi aşma çabası içindeler. Bunlardan Anthony Giddens’in Üçüncü Yol olarak adlandırdığı tez ile kapitalizm adına bu krizden çıkmanın çarelerini ortaya koymaktadır. İngiltere Başbakanı Tony Blair bu tezi uygulamaya çalışmaktadır. Yine İmmanuel Wallerstein bu yöntemle bu krizden finans kapitalizmin daha erken bir çözüm üreterek çıkabileceği tehlikesini belirtiyor.

    Wallerstein ezilenlerin, halkların, sivil toplumun kapitalistlerden daha hızlı davranması yönünde fikirleri var. Ben bunu sistemleştirdim. Süre kısıtlı olduğu için düşüncelerimi yeterince açamıyorum. Ama fırsatım olursa bu tezlerimi çok ayrıntılı bir şekilde hazırlayıp sunabilirim. Bu hazırlığa sahibim. Şimdiye kadar belirttiğim görüşlerim, evrensel çapta Dünyaya, Ortadoğu’ya ve Türkiye’deki krizlere çözüm üreten fikirlerdir.”

    DEVLET MİNİMAL DÜZEYE ÇEKİLMELİ

    “Bizim bahsettiğim projemizin devletin üniter yapısına da bir zararı olmayacaktır” diyen Öcalan, “21 yüzyılda devletin artık minimal düzeye çekilmesi, küçülmesi gerekiyor. Yine her şeyi devletten beklememek gerekiyor. Devletten maaş alarak, devletin sorunları çözmesini beklemek abesle iştigaldir. Klasik sol söylemle artık devleti ele geçirerek toplumu dönüştürmenin gerçeği yansıtmadığı ortaya çıkmıştır. Devlete rağmen toplumu demokratikleştirmek gerekiyor. Bunun yolu da her konuda bütün toplumsal sorunlarla ilgili örgütlenmelerdir. Benim kom ya da komün dediğim örgütlenmeler bunu ifade ediyor. İşte kadın sorunu ile ilgili, çevre sorunları ile ilgili, azınlıklarla ilgili vb. akla gelebilecek her toplumsal olay ve olgu ile ilgili komün şeklinde örgütlenmeler olmalı. Tarımsal komünler, köy komünleri, mahalle komünleri vb. çoğaltılabilir. Yine basit bir örnek gibi görünebilir ama örneğin Meşe ağacını koruma, çoğaltma dernekleri kurulabilir. Her köyde yüzlerce meşe ağacı dikmek çok önemli ve faydalı olabilir. Bütün doğamızı ormanlaştırabiliriz. Tüm bu sivil örgütlenmeler Sivil Toplum Konfederasyonu veya Demokratik Komünalizm çatısı altında birleştiğinde muazzam bir demokrasi gücü açığa çıkar” dedi.

    SEVR BENZERİ KISKAÇ

    Türkiye üzerinde Sevr benzeri bir plan bulunduğunu da ifade eden Öcalan şunları söyledi: “Türkiye üzerinde aslında Sevr demek istemiyorum, yanlış anlaşılabilir ama Sevr benzeri bir plan var” dedi. Öcalan, “Birinci Dünya Savaşı öncesinde Ortadoğu’da Sykes-Pichot anlaşması ile yapılmak istenilenler biliniyor. Şu an için Türkiye üzerindeki emperyalist planda Kıbrıs ile ilgili hesaplar var, Ermeni katliamı ile ilgili hesaplar var, Güney Kürdistan’daki gelişmeler var. ABD’nin de burada rolü vardır.”

    Güney Kürdistan’daki oluşumu değerlendiren Öcalan, konuya ilişkin şunları vurguladı: “Kurulmak istenen oluşum, Kuveyt, Birleşik Arap Emirlikleri’ne benzer aileler, hanedanlar tarafından yönetilen dış güçlere bağlı bir oluşumdur. Bu tür devletleşmeler anti-demokratiktir. İşte son olarak Afrika’da Zulular’ın yaşadığı bölgede kurulan yapay devleti örnek olarak verebiliriz. Plana göre, sınırdaki bazı bölgeler de bu oluşuma katılacak. Resmen sınırlar değişmese bile, fiilen böyle bir durum yaratılacak. Halihazırda da Güney Kürdistan’daki oluşumu yöneten ailelerin bu bölgelerdeki halk ile ilişkileri vardır. Bunların birbirleriyle aşiretsel bağları da vardır. Türkiye’de de bazı kesimler buna destek veriyor. Türkiye’deki kamuoyu hatta devletin bazı kesimlerinin de bilmediği şeyler var.”

    IRAK POLİTİKASI DEĞİŞMEZ

    ABD’de Irak ile ilgili çok şeyin değişeceğini zannetmediğini kaydeden Öcalan, “Demokratlar ile Cumhuriyetçiler’in Irak politikaları konusunda farklı hareket edebileceklerini düşünmüyorum” şeklinde konuştu.

    Irak’taki gelişmelerle ilgili olarak da Barzani’nin iyi niyetli açıklamaları olduğunu ifade eden Öcalan, “Bunu görüyorum. Dostluk ve Kürt ulusal birliği konusunda ilişkiler kurulmalıdır. Onlara şu söylenmeli; Irak’taki güçlerimiz oradaki Kürtleri koruma amaçlıdır. Oradaki halkımız üzerinde tehlike devam ediyor, belirsizlikler vardır. Irak’ın durumunun ne olacağı belli değildir. Bu tehlikeler karşısında Irak’ta kalacak güçler savunma amaçlı kalacaklardır. İran’daki güçler İran’daki halkımızı, Türkiye’deki güçler Türkiye’deki halkımızı, Suriye’dekiler de Suriye’deki halkımızı savunmakla görevlidir. Yine özellikle Maxmur Kampı’nın güvenliğine dikkat edilmelidir.

    Talabani ve Barzani bu konuda halkımız için imkan yaratmalıdır. Türkiye ve İran’da tehlike altında olabilecek halktan insanlarımız da güvenli kamplara yerleştirilebilir. Mahmurdaki halkımıza selamlarımı iletiyorum, KKK’nin sivil modeli burada uygulanabilir. Buradaki halkımız için anadilde eğitim, kültür çalışmaları sürdürülmelidir. Burası bir komün olarak ele alınıp Demokratik Komünalizm burada en iyi şekli ile uygulanabilir” dedi.

    KÜRT DİLİ ÖNEMLİ

    Öcalan, “Daha önce de söylemiştim. Kürt dili ile ilgili kurumlaşmaların olması gerekir. Bir Kürt Dil Kurumu şimdiye kadar oluşturulmalıydı. Atatürk bile ilk iş olarak hemen Türk Dil Kurumunu kurmuştu. Kürtler de buna benzer bir kurumlaşmaya gitmelidirler. Kürt dili üzerindeki baskılar ateşkes, demokratik çözüm ve barış sürecinde son bulması gereken uygulamalardır ama devam ediyor. Bu uygulamalar devlettin politikasından bağımsız değildir. Diyarbakır’a Diyarbakır halkına selamlarımı söyleyin. Diyarbakır’ın rolü önemlidir. Demokratik Komünalizmin uygulanmasında gençliğin rolü önemlidir.” diye konuştu.

    REEL SOSYALİZM ÇÖZÜM GETİRMEZ

    “Reel sosyalizmin ve milliyetçi yaklaşımların günümüz dünyası sorunlarına çözüm getirmediği görülmektedir” vurgusu yapan Öcalan, şunları söyledi: “Dönüşüm Dergisi’nde Mahir Sayın’ın yazısını okuduğumu söylemiştim. İşte bizim demokratik komunalizm projemizi liberallerin bakış açısı olarak değerlendiriyor. Bu yanlıştır, ucuz eleştiridir. Bunlar liberalizmden de anlamıyorlar aslında.

    Kendisine Lenin ile Kropotkin arasındaki tartışmaları okumasını tavsiye ediyorum. Kropotkin Lenin’e Sovyet örgütlenmesi bürokratikleşirse büyük bir yozlaşma ortaya çıkar demişti. Kropotkin ile Lenin arasındaki diyaloglardan yararlanabilirler. Ancak Kropotkin’in görüşleri veya anarşizmi de sorunları çözmeye yetmez.” Birikim Dergisi ve benzeri sol adına hareket eden çevrelerin otuz yıldır sadece tartışma yürüttüğünü, ancak Türkiye’nin temel meselelerine dönük bir çözüm üretemediklerini ifade eden Öcalan, “Artık somut çözüm önerileri neyse onu ortaya koymalıdırlar. Sadece tartışmalarla olmaz. Siyaset, günün yirmidört saatinde yoğunlaşarak, düşünerek çözümler üretme sanatıdır. Önemli olan çözüme götüren bir sentez yaratılmasıdır. AKP gibi bir parti iki yılda kurulmasına rağmen sağladığı başarıyı bunlar otuz yıldır başaramadılar. Bunlar kendi çevreleri ile sınırlı dar gruplardır. Reel Sosyalizmin etkilerinden kurtulamadıkları için başarılı olamıyorlar. Milliyetçi ve Totaliter devletçi zihniyetin insanı ve toplumu körleştirdiği açıktır. Benim bahsettiğim komünal örgütlenme ile toplum ve bireyin zihni, beyni, gözü ve gönlü açılacak, gürül gürül akacaktır. Bu komünal örgütlenmeye katılacak olanların da yüreği ve cesaretinin olması gerekir” dedi.

    GELİŞMELERİ TAKİP EDEMİYORUM

    Öcalan, görüşmede kendisine verilen yeni radyo yayınını dinleyemediğini belirterek, şunları söyledi: Radyo bana ulaştı ama TRT-1 yerine sadece müzik yayını yapan bir kanalı zor da olsa çekiyordu. Bu nedenle tamir etmek üzere tekrar aldılar. Ben bunun bilinçli olduğunu düşünüyorum. Roj TV’nin bölgede engellenmesi gibi bir durum sözkonusu. ‘Tamir edeceğiz’ diyorlar haftalarca vermiyorlar. Bu engellenme dışarıdan yapılıyor. Devlet içindeki bir kesimin işi olabilir. Radyo dinleme hakkım yasal bir haktır. Bana gelen mahkeme kararında da radyo dinleme hakkım olduğu belirtiliyor. Bu engellemeyi bilecek olan da devlettir. İki haftadır radyomla ilgili belirttiğim sorun nedeniyle gelişmeleri takip edemiyorum.

    Baykal özel görevli

    Kürtlerin Güney’e sürülmesini dillendirenler bu plana destek verenler olduğunu hatırlatan Öcalan, şu hususlara vurgu yaptı: “Gündüz Aktan ve Ümit Özdağ gibi ASAM’cılar daha önce bu konu ile ilgili fikirlerini açıklamışlardı. Milyonlarca Kürdün Güney’e sürülmesini savunmuşlardı. Bu konuda Baykal’a da dikkat etmek lazım. O da benzer tehlikeli fikirleri savunuyor. Ona sıradan yaklaşmamak lazım, tehlikelidir. Özel görevli olduğunu düşünüyorum. Menderes’e attığı tokadı unutmamak lazım. Bir Başbakan’a tokat atmak görevli olmayan bir kişinin yapabileceği bir şey değildir. Fakat bunların fikirlerinin hayat bulması mümkün değildir. Daha önce de dört milyona yakın Kürt yerlerinden edildi, büyük şehirlere sürüldü. Şimdi de İkinci Ermeni tehcirine benzer bir plan Kürtler için tartışılıyor. Bu durum Ermeni katliamına benzer bir tablo ortaya çıkaracaktır.

    Devletten bazı yetkililerin de söylediği gibi günümüzde böyle bir planı uygulamak mümkün değildir. Şia-Kürt ittifakından bahsetmiştim. İran buna destek verecektir. Rusya, Çin de bu oluşuma destek verecektir. Böylece Türkler’in Orta Anadolu’ya sıkışacağı bir süreç başlayacaktır. Sevr benzeri plan dediğim budur. Bu gelişmelerden Türkler, Kürtler ve Ortadoğu’daki bütün halklar zarar görecektir. Eski Genelkurmay Başkanı Hilmi Özkök de bu tehlikeli gelişmeleri biraz görmüştü. Döneminde yaptığı olumlu ve demokratik açıklamalar biraz da bu nedenleydi. PKK’yi ve bizi bu planlara engel gördükleri için tasfiye etmeye çalıştılar. Osman ile Botan gibiler bu planı gördüler, bunun çözüm olacağı yanılgısına düştüler, bu oyuna geldiler. Hemen biri YNK’ye biri de KDP’ye sığındılar. Burada onlara imkanlar da tanındı. Yanlarına birer kadın, ev, para verdiler. Bunlar bine yakın kadromuzun da ayrılmasına neden oldular ancak zavallı hale geldiler.”

    ANF/İSTANBUL

    YENİ ÖZGÜR POLİTİKA


    http://www.rojaciwan.com/modules.php?name=News&file=article&sid=18652



    Re: GÖRÜŞME NOTLARI_ 2006_28.12.2006

    dersim -

    Öcalan: Katliam ve tehcir planlıyorlar



    Öcalan: Katliam ve tehcir planlıyorlar


    Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan, “ Kürtlere yıllardan beri dayatılan siyasi anlamda sömürgecilik, ekonomik anlamda açlık, kültürel anlamda asimilasyon ve soykırım, askeri olarak da işgal konumudur. Kürtleri katletme, tehcir etmeyi planlıyorlar” dedi.

    1 Ekim tarihinden itibaren yürürlüğe giren ateşkesten sonra dördüncü kez avukatlarıyla görüşebilen Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan, önemli mesajlar verdi. Sağlık durumuna ilişkin bilgi veren Öcalan, son zamanlar kafasında, saçlı deride, bacaklarının diz ve diz altında olan kısmında kaşıntı, kepeklenme ve ayrıca dökülme olduğunu belirterek, "Sanırım odanın hiç havalandırılmamasından, denize çok yakın ve havanın çok nemli olmasından kaynaklanıyor. Geceleri nefessiz kalıyorum, bu nedenle sık sık uyanmak durumunda kalıyorum. Sık sık uyanma bazen idrar nedeniyle de oluyor. Herhalde yaşın ilerlemesinin de etkisi vardır bunda. Nefessiz kalmamda boğazımdaki akıntının da etkisi var" dedi. Koşullarının ağırlığını Adalet Bakanı Cemil Çiçek'in de kabul ettiğini ifade eden Öcalan, Çiçek'in İmralı koşullarının F-Tipi cezaevlerinden daha ağır olduğuna dikkat çektiğini söyledi. Öcalan, önceki radyosunun kendisine verildiğini, salı gününden itibaren de tek kanal dinlediğini, ancak bunu da engelleyebileceklerini belirtti.

    KENDİNİ SAVUNMAK İNSANİ HAK

    "Şimdi önemli bir hususu belirteceğim" diyen Öcalan, Bursa Cumhuriyet Başsavcılığı'nın aleyhiye bir soruşturma başlattığını, kendisine pazartesi günü haber verildiğini ifade ederek şunları söyledi: "Soruşturmanın gerekçesi buradan örgüte talimat ve eğitim verdiğim iddiasına yönelik. Bu konuda savcılığa verilmek üzere idareye üç sayfalık ayrıntılı bir savunma verdim. Benim ateşkes çağrımda imha amaçlı operasyon olması halinde gerilla güçlerinin meşru savunma çizgisinde kendilerini savunmalarını söylemem talimat olarak ele alınmış. Ateşkes olumlu bir şey değil mi? İyi bir şey değil mi? Onların kendilerini savunmaları doğal değil mi? Kendileri sürekli yoğun operasyonlar yapıyorlar. Dağdaki adama bekle gelip seni öldüreyim, sen hiçbir şey yapma demek insani bir davranış mıdır, bunu kabul etmek mümkün müdür? Biz dağdakilere kendilerini doğratmalarını mı söyleyelim, bunu mu bekliyorlar. Bu mümkün değil. Kendini savunmak temel insani bir haktır. Biz ateşkes çağrısı yapmamıza rağmen burada saçma sapan gerekçelerle soruşturma açılıyor. Operasyon yapanlarla soruşturma açanlar aynı zihniyetteki kesimdir. Barış istemek, kanın durmasını istemek bir hata mıdır? Bunu iyi değerlendirmek gerekir. Herhalde bu soruşturmadan sonra da bir tecrit söz konusu olacak. Bundan sonraki haftalarda görüşme olmadığı takdirde bu soruşturma bağlamında hücre cezası aldığım şeklinde yorumlanmalı."

    YENİ BİR OYUN VAR

    Öcalan, ateşkes sonrası meydana gelen gelişmelere ilişkin de şu değerlendirmeyi yaptı: "Daha önce dört kez ve şu an beşinci ateşkese ve on beş yıldır devam eden olumlu yaklaşımlarımıza rağmen, devletin Kürt hareketini dışarıda yok etme burada da beni teslim alma yönelimi kabul edilemez. Beni burada imha etmeye çalışıyorlar. Bu illa da fiziksel imha anlamında değildir, zaten fiziksel imha çok kaba olur, bunu yapmazlar ama koşullarımı zorlaştırarak, siyaseten bitirmek, çürütmek istiyorlar. Burada bana siyasi konuşmayacaksın deniyor, tamamen pasif olmam isteniyor. Ben bu koşullarda ne yapabilirim ki? Gerek örgüt üzerinde gerek halk üzerinde böyle bir durumda nasıl etkili olabilirim ki? Devlet bana ya imha ol diyor ya teslim ol diyor. Sonuna kadar direnirim. Bunu nasıl beklerler? Ortada bir şeyler var. Kürtlere yeni bir oyun oynamak istiyorlar. Ya imha ya teslimiyet dayatılıyor."

    CHP-MHP FLÖRTÜ İKİNCİ İTTİHATÇILIKTIR

    Öcalan, CHP-MHP flörtüne ilişkin olarak şu çarpıcı değerlendirmeyi yaptı: "Basından takip ettim, Deniz Baykal MHP yakınlaşması var. Ulusal duyarlılık dönemidir deniliyor. Ulusal duyarlılık dönemi değil yeni bir ikinci ittihatçılık dönemi söz konusudur. Buna neo-ittihatçılık demiştim. Deniz Baykal aynı zamanda benim için Hitler benzetmesi yapmış, Chamberline ve Churchill denilmiş. Beni nasıl Hitler'e benzetebilir? Yıllardan beri baskıya, sömürüye, zulme ve inkara maruz kalan biz Kürtler değil miyiz? Kendini savunmak ve en doğal hakları için mücadele vermek nasıl Hitlercilik olur? Bu kişiliğime bir saldırıdır, kişiliğime saldırma cüretini nasıl buluyor kendinde? Bunu tek başına söylemiyor, arkasında geniş bir yelpazede yer alan güçler var. Kızıl Elma Koalisyonu mesela. Hitler'in devleti ve ordusu vardı. Benim burada hiçbir şeyim yok. Eğer Hitlerse Deniz Baykal Hitler'in daniskasıdır. Ordu da devlet de onların elindedir. Bu durumu "Yavuz hırsız ev sahibini bastırır" deyimi çok iyi açıklar. Türk halkının bunu çok iyi bilmesini ve bunları iyi tanıması gerekir. Bunlar Atatürkçüyüz diyorlar, bunlarda Atatürkçülüğün zerresi bile yoktur. Atatürk'ün gerçekçiliği bunlarda hiç yoktur. Bunlarda ne vicdan var ne din var ne de iman var, bunlar sadece iktidarı düşünüyorlar. İktidarı ele geçirmek onlar için her şeydir ve iktidarı ele geçirmek için bunların yapamayacakları bir çılgınlık yoktur. Bunlar tam çılgındır."

    SEMBOLLERİMİZE TAHAMMÜL EDEMİYORLAR

    Öcalan, kendisine yöneltilen iki uluslu devlet yaratmak istiyor eleştirisine şu yanıtı verdi: "Deniz Baykal benim burada iki ayrı ulus ve iki ayrı bayrak yarattığımı söylüyor. Kürt halkını ben mi icat ettim. Kürtlerin yaşadıkları topraklar üzerinde onbeşbin yıllık bir tarihi var. Türkler binli yıllarda buraya gelmeden çok çok önce Kürtlerin bu topraklarda onbirbin yıllık Neolitik bir geçmişi vardır. Mesela Urfa'da Göbeklitepe'de onbin yıl öncesine ait kazılardan elde edilen bulgular mevcuttur. Yine Adıyaman'da ve birçok yerde Kürtlerin çok uzun tarihine ilişkin yapı ve bulgular elde edilmiştir. Bütün bunlar tarihsel gerçeklerdir. Bize yüklemeye kalkmasınlar. Ayrıca Kürtler beş bin yıl önce gökkuşağına bakarak kesk u sor u zer renklerini benimsemiş ve geleneksel hale getirerek bugüne kadar kullanmışlardır. Bunun için tarihe baksınlar. Diğer Ortadoğu halklarının bazıları da bu renkleri benimsemişlerdir. Ben bütün bunların daha önce bilimsel olarak analizlerini yapmıştım. Her topluluğun, derneğin, sendikanın, örgütün mesela DİSK'in, KESK'in dahi bir rengi, bir arması vardır. Kürtlerin geleneksel sembollerine dahi tahammül edilemiyor."

    HALK İSYANINA ZORLANIYORUM

    "Baykal ve Kızılelmacılar için neo-ittihatçılar demiştim. Bu yeni bir dalgadır. Bunların önünde Kürtlerle ilgili yeni bir proje vardır, Kürtleri soykırıma uğratma projesidir" diyen Öcalan, şöyle devam etti: "Beni genel bir halk isyanı yapmaya zorluyorlar. Böyle bir isyanın yapılması halinde Kürtleri katletme, tehcir etmeyi planlıyorlar. Böyle bir katliamın gerçekleştirilmesi durumunda Kürtler büyük zarar görür fakat eninde sonunda bu zararın faturasını Türkiye'ye ödettirecekler, Türkiye'nin boynuna halkayı geçirecekler. Bilindiği üzere Enver Paşa tarihin en büyük milliyetçiliğini yaptı. Sarıkamış'ta 90 bin askerin katline yol açtı. Bunların milliyetçiliği Enver Paşa milliyetçiliğinin yanında hiç kalır. Talat Paşa da tarihin en büyük katliamlarından birini yaptı, Ermeni Tehcirine yol açtı. İttihatçıların zihniyeti ve bu uygulamaları imparatorluğun sonunu getirdi. Neo-ittihatçılar dediğim Baykal ve Kızılelmacıların da yapmak istedikleri Kürt katliamı ve tehciri Kürtlerden ziyade Cumhuriyetin sonunu getirecektir. Bunun yurtsever Türk aydınları ve ülkesini seven sağduyulu milliyetçilerce iyi bilinmesi gerekir. Kendileri de ifade ediyorlar daha önce yirmi dokuz isyan yapıldığını ifade ediyorlardı, şimdi yirmi diyorlar. Bunların bu oyunlarını, bu planlarını iyi tahlil etmek, herkesin bunları görmesi gerekir."

    BİREYCİLİK ÇILGINCA GELİŞİYOR

    Demokratik Komunalizm olgusuna bu hafta da değinen Öcalan, şu değerlendirmeyi yaptı: "Daha önce de biraz değinmiştim. Ben toplumun çeşitli komünlerden oluştuğunu düşünüyorum. Ben bunun için Demokratik Komünalizm kavramını kullanıyorum. Klasik komünizm, Reel Sosyalizm devlet kapitalizmiyle sonuçlanmıştır. Bütün bir toplumu kapitalizme itmiştir. Bu sistem bir çeşit firavun sosyalizmidir. Ziguratlarda Sümer Rahiplerinin geliştirdiği devlet sisteminden kalma bir sistemdir. Bunları detaylı olarak savunmamda belirtmiştim. Biz de bir zamanlar bunun etkisinde kalmıştık ancak o kopuşu çoktandır gerçekleştirmişiz. Yine bunun karşısında kapitalizmin uzantısı olan Liberalizm vardır. Bu bildiğimiz klasik anlamdaki Liberalizmdir. Bu Liberalizm bireyciliğe dayanmaktadır. Her şey bireyin sırtına yüklenmektedir. Bireycilik çılgınca gelişmektedir. Bu da doğaya, insana muazzam zarar vermekte, tahribatlara yol açmaktadır. Bu uğurda Ozon Tabakasını bile deldiler. Bireycilik adı altında bütün bir toplum sömürülmektedir. Ben Üçüncü bir yol olarak gruplardan oluşan bir sivil toplum sistemini benimsiyorum. Toplumun farklı topluluklardan, gruplardan oluştuğuna inanıyorum. Mesela, bir mahalleyi bir köyü güzelleştirme derneği, o köyü, mahalleyi güzelleştirmeye çalışır. Yine mesela bir kuş türünü koruma derneği vb. örnekler çoğaltılabilir. Tabii ki bu sivil dernek ve kurumlar ihtiyaç duyulan her alanda kurulur. Toplum bütün bunların bir arada bulunmasından ve ilişkilerinden oluşur. Benim demokrasi anlayışım, birey demokrasisi değil, topluluk demokrasisidir. Ben toplulukların eşit ve özgür olarak bir arada yaşaması gerektiği düşüncesindeyim."

    ÇOK KÜLTÜRLÜ TEK ULUS ÖNERİYORUM

    Öcalan, şöyle devam etti: "Ben grupların eşitliğine inanıyorum. Ben sadece bireysel hakların değil grup, kolektif hakların varolması gerektiğine inanıyorum. Bireysel hakların kolektif haklarla birlikte kullanıldığında bir anlamı vardır. Dünya ve insanlık, İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra hızla ulus-devletten uzaklaştı. Daha sonra sivil toplum gelişti veya bilinen gelişmeler yaşandı. Bunların ayrıntısına girmeye gerek yok. Yatay Toplum kitabında da bunlar ve benim görüşlerime yakın görüşler dile getirilmiş fakat ben daha sistemli bir toplum yapısına ilişkin çözümlemeler geliştirdim. Burada şunu özellikle vurgulamak istiyorum. "Çokkültürlü Demokratik Hukuka dayalı Tek Ulus"u öneriyorum. Eğer çözüm isteniyorsa ben varım. Kropotkin ve Bakunin anarşizmi savunmuştur. M. Bookchin de toplum yapısına ilişkin önemli değerlendirmeleri var. Ben bunları iyi inceledim. Fakat bunları aşan çözümler geliştirdim."

    Öcalan’ın açıklamalarında şu hususlar dikkat çekti:

    MEVCUT STATÜ: KÜLTÜREL SOYKIRIM VE İŞGAL

    - "Mevcut koşullarda faydalı olamam. Bu koşullarda karar verecek durumda değilim. Statümüzü belirtiyorum: Kürtlere yıllardan beri dayatılan siyasi anlamda sömürgecilik, ekonomik anlamda açlık, işsizlik, yoksulluk ve talan, kültürel olarak asimilasyon ve soykırım, askeri olarak da işgal konumudur. Elbette buna karşı şerefli olan Diyarbakır'daki Kürt de dağdaki Kürt de kendisini savunacaktır."

    KÜRTÇE KURUMSALLAŞMALI

    - "Kürtçe çalışma bir kurumsallaşmaya dönüşebildi mi? Önemli olan bu çalışmaların bir kurumsallaşmaya dönüşmesi. Benim için önemli olan kurumdur. Bu arada Mehmet Uzun'un sağlık durumu nasıl? İyileşmiş mi? Bu vesileyle geçmiş olsun dileklerimi tekrar iletiyorum."

    ERDOĞAN’A UYARI

    - Abdullah Öcalan, AKP konusunda ise şu değerlendirmeyi yaptı: "AKP de her şeyi Cumhurbaşkanlığına endekslemiş. Cumhurbaşkanlığı için taviz vermektedir. Ben Başbakanı uyarıyorum, bu kadar korkak olmayın, diyorum. Bunlar sadece bizi tasfiye etmek istemiyorlar. Örgütü bir yana bırakın artık Kürtlükten de vazgeçmemizi dayatıyorlar. Başbakanı uyarıyorum. Biz çocuk değiliz her şeyi görüyoruz. Eğer yapılmak istenen bir oyun ise bu oyunun çok tehlikeli sonuçları olacağı kesindir. Biz bugüne kadar en mütevazi şekilde haklarımızı talep ettik. Bunu bile yerine getirmediler, çok gördüler."

    - "Kim benim yerimde olsa şimdiye kadar dayanması mümkün değildi, başını duvardan duvara vururdu. Kemal Pir, Mazlum Doğan, Hayri Durmuş olsaydı dahi bu koşullara belki dayanamazlardı. Bildiğiniz gibi onlar devletin ağır tecrit koşullarına karşı kendini yaktılar, ölüme yattılar. Bana da dayatılmak istenen ya teslimiyet ya kendini imhadır. Ben ikisini de yapmayacağım. Tüm bu olumsuz koşullara rağmen ben halkı isyana davet etmeyeceğim. Elbette bu aşamada benim bu koşullarım da dikkate alındığında halk kendi kararını kendisi verecektir. Ben korkak biri ya da direnemeyecek biri de değilim. Kimse bunu böyle değerlendirmesin."

    BURADA BİR ŞEY OLURSA SORUMLUSU DEVLETTİR

    - "Eğer bugüne kadar büyük bir olgunlukla, sabırla dayanıyorsak bu durum büyük bir katliamın önüne geçmek ve Türkiye halklarına karşı duyduğumuz sorumluluktan kaynaklanmaktadır. Bundan sonra da bana tecrit uygulayabilirler, beni avukatlarım ve aile ile görüştürmeyebilirler. Burada bir şey olursa kesinlikle sorumlusu devlet olacaktır. Kürdistan'da binlerce köy, Ilısu vb. barajlar adı altında yok edilmeye çalışılıyor. Munzur ve çevresinde tüm doğa, kültürel zenginlikler ve tarih bitirilmek isteniyor. Bütün bunlar bilinçli olarak ve belli bir proje dahilinde yapılıyor. Yine dört milyon Kürdü yerinden yurdundan ettiler. Bunlar büyük metropollerde ucuz iş gücü olarak, Karadeniz'de ırgat olarak zor koşullarda çalıştırılmaya, yaşamaya mahkum ediliyorlar. Bu büyük bir felakettir."

    IRAK DEĞERLENDİRMESİ

    Bu hafta yine Irak'ı değerlendiren Öcalan, şu tezlerin altını çizdi: "Irak konusuna da kısaca değinmek istiyorum. Öyle anlaşılıyor ki Irak'ta federal bir yapı gelişiyor. Kuzey Irak denilen bölgede federe bir Kürdistan kuruluyor. Irak'ta öyle üç tane devletçik kurulsa da sorun çözülmez. Sorunun çözümü demokrasi temelinde tüm toplulukların kendilerini ifade edebilecekleri bir yapılanma ile gerçekleşebilir. Irak ve Güney Kürdistan'da çeşitli topluluklar var; bunların kendilerini ifade etmelerine olanak sağlayan bir yapının olması gerekir. Orada Türkmenler, Asuriler, Feyliler ve diğer topluluklar var. Kürtler zaten çoğunlukta. Asurilerin Ninova merkezli, Türkmenlerin Tel-afer merkezli temsiliyeti sağlanabilir. Yine Feylilerin ve diğer farklı toplulukların örgütlenmelerine olanak sağlanabilinir. Referandum yaklaşıyor, önümüzdeki dönemde Kerkük'te referandum yapılacak. Şimdiden başarılar diliyorum. Irak konusunda diyeceklerim şimdilik bunlar.

    DTP’YE ELEŞTİRİ

    - Öcalan, gelişmeler karşısında DTP'nin takınacağı tavrı şöyle değerlendirdi: "Özellikle DTP'nin bu anlayış ve saldırılara karşı çok uyanık olması, siyaset üretmesi, kapsamlı çözümler geliştirmesi ve hayata geçirmesi gerekir. DTP oyuna gelmemeli, kendini küçük başarılarla aldatmamalıdır. DTP kendini aldatabilir veya bazı sorunların çözümünü başarabilir ancak her ne olursa olsun DTP sürekli uyanık olmalıdır."

    - Öcalan, Başbakan Erdoğan ve aydınlardan şu ricada bulundu: "Ben, ateşkes çağrısında bulunan iki yüz kadar aydın ve yazarlardan rica ediyorum; Yaşanılanları ortaya çıkarmak amacıyla daha önce önerdiğim Adalet ve Hakikatleri Araştırma Komisyonu'nu kursunlar. Başbakan'ın da bu konuda onayını alsınlar. Başbakan'dan da rica ediyorum, kurulacak Adalet ve Hakikatleri Araştırma Komisyonu'na destek sunsun."

    OLACAKLARDAN BEN SORUMLU DEĞİLİM

    - Öcalan, bu hafta oldukça uyarılarla dolu şu çarpıcı değerlendirmeyi yaptı: "Dediğim gibi Kürdistan'da askeri işgal, siyasi-ekonomik sömürgecilik ve kültürel soykırım vardır. Elbette ki devletin içinde çözümden yana olanlar, iyiniyetli olanlar ve bu işin dışında kalanları kastetmiyorum. Bu koşulların ve olumsuz yaklaşımların devam etmesi halinde kimse benden bir şey beklemesin, bu halde bir şey söylemem Kürtlere haksızlık olur. Kürt halkı ve tüm bileşenleri, ilgililer kendi komitelerini toplarlar, ne yapacaklarına bensiz bir şekilde karar verirler. Artık yapacağım bir şey olamaz, olacaklardan sorumlu değilim. Tüm halkımızı ve herkesi selamlıyorum."


    http://www.rojaciwan.com/modules.php?name=News&file=article&sid=18725



    Re: GÖRÜŞME NOTLARI_ 2006_28.12.2006

    dersim -

    Öcalan: Sonuçların sorumluluğunu üstlenmiyorum_(08.12.2006)


    (08.12.2006)

    Öcalan: Sonuçların sorumluluğunu üstlenmiyorum

    İSTANBUL (08.12.2006) - Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan, "Kürtlerden, bütün arkadaşlardan çok çok özür dileyeceğim. 15 yıldır sabırla bir şeyi başarmaya çalıştık, olmadı, diyeceğim. Çünkü 15 yıldır sürdürdüğümüz bu çaba hep karşılıksız kalıyor, oyalıyorlar" dedi.

    1 Ekim tarihinden itibaren yürürlüğe giren ateşkesten sonra ancak 5. kez avukatlarıyla görüşebilen, fikirlerinden dolayı hücre cezasına maruz kaldığı ortaya çıkan Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan, bu hafta da önemli mesajlar verdi.

    Edinilen bilgiye göre, İmralı Cezaevi Disiplin Kurulu kararının kendisine geldiğini kaydeden Öcalan, "Herhalde bu karara karşı Bursa infaz hakimliğine itiraz edilecek.

    Hakimlik tarafından onaylanırsa -ki muhtemelen onaylanacaktır- önümüzdeki günlerde yürürlüğe girecektir" dedi. "Benim bölücü olduğumu söylüyorlar" diyen Öcalan, şöyle devam etti: "Hemen cevap veriyorum. Hayır, biz bölücü değiliz. Biz her zaman barıştan ve demokratik bir ulustan yana olduk. Biz bunu uzun bir süredir dile getiriyoruz. Bazı kesimler de bizi anlamaya başlıyor. Fakat yetersiz. Birikim Dergisi'nden Ömer Laçiner bu dergide şöyle yazmış: 'Demokratik Tek Millet.' Benim söylediklerimi anlıyor. Sol'un eski adamlarından. Otuz yıldır bu konular üzerine yazıyor fakat çok ürkek, ezop dilini kullanıyor. Kavramları yakalamışlar ama yerli yerinde kullanamıyorlar. Ben tek milletten değil, demokratik tek ulus kavramından yanayım. Şimdiden bütün Sol'a öneriyorum, demokratik tek ulus nasıl mümkün olabilir? Buna kapsamlı bir öneriyle cevap verilebilir. Bunu sol tartışabilir."

    İKTİDAR HER YERDEDİR

    Düşüncelerini üç boyutta ifade etmek istediğini, birinci boyutun felsefi, ikinci boyutun politik, üçüncü boyutun çatışmalara ilişkin olduğunu kaydeden Öcalan, felsefi boyuta ilişkin şu değerlendirmeyi yaptı: "Bugüne kadar iktidarı hedeflemeden toplumsallaşmak, demokratikleşmek olgusu pek düşünülemedi. Yararlandığım bir kitap olan Yatay Toplum kitabında da önemli fikirler var. Fakat biraz eksik ve karışık. Ben biraz bunları sistemli halde dile getiriyorum. Ben iktidarı şöyle tanımlıyorum; iktidar her yerdedir; evde, ailede, gruplarda, köy, taşrada, ilişkilerin olduğu her yerde iktidar vardır. M. Foucault da bu konularda önemli fikirler beyan etmiştir. Küreselleşmenin de etkisiyle internet ve televizyon yaygınlaşmasıyla iktidara bulaşmayan tek bir grup ya da birey kalmamıştır. Herkes bir şekilde iktidarla ilişkilendirilmiştir. Demokratik otoriterlik başkadır, diktatörlük ya da iktidar başkadır. Stalin proletarya adına, Hitler sermaye adına topluma zarar vermiştir. İkisi de aynı, aralarında bir fark yoktur."

    "Kürtlerde de iktidarlaşma, iktidara bulaşma olmuştur" diye konuşan Öcalan, sözlerini şöyle sürdürdü: "Ben bizimkilere de bu konuyu dile getirdim; iktidara bulaşmadan demokratikleşmeyi hedeflemek gerekir. Şili de, Latin Amerika'da başarılı olamamalarının temelinde de iktidar olgusu yatmaktadır. ABD onları gözlemliyor, iyi izliyor, iktidara geldiklerinde de en ufak bir açığını yakaladığında onları alt üst ediyor. İktidarı hedeflemeden tüm toplumu demokratikleştirmeye yönelik açılımlar, oluşumlar gerçekleştirildiğinde asıl hedefe ulaşılır. Ben daha önce şu tespiti yapmıştım; iktidarın olduğu her yerde direniş vardır ve iktidarın olduğu her yerde başkaldırılar olur. Dünyanın her yerinde direniş var fakat bunlar birbirinden bağımsız ve kendi başlarına. Bu konuya ilişkin görüşüm, bütün bunları bir araya getirmek, birlikte hareket etmeye yöneliktir."

    ÇEMBER TEORİSİ

    Devamla Öcalan, "Bu nedenle iktidarı hedeflemeden gerçekleştirilecek olan oluşumları ya da fikri demokratik koalisyon, sivil toplum konfederasyonu, demokratik konfederalizm kavramlarıyla ifade etmiştim. Ben mevcut siyasi iktidarı veya iktidarları bir çembere benzetiyorum. Çemberin içinde noktalar var. Daha önce de ifade etmiştim bu bir çeşit Firavun Sosyalizmidir demiştim. Bu çember Firavun çemberidir. Çemberi de noktaları da yok etmek gerekir. Benim bahsettiğim, çemberin içindeki noktaların dahil olduğu gruplar, iç içe geçmiş halkalar şeklindedir. Yani kesişen halkalar. Bir örnekle belirtelim. Bireyin çeşitli organları mesela göz, ayak, kol gibi, bunların birbirleriyle direkt, organik bağlantıları var. Siz her şeyi göze yükleyemezsiniz veya bir başka organa yükleyemezsiniz. Siz bütün vücudu tek bir hücre yapabilir misiniz, bu mümkün değil. Her birinin ayrı işlevi var. Fakat hepsi birbirleriyle bağlantılı ve uyumludurlar. Benim toplum anlayışım bunun gibi organik ve işlevseldir" şeklinde konuştu.

    KADIN İNTİHARLARININ ÖNÜNE GEÇİN

    "Kadın konusuna da değinmek istiyorum, bu önemli bir konudur" diyen Öcalan, şunları vurguladı: "Ben bütün kadınlara, kızlara, demokrat dürüst bütün erkeklere şunu söylemek istiyorum: Bizim belirttiğimiz çerçevede demokratik örgütlenmelerini sürdürsünler. Dünya çapında yapılan bir araştırma benim kadın konusunda söylediklerimi teyit eder niteliktedir. Batman'da bölgede kadın intiharları var. İntiharların önüne geçmek için çalışmalılar. Ben kadın erkek ilişkilerinin yüzde doksanını doğru bulmuyorum. Bunların temelinde çok çirkin ilişkiler vardır."

    Öcalan, evlilik kurumuna ilişkin olarak şu çarpıcı değerlendirmelerde bulundu: "Ben aşka evliliğe karşı değilim. Aşkta evlilikte güçlü cinsel dürtü ve güdüler olabilir. Bunlar normaldir, bunları inkar edemeyiz. Benim karşı olduğum husus bu tecavüz kültürüdür. Evlilik öncesi ve hatta evlenildikten sonra birçok tecavüz vakası yaşanıyor. Aile içi şiddet boyutuyla olayı ele aldığımızda evlilik maskesi altında yapılan tecavüzler çok daha çirkindir. Genç kızları altmış yaşındaki adama veriyorlar. Bu zorbalık karşısında kız intihar ediyor. İstenmeyen evlilikler gerçekleştiriliyor. Hatta bazen para verip kadın alıyorlar, yani resmen satın alıyorlar. Bu çok ahlaksızca ve çirkincedir. Ben Hz. Muhammed'i daha iyi anlıyorum, kadına sevgi temelinde yaklaşılmasını öneriyor. Bu önemlidir. Ancak daha açık ifade ediyorum; Müslüman toplumlarda böylesi olaylar daha fazla görülmektedir. En büyük ahlaksızlık İran toplumunda ve Suudi Arabistan'da yaşanıyor. Ben kadın arkadaşlara söylüyorum; bu ilişkiyi kendi özgür iradeleriyle belirlesinler, tartışsınlar. Dürüst ve iffet anlayışıyla kadınlar bu kötü ilişkilerin önüne geçebilirler. Bunun için çaba sarf etsinler. Ben bahsettiğim ilişkilere rağmen kadın arkadaşların neden yeterli düzeyde bir çalışma içerisinde olmadıklarına hayret ediyorum."

    Öcalan, çatışmalar ve ateşkes konusunda ise şu değerlendirmeyi yaptı: "Çatışmalar ve ateşkes konusuna gelince, sabah radyodan dinledim beş asker ve gerilla ölmüş. Erdoğan İran’a gitmiş, Suriye'ye gidecek. Birtakım şeyler yapıyorlar. Çok çirkince. Bu iktidar, iktidar bile değil. Eğer devlet isterse bu sorunu çözmek çok basittir ama çözmek istemiyorlar. Hep taktikle oyalıyorlar. Yavuz Sultan Selim'in Kürtlerle yaptığı ittifakla başlayan ve beş yüz yıl süren Kürt-Türk ittifakı sona erdirilmek isteniyor. Bunu burada bütün yetkililere bildiriyorum. Talabani İran’a gitmiş, ilişkileri geliştiriyor. Beşyüz yıllık Kürt-Türk ittifakı yerini Kürt-Şia ittifakına bırakıyor. Durum böyle devam ederse, bizi 15 yıllık söylemimizi, Özal'dan beri olan barışa ilişkin söylemimizi geri çekmeye zorluyorlar."

    KONUŞMAMI İSTEMİYORLAR

    Öcalan, önümüzdeki günlere ilişkin olarak da şu tabloyu çizdi: "Hücre cezasından dolayı bu, yılın son görüşmesi olabilir. Belki yılbaşından önce bir kez daha görüşme olabilir. Belki bir kez daha bu konuya değinebilirim ileride. Kürtlerin önünde bahar var. Bahara kadar vakit var. Bu üç aylık zaman diliminde çok iyi tartışsınlar. Bu durumdan doğacak sonuçların sorumluluğunu hiçbir şekilde üstlenmiyorum. Ben Kürtlerden, bütün arkadaşlardan çok özür dileyeceğim, on beş yıldır sabırla bir şeyi başarmaya çalıştık olmadı, diyeceğim. Çünkü on beş yıldır sürdürdüğümüz bu çaba hep karşılıksız kalıyor, oyalıyorlar. Daha önce de 'Bir Muhatap Arıyorum' diye bir kitap yazmıştım. Bu sorunu ciddi temelde çözecek birilerini bulmakta güçlük çekiyorum. Ateşkese ilişkin yaptığım konuşmalardan dahi hücre cezası alıyorum. Konuşmamı istemiyorlar. Meşru savunma hakkından bahsettiğimden dolayı hakkımda hücre cezası veriliyor. Barışa ilişkin konuşmalarım cezalandırılıyor. Herkesin kendini meşru müdafaa hakkı vardır, bu hukuki bir durumdur. Hiç kimse bundan vazgeçemez. Bunu ifade ediyorum diye bana ceza veriliyor. Bu kabul edilemez. Ben fiziki şartlara dayanırım, benim için sorun değil. Fakat bu sürecin fikri baskısı zorlayıcı oluyor. Diyarbakır halkına, cezaevindekilere, kadınlara, tüm halkımıza, selamlar."

    AĞAR’IN ÇIKIŞI ÖNEMLİ

    Öcalan, politik boyuta ilişkin olarak da şu hususlara dikkat çekti: "Ağar'ın son dönemdeki çıkışları oldukça önemlidir. Ağar'ın kullandığı kavramlar benim kullandığım kavramlara yakındır. Ağar, cinsiyet özgürlüğünden de bahsediyor. Bu önemlidir. Ağar'ın hayata geçirmeye çalıştığı model, AB'nin de hayata geçirdiği liberal demokrasidir. Ancak diğer bazı konularda bilgi eksikliği var. Ağar, Türkiye'nin ihtiyacı olan şeyi kavramıştır. Bir fırsat olarak değerlendirilebilir. Ağar, Erdoğan'dan daha fazla demokrasiyi içselleştirmiş görünüyor. Baykal katıdır, değişmez. Erdoğan ise, evet demokrasiden bahsediyor fakat demokrasiyi içselleştirememiştir. Erdoğan'ın hareketlerinde bazı radikal çıkışlar var fakat demokrasi oy getiriyorsa kullanıyor, getirmiyorsa kullanmıyor. Yani işine nasıl geliyorsa öyle davranıyor. Zaten kendisi de ifade ediyor; "bizim siyaset anlayışımız tüccar-pazarlama siyasetidir" diye. Kendi çıkarı için her şeyi pazarlayabilir. Yani milliyetçiliğe de demokrasiye de oynuyor. ABD ve AB Ağar'ın arkasında, onu destekliyor olabilir. Erdoğan bu şansı kullanmadı, kullanamadı ve görüldüğü kadarıyla partisi düşüşe geçiyor. Erdoğan'ın Cumhurbaşkanlığı makamı dışında bir hedefi kalmadı."

    Mesut Yılmaz'ın da Kürt sorununa çözüm şansını hiç kullanamadığını ifade eden Öcalan, "O da liberal demokrasiyi hedefledi ama hayata geçirmedi" dedi. "Erkan Mumcu da milliyetçidir, devletçidir" diye devam eden Öcalan, "Özal ve Mesut Yılmaz'dan daha geridir. Sadece Özal bir şeyler yapmak istedi ama olmadı. Ağar, Türkiye'nin ihtiyacı olan liberal demokrasiyi kavramış durumda. Esasında İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra tüm Avrupa'ya liberal demokrasi uygulandı. Bu nedenle savaştan sonra kurulan partilerin çoğu liberal demokrat partilerdir. Tabii benim istediğim ve benimsediğim liberal demokrasi anlayışı değildir. Bunu daha önce de komünal demokrasi şeklinde ifade etmiştim fakat Türkiye'nin ihtiyacı olan liberal demokrasidir. Sanıyorum, TUSIAD da Ağar'ı ve dolayısıyla liberal demokrasiyi destekleyecektir" şeklinde konuştu.

    AĞDAR 4. DALGA GELİŞTİRİYOR

    Öcalan, Mehmet Ağar'a yönelik şu hususların da altını çizdi: "Ağar'ın çıkışı yeni bir Adnan Menderes çıkışı gibidir. Yani bir dördüncü dalga çıkışıdır. Daha önce Terakkiperver Partisi kuruldu, olmadı. Sonra Demokrat Parti kuruldu. Demokrat Parti, Türkiye tarihinde başlattığı aşama neyse Ağar'ın çıkışı da o düzeyde önemlidir. Ağar yükselişe geçebilir, Kürt sorunu, kadın sorunu ve laiklik sorunlarına gerçekçi bir yaklaşım sergilerse başarılı olabilir. Ancak Ağar'ın ne kadar samimi olduğu, söylemlerini ne düzeyde tasarladığı, geri adım atıp atmayacağı konusunda en ufak bir şey söyleyecek durumda değilim. Bekleyip görmek lazım."

    TARİKATLARA OY VERİLMESİN

    Öcalan, tarikatların Bölge'deki ağırlılıkları ve tarikatlara yönelik tutuma ilişkin şu dikkat çekici değerlendirmeyi yaptı: "Diyarbakırlılara, bütün Kürtlere söylüyorum. Tarikatları kullananlara, bunlara, bu partilere sakın oy vermesinler. Bir tek oy dahi vermesinler. Verilen oylar bomba olarak, linç kültürü olarak Kürtlere geri dönüyor. Kürtlerin bulunduğu her yerde, Kürtlere karşı bir linç kültürü gelişiyor. Bunların hepsi planlıdır ve planlı olarak yürütülüyor. Nerede bir Kürt varsa, PKK'lidir diye linç edilmeye çalışılıyor. Daha yüzlerce linç olayı gerçekleşebilir. Hazırlıklı olmak gerekiyor."

    Geçen hafta DTP'yi değerlendiren Öcalan, bu hafta da DTP'ye ilişkin şu değerlendirmeyi yaptı: "DTP siyasi çalışmalarını yoğunlaştırmak istiyor. Daha önce de söylemiştim, DTP'nin bu siyasi faaliyetlerinin çok önemli olduğunu. Fakat DTP teorik ve pratik olarak yeterli değil, sınırlı kalıyor. Kadroları gelişmeleri, birçok şeyi kavramakta, çözmekte yetersiz kalıyor. Cezaevindekilere sesleniyorum; yaşadıklarımızı ölümsüzleştirsinler. Bunları öyküye, romana ve diğer eserlere dönüştürsünler."

    DİYARBAKIR BAROSU’UNA ÇAĞRI

    Öcalan, sık sık dile getirdiği Hakikatleri Araştırma ve Adalet Komisyonu'na ilişkin bu hafta da şu önerilere yer verdi: "Diyarbakır'da Diyarbakır Demokrasi Platformu çalışma yapabilir. Diyarbakır Barosu Hakikatleri Araştırma ve Adalet Komisyonu ve benzeri çalışmalar yapabilir. Bunu bölgedeki on onbeş baroyla birlikte yapabilirler. Sanırım bölgede on onbeş baro birlikte hareket ediyor. Baro, yaşıyorsa Alex Borailne'yi Diyarbakır'a çağırıp, kendisiyle Güney Afrika deneyimi hakkında görüşebilir. Diyarbakır'da herkesi kapsayan, liberaller, demokratlar, aydınlar, ilgili dindar çevreler bir araya gelip ateşkesin devamına ve barış çabalarına ilişkin girişimde bulunabilirler. Tabii DTP de bunun içerisinde yer alabilir."

    ÇERKEZLER MİLLİYETÇİLİĞİ KÖRÜKLEDİ

    Öcalan, Türkiye'de yapılan son yüz yıllık Türk milliyetçiliğinin kökeninde daha önce de belirttiği gibi Türklerin bulunmadığını belirterek, şöyle devam etti: "Yoksul Anadolu'daki Türk kesimi, Türklerin işçi kesimi yoktur. Hele hele işçi kesimi hiç yoktur. Türk milliyetçiliğinin kökeninde Arnavutlar, Çerkezler, bir kısım Araplar, bir kısım Kürtler, bir kısım Ermeniler, Rumlar bulunmaktadır. Özellikle Arnavutlar bu temelde etkindir. Çerkezlerin de bundaki gücü yadsınamaz. Çerkezlerin köken olarak Türklükle hiçbir ilgisi yoktur ama Türk milliyetçiliğinde etkin olmuşlardır. Türk milliyetçiliğinin bu tanımı sosyolojik bir tanım değildir. Türk milliyetçiliğinin bu yapısına, kökenine ilişkin yüzlerce, binlerce broşür, kitap, makale yayınlanabilir, basında işlenebilir. Bu önemlidir. Bazı kişiler bu durumu kavramıştır."

    SİYONİSTLER VE MASONLAR ETKİLİ

    Mahir Kaynak, Ömer Lütfi Mete'nin beraber yazdıkları kitapta dünyadaki istihbaratların yapısını irdelediğini ifade eden Öcalan, "Milliyetçiliğin kökeninde Siyonizm ve Mason örgütleri vardır. Ömer Lütfi Mete, Tapınak Şövalyeleri'nde ta Fransız ihtilaline kadar gidiyor, oradaki anlatıma göre Iskoçya Kralı Iskoçya'daki tapınak şövalyelerinden üç bin militanı öldürerek onları ortadan kaldırmıştır. Daha sonra bu şövalyeler ant içerek gizli bir örgüt kuruyorlar ve her tarafta örgütleniyorlar. Çok gizli bir örgüt. Sonraları Fransız Kralı'nın kellesini bile götürüyorlar. Bu, bir Mason örgütüdür. Bütün bunların kaynağında Siyonizm fikri ve ideali vardır. Tabii burada Yahudilere karşı olduğum, anti semitist olduğum anlaşılmasın. Ben, Yahudilerin de Ortadoğu'da demokratik bir şekilde yer almalarından yanayım. Siyonizm ise farklı bir zihniyettir. Siyonizm, sürekli karşıtını yaratır. BAAS milliyetçiliği onun bir karşıtı olarak doğmuştur. Şia onun karşıtı olarak güçlenmiştir. Filistin ve Lübnan sorunu, Siyonizm karşıtlığının sonucudur. Bu Siyonist örgütler veya masonlar kendi ideallerini Sultan Abdulhamit'e kabul ettirmek için çok uğraştılar. Yüz elli milyon altını Selanik ve Filistin karşılığında Sultan Abdulhamit'e teklif ettiler, buralarda bir yer edinmek için. Fakat Sultan Abdulhamit onların niyetlerini biliyordu ve bu teklifi kabul etmedi. Bu örgütler bu nedenle içinde fazla Türk unsuru bulunmayan Ittihat ve Terakki'yi kurdular. Ittihat ve Terrakki'nin de ne yaptığı ortadadır" şeklinde konuştu.

    "İttihat Terakki eliyle Ermeniler katledilmiş ve kendisine karşıt olarak milliyetçi Ermeni Taşnak örgütünü doğurmuştur" şeklinde konuşan Öcalan, şöyle devam etti: "Bu Ermeni Taşnak örgütü de onları vurmuş, onlar da Ermeni halkını tehcir ve katletmiştir. Bu gün de aynı politikalar Kürtler üzerinden hayata geçirilmek istenmektedir. Milliyetçi yapılanma Ittihat ve Terraki örgütlenmesiyle Sultan Abdulhamit'i devirmiştir. Dolayısıyla Ortadoğu'da Mason olmayıp da başarı şansı olabilen tek bir lider yoktur. Mustafa Kemal de Masonları eleştirip sonraları kendi Mason örgütünü kurmuştur fakat başarılı olamamıştır. Mustafa Kemal çok politiktir, askeri yönünden ziyade siyasi yönü çok güçlüdür. Mustafa Kemal aynı zamanda tam cumhuriyetçidir. Ve bütün bunların da farkındaydı. Yalçın Küçük'ün bu konuyla ilgili bir cümlesi çok ilginçtir. Bu konuya ilişkin; 'Kurtuluş Savaşı, aslında Hıristiyanlar ile Yahudiler arasındaki bir savaştır' demiştir."

    NAKŞİBENDİLİK KÜRTLERİN MASONU

    "Nakşibendilik de Kürtlerin bir çeşit mason örgütüdür" diyen Öcalan, Sultan İkinci Mahmut'un Yeniçeri Ocağı'nı ortadan kaldırmak istediğini belirterek, şöyle devam etti: "Bu, devletin temeline ilişkin bir girişimdi. Sultan Mahmut'un yapmak istedikleri Mustafa Kemal ayarında bir reformdur, büyük bir olaydır. Yeniçeri Ocağı'nı ortadan kaldırdı ve bunların temelinde Bektaşilik vardı, böylece Bektaşilik ortadan kaldırılınca oluşan boşluğu Nakşibendliler doldurdu. Ve bu Nakşibendiler siyasi otorite ile uzlaşıp büyük bir güç elde ettiler. Bir Kürt olan ve mezarı da Şam'da bulunan Nakşibendi Şeyhi Mevlana Halit'in büyük çalışmaları sonucunda Mısır, Suriye, Lübnan, Afganistan'a kadar örgütlendiler. Çok geniş bir örgütlenme ağları vardır. Mevlana Halit, Süleymaniyelidir ve o zamanlar Süleymaniye Tekkesi meşhurdur ve bir çok tarikat örgütlenmesinin de kaynağıdır. Toplumsal dokuları güçlüdür. Bugünkü Fethullah Gülen de bir nevi onların devamı niteliğindedir. Bitlisli Said-i Nursi'nin de yapmak istediği tarikatların bir çeşit modernleşmiş versiyonudur. O dönemler Nakşilerin ve diğer tarikatların elde ettiği büyük güç, daha sonraları bir çeşit pazarlama aracına dönüştürüldü."

    Kendisinin tarikatlara karşı olmadığını, tarikatların bir ihtiyaç olduğunu ifade eden Öcalan, şunları söyledi: "Onlar inançlarını, kültürlerini sürdürebilirler, birbirlerine karşı hoşgörülü olmalılar fakat böyle siyasi çıkarlara alet olmasına, pazarlamaya dönüşmesine karşıyım. Ismail Ağa Camiinde öldürülen şahıs gibi iç çatışmaları ve birbirlerini öldürmeler oluyor, tam bilemiyorum. Suriye'deki öldürülen Şeyh, Batman'da öldürülen Şeyh vb. iyi niyetli olanları bunların dışında tutuyorum. Hüseyin Çelik'in ne yapmaya çalıştığı ortadadır. Kürtler devlete nasıl bağımlı kılınır? Bunun hesabını ve çalışmasını çok iyi yürütüyorlar. Aksu'nun da böyle bir çabası var. Aynı şekilde Cüneyt Zapsu da tarikat içinde çok etkin bir konuma sahiptir. Başbakan'ın danışmanı olan ve devlette de çok önemli hizmetleri bulunan Ömer Dinçer'i görevden almak için çok uğraştılar ama başaramadılar ve başaramazlar da. Bu kesimlerin devlete çok önemli hizmetleri vardır, devlet içinde de önemli yerler edinmişler ve bunu öyle kolay kolay da bırakmak istemeyeceklerdir. Elimde bir bilgi daha var. 1982'de bana bir bilgi geldi, Kenan Evren o tarihlerde Mardin taraflarında, Türkiye'den ve Suriye'den bir kısım Şeyhler, Hıznavi şeyhleri ile görüşmeler yaptığı belirtiliyordu. 12 Eylül'ün generali bile gidip onlarla görüşmeler yapıyordu. Laiklikten bahsediyorlar, bir yandan da Sovyetlere karşı din eksenli bir yapılanmaya destek sundular. Son otuz yılda bunların bir kısmını bize karşı da kullandılar."

    TARİKATLAR YER ALTINA ÇEKİLDİ

    Şeyh Ubeydullah'ın Kürtlerde Nakşibendiciliğin aynı zamanda temsilcisi kabul edildiğini anlatan Öcalan, sözlerini şöyle sürdürdü: "Şeyh Sait de Nakşibendi'dir. Seyit Abdulkadir ve diğer Kürt Nakşibendililer aslında Mustafa Kemal ile anlaşıyorlar. Ancak Kurtuluş Savaşı'ndan sonra bunlar iktidardan pay almak istedi. Mustafa Kemal koyu bir cumhuriyetçidir. Fransız ihtilalinden esinlenmiş, Fransız Cumhuriyeti hayranıdır. Fransız tarihinin Üçüncü Dönem Cumhuriyet modelini olduğu gibi uygulamak istemiştir. Bildiğiniz gibi Fransa Üçüncü Cumhuriyet modelinden sonra da Dördüncü ve Beşinci Cumhuriyet modellerini yaşamış ve şimdi de Liberal demokrasiye doğru evriliyor. Mustafa Kemal milliyetçiliğe bile cumhuriyete yararlı olduğu ölçüde yer vermiştir. Mustafa Kemal için önemli olan cumhuriyetin payidar olmasıdır. Bu nedenle tarikatları önce kullanmış sonra da onların gücünü ezmiştir. Bunlarda bunun üzerine farklı bir tarikat örgütlenmesiyle yeraltına çekildiler. Said-i Nursi'nin bu tarihten sonra başına gelenleri ve ne yaptığını biliyorsunuz. Said-i Nursi daha sonraları Amerika'ya yakınlaşarak çalışmalarını yürüttü."

    ..

    ANF NEWS AGENCY


    http://www.rojaciwan.com/modules.php?name=News&file=article&sid=19129



    Re: GÖRÜŞME NOTLARI_ 2006_28.12.2006

    dersim -

    Öcalan: Ortadoğu'nun AB'si yaratılmalı_15.12.2006)


    15.12.2006)

    Öcalan: Ortadoğu'nun AB'si yaratılmalı

    İSTANBUL (15.12.2006) - Öcalan, ‘’Karşılıklı bir birimizi affedelim. Affetmek de değil karşılıklı yanlışlarımızı ortaya çıkarıp, itiraf edip, gerçekleri ortaya çıkaralım. Uzlaşma ancak bu şekilde olur’’ dedi.

    Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan'ın çarşamba günü yaptığı görüşmede önemli mesajlar verdiği öğrenildi. Edinilen bilgiye göre, Türkiye-AB ilişkilerine değinen Öcalan, "Radyodan dinledim. Sekiz başlık askıya alınmış. Bu, bir limanın açılma meselesinde bile Genelkurmay, 'bize neden danışılmadı' diye bağırıp çağırıyor. Aralarında kıran kırana bir mücadele var gibi" dedi. Limanların açılıp açılmamasının önemli olmadığını, Avrupa için de önemli olmadığını ifade eden Öcalan, "Asıl sorun bizimle ilgilidir.

    Kürt sorunu demokratik bir şekilde çözülmeden Kıbrıs ve diğer sorunların hiç biri temelli çözülemez. Türkiye bu sorunu çözmeden AB'ye girebilecek bir pozisyona gelemez. Kürt sorunu çözümsüz kaldıkça, Türkiye meselelerini demokratik bir şekilde çözmedikçe Kıbrıs sorunu ile birlikte Ermeni sorunu da, Asuri Süryani sorunu da, Pontus Rum sorunu ve diğer bazı sorunlar da Türkiye’nin önüne getirilecektir" şeklinde konuştu.

    AFFI, BAHÇELİ ENGELLEDİ

    Demokratik barışçıl çabalarına karşı gösterilen tutumu eleştiren Öcalan, şöyle devam etti: "Bizim 15 yıllık barışçıl demokratik çözüm sürecimizi isteyenler ve istemeyenler geçmişte de oldu şimdi de olacaktır. Bazı subaylar da sorgu sürecinde gelip görüşmüşlerdi. Tavırları olumluydu ve çözüme ilişkin ricaları vardı. Ben İmralı’'a getirilişimden bu yana sorunun çözümü için elimden gelen katkıyı sunacağımı söylemiştim. Benim İmralı sürecinin başından beri ısrarla takındığım tavır buydu. Gerçekçi ve akılcı bir şekilde bu soruna çözüm bulmaya çalışıyorum. Onların istediği de buydu. Ancak devlet samimi davranmadı. Anlamıyorum neden böyle oluyor, sonuç olarak bugünkü duruma gelindi. Özal zamanında başlattığımız diyalog vardı. Mehmet Ali Birand aracılığıyla yaptığımız bu konuya ilişkin röportajdan dört gün sonra Özal'a suikast haberi geldi. Süreç bu nedenle baltalandı. Sonrasında yaşananlar biliniyor. İmralı ateşkes ve barış sürecinde Parlamento'dan da çözüme ilişkin yaklaşımlar vardı. Rahmetli Ecevit, bir şeyler yapmak istiyordu. Rahşan affı, demokratik çözüm amacına yönelikti ama Bahçeli bırakmadı. Sonra o adam öldüren, öğrenci öldürenlerin affı oldu, olmadı."

    BAHÇELİ 3-5 OY PEŞİNDE

    Öcalan, F Tipi cezaevine konulmasını isteyen Bahçeli'ye şu yanıtı verdi: "Geç de olsa elime ulaşan gazetelerden okudum. Bahçeli Kongre'de iktidara geldiklerinde F Tipi Cezaevi'ne konulacağımı söylemiş. Beni oraya koysalar ne olacak? Buranın koşulları daha ağır bilmiyor mu? Neden bunu yapıyor? Üç beş oy için yapıyor. Deniz Baykal da Bahçeli'ye yanaşıyor. Bunlar milliyetçilik yapıyorlar. Bunlara kalırsa Türkiye hiçbir sorununu çözemez. Bütün sorunların çözümsüz kalmasından yanalar. Her şeyi şiddetle çözelim diyorlar. Vuralım, keselim, bundan başka çözümleri yok. Kıbrıs sorununda vuralım, Ermeni sorununda vuralım, Kürt sorununda vuralım dışında politikaları yok. Dünya'da artık bu tür kaba politikalara kimse itibar etmiyor. Bu politikalar Türkiye'yi içine kapatarak, küçültecektir. Aslında bunu AB ve ABD'de de istemez."

    ÖLÜMLERDEN DERS ÇIKARILMALIDIR

    Öcalan, bu haftada milliyetçi şoven kesimlere yönelik eleştirilerde bulunarak, şunları söyledi: "Bunlar milliyetçi olduklarını, insanlarını sevdiklerini söylüyorlar. Bu mu sevmek? Bunlar sahtekardırlar. Bunların yaptığı ittihatçılıktır. Hatta İttihatçılar onlardan daha milliyetçiydi. Osmanlı'yı sevme adına vuralım, kıralım dediler, ama sonuçta Osmanlı'nın sonunu getirdiler. Bunların yaptığı budur. Elli bin kişinin ölmesinden ders çıkarmadılar. On bin kişinin daha ölmesi umurlarında değil. Bunlar savaşa uzman çavuşları ve polisleri gönderecekler, onlar ölecek, kendileri hiçbir zaman savaşmazlar. Birilerinin makamı yükselecek, birilerini rütbesi yükselecek. Ateşkes sürecine karşı olanlar bu yüzden savaş istiyorlar. Yeter ki iktidar olsunlar."

    Ulus-devlet anlayışını icat edenlerin batılılar olduğunu kaydeden Öcalan, şu hususlara dikkat çekti: "Kapitalist sistemin ana ideolojisi, ulus devlet milliyetçiliğidir. Ulus devlet milliyetçiliği onların kapitalist sistemlerinin devamını sağlayan bir araçtır. Ama bunun yarattığı tahribatlar biliniyor. Ulus devletlerin birbirleriyle yaptıkları savaşlarda üç yüz elli milyon insanın öldüğü söyleniyor. Bunun icatçısı Fransa ve Almanya'dır. Fransa'da merkezi yapı çok güçlü olduğundan ulus devlet hala yürüyor. Bu da AB'nin bugün yaşadığı krizde etkili oluyor. ABD bu modeli Ortadoğu'da Irak üzerinde uygulamak istiyor. Irak'ta ulus temelli üç devlet oluşturulmaya çalışılıyor. Bu devletler oluşturulsa bile eninde sonunda çatışacaklardır. Bu model, Ortadoğu'da tutmuyor. Tutmadığı Irak örneğinde görülüyor, her gün onlarca kişi ölüyor. Bir kaos ve kargaşa devam ediyor."

    ORTADOĞU’NUN AB’Sİ YARATILMALI

    Irak'ta merkeziyetçi tek üniter devlet anlayışının da tutmayacağını vurgulayan Öcalan, "Burada ancak benim önerdiğim demokratik konfederalizm sağlıklı bir çözüm getirebilir. Ortadoğu'daki devletler demokratik ulus yapılanmalarını oluşturarak bir çeşit kendi Avrupa Birliğini yaratmalıdır. Ortadoğu'da dört ana halk vardır. Bunlar Kürtler, Araplar, Farslar ve Türklerdir. Bu ana halkların gönüllü birlikteliği temelinde bir demokratik birliktelik yaratılabilir. Kürtler kendi demokratikleşmesini tamamlayıp yaşadıkları ülkeleri demokratikleştirebilir. İran, Türkiye, Suriye ve Irak, Kürtlerin yaşadığı devletlerdir. Eğer bu devletler, Kürt sorununu demokratik ulus çerçevesinde çözerlerse, demokrasi tüm Ortadoğu’ya hakim olur ve oradan dünyaya yayılır."

    "Demokratik ulus anlayışı Ortadoğu'da yaygınlaştırılmalıdır" diye konuşan Öcalan, şöyle konuştu: "Ortadoğu'da çözüm ancak böyle olur. Ortadoğu ülkeleri, demokratikleşme olmadan mevcut ulus devlet yapılarıyla, ulus-devletin kurucusu olan Avrupa devletleri ve ABD ile baş edemezler. Benim daha önce başka filozoflar tarafından da dile getirilen demokratik ulus anlayışım, Türkiye'de sorunların barışçıl ve demokratik bir şekilde çözülmesinin tek yoludur. Aksi takdirde MHP ve CHP'de Baykal ve Bahçeli'nin yaptığı gibi kuru, sahte ulus devlet mantığıyla sorunlar çözülmez. Diyorlar ki Öcalan taktik yapıyor. Hayır ben taktik yapmıyorum. Söylediklerim stratejiktir. Ben de daha önce zorla, şiddet yoluyla bir ulus-devlet kurmak istiyordum. Çünkü o günün koşullarında böyle bir anlayış vardı. Ama hem kapitalist sistemin ulus-devlet anlayışının ideolojisi olan milliyetçiliği hem de devlet kapitalizmine dönüşen Reel Sosyalizmi yetersiz ve zararlı buluyorum. Sovyetlerdeki Reel Sosyalizm kisvesi altındaki devlet kapitalizmi, ABD kapitalizmini yüzyıl sırtında taşımış ve nihayet yıkılmıştır. Şimdi aynı rolü Çin oynamaktadır. Aslında Çin'de devlet kapitalizmi çok yoz bir şekilde uygulanıyor."

    İSRAİL KATLİAM YAPIYOR

    Ulus-devletin kökeninde milliyetçilik ve din olduğunu anlatan Öcalan, sözlerini şöyle sürdürdü: "On binlerce yıl önce Yahudi Kabilelerinin bir araya gelip uyguladıkları din temelli kavmiyetçilik sistemi, binlerce yıl sonra Hitler tarafından örnek alınarak milliyetçilik, nasyonalizm şeklinde Yahudilere karşı uygulamaya geçirilmiştir. Bu durum Yahudi soykırımını yaratmıştır. Ancak soykırıma uğramasına rağmen Yahudiler, bugün aynı şekilde bu zihniyeti İsrail üzerinden Filistinlilere uyguluyorlar. Yine İsrail dini temelli milliyetçiliği ile İran'ın dini Şia milliyetçiliği çatışma halindedir. Lübnan'da Hizbullah ile yaşanan çatışmalar bunun küçük bir örneğidir. Yalçın Küçük'ün belirttiği bir şey vardı. Kurtuluş Savaşı Hıristiyanlarla Yahudilerin savaşıdır, demişti. Bu bir anlamda doğrudur."

    Öcalan, "Türkiye’de Hıristiyan olan Ermeniler, Rumlar, Süryaniler kaybetti" dedi ve şöyle devam etti: "Sabetaycılar ise Cumhuriyetin kuruluşundan beri çok iyi örgütlendiler ve devlet organlarında etkili oldular. Aslında laikliği Türkiye'de Sabetaycılar savunuyor. Çünkü bunlar ne Müslüman olabiliyorlar ne de Yahudiliği yaşayabiliyorlar bu nedenle laikliğe sarılıyorlar, laikliği din haline getirdiler. Tehlikeli olan budur. Laiklik cumhuriyetin kuruluşunda öyle esaslı bir şey değildi. Türkiye'de yapılan laiklik tartışmaları sanaldır. Bilindiği gibi 1937'de anayasaya girdi. Aslında laiklik bunların savunduğu gibi de değildir. Devleti milliyetçilik, din ve her türlü ideolojilerden arındırmak gerekir. Devlet topluma ideoloji dayatmamalıdır. Devletin küçülmesi gerekir. Benim devlet tanımımda iki yön vardır. Devletin bir yönü, geçmişten gelen birikmiş tecrübedir, ikincisi ise uzmanlardan oluşan teknik boyutudur. Devlet genel planlamayı, dış güvenliği sağlamak gibi temel görevleri yapmalıdır."

    HAKİKAT KOMİSYONU KURULMALI

    Ateşkes sürecini de değerlendiren Öcalan, şu hususların altını çizdi: "Ateşkes ve çözüm isteyen güçlerin, buna güçleri yetmiyor olabilir. Ama çaba sarf edip çözüm yönünde adımların atılmasını sağlayabilirler. Sorunun çözümü için daha önce de söylemiştim, Hakikatleri Araştırma ve Adalet Komisyonu'nun kurulması önemlidir. Karşılıklı bir birimizi affedelim. Affetmek de değil karşılıklı yanlışlarımızı ortaya çıkarıp, itiraf edip, gerçekleri ortaya çıkaralım. Uzlaşma ancak bu şekilde olur. Bu komisyonda örneğin Barolar, Barolar Birliğinden hukukçular, Tabipler Birliğinden uzmanlar, üniversitelerden en tanınmış bilim adamları, profesörler yer alabilir. Sadece Kürtler'in önerdiği isimlerden oluşması gerekmiyor, devletin veya hükümetin istediği isimler de bu komisyonda yer alabilir. Hatta onlar hangi isimleri istiyorlarsa onlar yer alabilir. Eğer gerçekten samimiyseler bunu yaparlar."

    SİLAHLAR KOMİSYONA BIRAKILABİLİR

    Bu tür bir komisyon kurulmadan Kürtler'den yeni adım beklemelerinin yanlış olacağını ifade eden Öcalan, "Silahların bırakılacağı bir aşamaya gelinirse ancak böyle bir komisyona bırakılabilir. Bu komisyon adaleti sağlamalıdır, adalet vaat etmelidir. Adalet olmadan silahlar kime bırakılacak? Silahlar nasıl bırakılacak, on binlerce gerilla veya partili arkadaşımız ne olacak, cezaevlerine mi konulacaklar? Bu tabii ki kabul edilemez. Bu komisyon tüm bu sorunların çözümü için çalışmalıdır. Bu konuda Afrika deneyimini anlatan kitap vardır. Bu deneyimlerden yararlanabilirler. Hatta bu deneyimin öncüleri Desmont Tutu ve Alex Boraine çağrılarak, seminer veya konferans düzenlenebilir. Bunlar tecrübelerini paylaşarak yardımcı olabilirler. Bu önerilerimiz Başbakan ile Meclis Başkanı’na iletilmelidir" şeklinde konuştu.

    Öcalan, sözlerini şöyle tamamladı: "Van, Ağrı, Hakkari de mitingler gerçekleştirilmiş. Benzer mitingler her yerde gerçekleştirilebilir. Sadece mitinglerle de olmaz, demokratik kurumlar binlerce çoğaltılmalı. DTP, iktidar olmadan demokratikleşmeyi esas alıp, bunun öncülüğünü yapabilir. Seçime ilişkin ittifak cephesi geliştirilip, bir parti öncülüğünde ya da bağımsız olarak seçimlere hazırlanılabilir, bunun için ilgili çevrelerle görüşülebilir. Herkesin bayramını kutluyorum."

    ‘DEMOKRATİK ULUS ÖNERİYORUM’

    Öcalan, "Benim tarafımdan reel sosyalizm ve ulus devlet anlayışı aşılmıştır" vurgusu yaptıktan sonra çözüm olarak şu önerilerde bulundu: "Bunun yerine demokratik ulusu öneriyorum. Bu anlayışta herkes kendi kimliğini özgürce yaşar. Bu kültürlerin yeniden doğması ve korunması zarar getirmez. Çünkü kültürler, kimlikler yok edilemez. Batı bunu anlamıştır. Bu nedenle Batı'da etnisiteye verilen önem, aslında ulus devlet ideolojisi yüzünden kimliklerin, kültürlerin bastırılarak yok edilmesinin yanlış olduğunun anlaşılmasındandır. Bundan dolayı bu kültürler yeniden canlanıyor. Mesela İngiltere'de bugün Kelt kültürü canlandırılmaya çalışılıyor. Bu iyi bir şeydir. Türkiye'de de Laz Lazlığını, Kürt Kürtlüğünü, Gürcü Gürcülüğünü, Türk Türklüğünü vs. herkes kendi kültürünü özgürce yaşamalıdır. Bu kültürler zenginliktir. Fakat hepsini birleştiren ortak bir bağın olması gerekir. Buna üst kimlik demek şart değil, genel kimlik de denilebilir. Bu da demokratik bir ulus anlayışı, demokratik bir anayasa ve gelişmiş çok kültürlü bir hukuk düzeni ile mümkün olabilir. Bizim istediğimiz budur. Bunun iyi anlaşılması gerekiyor. Benim demokratik ulus anlayışımda bayrakla sorunumuz yoktur, sınırla sorunumuz yoktur. Devlet kurma imkanım olsa dahi ben ulus devlet kurmam. Çünkü ulus-devletin sorunlara çözüm olamayacağını biliyorum. Türkiye’deki Sol çevrelerinde yeterli düzeyde bu konuda fikirsel ve pratik faaliyetleri bulunmamaktadır. Demokrasi kültürünü, anlayışını halka taşıramıyorlar. Aslında sol çevreler iki yüzlülük yapıyor. Birikim Dergisi'nde çıkan Ömer Laçiner'in makalesinde önerdiği demokratik tek millet kavramının yeterli olmadığına daha önce değinmiştim. Eğer samimi iseler demokratik ulus kavramının arkasında durmalıdırlar."

    Öcalan, şunları dile getirdi: "Bizim isteğimiz Demokratik ulustur. Bunun iyi anlaşılması gerekir. Nietczhe, kapitalizm geldi, tanrı öldü diyor. Burada ulus-devlet anlayışının ve devlet iktidarının bireyi küçülttüğünü, böcekleştirdiğini, adeta bakterileştirdiğini belirtiyor. Almanya Ulus Devleti'nin zaferini Nietczhe felaket diye nitelendirdiğinde o zaman onu kimse anlamadı ve Nietczhe için delidir dediler halbu ki dahidir. O'nu, üst insan kavramını kullandığı için milliyetçilikle suçladılar. M. Foucault da aynı paralelde 'insan da öldü' demiştir. Bunların ikisi de egemenliğe ve iktidara dayanan ulus devlet milliyetçiliğini ve kapitalizmin insani olmayan boyutunu gözler önüne seriyorlar. Nietczhe nasıl birey-insan konusunda uç noktaysa Hegel de tersine devlet içinde bireyi eritiyor. Yani Nietczhe 'devlet batırır' diyerek insanı, bireyi yüceltiyor, Hegel ise devleti yücelterek 'birey batırır' diyor."

    ‘DİLİMİ YOK EDEMEZSİNİZ’

    "Bana devlete zarar verdin diyorlar" diye konuşan Öcalan, şöyle devam etti: "Doğrudur, ben de zarar verdim. Ama onlar daha çok zarar verdiler. Şeyh Sait döneminden beri bu zarar devam ediyor. Kürtler çok zarar gördü. Kürtleri bu şekilde bitiremezsiniz. Şimdi ben diyorum, bunu durduralım. Benim dilimi kültürümü yok edemezsiniz. Bunu anlamıyorlar. Bunu anlamak gerekir. Benim söylediklerim, çabam, kalıcı bir barış ve çözüm yaratmak içindir. Bu tür söylemlerime bile engel olunursa nasıl süreci işletebiliriz? 15 yıldır çözüm için bir şeyler yapmaya çalışıyoruz. Bu çabalarımıza karşı çıkanlar her zaman oldu. Şimdi de var. En basit söylemlerimizden dolayı hücre cezası veriyorlar. Ben bu hücre cezasına karşı yaptığım savunmamda da belirttim. İşte halkı isyana çağırdığım iddia ediliyor. Bunlar gerçeği yansıtmıyor. Ben böyle tehlikeler için önceden uyarıyorum. Bunların olmaması için çaba sarf ediyorum. Ama onlar tutup, bu sözlerimi ceza konusu yapıyorlar. Böyle yaparlarsa biz, barışçıl demokratik çözümü nasıl sağlayacağız? Bu tür cezaların verilmesi doğru değildir.

    "Türkiye'de bir milliyetçilik dalgasını yaratmak ve ulus-devlet anlayışını katı merkeziyetçi bir şekilde devam ettirmek isteyenler var" diyen Öcalan, sözlerine şöyle devam etti: "Bunların başında da MHP ve CHP geliyor. Bunlar bir nevi ittihat terakki mantığının devamıdırlar. Bu anlayışın Türkiye'ye kazandıracağı bir şey yoktur. Bunlar Mustafa Kemal'i de anlamıyorlar. Mustafa Kemal'e ulus-devletin kurucusudur diyorlar. O günün koşullarında doğrudur ama o, özgürlükçüdür. Onun için bağımsızlık ve özgürlük esastı. Milliyetçiliği de devletçiliği de özgürlük için gerektiği kadar kullanmıştır. O dönemde yapabileceği başka bir şey yoktu. Fırsat buldukça inceliyorum. O da benim gibi çok okuyormuş, sabahlara kadar. Benim okuduğum türden kitaplar okuyormuş. Devletler, medeniyetler tarihi, politika üzerine ve daha birçok kitap okumuştur. Mustafa Kemal, kendi çağındaki bütün filozofları okumuştur. Kendi döneminde ve koşullarında ne yapsın, ancak onları yapabildi. Avrupa medeniyetini, batı medeniyetini hedef aldı, mürşit olarak bilimi gösterdi. Bu gün yaşamış olsaydı, O da bizim yaptıklarımızı yapacaktı."

    NAMUS CİNAYETLERİ ÖNLENMELİ

    "Kürtler iktidarı hedeflemeden demokratik toplum hedefini gerçekleştirmelidir" Kürtlere şu önerilerde bulundu: "Benim Kürtlere önerim, siyasal, sosyal, ekonomik, kültürel her alanda demokratik sivil örgütlenmelerini sağlamalarıdır. Bunları devletten beklememeliler. Kendi özgücümüzle bunları başarmalıyız. Çevre dernekleri, çevreci-feminist dernekler, emek örgütlenmeleri, dayanışma kurumları gibi binlerce dernekleşme, örgütlenme gerçekleştirilmeli. Çevreci-feminist derneklerin kurulmasıyla, yaygınlaştırılıp halka ulaşmalarıyla töre, namus cinayetleri önlenebilir. Bu konuda toplum, kadınlar bilinçlendirilmelidir. Ancak o zaman özgürleşebilirler."

    DİL AKADEMİSİ KURULMALI

    Öcalan, "Dil Akademisi'nin kurulması önemlidir, daha önce de önermiştim. Mehmet Uzun'un Hasan Cemal ile yaptığı röportajlarını okudum. Dile önem veriyor. Kendisine şifalar diliyorum. Umarım hastalığını atlatır. Dil Akademisi'nin kurulmasına bu konuda yetkin diğer aydınlarla ve Büyük Şehir Belediyesi ile birlikte öncülük edebilir. Nasıl ki Orhan Pamuk İstanbul Romanı'nı yazdı o da Diyarbakır Romanı'nı yazabilir. Yine bizim doğamız tahrip edildi, barajlardan dolayı binlerce köyümüz sular altında kaldı. Her sene Kıbrıs kadar toprağın gittiği söyleniyor. Erezyona karşı mücadele edilmeli. Büyük barajlar yerine küçük barajlar yapılmalı. Ormanlar korunmalı yeni orman alanları için ağaçlandırmalar yapılmalı. Sadece dergi vb. teorik çalışmalarla yetinilmemeli. Beni sevdiklerini saydıklarını söylüyorlar. Beni sevmek, saymak; düşüncemi anlamak ve hayata geçirmek, demokratik ulusun oluşturulması için çalışmakla olur. Ancak herkes birkaç komünde dernekte görev üslenmeli, çalışmalı. Çalışmayana selam söylemiyorum. Bu çalışmalarda DTP'ye de büyük görev düşüyor. Misyonu önemlidir."

    ..

    ANF NEWS AGENCY


    http://www.rojaciwan.com/modules.php?name=News&file=article&sid=19481



    Re: GÖRÜŞME NOTLARI_ 2006_28.12.2006

    dersim -

    Öcalan: Kararı Kürt halkı verecektir!_(22.12.2006)


    (22.12.2006)

    Öcalan: Kararı Kürt halkı verecektir!

    İSTANBUL (22.12.2006) - Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan, Kürtlerin saldırılar karşısında yalnız olmadığını vurgulayarak, "Kürtlerin de dayanacağı güçler var" dedi. Ateşkese ilişkin Mayıs ayının ikinci haftasına kadar adım atılmaması durumunda aradan çekileceğini söyleyerek, ‘’Aksi taktirde ben çekileceğim, ben yokum diyeceğim. Kararı Kürt halkı kendisi verecektir’’ diye konuştu.

    Abdullah Öcalan avukatları ile haftalık olağan görüşmesini 20 Aralık günü gerçekleştirdi. AK Parti, CHP ve MHP'nin Kürt politikalarına ilişkin sert eleştirilerde bulunan Öcalan, ateşkese ilişkin de önemli açıklamalarda bulundu.



    Türkiye-AB ilişkilerinde temel konuyu oluşturan Kıbrıs sorununun Türkiye açısından yapay bir sorun olduğunu ifade eden Öcalan, asıl sorunun demokrasi olduğunu belirtti.

    Demokratik bilincin içselleştirilmesi ve yaygınlaştırılması gereğine işaret eden Öcalan, "Kürt sorunu barışçıl ve demokratik yoldan çözülmeden Kıbrıs ve Türkiye'nin diğer meseleleri de çözüme kavuşamaz. Bugüne kadar savaşa yatırılan milyar dolarlar ekonomiye ve kalkınmaya yönelir. Türkiye demokratikleşir ve tüm Ortadoğu'ya örnek bir demokratik ülke olur. Türkiye'nin Kıbrıs ve diğer meselelerini ABD ve Avrupa Birliği ile çözmeye çalışmasının netice vermediği ortadadır" dedi.

    BENİ KULLANAMAZLAR

    M. Ali Kışlalı'nın kendisini Peru'da halen cezaevinde bulunan Maoist örgüt Aydınlık Yol'un Lideri Abimael Guzman'a benzettiğini hatırlatan Öcalan, kendisinden Guzman gibi küçük tavizler verilerek yararlanılabileceği değerlendirmesine tepki gösterdi. Öcalan, "Guzman tarzını uygulayarak, beni kullanmak mümkün değil. Bunu akıllarından çıkarsınlar. Tamam benden faydalanılabilir, benim de yapmak istediğim bu ama bu şekilde basit yaklaşılamaz. Böyle düşünenleri ciddi olmaya davet ediyorum" dedi.

    Barışçıl ve demokratik çözüm için 15 yıldır çaba harcadığını ifade eden Öcalan, "Bu çizgide sorunun çözümü için mücadelemiz devam ediyor. Bu konuda hala iddialıyım. İnisiyatifim var, kullanabilirim" diye konuştu.

    'Ulusal kurtuluş mücadelesi'nin PKK'nin kurulduğu dönemin katı sosyalist anlayışının bir ilkesi olduğunu kaydeden Öcalan, sosyalizmi de 90'lı yılların başına kadar bir din gibi yaşadıkları değerlendirmesini yaptı. Dünya ve bölge koşullarının hızla değiştiği 90'lı yıllarda, ulusal kurtuluşçulukla nihai çözüme ulaşılamayacağını anladıklarını ve çözüm arayışlarına girdiklerini ifade eden Öcalan, daha sonra PKK'nin ilan ettiği ateşkes dönemlerinin koşullarına değindi.

    Her dönem kendisi ve PKK'ye yönelik imha çabalarının yaşandığını, kendisi yerine başka liderlerin ön plana çıkarılmaya çalışıldığını belirten Öcalan, "Talabani ile '90'lı yılların başlarında beni yanlarına çekmeye çalışıyordu, fakat ilkelerimden taviz vermeyince beni gözden çıkardılar. Sonraki süreçler biliniyor, bugünkü aşamaya kadar geldik" diye kaydetti.

    MAYIS’A KADAR SÜRE

    DTP'nin çağrısı ile 1 Ekim'de PKK'nin ilan ettiği ateşkese işaret eden PKK Lideri Abdullah Öcalan, Cumhurbaşkanlığı seçimlerine kadar bekleyip sonucu görmek gerektiğini ifade ederek, şunları dile getirdi:

    "Mayıs'ın ilk haftasına kadar mutlaka adım atılmalıdır. Aksi taktirde ben çekileceğim, ben yokum diyeceğim. Kararı Kürt halkı kendisi verecektir. Ben talimat vermiyorum, önceden olacakları söylüyorum, uyarıyorum. Bizim buradaki rolümüz iyi bilinmelidir. Ama eğer imha gelişirse söylediğim gibi tek hücreli bir canlının bile savunma mekanizması vardır, doğal olarak onlar da kendilerini savunacaklardır."

    Kürtlerin 15 bin yıllık geçmişleri ile kültür ve dillerine saygı duyulması gerektiğini vurgulayan Öcalan, kendisinin Türk kültürüne karşı olmadığını ve PKK'nin kuruluş aşamasında birçok Türk arkadaşlarının da bulunduğunu yineledi.

    Daha önce 'Devlet Türkü' olarak tanımladığı kesimin Osmanlı'dan bu yana sadece Kürtlere değil Anadolu'daki emekçi Türk halkına da zararlar verdiği belirlemesini yapan Öcalan, bu kesimin bugünkü temsilcilerinin Kızılelmacılar olduğunu dile getirdi.

    İttihatçıların Ermenileri katlederek Osmanlı'yı parçaladıklarını kaydeden Öcalan, CHP ve MHP'nin de bugün Kürtlere karşı benzer çabalar içerisinde olduklarına dikkat çekti. Bu yaklaşımı 'çok tehlikeli' olarak değerlendiren Öcalan, bunun bir 'Kürt-Türk savaşına yol açacağı' uyarısında bulundu.

    'DAYANACAĞIMIZ GÜÇLER VAR’

    Kürtlerin saldırılar karşısında dayanacakları güçlerin bulunduğuna işaret eden Öcalan, şunları ifade etti:

    "Kaldı ki Kürtler artık yalnız değildir. Kürtlerin de dayanacağı güçler var. Sonuçta Güney'de Kürtlerin sığınabilecekleri bir ulus devleti de var artık. Yine Kürt-Şii ittifakı gelişebilir. Başka devletler de Kürtlere destek verir. Bütün Kürtler birleşir, 40 milyon Kürt, Türklerle savaşabilir. Bu çok tehlikelidir, uyarıyorum. İşte o zaman bu devlet Türklerinin, bu yeni ittihatçıların, milliyetçilerin üzerine titredikleri Türk kültürü de tehlikeye girer. Bu ulusalcılar Türkiye'yi sevmek adına milliyetçilik yapıyorlar ama ortaya çıkacak sonuç budur. Tıpkı İttihatçıların Osmanlıyı parçaladıkları gibi Türkiye'yi parçalayacaklardır. Bunu göremiyorlar mı?"

    Atatürk'ün de İttihatçılara karşı olduğu ve sadece cumhuriyeti korumak dürtüsü ile hareket ettiği belirlemesini yapan Öcalan, dönemin koşullarına göre anlaşılabilir olan Mustafa Kemal'in yaptıklarının bugün uygulanmaya çalışılması durumunda ortaya çıkacak tablonun faşizm olacağının altını çizdi. Tarihten benzer lider örnekleri veren Öcalan, dönemini aşan uygulamaların dünyada faşizme yol açtığına dikkat çekerek, 'Kızılelmacıların' da bugün Türkiye'de uygulamak istedikleri politikaların 'faşizmi' doğuracağı uyarısında bulundu.

    ERDOĞAN’IN AÇIKLAMALARINA SET TEPKİ

    Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın ABD'ye yaptığı "Türkiye'nin batısındaki etnisiteler hangi haklara sahipse doğudakiler de aynı haklara sahiptir. Kürtlerin hak sorunu yoktur" şeklindeki açıklamasına değinen ÖCALAN , buna ilişkin görüşlerini şöyle açıkladı:

    "Ben bu sözleri şu şekilde anlıyorum; Kürt etnisitesi, Türk etnisitesi, Çerkez etnisitesi ve diğer etnisiteler aynı haklara sahiptirler. O halde Kürtler de kendi anadilleriyle eğitim yapabilirler. Akademi kurabilirler, yayın vb. bütün haklarını kullanabilirler. Diyarbakır'da hala bir akademi yok. Söylemek istediğim şu; Kürtler artık iyi siyaset yapmalılar. Neden yapamıyorlar? Korkuyorlar mı, korkmasınlar. Sadece cesaret de yetmez. Bu işi bilmek, akıllı olmak, ne istediğini bilmek gerekir. Erdoğan böyle diyorsa Kürtler hemen cevap vermelidir bu şekilde. Başbakan, 'Kürtler, Türkler, Çerkez bütün etnisiteler eşit haklara sahiptir' demiştir, eşit olmak da bu hakların uygulanmasıyla olur diyebilmeliler."

    Kürtlerin asimilasyon politikaları nedeniyle iyi siyaset üretemediklerini, yine bu nedenle "arada kaldıklarını' belirten Öcalan, Kürt kişiliğinin baskı, eritme politikaları altında gelişemediğini söyleyerek, "Kürtlere özgür, onurlu bir şekilde yaşama şansı tanınmamıştır. Bu önemlidir. Ancak onurlu olan özgür olabilir, özgür olan bilinçli olabilir ve üretebilir" dedi.

    DTP'YE İTTİFAK ÖNERİSİ

    AK Parti'yi, 'muhafazakar ve dindar kesimlerin oluşturduğu bir çeşit ittifak' olarak niteleyen Öcalan, ulusalcılar ve milliyetçilerin de 'Kızılelma Koalisyonu' oluşturma çabalarına işaret ederek, "Neden Türkiye'de sol güçler demokratlar ittifak gerçekleştiremiyor?" sorusunu sordu.

    DTP'ye, seçimlere dönük ittifak oluşturma önerisinde bulunan Öcalan, "Bu ittifakta bütün sol sosyalist demokrat partiler, barıştan demokrasiden yana bütün sivil toplum örgütleri yer alabilmelidirler" diye konuştu.

    Başbakan Erdoğan'ın AK Parti içerisinde yaklaşık 50 Kürt milletvekilinin bulunduğu söylemine de dikkat çeken Öcalan, şu değerlendirmede bulundu:

    "Bizi bu kadar basit mi sanıyorlar. Biz kendi durumumuzu bilmiyor muyuz? Kürtlerin Türkiye'deki statüsüne daha önce de değinmiştim. Abdülkadir Aksu'da bu 50 milletvekilinden biridir. Onun bakanlığı döneminde 3 milyon Kürt, yerinden yurdundan ettirilerek, tehcir edilmiştir. Yine Hüseyin Çelik, Zapsu gibi isimleri kastediyor. Bunlar kendi Kürtlerini yaratarak, kendilerince sorunu çözecekler. İşbirlikçi zengin Kürt aileleri var. Sadık ağa düzeniyle Kürtleri devlete bağlamaya çalışıyorlar. Başbakan bunların çıkardığı milletvekillerini kastediyor."

    Çoğu Nakşi geleneğinden gelen söz konusu AK Partililer aracılığı ile, dini duyguları kullanılan Kürtlerin devlete bağlanmaya çalışıldığını dile getiren Öcalan, "Yine ekonomik olarak açlıkla terbiye etmeye çalıştıkları halkı, mikro kredi gibi yöntemlerle devlete bağlamaya çalışıyorlar. Sorunu bu şekilde çözmeye çalışıyorlar. İşte bunların eliyle AKP, kendine göre bireysel haklara dayalı bir çözüm geliştirmeyi düşünüyor" diye belirtti.

    BARAJLAR KÜLTÜR KATLİAMIDIR

    Bölgede yapılacak barajların yol açacağı göçler ve kültür katliamına da değinen Öcalan, bölgedeki büyük askeri gücü de 'askeri işgal' olarak değerlendirirken, "Türkiye'deki Kürtlerin bugünkü statüsü budur. Kürtlere reva görülen bu statünün ne dinde yeri vardır, ne de kardeşliğe sığar. Ben kendi anadilimde konuşamayacaksam, çocuklarım kendi anadillerini öğrenemeyeceklerse benim yaşamımın ne anlamı kalır?" diye konuştu.

    Kendisinin daha önce değişik adlarla ifade ettiği toplumsal örgütlenme modelinin özünün demokratik özerklik olduğunu kaydeden Öcalan, bu modelin Türkiye'nin her bölgesinde uygulanabileceğini söyledi. Öcalan, Kürtlerin bu kapsamda her alanda örgütlenmeleri gerektiğini yineledi.

    KOMİSYON ÖNERİSİ

    IRA ve ETA ile barış görüşmelerinde yer alan İngiltere Başbakanı Tony Blair ve İspanya Devlet Başkanı Zapatero ile görüşen Erdoğan'ın onların deneyimlerinden yararlanması gerektiğini belirten Öcalan, Türkiye'de de silahların bırakılması için 'Hakikatleri Araştırma ve Adalet Komisyonu' kurulması önerisini yineledi. Öcalan, komisyonun işlevi ve içeriğine ilişkin şunları dile getirdi:

    "Sayın Erdoğan bu konuda Blair'in, Zapatero'nun deneyimlerini alarak neden harekete geçmiyor? Bu komisyon sadece Türk yurtseverlerinden de oluşabilir. Hatta devlet kimi öneriyorsa onlar bu komisyonda yer alsın. Bu konuda somut adım atılmalıdır. Sayın Erdoğan Filistin sorunu ile ilgileniyor, Irak sorunu ile ilgileniyor, medeniyetler ittifakı için çaba sarf ediyor, neden kendi ülkesindeki Kürt sorunu için de çaba sarf etmiyor?"

    ‘SAĞOL TALABANİ’

    Talabani'nin, "Türkiye'nin bir yandan Irak'ta din ve mezheplere dayalı şiddeti artıran Irak muhaliflerinin İstanbul'da konferans yapmalarına izin verirken, bir yandan da bizden PKK'ye karşı savaşmamızı istemesi şaşırtıcıdır" şeklindeki açıklamasını da Öcalan, "Çok iyi yakalamış, Sağol Talabani diyorum" şeklinde değerlendirdi.

    İstanbul'da düzenlenen toplantının çifte standart olduğunu kaydeden Öcalan, "Irak'ta şiddet uygulayan Sünni gruplar İstanbul'da toplantı yapıyorlar. Bir yandan Irak'taki Araplara uzlaşın deniliyor, öte yandan Kürtlere de savaşın deniliyor, bu kabul edilemez, bu çifte standarttır. Talabani bunu iyi yakalamış. Kürtler adına siyaset yapanlar böyle zamanında etkili değerlendirmeler yapabilmeliler" dedi.

    İmralı Adası'nın koşulları nedeniyle daha önce ifade ettiği bacakları, boğazı ve kafasındaki rahatsızlıkların devam ettiğini söyleyen Öcalan, herkesin yeni yıl ve bayramını kutladı.

    Öcalan, tek kanallı radyodan haberleri dinlediğini ve gazetelerin kendisine gecikmeli olarak verildiğini bildirdi.

    ..

    ANF NEWS AGENCY


    http://www.rojaciwan.com/modules.php?name=News&file=article&sid=19793



    Re: GÖRÜŞME NOTLARI_ 2006_28.12.2006

    dersim -

    Öcalan: Türkiye gireceği bataklıktan bir daha çıkamaz


    (30.12.2006)

    Öcalan: Türkiye gireceği bataklıktan bir daha çıkamaz

    İSTANBUL (30.12.2006) - Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan, Türkiye'de bir demokratik koalisyona ihtiyaç bulunduğunu söyleyerek, ''Türkiye'nin önünü ancak demokratik bir koalisyon açabilir'' dedi.

    Öcalan, ateşkes kararından sonra askeri kışlalara "Mağara mağara arayın, operasyonları daha da arttırın" talimatı geçtiği ortaya çıkan Yaşar Büyükanıt'a yanıt verdi. Öcalan, "Söylemler hiç gerçekçi değildir. PKK bu şekilde asla bitirilemez. Türkiye'yi çok tehlikeli bir oyuna çekiyorlar. Herkesin bunu çok net görmesi gerekiyor" dedi

    Bir hafta sonra avukatlarıyla görüşen Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan'ın perşembe günü yaptığı yılın son görüşmesinde önemli mesajlar verdiği öğrenildi.

    Edinilen bilgiye göre solun durumunu değerlendiren Öcalan, Türkiye'de bir demokratik koalisyona ihtiyaç bulunduğunu vurgulayarak, "Bu çözümsüzlüğe karşı demokratik bir koalisyona ihtiyaç vardır. Bunlar neden başaramıyorlar, ne yapıyorlar, neden bir araya gelemiyorlar?" diye sordu. Öcalan, şunları söyledi: "Türkiye'nin önünü ancak demokratik bir koalisyon açabilir, bunun içerisinde DTP, EMEP, SDP, DSP hatta olabilirse SHP olabilir. Yani herhangi bir parti üzerinden seçime gidilebilir. Benim kast ettiğim büyük bir koalisyondur, Türkiye'nin tüm demokrat güçleri bir araya gelerek bu koalisyonda yer alabilir. İtalya'da böyle bir birlik ancak 15 yıl sonra iktidara gelebildi."

    DTP NE YAPACAĞINA KARAR VERSİN

    "Türkiye'deki sol neden bir araya gelemiyor" diye soran Öcalan, "Sol kafalar hala geçmişte. Türkiye'de de sol ve demokratlardan oluşan bir koalisyon olabilir. Çalışsalar bu mümkündür. Şu an ortam da buna çok müsaittir. Toplantı, gösteri, panel gibi etkinlikler yapabilirler. DTP böyle bir oluşumda yer alabilir veya Kürtler bir başka seçenek üzerinde karar verirler, 20-30 milletvekili ile kendilerini temsil de edebilirler. Artık kendileri ne yapacaklarına karar versinler" dedi.

    Hakikatleri Araştırma Komisyonu'na ilişkin daha önce aktardığı görüşlerine gelen eleştirilere yönelik şunları söyledi: "Devletten buna katılım beklemek doğru değil, sözlerim yanlış anlaşılmasın, ben bunu bu şekilde kast etmedim. Devlet de içinde olmaz, PKK de içinde olmaz. Devlet, bu tür girişimleri engellemezse, tutuklamazsa buda iyi bir şeydir, önemlidir. Burada Başbakandan bir talebim bir ricam var, böyle bir komisyonun oluşumu halinde en azından engel olunmamalı, engellenmemelidir."

    SİLAHLARI KOMİSYONA TESLİM EDERİZ

    Ankara da 324 aydının bir araya gelerek bir barış deklerasyonu yayınladığını hatırlatan Öcalan, konuya ilişkin şu tespitlerde bulundu: "Ben zaten bunları sürekli dile getiriyorum, bu önemli bir girişimdir. Devlet veya örgütün daraldığı, çıkmaza girdiği anda aydınlar devreye girer, bu üçüncü bir alandır. Dünyanın çeşitli ülkelerinde de İspanya-Eta, İrlanda, Güney Afrika'da bu deneyimler yaşanmıştır, bunların yaptıkları bir çeşit hakem rolüdür, her iki tarafı adil bir şekilde barışa çözüme zorlar. Aydınlar, Hakikatleri Araştırma ve Adalet Komisyonuyla birlikte çalışabilir hatta bu görevi üstlenebilirler. Hakikatleri Araştırma ve Adalet Komisyonu taraflar kim ne yapmışsa bunu araştırıp açığa çıkarmalı, taraflar karşılıklı olarak hatalarını itiraf etmeli, komisyonun işlerini kolaylaştırmalıdırlar. Biz o zaman bu komisyonun denetimine silahları bırakabiliriz, yani komisyona silahlar sizin denetiminizdedir onları kontrol edebilirsiniz deriz. Bundan sonraki tüm Barış girişimlerine ilişkin olarak şu hususları önemle vurgulamak istiyorum. Bir, cumhuriyeti olduğu gibi kabul ediyoruz. İki üniter devlet ve laikliği biz de kabul ediyoruz. Üç, halklara, haklara ve kültürlere saygı temelinde demokratik devleti yeniden tanımlamak gerekiyor."

    AYDINLAR ÖZ VATAN ÇOCUKLARDIR

    Öcalan, aydınlara yönelik sözlerini şöyle sürdürdü: "Aydın girişimi hakkında bazı şeyler söylemek istiyorum. Bunlar üçüncü bir yol olarak görülmelidir, bunlar rol almalıdırlar, üzerlerine düşen sorumluluğu yerine getirmeye başlarlarsa o zaman taraflar bunlara güvenmelidirler. Bunlar iyi niyetliler, öz vatan çocuklarıdırlar, ortaya koyacakları çözüme saygılı olacağız, bunların iyi bir araştırma ve çalışma neticesinde ortaya koyacağı verilerde Kürtlerin de payına ne düşüyorsa buna saygılı oluruz. Devletin gelip teslim olsunlar söylemi de gerçekçi değil. Mevcut hukuk karşısında hakimlerin de yapacağı fazla bir şey yok. Bu durumda ağır cezalar alırlar. Bütün bunlara aydınlar çözümler geliştirebilirler."

    2007 yılının önemli bir yıl olduğunu kaydeden Öcalan, şu hususların altını çizdi: "Daha önce de belirttiğim gibi 14 yıldır barışa ilişkin söylediklerimi 1999 da Türkiye getirilişimden sonra bir teze dönüştürdüm. 92 yılına kadar tereddütlü bir durum vardı, yani şiddetle mi, diyalogla çözüm mü tereddütünü yaşadım. Ancak diyalogu istememiz ve devlet içinden de bu yönlü bir diyalog talebi gelmesi ile bu diyalog yönüne ağırlık verdik. Özal döneminde, Erbakan döneminde ve sonrasında da bu talepler bize geldi. Fakat bu diyalog taleplerini ve süreçlerini devlet hep tasfiye mantığı ve fırsatı şeklinde değerlendirdi ve bu tarzda yaklaştı. Fakat biz diyalog sürecinin önemine inandık, isteseydik savaşı muazzam ölçüde tırmandırabilirdik, Filistin-İsrail sürecinden daha büyük bir savaşı sürdürebilirdik. İntifada benzeri her tarafta şehirlerde her yerde bir savaş geliştirebilirdik, ancak biz demokratik bir çözüme inandık."

    AKP RÖVANŞI ALACAK

    Öcalan, 2007 yılına ilişkin olarak şu değerlendirmelerde bulundu: "Türkiye muhakkak çözüme gelmek zorundadır, 2007 yılında öyle görünüyor ki AKP rövanşı alacak. Tayyip, Cumhurbaşkanı olacak gibi görünüyor. Her ne kadar onlara engeller çıkarsalar da AKP, Terakkiperver Fırkasından farklı olarak bu rövanşı alacak, cumhurbaşkanlığını da alacak iktidarı da alabilir fakat büyük oranda da daralacaktır. Zaten onlara da bunları almak yetiyor. AKP ile Genelkurmay arasında bir uzlaşma var. Buna göre Genelkurmay, AKP'nin hükümet olmasını kabullenecek hatta cumhurbaşkanlığını almasına da göz yumacak bunun karşılığında AKP de Genelkurmayın operasyon yapmasına karışmayacak ve Şemdinli'de açığa çıkan ayıplarının üzerine gitmeyecek, ben bunu çok iyi görüyorum, biliyorum."

    Genelkurmay Başkanı Büyükanıt'ın ateşkesten sonra askeri kışlalara "Mağara mağara arayın, operasyonları daha da arttırın" şeklinde geçtiği talimatı değerlendiren Öcalan, şu hususlara vurgu yaptı: "Genelkurmayın mağara mağara arayın, son kişi kalana kadar mücadelemiz devam edecek söylemleri hiç gerçekçi değildir. Daha önce de söylemiştim PKK bu şekilde asla bitirilemez. AKP ve Genelkurmay arasındaki bu anlaşma derhal bitirilmelidir, böyle bir anlaşma açıkça ifade ediyorum ki, çok tehlikeli sonuçlar doğurur. AKP 1925'lerdeki Terakkiperver Halk Fırkasının günümüze uyarlanmış halidir, ancak farklılıkları da vardır. Kürt Teali Cemiyeti de 25'lerdeki Terrakiperver Halk Fırkasının yanında yer almıştır. Bugün de AKP içinde Aksu, Çelik, Zapsu gibi bir kısım Kürt Nakşîler var, AKP'nin içinde 50-60 civarında Kürt Nakşî milletvekili var, hatta bunların sayıları daha fazla da olabilir. Zapsu gibileri uluslararası alanda İngiltere'de Avrupa'da özelikle ABD'de de güçlü ilişkileri vardır. Bunların bu hale gelmesinde ABD'nin fikri ve desteği vardır. Özelikle 1982'den sonra ABD onları bir plan çerçevesinde desteklemiş ve bürokrasiye taşımıştır. 1982'de Kenan Evren Güneydoğu'ya gelip Hıznavi Şeyhleri ile görüşmüştü, bunu tesadüfen öğendim ve çok şaşırdım. Hatta kendileri bana gelip Kenan Evren'in kendileri ile görüştüğünü ve ne konuştuklarını söylediler."

    AKP'DE KÜRT NAKŞİ PARTİSİ VAR

    AKP-Nakşilik ilişkisini irdeleyen Öcalan, şu tespitlerde bulundu: "Bir bakıma AKP'nin içinde Kürt Nakşî partisi vardır diyebiliriz. AKP'nin içerisindeki Kürt Nakşilerin direkt iktidar olma hedefleri yoktur, iktidarın onlara sunmuş olduğu makam mevkii yeterlidir, amaçları iktidardan pay almaktır. Bunun karşılığında Kürt Halkını baskı altında tutma, din ile uyuşturma ve özgürlük taleplerini geriletmektir. Hüseyin Çelik'in Van ve yöresinde 70-80 tane yeğeninin devletin kurum ve kuruluşlarına yerleştirildiği söyleniyor bu diğer Nakşîler için de böyledir. Birçok kurumda müdürlük Başbakan Müsteşarlığı gibi önemli görevler verilmektedir. Saidi Nursi Nakşîliği devam ettirmiştir bunun hem Kürt kolu hem Türk kolu mevcuttur. Fethullahcılar, İsmailağa ve Süleymancılar ve benzerleri Nakşîliğin Türk koludur. Nakşiliğin Kürt kolu da vardır İlim ve Menzil kolları da bunlardandır. Devlet bize karşı bunların bir kısmını Hizbullah örgütlemesi ile kullanmıştır, hatta bunlara Gercüş'te ordu tarafından, tabii ordunun hepsi değil fakat bölge komutanlıkları tarafından silahlı eğitim verdirilmiştir ve bunlar beşbin Kürt yurtseverini katletmişlerdir."

    1825 yılından beri Nakşîlik'in toplumda önemli bir rol oynadığını vurgulayan Öcalan, şöyle devam etti: "II. Mahmut yeniçeri ocağını ortadan kaldırdığında yeniçeri ocağının bağlı olduğu Bektaşilik de büyük darbe aldı, ortaya çıkan boşluğu Nakşîler doldurdu. O zamanlar mezarı şu anda Şam'da bulunan Nakşîliğin temsilcisi bir Kürt olan Mevlana Halid-i Bağdadidir merkezi de Süleymaniye'dedir, Şeyh Ubeydulah, Seyit Abdülkadir, Şeyh Sait ve hatta Saidi Nursi hepsi Nakşî'dir. Talabani ve Barzani aşiretleri de Nakşî'dir. Fakat ne kadarı Nakşî ne kadarı ulusalcı onu ben tam bilemiyorum, bu konuda detaylı bir araştırmam yok. Şeyh Ubeydullah, Şeyh Said din eksenli fakat Kürt mücadelesi vermişlerdir, yani Kürt Partileridir. Yani ortalama 150 yıldır Nakşîler etkindir, Kürtler binyıldır sömürülüyor. Son 150 yıldır da Nakşîcilikle oyalanıyor. Kürt hareketlerine karşı yapılan harekâtlarda en büyük zararı Mir Bedirhan görmüştür. Bugün devlet içindeki Kürt Nakşîleri ise devlette AKP benzeri partilerle anlaşarak Kürtleri elde tutma sureti ile iktidardan, bürokrasinin çeşitli mevkilerinden pay almaktadır. Mustafa Kemal kurtuluş savaşı sırasında başta Kürt Nakşîlerini kullanmıştır hatta Bitlis Şeyhleri ile görüşmüştür, Bitlis mebusu Yusuf Ziya da mecliste yer almıştır."

    ANADİLİMİ BİLE ÇOK GÖRECEKSİNİZ

    Öcalan, Başbakan Erdoğan'a ilişkin bu hafta da değerlendirmelerde bulundu. Öcalan, şunları söyledi: "Başbakan Erdoğan da eğer Kürt Sorunun kendi içerisindeki bu 50-60 milletvekili ile çözmek istiyorsa onu açıkça uyarıyorum bu sorunu çözmez, sonuç getirmez. Ben kendimi bir Kürt demokratı olarak tanımlıyorum. Bu sorunu asıl muhataplarıyla, yani Kürt demokratları ile çözmek lazım. Türkiye'nin son otuz yılda yaşadıklarından dolayı bizleri sorumlu tutuyorlar, bu doğru değildir sen beni yok sayacaksın, kimliğimi dilimi kabul etmeyeceksin, bana bir anaokulunu bile çok göreceksin ve de sorumlu tutacaksın, bu kabul edilemez. Gelinen noktada bunların sorumluluğu vardır, Baykal'ın ve 80 öncesi de sonrası da sol partilerin sorumluluğu vardır."

    Öcalan, Baykal-laiklik ilişkisi konusunda da şu çarpıcı değerlendirmeleri yaptı: "Baykal ben laikim diyor, bu doğru değil. Laiklik böyle olmaz, sol ve demokratım diyenlerin zamanlarında da Kürtlere karşı bunlara birçok imkân sağlandı. Şimdi bu soruna karşı AKP biraz akıllı davrandı, İslami, sol, demokrat, milliyetçi bütün değerleri kullanıyor. Fakat AKP işin daha çok ticari boyutu ile alakalı yani tam bir tüccar mantığı ile hareket ediyor. Görünüşte manevidirler, fakat esasında işin maddi boyutu ile ilgilidirler. Siyasi sorunlara tüccar mantığı karıştırıldığı zaman o sorunu çözemezsiniz. Dediğim gibi AKP tüccar zihniyetine sahip olduğu için, tüccar zihniyeti de kârı esas alır ve acımasızdır, bu nedenle onlar için bazı mevkileri elde etmek, bazı kazançlar sağlamak zaten yetiyor. AKP'nin bu tüccar zihniyeti devam ettiği takdirde AB, ABD ve diğer güçlü devletlere bağımlı hale gelecek ve Türkiye özelikle ekonomik alanda kaldıramayacağı dayatmalarla karşı karşıya kalacaktır."

    CHP VE MHP'DE ÇÜRÜME VAR

    Öcalan, CHP ve MHP konusunda şu tespitlerde bulundu: "Meydan CHP ve MHP'ye kalırsa zaten onların yöntemi bellidir, yok etme olmaz ise, kültürel soykırım yöntemidir. Bunlar halen 20'lerin şablonu ile düşünüyorlar. Bununla sonuç alınamayacağı açıktır, CHP sorunu çözmeye yanaşmıyor MHP hiç yanaşmaz. CHP'nin Ankara da lüks binası var. MHP de çok lüks binalarda kalıyor diğer partiler de öyle. Hepsi maaşlı maddi gelirleri çok, bunlarla da yetiniyorlar. Dolayısıyla onlarda ve Türkiye'de bir çürüme var sorunu çözmekten uzaklaşmışlardır. Bunlar Kürtler için vuralım kıralım diyorlar öyle vuracak kıracak güçleri de yoktur, kalmamıştır."

    AĞAR BAŞARABİLİR Mİ?

    Öcalan, Kürt sorununda ezberi bozan yaklaşımlarıyla dikkatleri üzerine çeken DYP lideri Mehmet Ağar'a ilişkin olarak şu değerlendirmeyi yaptı: "DYP ve Ağar da soruna liberal demokrasi çerçevesinde yaklaşıyor ancak başarıp başaramayacağı belli değil. Melik Fırat onlar da Federasyon talep ediyor. Bu da gerçekçi bir çözüm olmaz. Sorun demokratik bir çerçevede ancak çözülebilir. Ortada otuz yıldır yaşanan bir savaş var. Şimdi soruyorum Atatürk olsaydı bu sorunu çözmez miydi? Ya savaşla hemen bitirirdi ya da bu işin içinde bir bit yeniği var veya bu iş böyle gitmez deyip sorunu çözerdi. Otuz yıldır süren bir savaş var ve bunlar halen sorunu algılamaktan, görmekten, çözmekten uzaktır. Otuz yılık savaş olmaz."

    Abdullah Öcalan, son günlerde Atatürk sevgisini tabulaştıran, adeta bir din haline getiren, özgürlük ve demokrasiye karşı bayrak açan Kemalistlere yönelik şu eleştirilerde bulundu:

    "CHP ve diğerleri 20'li yıllardaki şablonla hareket ediyorlar, Atatürkçülüğü binlerce kişinin Anıtkabiri tavaf etmesi olarak algılıyorlar. Bu gerçek anlamda Atatürkçülük değildir. 20'lerden bu yana çok şey değişti, bunları görmek gerekiyor. Atatürk o zamanlar ancak cumhuriyeti kurarak ülkenin kurtulabileceğini görmüştür. Cumhuriyet Atatürk için anahtar bir kelimedir, cumhuriyet fikrine inanmıştı etrafındakilerin böyle bir fikri yoktu. Esasında Atatürk, fikri anlamda tek kalmıştır. Atatürk cumhuriyeti kurarken ne dayanacağı bir aşireti ne bir ordusu ne de burjuvazisi vardı, aksine hakkında padişah tarafından verilmiş bir idam fermanı vardı, öyle sanıldığı gibi ordusu da yoktu. Fakat Atatürk kendisine bilimi esas alarak 20'li yılların başında gece gündüz zamanın sosyal bilimlerini incelemiş, birçok kitap okumuş ve bunlardan pratik sonuçlar çıkarmıştır, bilime önem vermiştir hayatta en hakiki mürşit ilimdir sözü bunu doğrular.

    CUMHURİYETİ DEMOKRATİKLEŞTİRELİM

    Öcalan, Atatürk'e yönelik değerlendirmelerini şöyle sürdürdü: "Atatürk pragmatist bir kişiliktir, İttihat ve Terakki'den kaçanları kendi etrafında toparlayabilmiş ve onları kurutuluş mücadelesinde çalıştırmıştır, Kılıç Ali'lerde bunlardandır yine Saidi Nursi gibi İslami kişilikleri de kendi etrafında toparlamış onların da desteklerini almıştır. Daha sonra Saidi Nursinin cumhuriyet fikrine inanmaması nedeniyle onu sürgüne göndermiştir. Yine Kürt büyüklerinin elini öpmüş, Diyap Ağa gibi şahsiyetleri de ikna etmiştir. Aynı şekilde Kürt Nakşîlerinin de desteğini almış sonraları onları da tasfiye etmiştir. Atatürk bu tasfiyelerin bir kısmını yapmak zorunda kalmıştır. Aksi halde kendisini yutacaklardı. Ben bununla Atatürk'ün iyi yaptığını kastetmiyorum fakat hangi koşullarda bunların yapıldığını anlamak lazım. Atatürk o koşullarda ancak cumhuriyeti kurabilirdi. O da bunu yaptı. Aslında Atatürk çok şey yapmamıştır sadece cumhuriyeti kurmuştur ve bu da çok dar çerçevede kalmıştır, bu yaptığı önemlidir fakat asıl önemli olan cumhuriyetin demokratikleştirilmesidir. Ben de diyorum ki gelin hep beraber cumhuriyetin yeniden demokratik inşasını sağlayalım. Ancak cumhuriyetin demokratik inşası bir çözüm olabilir. Kaldı ki cumhuriyetin kuruluşunda da asli unsur olarak yer almıştık."

    BEN ARADAN ÇEKİLECEĞİM

    Abdullah Öcalan, önümüzdeki günlerde Kürt sorununda meydana gelecek olası gelişmeleri şu şekilde ele alıp değerlendirdi: "Mayıs ayına kadar bu süreç sürdürülebilir, Kürtlerin önünde kış var bu süreyi iyi değerlendirmeleri, düşünmeleri tartışmaları gerekir, her Kürt her akşam evinde düşünmelidir. Bu, ölüm-kalım meselesidir. Kendi kaderlerini kendileri çizecekler. Kürtler neye karar vereceklerse kendileri bilirler. Kendileri karar verirler. Devlet adım atmazsa ve sonuçta da savaşa dair karar çıkarsa, ben aradan çekileceğim, arkadaşlarımdan özür dileyeceğim, kusura bakmayın ben yokum diyeceğim. Olacaklardan da sorumlu olmam. Çünkü zarar veren bir savaşta, bir yerde olmayacağım. Böyle bir durumda kendimi de kullandırtmam. Devletin güneye bir operasyon yapması olasılığına karşı meşru savunma tedbirleri alınmalı. Şengal'de Ezidiler çoğunluktadır katliama uğrayabilirler aynı şekilde Mahmur bölgesi de daha öncesinde söylediğim gibi bir katliama maruz kalabilir gerekli tedbirler alınmalıdır."

    OYUNDAKİ BATAKLIĞA ÇEKECEKLER

    Öcalan, ABD'nin PKK Koordinatörü Raltson'a yönelik şu hususlara dikkat çekti: "ABD koordinatörü Raltson'un da ortağı olduğu şirket Türkiye'ye yeni bazı uçaklar satıyor ve 216 adet F-16 uçağının modernizasyonunu üstleniyor. Bunlar Türkiye'yi çok tehlikeli bir oyuna çekiyorlar. Herkesin bunu çok net görmesi gerekiyor. Eğer Türkiye bu oyuna çekilirse açıkça söylüyorum ki; Türkiye gireceği bu bataklıktan bir daha çıkamaz. Şu anda Irak'taki durum 2. Dünya savaşındakinden bile daha çıkmaz bir durum arz etmektedir. 2. Dünya savaşında taraflar ne yapacaklarını biliyorlardı. Irak'ta ise kimse ne yapacağını da bilmiyor."

    Öcalan, sözlerini şöyle tamamladı: "Bütün cezaevindekilere selamlarımı iletiyorum, herkesin, tüm halkımızın yeni yılını ve kurban bayramını kutluyorum. Bayramın kurbansız bir kurban bayramı olması dileğiyle diyorum. Herkesi selamlıyorum."

    ..

    ANF NEWS AGENCY


    http://www.rojaciwan.com/modules.php?name=News&file=article&sid=20099



    Re: GÖRÜŞME NOTLARI_ 2006_28.12.2006

    dersim -

    Öcalan'ın Görüşme Notları_28.12.2006




    Irak Çalışma Raporu gerçekçi değil, uygulama ihtimali yok. Aydınların bir araya gelerek bir barış deklarasyonu yayınlamaları güzel, ben zaten bunları sürekli dile getiriyorum, bu önemli bir girişimdir.




    Yaşanan Çözümsüzlüğe Karşı Demokratik Bir Koalisyona İhtiyaç Vardır

    Irak Çalışma Raporu gerçekçi değil, uygulama ihtimali yok. Aydınların bir araya gelerek bir barış deklarasyonu yayınlamaları güzel, ben zaten bunları sürekli dile getiriyorum, bu önemli bir girişimdir. Devlet veya örgütün daraldığı, çıkmaza girdiği anda aydınlar devreye girer bu üçüncü bir alandır. Dünyanın çeşitli ülkelerinde de Sierra Leone, İspanya-Eta, İrlanda, Güney Afrika’da bu deneyimler yaşanmıştır, bunların yaptıkları bir çeşit hakem rolüdür, her iki tarafı adil bir şekilde barışa çözüme zorlar.
    Ayrıca Türkiye’de bir demokratik koalisyona ihtiyaç var. Bu çözümsüzlüğe karşı demokratik bir koalisyona ihtiyaç vardır, bunlar neden başaramıyorlar, ne yapıyorlar neden bir araya gelemiyorlar, Türkiye’nin önünü ancak demokratik bir koalisyon açabilir, bunun içerisinde DTP, EMEP, SDP, DSP, hatta olabilirse SHP olabilir. Yani herhangi bir parti üzerinden seçime gidilebilir.

    Benim kast ettiğim büyük bir koalisyondur, Türkiye’nin tüm demokrat güçleri bir araya gelerek bu koalisyonda yer alabilir. İtalya da böyle bir birlik ancak 15 yıl sonra iktidara gelebildi.

    Hakikatleri Araştırma Komisyonuna devletten katılım beklemek doğru değil, sözlerim yanlış anlaşılmasın, ben bunu bu şekilde kast etmedim. Devlet de içinde olmaz, PKK de içinde olmaz. Devlet, bu tür girişimleri engellemezse, tutuklamazsa buda iyi bir şeydir, önemlidir. Burada Başbakandan bir talebim bir ricam var, böyle bir komisyonun oluşumu halinde en azından engel olunmamalı, engellenmemelidir

    Güneyli güçlerle bu saatten sonra olumsuz bir şey olmaz, zaten böyle bir şey artık mümkün değil çünkü hepsi durumun farkındalar olumsuz bir şey artık yaşanmaz.

    Biliyorsunuz bana verilen disiplin cezası uygulanmadı, bu önemli bir şey. Ben disiplin cezası kararına karşılık olarak iki ayrı yazılı dilekçe vermiştim orada söylediklerimi bugün de biraz dile getireceğim. Ayrıca bu ceza bana uygulanmadığına göre durumu biraz anladıklarını düşünüyorum, biraz buna da dayanarak konuşacağım, açılacağım. Sanırım konuşmalarımdan dolayı da bir sorun olmaması gerekiyor. Bu aydın girişimi hakkında bazı şeyler söylemek istiyorum. Bunlar üçüncü bir yol olarak görülmelidir, bunlar rol almalıdırlar, üzerlerine düşen sorumluluğu yerine getirmeye başlarlarsa o zaman taraflar bunlara güvenmelidirler. Bunlar iyi niyetliler, öz vatan çocuklarıdırlar, ortaya koyacakları çözüme saygılı olacağım, bunların iyi bir araştırma ve çalışma neticesinde ortaya koyacağı verilerde Kürtlerin de payına ne düşüyorsa buna saygılı olurum. Devletin gelip teslim olsunlar söylemi de gerçekçi değil mevcut hukuk karşısında hakimlerin de yapacağı fazla bir şey yok, bu durumda ağır cezalar alırlar. Bütün bunlara aydınlar çözümler geliştirebilirler. Bunlar, Hakikatleri Araştırma ve Adalet Komisyonuyla birlikte çalışabilir hatta bu görevi üstlenebilirler. Hakikatleri Araştırma ve Adalet Komisyonu taraflar kim ne yapmışsa bunu araştırıp açığa çıkarmalı, taraflar karşılıklı olarak hatalarını itiraf etmeli, komisyonun işlerini kolaylaştırmalıdırlar, biz o zaman bu komisyonun denetimine silahları bırakabiliriz, yani komisyona, silahlar sizin denetiminizdedir onları kontrol edebilirsiniz, deriz.

    Komisyona da görüşlerimi aktarabilirsiniz. Barış konferansına da benim adıma bir bildiri yayınlayabilirsiniz. Bildiride şunlar belirtilebilir. Bir, cumhuriyeti olduğu gibi kabul ediyoruz, iki üniter devlet ve laikliği biz de kabul ediyoruz, üç, halklara, haklara ve kültürlere saygı temelinde demokratik devleti yeniden tanımlamak gerekiyor.

    2007 yılı önemli bir yıldır, benim bugün söyleyeceklerim ve her zaman söylediklerim birbirinin devamı niteliğinde anlaşılmalıdır sizler de bunu böyle anlamalısınız ve bütün bu söylediklerimden 2007 bildirgesi yayınlanabilir, bunu siz hazırlarsınız benim adıma yayınlarsınız. Ben daha öncede belirttiğim gibi 14 yıldır barışa ilişkin söylediklerimi 1999 da Türkiye getirilişimden sonra bir teze dönüştürdüm. 92 yılına kadar teredüttlü bir durum vardı, yani şiddet mi diyalogla çözüm mü tereddütü. Bende biraz bu tereddüdü yaşadım. Ancak diyalogu istememiz ve devlet içinden de bu yönlü bir diyalog talebi gelmesi ile bu diyalog yönüne ağırlık verdik. Özal döneminde, Erbakan döneminde ve sonrasında da bu talepler bize geldi fakat bu diyalog taleplerini ve süreçlerini devlet hep tasfiye mantığı ve fırsatı şeklinde değerlendirdi ve bu tarzda yaklaştı. Fakat biz diyalog sürecinin önemine inandık, isteseydik savaşı muazzam ölçüde tırmandırabilirdik, Filistin-İsrail sürecinden daha büyük bir savaşı sürdürebilirdik. İntifada benzeri her tarafta şehirlerde her yerde bir savaş geliştirebilirdik, ancak biz demokratik bir çözüme inandık hatta ben Türkiye’ye getirildikten sonra benimle görüşen askeri yetkililer; bana siz ne biçim mücadele ediyorsunuz. Atatürk gibi yapabilirsiniz, yani ordunun karşısına çıkıp sonuna kadar savaşırsınız. Bu iş bir şekilde biter yada teslim olmayı tercih edersiniz, bir görünüyorsunuz bir görünmüyorsunuz demişlerdi. Onlar bizim yöntemimizi ilginç bulmuşlardı, ben kendilerine siz kendi açınızdan belki haklı olabilirsiniz, fakat bizim tercihimiz böyle olmalıdır demiştim.

    Türkiye muhakkak çözüme gelmek zorundadır, 2007 yılında öyle görünüyor ki AKP rövanşı alacak. Tayip, Cumhurbaşkanı olacak gibi görünüyor. Her ne kadar onlara engeller çıkarsalar da AKP, Terakkiperver Fırkasından farklı olarak bu rövanşı alacak, cumhurbaşkanlığını da alacak iktidarı da alabilir fakat büyük oranda da daralacaktır. Zaten onlara da bunları almak yetiyor. AKP ile Genelkurmay arasında bir uzlaşma var. Buna göre Genelkurmay, AKP nin hükümet olmasını kabullenecek hatta cumhurbaşkanlığını almasına da göz yumacak bunun karşılığında AKP de Genelkurmayın operasyon yapmasına karışmayacak ve Şemdinli’de açığa çıkan ayıplarının üzerine gitmeyecek, ben bunu çok iyi görüyorum, biliyorum. Genelkurmay’ın, mağara mağara arayın, son kişi kalana kadar mücadelemiz devam edecek, söylemleri hiç gerçekçi değildir. Daha önce de söylemiştim PKK’yi bu şekilde asla bitiremezler. AKP ve Genelkurmay arasındaki bu anlaşma derhal bitirilmelidir, böyle bir anlaşma açıkça ifade ediyorum ki, çok tehlikeli sonuçlar doğurur. AKP 1925’lerdeki Terakkiperver Halk Fırkasının günümüze uyarlanmış halidir, ancak farklılıkları da vardır. Kürt Teali Cemiyeti de 25’lerdeki Terrakiperver Halk Fırkasının yanında yer almıştır. Bugün de AKP içinde Aksu, Çelik, Zapsu gibi bir kısım Kürt Nakşîler var, AKP’nin içinde 50-60 civarında Kürt Nakşî milletvekili var, hatta bunların sayıları daha fazla da olabilir. Zapsu gibileri uluslararası alanda İngiltere’de Avrupa’da özelikle ABD’de de güçlü ilişkileri vardır. Bunların bu hale gelmesinde ABD’nin fikri ve desteği vardır. Özelikle 1982’den sonra ABD onları bir plan çerçevesinde desteklemiş ve bürokrasiye taşımıştır. 1982’de Kenan Evren Güneydoğu’ya gelip Hıznavi Şeyhleri ile görüşmüştü, bunu tesadüfen öğendim ve çok şaşırdım. Hatta kendileri bana gelip Kenan Evren’in kendileri ile görüştüğünü ve ne konuştuklarını söylediler.

    Bir bakıma AKP’nin içinde Kürt Nakşî partisi vardır diyebiliriz. AKP’nin içerisindeki Kürt Nakşilerin direkt iktidar olma hedefleri yoktur, iktidarın onlara sunmuş olduğu makam mevkii yeterlidir, amaçları iktidardan pay almaktır. Bunun karşılığında Kürt Halkını baskı altında tutma, din ile uyuşturma ve özgürlük taleplerini geriletmektir. Hüseyin Çelik’in Van ve yöresinde 70-80 tane yeğeninin devletin kurum ve kuruluşlarına yerleştirildiği söyleniyor bu diğer Nakşîler için de böyledir. Birçok kurumda müdürlük Başbakan Müsteşarlığı gibi önemli görevler verilmektedir. Bunları vuralım kıralım anlamında söylemiyorum bilinmesi için söylüyorum.

    Saidi Nursi Nakşîliği devam ettirmiştir bunun hem Kürt kolu hem Türk kolu mevcuttur. Fethullahcılar, İsmailağa ve Süleymancılar ve benzerleri Nakşîliğin Türk koludur. Nakşiliğin Kürt kolu da vardır İlim ve Menzil kolları da bunlardandır. Devlet bize karşı bunların bir kısmını Hizbullah örgütlemesi ile kullanmıştır, hatta bunlara Gercüş’te ordu tarafından, tabii ordunun hepsi değil fakat bölge komutanlıkları tarafından silahlı eğitim verdirilmiştir ve bunlar beşbin Kürt yurtseverini katletmişlerdir.

    1825 yılından beri Nakşîlik toplumda önemli bir rol oynamıştır II. Mahmut yeniçeri ocağını ortadan kaldırdığında yeniçeri ocağının bağlı olduğu Bektaşilik de büyük darbe aldı, ortaya çıkan boşluğu Nakşîler doldurdu o zamanlar mezarı şu anda Şam’da bulunan Nakşîliğin temsilcisi bir Kürt olan Mevlana Halid-i Bağdadidir merkezi de Süleymaniye’dedir, Şeyh Ubeydulah, Seyit Abdülkadir, Şeyh Sait ve hatta Saidi Nursi hepsi Nakşî’dir. Barzani aşiretleri de Nakşî’dir. Fakat ne kadarı Nakşî ne kadarı ulusalcı onu ben tam bilemiyorum, bu konuda detaylı bir araştırmam yok. Şeyh Ubeydullah, Şeyh Said din eksenli fakat Kürt mücadelesi vermişlerdir, yani Kürt Partileridir. Yani ortalama 150 yıldır Nakşîler etkindir, Kürtler binyıldır sömürülüyor son 150 yıldır da Nakşîcilikle oyalanıyor. Kürt hareketlerine karşı yapılan harekâtlarda en büyük zararı Mir Bedirhan görmüştür. Bugün devlet içindeki Kürt Nakşîleri ise devlette AKP benzeri partilerle anlaşarak Kürtleri elde tutma sureti ile iktidardan bürokrasinin çeşitli mevkilerinden pay almaktadır. Mustafa Kemal kurtuluş savaşı sırasında başta Kürt Nakşîlerini kullanmıştır hatta Bitlis Şeyhleri ile görüşmüştür, Bitlis mebusu Yusuf Ziya da mecliste yer almıştır.

    Başbakan Erdoğan da eğer Kürt Sorunun kendi içerisindeki bu 50-60 milletvekili ile çözmek istiyorsa onu açıkça uyarıyorum bu sorunu çözmez, sonuç getirmez. Ben kendimi bir Kürt demokratı olarak tanımlıyorum. Bu sorunu asıl muhatapları ile yani Kürt demokratları ile çözmek lazım. Türkiye’nin son otuz yılda yaşadıklarından dolayı bizleri sorumlu tutuyorlar, bu doğru değildir sen beni yok sayacaksın, kimliğimi dilimi kabul etmeyeceksin, bana bir anaokulunu bile çok göreceksin ve de sorumlu tutacaksın, bu kabul edilemez. Gelinen noktada bunların sorumluluğu vardır, Baykal’ın ve 80 öncesi de sonrası da sol partilerin sorumluluğu vardır, Baykal ben laikim diyor, bu doğru değil. Laiklik böyle olmaz, sol ve demokratım diyenlerin zamanlarında da Kürtlere karşı bunlara birçok imkân sağlandı. Şimdi bu soruna karşı AKP biraz akıllı davrandı, İslami, sol, demokrat, milliyetçi bütün değerleri kullanıyor. Fakat AKP işin daha çok ticari boyutu ile alakalı yani tam bir tüccar mantığı ile hareket ediyor. Görünüşte manevidirler, fakat esasında işin maddi boyutu ile ilgilidirler. Siyasi sorunlara tüccar mantığı karıştırıldığı zaman o sorunu çözemezsiniz. Dediğim gibi AKP tüccar zihniyetine sahip olduğu için, tüccar zihniyeti de kârı esas alır ve acımasızdır, bu nedenle onlar için bazı mevkileri elde etmek, bazı kazançlar sağlamak zaten yetiyor. AKP’nin bu tüccar zihniyeti devam ettiği takdirde AB, ABD ve diğer güçlü devletlere bağımlı hale gelecek ve Türkiye özelikle ekonomik alanda kaldıramayacağı dayatmalarla karşı karşıya kalacaktır. Meydan CHP ve MHP’ye kalırsa zaten onların yöntemi bellidir, yok etme olmaz ise, kültürel soykırım yöntemidir. Bunlar halen 20’lerin şablonu ile düşünüyorlar. Bununla sonuç alınamayacağı açıktır, CHP sorunu çözmeye yanaşmıyor MHP hiç yanaşmaz. CHP’nin Ankara da lüks binası var MHP de çok lüks binalarda kalıyor diğer partiler de öyle. Hepsi maaşlı maddi gelirleri çok, bunlarla da yetiniyorlar. Dolayısıyla onlarda ve Türkiye’de bir çürüme var sorunu çözmekten uzaklaşmışlardır. Bunlar Kürtler için vuralım kıralım diyorlar öyle vuracak kıracak güçleri de yoktur, kalmamıştır. DYP ve Ağar da soruna liberal demokrasi çerçevesinde yaklaşıyor ancak başarıp başaramayacağı belli değil. Melik Fırat onlar da Federasyon talep ediyor. Bu da gerçekçi bir çözüm olmaz. Sorun demokratik bir çerçevede ancak çözülebilir. Ortada otuz yıldır yaşanan bir savaş var. Şimdi soruyorum Atatürk olsaydı bu sorunu çözmez miydi? Atatürk aptal mıdır? Ya savaşla hemen bitirirdi ya da bu işin içinde bir bit yeniği var veya bu iş böyle gitmez deyip sorunu çözerdi. Otuz yıldır süren bir savaş var ve bunlar halen sorunu algılamaktan, görmekten, çözmekten uzaktır, otuz yılık savaş olmaz. CHP ve diğerleri 20’li yıllardaki şablonla hareket ediyorlar, Atatürkçülüğü binlerce kişinin Anıtkabiri tavaf etmesi olarak algılıyorlar. Bu gerçek anlamda Atatürkçülük değildir. 20’lerden bu yana çok şey değişti, bunları görmek gerekiyor. Atatürk o zamanlar ancak cumhuriyeti kurarak ülkenin kurtulabileceğini görmüştür. Cumhuriyet Atatürk için anahtar bir kelimedir, cumhuriyet fikrine inanmıştı etrafındakilerin böyle bir fikri yoktu. Esasında Atatürk, fikri anlamda tek kalmıştır. Atatürk cumhuriyeti kurarken ne dayanacağı bir aşireti ne bir ordusu ne de burjuvazisi vardı, aksine hakkında padişah tarafından verilmiş bir idam fermanı vardı, öyle sanıldığı gibi ordusu da yoktu. Fakat Atatürk kendisine bilimi esas alarak 20’li yılların başında gece gündüz zamanın sosyal bilimlerini incelemiş, birçok kitap okumuş ve bunlardan pratik sonuçlar çıkarmıştır, bilime önem vermiştir hayatta en hakiki mürşit ilimdir sözü bunu doğrular. Atatürk pragmatist bir kişiliktir, İttihat ve Terakki’den kaçanları kendi etrafında toparlayabilmiş ve onları kurutuluş mücadelesinde çalıştırmıştır, Kılıç Ali’lerde bunlardandır yine Saidi Nursi gibi İslami kişilikleri de kendi etrafında toparlamış onların da desteklerini almıştır. Daha sonra Saidi Nursinin cumhuriyet fikrine inanmaması nedeniyle onu sürgüne göndermiştir. Yine Kürt büyüklerinin elini öpmüş, Diyap Ağa gibi şahsiyetleri de ikna etmiştir. Aynı şekilde Kürt Nakşîlerinin de desteğini almış sonraları onları da tasfiye etmiştir. Atatürk bu tasfiyelerin bir kısmını yapmak zorunda kalmıştır. Aksi halde kendisini yutacaklardı. Ben bununla Atatürk’ün iyi yaptığını kastetmiyorum fakat hangi koşullarda bunların yapıldığını anlamak lazım. Atatürk o koşullarda ancak cumhuriyeti kurabilirdi. O da bunu yaptı. Aslında Atatürk çok şey yapmamıştır sadece cumhuriyeti kurmuştur ve bu da çok dar çerçevede kalmıştır, bu yaptığı önemlidir fakat asıl önemli olan cumhuriyetin demokratikleştirilmesidir. Ben de diyorum ki gelin hep beraber cumhuriyetin yeniden demokratik inşasını sağlayalım. Ancak cumhuriyetin demokratik inşası bir çözüm olabilir. Kaldı ki cumhuriyetin kuruluşunda da asli unsur olarak yer almıştık.

    Mayıs ayına kadar bu süreç sürdürülebilir, Kürtlerin önünde kış var bu süreyi iyi değerlendirmeleri, düşünmeleri tartışmaları gerekir, her Kürt her akşam evinde düşünmelidir. Bu savaş, ölüm - kalım meselesidir. Kendi kaderlerini kendileri çizecek. Kongra-Gel de kendi kongrelerini yapsınlar, sanıyorum 450 delegesi var, PKK de aynı şekilde neye karar vereceklerse ona göre programlarını yapsınlar, düşüncelerini programlarına yansıtsınlar. Zaten PKK’den ayrılan bir gurupçuk, Osman, Botan onlar var, bunlar ne gerillacılık yapabildiler ne de siyaset zemini oluşturabildiler öyle ortada kaldılar, dikkat edilsin bunlar gibi olunmamalı. Kararlarını iyi, akıllıca versinler. Kürtler neye karar vereceklerse kendileri bilirler. Kendileri karar verirler. Bana Başkan fikrin nedir diye soruyorlar ben Başkan değilim. Burada Başkan olma gibi bir durumum, koşulum yok. Otuz yıldır sırtımdan geçiniyorlar artık kendileri karar versinler. Devlet adım atmazsa ve sonuçta da savaşa dair karar çıkarsa, ben aradan çekileceğim, arkadaşlarımdan özür dileyeceğim, kusura bakmayın ben yokum diyeceğim. Olacaklardan da sorumlu olmam. Çünkü zarar veren bir savaşta, bir yerde olmayacağım. Böyle bir durumda kendimi de kullandırtmam. Devletin güneye bir operasyon yapması olasılığına karşı, her türlü hazırlıklarını yapsınlar, güvenli alanlara çekilsinler, Bradost bölgesi önemlidir, ona göre hazırlık yapabilirler. Şengal’de Ezidiler çoğunluktadır katliama uğrayabilirler aynı şekilde Mahmur bölgesi de daha öncesinde söylediğim gibi bir katliama maruz kalabilir gerekli tedbirler alınmalıdır. Bu duruma karşı gerçek bir gerilla savaşı gelişir, devlet de hakiki bir ordu savaşı verir ve günde yüz kişinin öleceği çok vahim bir durum ortaya çıkar. ABD koordinatörü Raltson’un da ortağı olduğu şirket Türkiye’ye yeni bazı uçaklar satıyor ve 216 adet F-16 uçağının modernizasyonunu üstleniyor bunlar Türkiye’yi çok tehlikeli bir oyuna çekiyorlar. Herkesin bunu çok net görmesi gerekiyor. Eğer Türkiye bu oyuna çekilirse açıkça söylüyorum ki; Türkiye gireceği bu bataklıktan bir daha çıkamaz. Şu anda Iraktaki durum 2. Dünya savaşındakinden bile daha çıkmaz bir durum arz etmektedir. 2. Dünya savaşında taraflar ne yapacaklarını biliyorlardı. Irak’ta ise kimse ne yapacağını da bilmiyor.

    Türkiye’de demokratik bir koalisyona ihtiyaç vardır. DTP’nin yanında EMEP, SDP, DSP hatta olabiliyorsa SHP olabilir. Koalisyondan kast ettiğim çok geniş bir oluşumdur. Mesela İtalya’da benzer bir koalisyon ancak 15 yılda iktidara gelebildiler. Türkiye’deki sol neden bir araya gelemiyor, sol kafalar halen geçmişteler. Türkiye’de de sol ve demokratlardan oluşan böyle bir koalisyon olabilir. Çalışsalar bu mümkündür. Şu an ortam da buna çok müsaittir. Toplantı, gösteri, panel gibi etkinlikler yapabilirler. DTP böyle bir oluşumda yer alabilir veya Kürtler bir başka seçenek üzerinde karar verirler, 20-30 milletvekili ile kendilerini temsil de edebilirler. Artık kendileri ne yapacaklarına karar versinler.

    Saddam konusunda da söyleyeceklerim var, kanlı bir süreç gelişebilir zaman kalmadı daha sonra değineceğim. Söyleyeceklerim bunlar.

    Ayrıca Urartu Tarihi ile ilgili bir kitap çıkmış, Atlas Dergisinde gördüm, getirebilirsiniz. Bir de Julianus ve Adrianus ile ilgili bilgiler vardı bunlarla ilgili kitaplar varsa getirirsiniz. Bütün cezaevindekilere selamlarımı iletiyorum, herkesin, tüm halkımızın yeni yılını ve kurban bayramını kutluyorum. Bayram mesajımı benim adıma kurbansız bir kurban bayramı dileğiyle bir mesaj iletebilirsiniz, size iyi günler diliyorum.

    28.12.2006


    http://www.kurdistan-post.com/News-file-article-sid-14320.html



    Mit folgendem Code, können Sie den Beitrag ganz bequem auf ihrer Homepage verlinken



    Weitere Beiträge aus dem Forum DERSİM-ZAZA ARŞİVİ

    DİLLERİN ÖLÜMÜ TEK DİLLİ BİR DÜNYAYA GÖTÜRÜYOR İNSANLARI... - gepostet von dersim am Donnerstag 31.01.2008
    A. Öcalan Hakkindaki Ajanlık İddiaları - gepostet von dersim am Samstag 16.02.2008
    KURŞİYÊ WERENAYIŞİ_TARTIŞMA FORUMU - gepostet von dersim am Donnerstag 10.01.2008
    Ermeni mallarını kimler aldı? Ayşe Hür - gepostet von dersim am Dienstag 17.06.2008
    DERSIM COGRAFYASI - gepostet von dersim am Donnerstag 07.12.2006



    Ähnliche Beiträge wie "GÖRÜŞME NOTLARI_ 2006_28.12.2006"

    das Fest auf dem Berg - gepostet von Andromeda am Dienstag 06.06.2006
    Dalim - gepostet von McLeod am Sonntag 20.08.2006
    News zu Bündnissen - gepostet von Yuri Orlov am Sonntag 10.09.2006